Osmanlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Osmanlı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ocak 2023 Çarşamba

“BEN TÜRK DEĞİLİM!..”, Abdullah Çağrı ELGÜN

                                  “BEN TÜRK DEĞİLİM!..”

Abdullah Çağrı ELGÜN

Türk ve Türkçe Köşeye İtiliyor… “Türk: Kaba ve yabani” gösteriliyor.

1919-1920 yıllarında Şeyhülislâmlık makamında bulunan Mustafa Sabri Efendi Türk, Türküm, Türkçüyüm diyenlere: “Soysuzlar” diyordu!.. Daha da ileri giderek: Türklüğünden istifa ediyor:

 

“Yalnız Müslüman ve insan kalmak üzere, Türklükten, şeref ve izzetimle istifa ediyorum… Allah’ın huzurunda (…) Tövbe Yarabbi Tövbe Türklüğüme!.. Beni Türk Milletinden addetme” diyordu. Bu adam da Osmanlı İmparatorluk Türkiye’sinin Şeyhülislâmıydı… İnsanların kendi mensubiyetine, ırkına bu derece nefret ile bakmasını, mensubiyetinden iğrenilecek duruma getirilmiş olmasını Fars ve Arap Mollaların nasıl başardıklarına şaşmamak elde değil!..

Halka: “Biz Türk değil miyiz?” diye sorulduğunda ise “Estafirullah!” diye karşılık veriyorlardı… “Türk” kelimesinden ürküyor, “Türklük” ten çekiniyorlar… “Türk” olarak ifşa edilip, açığa çıkarılmaktan korkuyorlardı; çünkü Türk’te itibar kalkmıştı…

 

Piriştineli Mesihi bunu:

Mesihî, gökten insen, sana yer yok!

Yürü var gel,ya Arap’tan ya Acem’den!.. Diyecek kadar hayıflanıyor. Kahroluyordu; fakatbiz Türktük! Türklük için savaşıyor, Türklük için ölüyorduk!.. Türkülerimiz Türk’ü çığırıyor; Mehteranı Türk vuruyor, Marşlar “Türk!” haykırıyor; Marşlarımız Türk’ü anlatıyordu:

 

“Tarihi çevir nal sesi, kısrak sesi bunlar

Delmiş Roma'nın kalbini mızrak gibi Hunlar

Göktürkler, Uygurlar, Oğuzlar, Peçenekler

Türk’ün yüce tarihine bin bir zafer ekler!..”

 

“Su kopan fırtına, Türk Ordusudur Ya Rabbi!

Senin uğrunda ölen o ordu, budur Ya Rabbi!

 

“Ceddin deden, neslin baban.

En kahraman Türk Milleti!”

Türk Milleti, Türk Milleti

Aşk ile sev milliyeti

Kahret vatan düşmanını

Çeksin o mel'un zilleti…”

 

“Çırpınırdı Karadeniz,

Bakıp Türk’ün Bayrağına!”

 

“Sancağımız, şanımız, Şanlı Türk unvanımız.

Vatan bizim canımız, feda olsun kanımız…”

 

“Her asra Türklüğün mührünü vurdu.

Aslı Türk, nesli Türk Osmanlıyız biz!

 

Türk Kavminin beş bin yıllık yuvası,                                                                                                           Güzel vatan sanki cennet ovası,

Güzel iller yeşillik bağlar dedemizin ocağı.                                                                                                Türk oğlunun, anayurdu, gönül bağı, bucağı.

Pek şanlıyız pek şanlıyız pek şanlı!..

Halk gözcüsü, yurt bekçisi, Türk Oğlu Türk, pek şanlı!..”

 

“Allahu Ekber, Allahu Ekber!                                                                                                                    Türkler geliyor, Türkler geliyor…

(http://istanbulmehteran.com/mehter-marsları-ve-sozleri-69


“Bu rüzgârla şahlanmış, dalga dalga bayrağım,                                                                                             Başka bir tuğ yaraşmaz, Türk’ün özgür başına!..”


“İzmir benim, Van benim.
Şeref benim, şan benim.
Kars, Erzurum, Erzincan.
Konya, Ardahan benim.

         Seneler kutlu bana.
         Aylar umutlu bana.
         Her an haykırıyorum.
         Türküm Ne Mutlu Bana!..


Cesaretim candadır.
Şöhretim dört yandadır.
Benim bütün cevherim.
Damarımdaki kandadır.

Seneler kutlu bana.
Aylar umutlu bana.
Her an haykırıyorum. 
Türküm Ne Mutlu Bana!..”

(https://www.antoloji.com/halil-soyuer/)

1913 yılında yazdığı kitapta, Prof. Dr. Ahmet Naim:

“Türk’ün geçmişini bilmesine, öğrenmesine hiç lüzum ve ihtiyaç yok!.. Gerekli olan Şeriatı öğrenmektir!” diyordu…

İslâm Ümmetinden ve Osmanlı Milletinden idik…

Türklüğü kabul etmiyorlardı. Halbuki biz Türk’tük, bu Ordu Türk Ordusuydu, Türklük için savaşıyorduk!..

 

Yavuz’un ağzı ile Yavuz döneminde, Alevî Bektaşi Türkmenleri de “Kızılbaş” olmuştu…

 

Fatih’in oğlu Beyazıt, onun oğlu Yavuz Selim, onun oğlu Kanuni'ye gelinceye kadarki zamandaki bu değişim, en doruk noktaya ulaştı...

"Türk" Aşağılandı horlandı. "TÜRKÜM" demekten utanır olduk. Korkumuzdan "Ben Türküm!..” diyemedik.

 

"Enderun Akademisi" Bulgar, Sırp, Hırvat, Boşnaklar, Arnavutlar’a açık; ama 1850’lilere gelinceye kadar Türker’e kapalıydı… Türkler, cahil bırakılmıştı… Asker ise bütün savaşları kaybediyordu…

Bu durum, 1100 lü yıllarda başlayıp, 1480 yıllarından, taa 1830'lu yıllarına kadar sürdü. Bu devrin tamı tamına dört yüz (400) yılı “Türk” “Türksüzleştirildi, Türk var olduğu halde azınlık oldu. İkinci sınıf vatandaş oldu. Bu durum "İttihat ve Terakki Ekibi", Jöntürkler (Yeni Osmanlılar) Enderun’dan mezun olup Devlette görev alıncaya kadar sürdü… Dört yüz (400) yıl Türksüz geçen zaman içinde, Osmanlı Sarayında ve Osmanlı Devlet Kademelerinde "TÜRK" yoktur!..

"Türkler", Saray yönetiminden ve Devlet yönetiminden sökülüp alınmıştı... Saray’ı ve Devleti, Enderun Akademisinden mezun: Bulgar, Sırp, Hırvat, Boşnak, Arnavut Gayri Müslümlerin Devşirilerek Müslümanlaştırılmış, her biri Vezir, Vezirazam, Paşa, Vali, Elçi olmuş çocukları yönetiyordu!..

 

Savaşarak ve kanıyla sulayarak aldığı ve her metrekaresinde yirmi beş (25) Türk’ün yattığı bu topraklarda Türk: “Yabani ve Dağlı” idi!.. Görüldüğü yerde öldürülürse: “Kanı helâl!” idi…

Bugün “Türk” ve “Türkçülük” idealini temsil ettiğini söyleyen siyasî liderler, Türk Milletinin önderi Atatürk'e ve onun savunduğu:

 

"Benim, en büyük övüncüm, TÜRK olarak doğmuş olmamdır!";

Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!;

Ne mutlu Türk’üm diyene!”;

Ey, Türk yüksel! Senin için yükselmenin hududu yoktur!..” derken, bir başkası da: “Türk’üm, Doğruyum, Çalışkanı… diye devam eden “Millî And”ımızı kaldırarak: “Her gün Türk’üm demekle Türk olunmaz!..”, “Bana Türklük ile de gelmeyin!”, “Milliyetçiliği ayaklarımın altına alıyorum!” diyenlerle, aynı safta yer almayı öğünç ve iftihar kaynağı görerek, Atatürk’e ihanet etmiyor mu?..    

Atatürk bir dâhiydi, gelmeden önce geleceği görebilecek kadar uzak görüşlüydü. O yine yüz (100) yıl öncesini görmüş ve tam da bugünler için uzak görüşlülükte bulunarak şu sözleri söylemişti. İşte bu söz, sözümüzün delili ve en büyük kanıtıdır; ancak biz atamızın bu sözünü yabana attık!.. Sözünü dikkate almadık! İşte biz bugün bu hatamızın cezasını misli ile çekiyoruz!...

“Başımıza getireceğiniz insanların kanındaki cevheri asliyi tahlil etmekten bir an bile feragat etmeyin!..”

 “Ey Türk Gençliği!..” diye başlayan Mustafa Kemal Atatürk’ün “Gençliğe Hitabesi’nde en güzel şekilde ifadesini bulmuştur!..

1480-1830 arasında geçen dört yüz (400) yıllık “Ümmet ve Osmanlıcılıktan” ders almamış olanların, Türk ülkesi Türkiye’yi, yeniden Türksüzleştirmeye kalkışmalarına gözümüzü kapayamaz, yapılanları görmemezlikten gelemeyiz…

Eğer öyle olursa, burası yol geçen hanı olur! Türklerin Vatanı göçmenler ile dolarsa ve 1100 lü yıllardan başlayarak, Yavuz ile son haddine varan: “Ben Türk değilim!..” demeye mecbur bırakılan “Türk!” olmamız kaçınılmazdır!..

Bugünün en önde giden şovmenleri, sanatçıları, iş adamları ön plandaki siyasetçiler, ''Ben, Türk değilim!'' diyor.

Ön plandaki sanatçılar, ''Ben, Türk değilim!'' diyerek, Türk olmadıklarını açıklıyorlar. Zaten, bu alanlar hemen hepsi Türkler’e kapalı…

Türk’sen siyasetçi olamazsın!

Türk’sen Sanatçı olamazsın!

Türk’sen İş adamı olamazsın. Olsan da batırılırsın!..

Büyüyemezsin, yeşeremezsin!

Her alan Türk’e kapatılmış…


Türk, Osmanlıda dört yüz (400) yıl boyunca: “Ben Türk değilim!..”, dedirtecek kadar canından bezdirildi. Bütün köşe başları tutuldu!.. Dört yüz (400) yıl boyunca Türk, asıl yurdunda çoğunluk olduğu halde azınlığa düşürüldü. Asıl ırkçılığı Türk olmayanlar yaptı!..

Türk “Arap ve Fars Mollalar, Cemaatler, Şeyhler, Şıhlar…ve benzerlerinin el üstünde tutulması, Osmanlı Döneminin “Türk’ün devlet kademelerinden ve Sarayın kadrolarından temizlendiği günlerin” ayak sesleri olmasın?..

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk’ün, hakaret gördüğü ve yok sayıldığı, günümüzde de ''Ben, Türk değilim!'' diyenlerin sesleri çoğalarak ayyuka çıkar, eski Osmanlı Dönemine evrilirse:

Ey, Türk! Titre ve kendine dön!.. Bir dört yüz (400) yıl daha (Yeni Osmanlılar) Atatürk ve Arkadaşları gibi Türkler’in gelip Türk’ü kurtarmasını beklemek zorunda kalırsınız!..

 

          KAYNAKLAR:

1)(http://istanbulmehteran.com/mehter-marsları-ve-sozleri 69)                                                       

2)     (https://www.antoloji.com/halil-soyuer/)

3(https://tr.wikipedia.org/wiki/Onuncu_Y%C4%B1l_Nutku#:~:text=Onuncu%20Y%C4%B1l%20Nutku%2C%20T%C3%BCrkiye%20Cumhurba%C5%9Fkan%C4%B1,Ankara%20Hipodromu'nda%20verilen%20nutuktur.)

4)https://www.google.com/search?q=Piri%C5%9Ftineli+Mesihi+bunu%3A++%E2%80%9CMesihi%2C+g%C3%B6kten+yere+insen%2C+sana+yer+yok%21+&sxsrf=AJOqlzUiv67rOeUI3n97KQr1UtBX2Enccw%3A1673429784214&ei=GIO-Y560DPjBxc8P2oaZoAQ&ved=0ahUKEwieoODem7_8AhX4YPEDHVpDBkQQ4dUDCA8&uact=5&oq=Piri%C5%9Ftineli+Mesihi+bunu%3A++%E2%80%9CMesihi%2C+g%C3%B6kten+yere+insen%2C+sana+yer+yok%21+&gs_lcp=Cgxnd3Mtd2l6LXNlcnAQAzoKCAAQRxDWBBCwA0oECEEYAEoECEYYAFDe2gJY3toCYMjjAmgBcAF4AIAB8wGIAfMBkgEDMi0xmAEAoAECoAEByAEIwAEB&sclient=gws-wiz-serp

5)      https://tr.wikipedia.org/wiki/Mustafa_Sabri_Efendi

 

 


13 Ocak 2022 Perşembe

SEÇİM ve İKTİDARIN BARIŞ İÇİNDE DEVRİ; Abdullah Çağrı ELGÜN

SEÇİM ve İKTİDARIN BARIŞ İÇİNDE DEVRİ                                                                              Abdullah Çağrı ELGÜN

Mustafa Kemal Paşa, ATATÜRK

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir. İşte bu memleket Cumhuriyeti kuran Türk Halkınındır!.. “Adalet” devletleri ayakta tutan tek dayanaktır. Adalet odur ki kim kanunsuzluk yapmışsa, hesabını vermek ile gerçekleşir; fakat bazı durumlar vardır ki hesap zamana bırakılabilir; veya hiç verilmez!.. Şöyle ki:

Osmanlı İsyanlarını duymayanlarımız yoktur! Bunlar içinde, yüz yıl sürenler (Celâli İsyanları) olduğu gibi kısa sürede bastırılanlar da olmuştur!..

Osmanlı Politikalarında ayaklanan kimi beyler affedilerek, Ayanlıklarda, Valiliklerde, Sancaklarda, daha üst veya daha alt görevlerde görevlendirilmiş oldukları tarihen sabittir!.. Sonuçta ülke duruluyor, isyan edenler sakinleşiyor, halk huzur ve sükûnet buluyor.

Burada hatırlanması gerekenlerden birisi de hiç şüphesiz Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve Oğlu İbrahim Paşa’nın Devlete isyan ederek İstanbul yakınlarına kadar gelip otağ kurup Saraya isteklerini kabul ettirmek için baskı yaptığı ayaklanmadır.

Bu ayaklanmada Kavalalılar ile anlaşmaya varılamadığı için Saray korkuya kapılır.  Önce Fransızlar’dan yardım isteniyor. Cevap gelmeyince İngilizler’den, onlar da cevap vermeyince: “Denize düşen yılana sarılır!...” misâli Ruslar’dan yardım istenmiştir!..  

Ruslar’ın Yeşilköy’e kadar gelerek burada kamp kurması ve burada devvâsa bir anıt dikmesi, Fransız ve İngilizler’i bir araya getirdi; çünkü M.Ali Paşa yayılmacı bir politika ile Hindistan’a giden yolu kapatma eğilimindeydi…. (Bu arada Ruslar ile “8 Kasım 1833” “Hünkar İskelesi Anlaşması” yapılmıştı.) Üç (3) devlet, daha sonraki katılımlarla da beş (5) devlet, birleşerek Mehmet Ali Paşa ile II. Mahmut’u anlaştırmak için girişimde bulundular; ama birçok eyaletimize de özerklik verilmesi, bağımsız olması yolunda özellikle Rusya bastırmaktadır!..

III.Selim 

III. Selim Tahta çıktığında ülke büyük bozgun ve savaşlarla boğuşuyordu. III. Selim kargaşayı kucağında bulmuşu… Ufku açık, yenilikçi bir Padişahtı. Softa görüşlü geri düşünceli makam ve mevki düşkünleri ile Şeyhülislâmın da desteklediği Bektaşî Tarikatı Mensubu Yeniçeriler ayaklandılar. III. Selim’i bu, Kabakçı Mustafa’nın başını çektiği isyanda görevden alarak IV. Mustafa Tahta çıkardılar; fakat Mustafa’nın tahttaki ömrü “on dört (14) ay” uzun sürmedi.

III. Selim İktidarında yapılan yeniliklerine direnen Yeniçeriler, sokaktaki halkı arkasına katıp Şeyhülislâm’dan fetva da alarak: “Gavur Padişah!.. Moskof oluruz, Fes giymeyiz! Nizam ı Cedîd olacağımıza Moskof oluruz daha iyi!..” diyerek sık sık ayaklanıyorlardı. III. Selim’den sonraki yenilikçi Padişah II. Mahmut Döneminde de aynı nakaratlar tekrarlanarak birçok kez yapılan yeniliklere karşı çıktılar. Din ve İslâm ile hiçbir alâkası olamayan, sadece hurafeye dayalı isyanlarını devam ettirdiler.

İsyancılar sokaklarda yakaladıkları genç ve masum Nizam ı Cedîd, Er ve Subaylarını ya kılıçtan geçiriyor veya boğazını keserek öldürüyorlardı… Yeniçeriler’in ellerinden kaçabilenler köşe bucaktaki evlere saklanıyorlar veya Rusçuk Ayanı’na sığınıyorlardı!.. Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa, yeniliklere açık ve Padişahı yürekten destekleyen bir paşaydı. Kendisine sığınan Nizam ı Cedîd Askerleri, isyancıların tahta geçirdiği IV. Mustafa’yı tahtan indirip, III. Selim’i tekraren tahta çıkarmak için, Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa’yı ikna etmeyi başarıyorlar…  

Yeniçeriler, Nizam i Cedîdcilerin ileride kendi yerlerini alacaklarını bildikleri için yeni kurulan bu Askerî Birliği kıskanıyorlar ve istemediklerini de Padişaha karşı ayaklanarak gösteriyorlardı!..

Rusçuk Ayanı Alemdar Paşa, kendisine sığınan birkaç Nizam ı Cedidciler ve 15 bin kişilik ordusuyla yola çıkıyor. Yolda Yeniçerilerle Ülemâ İttifakının Üyeleriyle isyancıların bir kısmı ve isyancı başı Kabakçı Mustafa, öldürülüyor!.. Alemdar Paşa’nın bildiği olayın asıl arkasında olanlar: Şeyhülislâm Topal Âtaullah Efendi, Sadrazam Hafız İsmail Paşa, Sadaret Kaymakamı Köse Musa Paşa; Kadı ve Bektaşî Tarikatı Mensubu Yeniçeri Ağaları, İbrahim Hilmi Paşa, … ve benzerlerine henüz dokunmuyor…

II.Mahmut

Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa’nın Saray’a hareket ettiğini duyan IV. Mustafa, tahtın tek varisi kalabilmek ve Alemdar’ı çaresiz duruma düşürmek amacıyla, Alemdar Paşa henüz gelmeden, amcası III. Selim ve kardeşi II. Mahmut’u öldürmeleri için cellatlarına emir veriyor. Bu sırada Kafes Sistemi ile kapatıldığı Sarayda her şeyden habersiz olan III. Selim, yanına gelenlerden şüphelenerek durumu kavradığından, kılıcını çekerek karşı koymuş; fakat orada parça parça edilerek, cesedi Sarayın avlusuna getirilip bırakılmıştır.

Alemdar Paşa, Arz Odasının Kapısı Önünde III. Selim’in cesediyle karşılaşınca gelişini açık etme hatasını anlayarak, hiddetle: “Başka kim varsa getirin?” deyince, Cevri Kalfası tarafından cellatlara atılan hamam külleriyle, cellatları oyalayarak, hamamın penceresinden zar zor kaçırılan Şehzade II. Mahmut, Alemdar Mustafa Paşa’nın önüne getirilince, hemen orada Padişah olarak ilan edilmiştir… II. Mahmut da buradaki ölümden kıl payı kurtularak tahtı kendisine sunan Alemdar Mustafa Paşa’yı Sadrazam ilan etmiştir…

Alemdar Mustafa Paşa iktidarda kaldığı üç aylık bu sürede Padişah’ın yeniliklerine karşı isyan başlatanları bulup hepsini öldürdü. Şeyhülislâm Topal Âtaullah Efendi, Sadrazam Hafız İsmail Paşa, Sadaret Kaymakamı Köse Musa Paşa; Kadı ve Bektaşî Tarikatı Mensubu Yeniçeri Ağaları, İbrahim Hilmi Paşa, … ve benzerlerini de tutukladı. Padişaha: “Bunları idam edeyim!” diye izin istedi ise de Padişah bu muamelenin “fazla sert” olduğu düşüncesiyle, Alemdar Paşa’ya izin vermeyerek tutuklananlar serbest kaldı; fakat bunlar, Âlemdar Mustafa Paşa’ya diş bilediler.

Bu arada Mısır Ayaklanması devam etmektedir. II. Mahmut, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın isteklerini kabul etmez!.. Hem ülkede yaptığı yenilikler hem de Kavalalılar ile çok uğraştı ise de bir çözüme kavuşturamadı!..

Alemdar Mustafa Paşa

Kavalalılar bu sırada İstanbul yakınlarına kadar gelmiştir… Tam o sırada II. Mahmut vefat eder. Yerine oğlu Abdülmecit geçer. O da yeniliklerden yana Batı taraftarı bir Padişahtır. En çok da tutucuların İstanbul’da çıkardığı isyanlarla ve henüz çözüme kavuşturulamamış Kavalalı Ayaklanmaları ile uğraşır… Tanzimat Fermanı’nı ilan eder.

27 Temmuz 1839’da beş büyük devletin temsilcileri, ortak bir nota ile Padişah Abdülmecit’ten Osmanlıların “Kavalalılar Konusunda” kendilerinin haberi olmadan herhangi bir fiiliyat yapmamalarını ve kendilerinin yapacakları girişimlerin sonucunu beklemelerini isterler…

İşte bu tavır ve durum, Osmanlının Batı’ya tam olarak teslim olduğu ve Osmanlının Avrupa karşısında itibarının kaybolduğu dönemdir!..

Osmanlı, İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya Temsilcileri tarafından “Londra Antlaşması” imzalanır. (15 Temmuz 1840). Bundan sonra gelen Padişahlar ülkeyi düzeltebilirler miydi?  -Evet! 

“Enderun Mektebi” nin eski eğitim sistemi bitmiş ve devlete sadakatle bağlı olarak yetişen süper beyinler azalmış ve olmasın gereken makam ve mevkilerde yoktur!..  Devleti, Şeyhülislâm Kadı ve Bektaşî Tarikatı mensubu Yeniçeri Ağaları’nın tavsiye ettiği veya dayatarak makamlara getirdiği cahil, çoğu eğitimsiz, siyasal İslâmcılar ele geçirmiştir… Halk Eğitimsiz!.. Körü körüne ve cahilce, bir din anlayışı hatta dinle, hiçbir alakası olmayan kara bir taassubun peşinde koşmaktadır!..

İmam Gazali’nin: “İslâm Dini: Akıl, mantık ve ilim dini değildir! İslâm Dini, itaat ve biat dinidir. Soru sorulamaz! Düşünce belirtilemez! Yorum yapılamaz! Ona sorgusuz sualsiz biat ve itaat gereklidir!..” düşünüşüydü. Bu anlayış ise ilme, ilerlemeye sed çekiyordu!.. Şeyhülislâm, Kadı ve Ulema da itirazsız, sorgusuz sualsiz, körü körüne itaatı kabul ederek icraat gerçekleştiriyorlardı… Bu görüş, cahil; fakat dindar görünümlü sözde ülemâ takımı ile Şeyh, Şıh, Seyyid, Cemaat, Tarikat, Tekke ve Zaviyedekilere ve onların mensuplarına büyük imkân ve paye sağladığından, onları vazgeçilmez kılıyordu…

Kavalalı Mehmet Ali Paşa

2000li yılların FETOCULARI gibi. “Ne isteseler veriliyor, Devletten istedikleri makama anında getiriliyorlardı!..” buna rağmen Türkiye’de 15 Temmuz 2016’da gerçekleştirilen “FETO Kalkışması” gibi ne isteklerin ne de ayaklanmaların sonu gelmiyordu!.. Bunlar da bu imkânı sonuna kadar kullanarak, dışarıdaki provokatörlerin de kışkırtmaları sonunda, meydana gelen ayaklanmalar, gün geçtik arttı. İmparatorluk birliğini koruyamadı!.. Avrupa’nın her alanda çok çok gerilerinde kaldı!..

Ordu Teknolojiden yoksundu… her yenilenmek istendiğinde Yeniçeriler ayaklanıyordu!.. Matbaa henüz Osmanlı Türkiyesi’ne girmemiş, Gazete basılamıyor; okuma oranı yüzde 2-3’tü!.. Yeniliklerin hemen hepsine “Gavur İcadı” gözüyle bakıldığından cahil halk, yapılan her yeniliğe itiraz ile ayaklandırılarak, Padişah’ın Sarayına yürünüyordu.

İmparatorluk Türkiyesi’nde gerekli sanayi kurulamıyor, ordu donanımı ve halk için gerekli teknoloji sağlanamıyor, Avrupa’ya yetişilemediği için hemen her savaş, Avrupalıların üstün teknoloji, silah, cephane ve üstün bilgileri karşısında kaybediliyordu. Birçok alanda yapılması gerekli ilerleme ve hamleler gerçekleştirilemiyordu!.. Ekonomi çökmüş dış borçlar ülkeyi sıkıştırıyor, hatta boğuyordu. Buna rağmen tahta yeni geçen her Padişah bir öncekinden daha kapsamlı birçok yenilik yapmışsa da halkı, yeterli ölçüde eğitemediklerinden hamleler başarısız kalmıştır…

Şeyhülislâm Ataullah Efendi

Islahat Fermanları, Duyun u Umumiye, Tanzimat Fermanı, Kapitilasyonlar, Saray tarafından yapılan aşırı lüks harcamalar; buna karşı asker ve bunların harcamaları için alınan iç ve dış borç ödenemiyordu!.. Son dönemin 110 yıllık iktidarında bulunmuş padişahlar, bu ağır yükten kurtulamadılar… Buna sebep: Çoğu genç ve dinamik, yenilikçi; reformist Avrupa’ya yetişmek isteyen Padişahlara rağmen,Devlet Yönetimini” işgâl eden; fakat Devleti bir adım ilerletmemek için direnen, ulema sınıfıdır. Bunlar, eğitim ve dinle zerre kadar ilgisi olmayan, batıl inanç sahibi, cahil, tutucu ve isyankâr güruhtur!.. İlme ve gelişmeye ve atılımlara sed olmuş devleti ilerleme ve gelişmeden alıkoymuşlardır.  Sorgulama, itiraz etme! İtaat et, düşünüşüyle yetişmiş, gruplar  olup yaklaşık altı yüz elli (650) yıllık İmparatorluk Türkiyesi’nin yıkımını hazırlamışlardır; çünkü:

Şair Fuzûlî’nin de söylediği gibi. Dokuz Akçelik maaşını almak üzere evkafa gidince, bürokrasiyi, yozlaşmayı, rüşveti ve devletteki çürümüşlüğü görür, durumu anlatan, eleştiren “Şikâyetneme” adlı şiirini Padişaha arz edişinde söylediği gibi:

 “Selâm verdim rüşvet değildir, deyü almadılar,

Hüküm gösterdim, faydasızdır deyü itibar etmediler.” (Padişah’ın bile hükmü “Ferman” geçmediği devre şahit oluyoruz…) Başka bir kıssada ise şöyle deniliyor:

“Devlet i âli Osmaniyye’de terfi ve temayüz:


İlim ve irfan ile olmaz!

Ya olacak kuvvetli iltimas,

Ya olacak madeni has,

Ya da olacak ten ile temas.” Kıssa, durumu izah etse de Türkiye, bundan farklı mıdır?..

Yenilikçi Padişahlar bu sebeple: Çarşafı yasaklamış, Kılık Kıyafetti değiştirmiş, Sakalları kesmiş, Rakı Fabrikası kurmuş, birçok Okullar (İlk, Orta, Lise, Yüksekokul) açmış, Kız ve Erkeğin aynı sırada oturmasını sağlamış, İlköğretimi okumayı mecburi tutmuş, Orduyu yenilemiş, Hukuk, Tıp, Maliye Baytarlık, Mühendis okulları açmış; fakat dış ve iç borçların altında ezilmişler, vatandaşlarını bu ülemâ sınıfının dinî taassubundan kurtaramamışlardır… İmparatorluk Türkiyesi, refah düzeyi, eğitim ve teknoloji bakımından, Avrupa seviyesi veya onu aşan hamleleri gerçekleştirememiştir.

1808 - 1839 II. Mahmud (İnkilâpçı , Gazi) 31 yıl tahtta kalmıştır.

1839 - 1861 Abdülmecid (Tanzimatçı, Gazi) 22 yıl tahtta kalmıştır.

1861 - 1876 Abdülaziz (Bahtsız, Şehit ) 15 yıl tahtta kalmıştır.

1876 - 1876 V. Murad (Deli) 93 gün tahtta kalmıştır.

1876 - 1909 II. Abdülhamid (Gazi) 33 yıl tahtta kalmıştır.

1909 - 1918 V. Mehmed (Reşat) 9 yıl tahtta kalmıştır.

1918 - 1922 VI. Mehmed (Vahideddin) 4 yıl tahtta kalmıştır.

1922- 1924 II. Abdülmecid (Son Osmanlı Halifesi) 2 yıl olarak taktta kaldığı, tamı tamına. Yüz on (110) yılık saltanatlarında, Osmanlı İmparatorluk Coğrafyası I. Dünya Savaşı ile yanında yer aldığımız Almanya’nın (23 Mayıs 1915)’te savaşa girmiştir. Almanya’nın yenilmesiyle birlikte Sevr Antlaşması'nı imzalamak üzere Paris Barış Konferansı'na gönderilen Osmanlı Heyeti içinde:

Damat Ferit Paşa,

Şura-yı Devlet Reisi Rıza Tevfik Bölükbaşı,

Maarif Nazırı Bağdatlı Mehmed Hâdî Paşa ve

Bern Sefiri Reşat Halis Bey yer alıyorlardı. “Sevr Anlaşması”nın imzalanmasıyla ülkenin hemen bütün toprakları işgâl edilmiştir…

Bu arada memleketi kurtarmak isteyen Osmanlı İmparatorluk Coğrafyası mensuplarında şu üç fikre sarılanlar çıkıyor:

1.Osmanlı Birliği (Osmanlıcılık)

2.İslâm Birliği (İslâmcılık)

3.Türk Birliği (Türkçülük)

Bunlara sarılanlardan sadece Türkçüler: Anadolu’da başlattıkları Millî Mücadele ile Kuvayı Milliye ruhu bir araya gelerek, Türk Birliği’ne sıkı sıkıya sarıldılar. Padişahın adamları tarafından imzalanan ve kabul edilen “Serv Antlaşması” nı Parçalayarak, Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmayı başarabildiler (29 Ekim 1923) …

Osmanlı Halifeliği Türkiye Cumhuriyeti Döneminde devam etmiş ve (1922- 1924) II. Abdülmecid (Son Osmanlı Halife) 2 yıl tahtta kalmıştır. Halifelik hiçbir şekilde kaldırılmamışsa da son Son Halife’nin yurt dışına sürgün edilmesi ile o müessese de bugüne kadar yok hükmünde görülmüştür…

Kısaca bu Dinî Taassup (Siyasî İslâm) körü körüne itaat, tabiyet ve biat usulü, hem Selçuklu Devletini hem de Osmanlı İmparatorluğunu parça parça etmiştir… Son Padişah Vahdeddin de “Serv Antlaşması” ’nın paylaştırdığı bu haritayı ve yenilgiyi kabul etmiştir!.. İngiliz Generaline, İstanbul’un anahtarının gülerek teslim ettiği videoyu, üzülerek izlemeğe devam ediyoruz!..

İşte bu teslimiyetle, biz her şeyimizi kaybettik!.. Çekildiğimiz topraklarda, Hicaz, Yemen, Mısır, Suriye’de esir olan kardeşlerimiz toplama kamplarına götürüldüler. Yunanistan, Makedonya, Sırbistan, Karadağ, Arnavutluk…vb. gibi yerlerden binlerce vatandaşımız göç yollarında ve esir kamplarında telef oldu!..

Aslında savaşta yenilmemiştik; fakat Almanlar’la birlikte yenilmiş sayıldığımızdan bütün topraklarımız işgal edildi… Atatürk gibi bir öncü ve onun arkadaşları kadar kahraman, yiğit Türk evlatları olmasaydı, teslim olup arabasına binerek giden, Padişah gibi olur, bizi de toplama kamplarında zincirlerle bağlar, en vahşi bir yaratıkmışız gibi ölüme mahkûm ederlerdi!..

Bugünün Türkiyesi’nde Anlaşmaya Varılacak!..

Fikirlerimiz ayrı olsa da hepimiz kardeşiz. Farklılıklarımızı bir zenginlik olarak görüp kucaklaşacağız. En erken zamanda da seçime gideceğiz. Yaklaşık 75 yıldır, Siyasî İslâm Söylemleri ile halktan oy alıp, şu anda iktidarda bulunanlar bizi yönetiyor… Hatta buna seksen (80) yıl diyebiliriz. İşte rakamlar ve ispatı:

Menderes                     : 10 Yıl


Demirel                        : 30 Yıl

Milliyetçi Cepheler     :   5 yıl

Özal                              : 15 Yıl

Erdoğan                       : 20 Yıl

Toplam             : 80 Yıl’da ne dünya birincisi, ikinci veya üçüncü sırada yer alamamışız…

Bugün ise bütün varlıklarını satmış, gelir garantili Hastane, Hava Limanı, Tüp Geçit; Oto Yol, ve  en ağır vergileriyle torunlarına kadar borç batağına batmıştır. Türk Lirası’nın değeri düşmüş, Kamu Arazileri Yağmalanmış, Fabrikaları Talan edilmiş, Sahilleri Yabancılara Peşkeş çekilmiş, Halkı 36 Etnik Gruba ayırmak için ne varsa yapılmıştır.

“İllet, zilet şer”; …vb. ağza alınmayacak kelimelerle birbirlerine saldırıp hakaret etmeler, siyasetçiye ve makamlara yakışmıyor… Siyaseten gruplara bölünmüş olan ülkenin, yöneticilerinin ülkeyi 36 etnik gruba da bölmeden, iktidarı diğer kardeşlerine devretme zamanı gelmiştir…

İktidarı devralanlar: Gelirlerdeki dağıtım adil bir şekilde gerçekleştirilecek. Tahsil seviyesi yükseldikçe maaşı artacaktır.  Ön Lisans, Lisan, Yüksek Lisans, Doktora; Doçent; Profesör seviyesindekiler de kariyer süresinin Yılı Oranında ilave ücret alarak, bu sisteme tabi olacaklardır!.. Hizmet yılı, başarı ibresi, liyakat, uzmanlık alanlarına göre değerlendirilecek ve maaş alacaklar… Halk, işçi, memur, esnaf, tacir,…vb. üstüne yüklenen vergilerden tamamen arındırılacak! Çok kazanandan çok, az kazanandan da az vergi esası getirilecek!.. Özelde çalışanlarla, aynı zamanda iş verenlerin karşılıklı olarak hakları korunacak!

En başta Üniversite Hocaları; Milli Eğitimdeki Okulların Yönetimi: Okul Müdürü ve Yardımcıları, Rektör, Dekan, Enstitü Müdürü ve Yardımcıları, seçimlerini okullar gerçekleştirecek… Bunların Maaşları Milletvekili Maaşlarından daha fazla olacak; veya harcamalar için açık çek sistemi getirilecek!...

Adalet, Eğitim, Maliye, Sağlık, Tarım, …vb. politikalara yeni çözümler getirilecek!.. Okumuş tahsil yapmış kalifiye elemanlar, sadece kendi branşlarında değerlendirilerek verimli hale getirilecek. İşsiz hiçbir genç kalmayacak! Böylece gençlerimizin yurt dışına çıkışı da önlenecek!

Adaletin olmadığı yerde hiçbir işin normal yürüyemeceğinden hareket ile buna bağlı olarak da bütün sistem, yeniden gözden geçirilecek. Denetleme, teftiş ve yaptırımlar konacak… Her kurumun, kendi kendini denetlemesi, kendi yöneticisini belli kıstaslar dahilinde kendilerinin seçmesi de hizmetteki verimi oldukça artıracaktır!..

On sekiz (18) yaşını geçmiş bütün vatandaşlara sigorta sistemi getirilecek!

İnsanlarımız Devletin Garantisi altında olarak kendilerine GÜVEN duyacaklar. Hastalandığında Sosyal Güvenlik Kurumundan yararlanması için Özel ve Devlet Hastanelerinde yaralanmaları ücretsiz ve engelsiz olacak!.. Randevu Alma Sistemi hastayı öldürmek için değilse herhalde “Felç Etmek, hatta kötürüm duruma düşürmek için mi konmuş?..” Randevular iki, üç ay sonrasına veriliyorsa hasta ölsün deniliyor demektir…Bacak kemiği kopma noktasına gelmiş bir hastaya rontgen filmi çekimi için bir ay sonrasına gün verilemez!.. Bu “Sitem” derhal değiştirilmeli. Anında muayene sistemine geçilecek ve telefonla randevu alan kişi ve hastaneye önce gelmiş kişi sıralamasıyla hasta muayeneleri, yapılmalıdır … ADALET kesin olarak ülkede oturtulacak!..

Bugünkü Kazakistan’ın 30 yıllık kazanımı sonrası gelinen noktada, gözlerimiz artık açılmalıdır: “Su uyur, düşman uyumaz!” sözü adeta bizim için söylenmiş. Bu ibretlik, ders verici hadise olmalıdır!.. Topraklarını Bağımsızlık Savaşı vererek, birçok kırımda, ölerek kazanmış Kazaklar, Ruslar’ın yeniden mi kölesi olacak?..

Bunu biz ister miyiz?

Kurtuluş Savaşı vererek zor güç bela kurtardığımız bu kutsal vatan topraklarının 36 etnik gruba bölünmüş, halkının sürülmüş; kan, göz yaşı ve çaresiz çırpınış ve ağlama sesleri ister miyiz? O zaman karşılıklı farklılıklarımızı bir tarafa bırakarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve gelecek seçimi kazanacak olan Türkiye halkına kim gelirse gelsin yönetimi, tereddütsüz devredeceğiz!..

 

Translate