LİDER SULTASI ve BİAT KÜLTÜRÜ ; Abdullah Çağrı ELGÜN; iMAM EBU HANİF etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
LİDER SULTASI ve BİAT KÜLTÜRÜ ; Abdullah Çağrı ELGÜN; iMAM EBU HANİF etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ocak 2025 Pazar

LİDER SULTASI VE BİAT KÜLTÜRÜ; Abdullah Çağrı ELGÜN

         LİDER SULTASI ve BİAT KÜLTÜRÜ

    Abdullah Çağrı ELGÜN

İslâm Dininde Yazılı Hukuk:

 İslâm Dininde yazılı bir hukuk yoktu!.. Ne Emeviler ne Abbasiler ne Selçuklular ne de Osmanlılarda yazılı bir hukuk ortaya konmamış. 1600 yıl boyunca da hiç kimse ne hikmetse böyle bir girişimde bulunmamışlar. Eğer yazılı bir hukuk olsaydı, "Develeti Yönetenler"  Müminlerin Emirleri, Halifeler, Halife Sultanlar manevra yapamazlar, akıllarına estiği şekilde karar veremezlerdi; çünkü hukukun bağlayıcı kural ve kaidelerine mutlak uymak ve ona göre hareket etmek mecburiyetinde kalacaklardı. Bunun yerine kendi usul ve kaideleri, anlayışları bilgileri, deney ve tecrübeleri ve menfaatleri neyi gerektiriyorsa, öyle "Hukuk" uydurdular. Buna da "Şeriat" dediler... 

Herhangi bir suçun dinde karşılığı yoksa, örfe bakıldı. Orda da karşılığı bulunamamışsa Emir, Halife veya Halife Sultan, Halife Padişahın söylediği geçerli oldu. İşte buna da "şeriat" denildi... Vatandaş, halk  buna öyle inanıp benimsedi ki: "Şeriatın kestiği parmak acımaz!..", "Şükür", "Buna da şükür", "Sabır", "Allah Sabırlar versin!", "Elhamdürillah!" "Beterin beteri var!" veciz sözlerini geliştirdiler. Bu sözler, halk tarafından benimsenip, verilene razı olma, kabul etme, baş eğme ve biat etme kültürü geliştirildi.. İslâm ülkeleri şimdi bu "hukuksuzluğun" cezasını milyonlarca kez çekti. Bugün hâlâ da çekmektedir. Halbuki bu uygulamaların, Allah'ın insanlara gönderdiği kabul edilen Kuran'ın kaideleri ve İslâm ile bir ilgisi yoktu!.. Saltanat sahipleri, koltuk efendileri, makam ve mevki düşkünleri saltanatlarını sürdürmek ve koltuklarında daha fazla kalabilmek için bu "Hukuksuzluğu" kendilerine kalkan yaparak, "Hukuksuzluklarını" sürdürdüler.

Türk İmam Ebû Hanif (Ebû Hanif Numan bin Sabit bin Zûta bin Mâh; MS.699-14 Haziran 767) İmam ı Âzam Hanefî, Hanefî Meshebinin kurucusu. İslâm Fıkıh ve Hadis Bilgini. Sünnî Fıkıhın en büyük üstadı olarak bilinir. Asıl adı: "Numan bin Sabit" lakabı (İmam ı Âzam) olup ismiyle birlikte anılır. 
          İmam ı Âzam Hanif,  Emevîler Döneminde (Elli iki yıl), Abbasiler Döneminde de (on sekiz yıl) hayat sürmüştür!.. Her iki dönemin de saltanatına boyun eğdirilmek istense de ne Emevî Emirlerine ne de Abbasi Halifelerine boyun eğmemiştir. İmam ı Âzam Ebû Hanif, Ehl i Beyte sahip çıkmış, Alevîleri desteklemiştir.

"Zalim yönetimlere silahla isyan etmeyi, farz kabul eden bir görüşün mensubudur!.." Türklerin yoğun bulunduğu bölgelerde, İslâm Dininin yayılmasında büyük rol oynamıştır. İnanç açısından bütün Müminleri  birbirleri ile "Eşit" olarak görmüş; Hadis ve Âyetlerin zamanın şartlarına göre kıyaslanmasına ve değerlendirilmesine önem vermiştir... Zamana uymayan hadisleri reddeder; kabul etmezdi. Günahkâr Müminlerin durumunu ise Allah'a havale etmiştir. Kul ile Allah arasına girmeyi reddeder. Kıble ehli olan herkesi İman ve İslâm dahilinde görür. Bu görüşler Müslümanlar arasındaki görüş farklılıklarından doğan çatışmaları da önleyip, yok edebilecek bir niteliktedir.

Bağdat'ta bulunduğu sıralarda, Abbasi Halifesi Mansur taraafından Saraya davet edilmiş ve kendisine "Abbasî Şeyhülislâmlığı" teklif edilmiştir. Halife Mansur İmam ı Âzam Hanif'e hali hazırda okuttuğu dört yüz öğrencisini de okutup eğitmeye devam etmesini, Bağdat'ta halka karşı kendi icraatlarını vereceği fetvalarla desteklemesini istemiştir.  İmam ı Âzam Hanif, Abbasi Halifesi Mansur'un bu teklifini kabul etmemiştir. Bunun üzerine Halife Mansur tarafından hapse attırılmış. Hapishanede üç ay kaldıktan sonra teklifi kabul etmesi için tekrar kendisine sorulmuş, bu şartlarda dahi yine kabul etmemiştir. Bu defa koğuştan alınarak daha kötü olan zinrdana attırılmış. Orada da bu kadar kaldıktan sonra, bir müddet, aç ve susuz bırakılmış, teklif yine tekrarlanmış; ama İmam ı Âzam Hanif'in bu güzel teklifi yine kabul etmemesi üzerine, Abbasi Halifesi Mansur tarafından  öldürttürülmüştür...

"Ebû Hanif" ismine Araplar'da o devirde kadınlar alçak görüldüğü için hiç kimse kadın ismi ile anılmak istemezdi. "Hanif" ismine, "Hanife" denilerek aşağılandı.Alçaltıldı. Abbasi Halifesi Mansur tarafından bu isimle anlması istenildi. Dikkat edilirse, daha sonraki dönemlerde ve bugün de bu isimden kimse rahatsızlık duymamış, Halifenin "Ebû Hanif" i aşağılamak, alçaltılmak, hakaret etmek ve onurunu kırmak maksatlı söylenilen bu uydurma isimle anılagelmiştir... 

Türkler, itikatta Maturidî idiler. Abbasiler Döneminde ve sonrası Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerinde de Eşariliğe meylettiler ve ona tabi oldular. Abbasiler Döneminde İmam Âzam Ebû Hanif, Halife Mansur tarafından iknâ edilemeyip, öldürülünce: "Tek Adam", "Lider Sultası" onunla birlikte insanlığımızı da öldürdü. Bugün Müslüman Türkler dahi "Ebû Hanif" demiyor. "Ebû Hanife" diyerek aşağılanmış hakaret maksatlı söylenmiş isimini kullanıyorlar. Cehalete bakar mısınız?..

Lakabı Sabid oğlu Numan'dı. İtikadı Maturudîlikti. Maturîdilik: Aklı ve mantığı öne çıkarıyordu. Osmanlı dahi Hanefi Meshebinden olmasına rağmen, Maturîdiliği değil, Eşariliği kullandılar. Bu tarz uygulama yöneticilerin çok işine geldi. 

EşarÎlikte Yönetici: İster sarhoş ister deli ister katil isterse hırsız olsun, hiç kimseye hesap vermezdi. Tek yetkili ve tek hakim oydu. Yöneticiye kayıtsız şartsız biat ve itaat etmek şartı. Hiç kimse tarafından karşı çıkılamaz, soru sorulamaz, Karşı durulamazdı. Ne olursa olsun, ona itiraz edilmeyecek, hesap sorulmayacak ve sorgulanamayacaktı. "Onun bir günahı varsa, öbür dünyada Allah verir." denirdi. 

Yönetimde, bu tarz keyfi uygulama "Lider Sultası"nı doğurdu.  Emevîler Döneminde: "Müminler'in Emiri", Abbasiler Döneminde: "Müminlerin Halifesi", Selçuklular Döneminde: "Emir Sultanlar", Osmanlılarda da: "Halife Sultanlar, Halife Padişahlar" oldular...  Bu "lider Sultası" devam ederek 1800 yıllardaki Osmanlı Meşruritiyetine kadar devam etti. Meşrutiyet ile getirilen Hatt ı Hümayunlar ve Tanzimat Fermanıyla, Sultanın yetkileri biraz da olsa sınırlandırıldı. Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk Döneminde tamamen ortadan kalkarak "Demokrasi ve Kanun önünde Eşitlik" getirildi... "Liderlik Sultası" tamamen sona erdi. Atatürk'ün ölümüyle birlikte, ilk dönem hariç, eski: "Lider ne derse o doğrudur". "Lidere kayıtsız şartsız itaat şarttır!", Yanlış da yapsa liderin yaptığı dorudur; asla sorgulanamaz!" saçmalığına yeniden dönüldü... Türkiye'de de devrin Başbakanı Ali Adnan MERDERES, 1600 yıl önceki yönetim ve din anlayışı, Tekke ve Zaviyeler ile Tarikat ve Cemaat liderlerine kapı aralıyarak geriye dönüşün yolunu yeniden açtı!.. 

Ali Adnan MERDERES idamından sonra onun bıraktığı yolda yürüyen Süleyman DEMİREL bu ülkeyi  otuz üç yıl; (33); Turgut ÖZAL ve Partisi ANAVATAN yirmiz (20) yıl; Milliyetçi Cephe aralıklı beş (5) yıl; Ali Adnan Menderes'in daha katı takipçisi, Tarikat, Cemaat, Şeyh, Şıh, Gavs, Tarikat Ağalarına sonsuz hak ve güven sağlayan ve Kurtuluyş Savcaşı Lider ve Kahramanlarına "İki Sarhoş" diyebilecek kadar ileri giderek, ülkeyi Tarikatlar Cenneti haline getiren Recep Tayyip ERDOĞAN ise Demokratik ve Özgür Cumhuriyet Türkiyesini Devlet BAHÇELİ 'nin dışarıdan desteğiyle, yirmi üç (23) yıldır kesintisiz yönetmektedir...

"Lider Sultası" Emevî, Abbasi, Selçuklu, ve Osmanlı Dönemlerinin Yönetim alışkanlıklarından kaynaklanmaktadır. Bu devirde de çoğulçu sistem denilerek partiler çıktı ortaya ve bu partilerdeki liderler, Emir, Halife, Sultan ve günümüzün Padişahı oldular. "Astığı astık, kestiği kestik. O ne derse o olur." oldu!.. Böylece: "Kanun önündü eşitlik; hak, hukuk, demokrasi" liderin iki dudağının arasına sıkıştı. Böylece güç ve yetki  tek kişinin elinde toplandı. Sen itaat et! Gerisi Allah'ın işi denilir hale geldi. Günahı varsa, onun cezasını, öbür tarafta Allah verir. Deniliyor; fakat geçmişte İslâm dünyasındaki Dört Halife'nin dördü de yatağında rahat yatarak ölmediler. Ya boğazlanarak veya hançerlenerek bir suikaste kurban gittiler... Demek ki bu sistem taaa o günden yanlıştı... 

Emevîler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılarda da durum değişmedi!.. Emir, Halife, Sultan, Padişah Yönetimlerinin de astığı astık, kestiği kestik oldu. Baştaki ne yaparsa doğruydu ve dokunulamaz, eleştirilemez, sorgulanamaz, itiraz edilemezdi!.. İsterse Halktan yüz kişiyi anında asar, isterse yüz kişiyi vezir yapar, rezil yapardı...

Yavuz, Mısır'ı fethedip Halifelik unvanını almasıyla birlikte,İstanbul'a getirilen iki bin (2.000) Arap, Fars Molla ile birlikte bu adetler Türk Sultanlarına daha da fazlasıyla nüfus etti. Onlar da daha önce uyguladıkları bu kural ve kaideleri, Allah'ın emri Kuran âyeti olmamasına rağmen aynen ve daha fazlasıyla bu "hukuksuzluğa" uydular. Onlara da bulaştı. Onlar da "Lider Sultası" uyguladılar.

İstnbul'da Sultanahmet'te bulunan, Adliye Sarayı'nın önünde, sabahın çok erken saatlerinde iki yüz, üç yüz kişi toplanırdı. Adliyeye geçecek Avukatlar, buradan birkaç kişi seçer. Onlara: "Hakim karşısında sen şunları, sen şunları, sen de şunları söyleyeceksin!.." der iş bitince de yüz lira alırlardı. Bunu hakim de bilirdi. Hâkim, Avukatlara bir şekilde çıkışacak olsa, Avukatlar hakime: "Yalan söylüyorsa Allah onun cezasını ahirette, öbür tarafta soracaktır!.. Siz zahire göre hükmetmek durumundasınız! İslâm hukukunda hükümler zahire göre verilir..." derler, dava bitirilirdi. İşte Osmanlıyı yıkan da bu adaletsizlikti. Halife Padişah ne yaparsa yapsın, adam da öldürse, katil de olsa, hırsızlıkta yapsa hesap sorulamazdı. İster öldürür, ister yaşatırdı. Halkta körü körüne itaat vardı. Her olay ve durum karşısında: "Halifemiz çok yaşa! Padişahım çok yaşa!.." denilerek bitirilirdi. Halk, Allah'a kulluk yerine, Kula kulluk ederdi. Atatürk Döneminde, Demokrasi ve Cumhuriyetle kula kulluktan kurtulup Allah'ın kulu olabildik...

Hz. Ali katledilinceye kadar yöneticiler: "Emir'ül Müminin" (Müminlerin Emiri) sıfatını kullanıyorlardı. Hz. Ali kadledilincce, Muaviye ulemayı topladı ve dedi ki:

"Bundan sonra 'Halife' sıfatını kullanıcağım. Allah ile benim aramdaki konumum ne olacak?

Ulema: "Siz, Zillullah - fil-âlem" yani: Allah'ın yeryüzündeki gölgesisiniz... Yapacağınız her şeyi, Allah adına yapacaksınız. 

Muaviye: Her şey mi?

Ulema: Her şey!..

Muaviye: Teb'a ile durumum ne olacak?

Ulema: İstediğini yaşatırsın, istediğini öldürürsün!..

Muaviye: Beyt'ül Mahal ile durumum ne olacak?

Ulema: İstediğiniz gibi kullanırsınız...

Muaviye. Hiç sorumluluğum yok mu?

Ulema: Yok!

Günahın varsa öbür dünyada Allah'a hesap verirsin. Dediler.

Bugünkü Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi Anayasının 98. Maddesi de şöyle:

"Meclis soruşturması soruşturması, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve Bakanlar hakkında 106. Maddenin beşinci, altıncı, veyedinci fıkraları uyarınca yapılan soruşturmadan ibarettir."

Dikkat ederseniz:

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında: "Meclis Soruşturması" açılamız!..

Yazılı sor: Yazılı olarak en geç on beş gün içinde, cevaplanmak üzere, milletvekillerinin, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlara yazılı olarak soru sormalarından ibarettir!..

Anayasanın 104. Maddesi Recep Tayyip Erdoğan'a iki ayrı görev tanımlamaktadır:

1) Cumhurbaşkanı Devletin başıdır.

2) Yürütme Yetkisi Cumhurbaşkanına aittir!..

Bunun anlama şudur: 

Hiçbir suçun yok, hiç bir sorumluluğun da yok!..

Günahın varsa öbür dünyada Allah'a hesap verirsin... Ne âlâ ne güzel "Halifelik!.."

16 Nisan 2017 Anayasa Değişikliği için yapılan referandum ile kurulmuş bulunan bu adaletsiz rejimle ne Cumhurbaşkanı ne Cumhurbaşkanı Yardımcıları ne de Bakanlar soruşturulamaz!..

İşte 106. Maddenin 8. Fıkrası:

"Bu kişiler, görevde bulundukları sürece, görevleri ile ilgili işledikleri iddia edilen suçlar bakımından, görevleri bittikten sonra da 5'inci; 6'ıncı; 7'inci, fıkra hükümleri uygulanır..."  Yani bunlar, ölene kadar dokunulmazlık zırhına sahiptirler. Kimse dokunamaz!.. İş bizim Halkımızın referandumda "Evet!" diyerek onay verdiği kanunlar. 

İşte, geçmiş günümüze imrenilerek Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile getirilmek istenen bu itaat kültürü, Muaviye ve oğlu Yezit dönemlerinde geliştirilip bütün İslâm Devletlerinde, lider pozisyonuna geçenlerin ilkesi ve dayanağı oldu!.. Hatta o derece ileri gidildi ki bu söylediklerimizi kanıtlayan, "Muaviye'nin Dişi Deve Hikâyesi" tarihe geçmiş müthiş bir örnek olarak, bugünlere kadar gelmiştir. Kişiler ve liderler ilahlaştırıldı. Kutsallar arasında ilk sıraya, "Allah" gelmesi gerekirken  Emir, Halife, Padişah, Partili Lider geldi.  Ne yazık ki insanlarımız: İndirilen dini değil, "uydurulan dini"  yaşamayı tercih etti. İnsanlara: 

Dinin ne? 

Namaz kılıyor musun?

Oruç tutuyor musun? 

...vb. gibi Allah'ın soracağı soracağı soruları sormayacaksın.

Aç mısın?

Bir ihtiyacın var mı?

Sana nasıl yardımcı olabilirim? ...vb. sorusunu, kulun kula soracağı sorular soracaksınnız.

Valilerin Değiştirilmesi Olayları:

Emir, Hz. Osman'ın öldürülmesinden sonra, Müminlerin Emirliğine getirilen Hz. Ali, Şikâyet edilen Valileri değiştiriyordu.... Muaviye Peygamberin Kayınbiladeri, aynı zamanda Suriye Şam'da yirmi yıldır, Hz. Osman'ın atadığı Vali olarak bulunuyordu. Şam'da güçlü bir otorite kurmuştu.  Halk, kendisine o kadar bağlıydı ki bir defasında, içlerinden biri, Hz. Ali taraftarlarının yoğun olduğu Irak'tan, Küfelinin, erkek devesini alır. Almakla kalmaz. "Deve benimdir. Erkek değil dişi!" diye iddia eder. 

Devesi elinden alınan Küfeli erkek deve sahibi, hayretler içindedir.  Olay Vali Muaviye'ye kadar ulaşır.  Muaviye: "Adam doğru söylüyor. Deve onun ve erkektir!.." der!..  Bununla birlikte, Hz. Ali'ye bir mesaj vermek istemektedir.

Ardından, Şam Halkını toplar. Küfelinin yanında ve on binlerce insanın önünde:

"Ey, ahali!.. 

Bakın, ben diyorum ki bu dişi deve (onu zorla alanı Şamlıyı) işaret ederek, Şamlınındır ve erkektir!" dedikten sonra: Toplananlara dönmüş ve sormuş: 

-Ey, Cemaat! Bu dişi deve kimindir?

-Cemaat hep bir ağızdan bağırmış:

-Şamlınındır!..

Küfeli şaşkın şaşkın devesinin ardın baka kalırken, Muaviye onu yanıa çağırmış ve demiş ki:  

"Ey Küfeli dinle! Sen de ben de biliyoruz ki bu deve senindir ve dişi değil erkektir; ama sen Küfe'ye dönünce Ali'ye anlat ve de ki: "Ey, Ali! Muaviye'nin dişi deveyi erkekten ayırt edemeyen ve o ne derse: "Evet!" diyen on bin adamı var!.. Ayağını denk alsın diyor!.." de...

İşte "Lider Sultası ve Biat Kültürü" budur!..  Bu itaat kültürü Cebel Savaşı, Siddin ve hele hele Harre Savaşı'nda bütün Sahabilerin birbirlerini soyu kurutuluncaya kadar boğazlaması ve bu Müslüman görünümlü iblislerin Peygamberin hanımları, torunları da dahil orda bulunan kadın ve kızlarına "üçgün boyunca  tecavüzü, yama ve talanı" helâl edip şehrin talan edilmesine, izin verlmiştir... 

Bu itaat kültürü, Muaviye ve oğlu Yezit döneminde yerleştirildi. Hatta o dereve ileri gidildi ki: Harre Savaşı ertesinde Hz. Ebubekir ve Hz Ömer v e Osman'ın Halifeliği Dönemlerinde:

"Allah'ın kitabı ve nesebinin sünneti üzerine, biat ederim!.." denilerek bağlılık yemini edilirken, Harre Savaşı'nda sağ kalan kılıç artıklarına, zorla diz çöktürülüp ayak öptürülerek: "Yezit'in kulu ve kölesi olarak biat ederim!" dedirtilmiştir... Müslümanlar, Müslümanları, böyle yemine direndiler diye, direnenlerin, kimisinin kafasını kılıçla kesti. Kimisi de hemen orada darağacında sallandırıldı...

Emirlere kayıtsız şartsız itaat vardı. Etmeyenler bedeline katlanamalıydı...

Hz. Ali'nin ölümünden sonra Emeviler, Hz Ali ve Ailesine, Ehli Beyte, Camideki vaazlarında hakaret ediyorlardı. Halk bu hakaretleri dinlememek için: "Namazı nasıl olsa kıldım!" deyip vaazları  dinlemeden çekip gidiyorlardı. Camide bir kaç korkak veya yandaş kalıyordu. Muaviye'nin oğlu Yezit bu durumu önlemek için Hutbeyi en arkadan alarak, ortaya getirttirdi... Ehli Beyte hakaretleri zorla da olsa dinlettirme gayretini girdi. Bunların hepsi bilinçli olarak yapılıyordu. Zikir, Tesbih ve benzeri uydurmalar da taa o dönemde Muaviye tarafından uydurulmuş icraatlardır. Cumu Günleri Namaz sonrası okunan "Hutbeyi" de ortaya aldılar. Halka hitap ettiler ve halkın Namazı kılmadan önce Hz. Ali ve Ehli Beyti kötülemek maksatlı "Hutbede Propaganda konuşması yaptılar" halkın dinlemesini sağladılar. Halk istemeyerek de olsa bu Hutbeyi de dinlemek zorunda kaldı.

1.600 yıl böyle biat ve itaat kültürü ile yetiştirilmiş ve sürekli yemeye, almaya, haksız kazanca, gasp, el koyma, hırsızlık, şatavat ve bedavadan itibar sahibi olmaya alıştırılmış Tekke, Zaviye, Cemaat ve Tarikat mensuplarının gelirleri kesildi; tükenip son buldu. Bu ve bunun gibi yandaşlar: Atatürk'ün getirdiği: "Kanun önünde Eşitlik, Hak, Hukuk, Adalet , Demokrasiyi" hazmedemedi, içlerine sindiremediler.

Günümüzün yirmi üç (23) yıllık  iktidarında da:  21. y.y.da "Cahilliğin" fazilet sayıldığı, fakirliğin yüceltilip övüldüğü, Peygamber Sünneti olduğu, "Şükür, Sabır", sözlerinin feyzinden dem vurulurken, bunu söyleyenlerin çocukları, torunları Amerikada, Kanada'da, İngiltere'de en seçkin özel okullarda okultuluyor. Kendileri altın tozunda kahve içerken, anzer balı yiyiyor olurken, halk nasıl yaşıyor, çocukları ne yiyip içiyor, nereden bilecekdi?..

Zenginin Dini Olmaz!..

Din fakirlerin tutunacağı bir medet kapısı oldu. Zenginin hiç dini olmadı. Dikkat edin Harre Savaşında ölenlerin ve öldürülenlerin hepsi Müslümandı ve büyük bölümü Sahabi, Peygamber Hanımları, Ehli Beyt çocukları, torunlarıydılar. Irzlarına geçilen ve sonra gayri meşru olarak doğan çocuklara "Evlâd'ül Harre" diye isimin verilmesi dikkate şayandır... Sıttin, Cabel, ve Harre Savaşlarının sebebi: İktidarda sen olacaksın, ben olacağım "GÜÇ" kavgasıdır. Ne Allah'ın Kitabı Kuran, Ne İslâm Dini için değildir...

Halife Osman zamanında zenginleşen valilere, halkın isyanı ile başlayan ve ondan öncesinde de olan suikastlar, öldürmeler ve savaşlar var!.. İslâm yöneticileri hiç bir zaman halkın refahı, vatandaşın mutluluğu, aydınlanması, oktulması, öğrenmesi ve çağdaş medeniyete yetişmek ve zenginleşmesi için dini kullanmadılar. Halkı kontrol edebilmek için, onları kendi amaçları doğrultusunda daha fazla çalıştırabilmek, daha fazla biat ettirmek, kendi emelleri adına kullanabilmek için "Allah'ı, Dini" kullandılar. Din fakirlerin oldu. Zenginlik ve saltanat halkı yönetenlerin! 

Tekke ve Zaviyelerin ilk defa kapatılmasını söyleyen ve bunları icraatta fiilen kapatan (1774-1845) yılları arasında yaşamış ünlü Kuşadalı Sufî İbrahim Halfeti'dir. Tasavvufun en büyük önderlerinden kabul edilen Kuşadalı İbrahim Halfetî Tasavvufu: Bilmek, Bulmak, Olmak" olarak tarif etmiştir. 

Tarikatların, İslâmın ve insanların başına belâ olduğunu ilk defa söyleyen Atatürk değil; Kuşadalı İbrahim Halfetî'dir. 

"Tekke ve Tarikatların bir melanet yuvası olup, Meyhane ve Kerhaneye dönüştürülerek insanlığın aleyhine kurumlar haline geldiğini ve insanlara zarar verdiğini söyleyen ve Tekke ve Zaviyeleri fiilen kapatan Kuşadalı İsmail Halfeti'dir. Allah'a varışın, bütün insanlık nazarında yürütülmesi gerektiğini.."  söyleyendir. Bir tasavvuf bilginidir. Buralardan feyz gelmez! Buraları Mve Kerhaneye çevirdiler. Diyerek ilk fark eden kişidir.

Ne yapalım? 

"Devri saadetteki gibi yer yüzüne yayılın ve bütün insanlığa bütün Allah'ın kullarına hizmet edin. Sade Müslümanlara değil..." diyor.  Halfetî, Atatürk'ten yüz yıl önce yaşamıştır. Devlet Kurumlarındaki resmî olarak kapanışı Atatürk, Türkiye Cumhuriyetini kurarak yapmıştır. 30 Ağustos 1925'te Mustafa Kemal Atatürk:

"Ey Millet! İyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti, Şeyhler, Dervişler, Müritler mensularının memleketi olamaz! En doğru en gerçek Tarikat, medeniyet Tarikatıdır. Medeniyetin emir ve isteklerini yapmak, insan olmak için yeterlidir!..

Efendiler, biz Tekke ve Zaviyeleri din düşmanı olduğumuz için değil, bilâkis, bu tip yapılar din ve devlet düşmanı olduğu: Selçuklu ve Osmanlıyı bu yüzden batırdığı için yasakladık!.. Çok değil, yüz yıla kalmadan, eğer bu sözlerime dikkat etmezseniz, göreceksiniz ki bazı kişiler, bazı Cemaatlerle bir araya gelerek, bizlerin din düşmanı olduğunu öne sürerek, sizlerin oyunu alarak başa geçecek; ama sıra devleti bölüşmeye geldiğinde, birbirlerine düşeceklerdir!.. Ayrıca unutmayınız ki o gün geldiğinde, her bir taraf diğerini, dinsizlikle suçlamaktan geri kalmayacaktır!.." Günümüzde bu kehanet sözlerinin aynısı vaki olmuştur... 

Bugün İslâm ülkelerinin yöneticilerine bir bakınız... Hepsi Karun gibi zenginken onların yönetimindeki halk, bir lokma ekmeğe muhtaç bırakılmıştır. Bugün Tarikat ve Tekke Liderleri birbirleriyle kavgalıdır. Zenginliklerini paylaşamamaktadırlar. Dindar Milliyetçi görünümlü Siyasî Parti liderlerine bakın, ölünce çocukları bu servetin üstüne konabilmek için birbirleriyle adliyelik (Mahkemelik) olmaktadırlar. 

Din fakir insanları daha rahat sömürebilmek, daha çok çalıştırabilmek ve kullanabilmek için kullanılan bir lokma oldu!..  Bugün Türkiye nüfusun üçte biri yurtdışında bulunuyor. Bu bizim için utanç vericidir! Niçin? Buradaki yöneticiler onların hakkını gasbediyor, çalıyor, hırsızlıyor, kaçanların ülkesini soyuyor oldukları için, aç bırakıldıkları için kaçıyorlar; çünkü içeride soygun var!.. Allah ile Din ile aldatılıyor, soyuluyoruz. Kutsallarımızla soyuluyoruz. İktidarmlar halkın belirli standartların üzerine çıkmasını istenmiyor. Standartları aşarsa, sorar, sorgular, hesap vermek durumunda kalırız. Bu bizim için tehlike diyorlar. Onun için onların okumamışları bizim için daha evladır daha faziletlidir. Bizi, onların oyu, iktidarda tutuyor diyorlar... İşte bu sebeple diyoruz ki:

Dinini, benim hayatıma karıştırma! 

Cennet istiyorsan, git Camiye, Mescide... Sabaha kadar dua et; ama dışarı çıkınca neye inanıyorsan içinde sakla. 

Dinini bana bulaştırma. 

Çarşıya pazara sokma! 

Devlet Dairesine Sokma! 

Okula sokma! 

Benim  yaşamıma dinini dayatma!.. 

Bana ne senin dininden? 

Benim dinimden sana ne? 

Beni hiç ilgilendirmez!

İster ineğe tap ister buzağıya tap! 

İster köpeğe tap! 

Bana ne senin kutsalından!.. Benim kutsalıma karışma!..

CHP dışındaki bütün partilerde "Lider Sultası" ve baştakine kayıtsız şartsız itaat, "Biat Kültürü" var!.. Bu durum uzun yıllardır, sürüyor. "Lider ne derse o doğrudur. O asla yanlış yapmaz!" alışkanlığı, körü körüne bağlılık, biat devam ediyor. Halkta da bu durum, sevgiden ziyade tapınç kültürüne evriliyor. Lider: "Tapınılan adam, partisi Tapınak" oluyor. Hiç kimse liderin yanlışlarını sorgulamıyor. Ona soru soramıyor ve ondan hesap isteyemiyor... Örnek mi istersiniz:

Erdoğan:

"Faiszlerin en azından enflasyorn seviyesinde tutulma mecburiyeti var!..(11 Kasım 2020)" Bugün gelinen noktada: "Faizlerin en azından enflasyon seviyesinde tutulma mecburiyeti vardı... Ne oldu?"  diye Erdoğan'a kimse sormuyor, soramıyor?

"Hani faiz sebepti?" diye çıkışan, hesap soran var mı?

Boyun büküp baş eğerek biat etme, kölelik kültürü o kadar içimizde yer etmiş ki kimse de başını kaldırıp dış dünyaya Avrupa'ya bakmıyor. BAHÇELİ'nin ERDOĞAN'a; ERDOĞAN''ın BAHÇELİ'ye çok ağır hakaretlere varan sözleri: "ZÜRRİYETSİZ!.." diyecek kadar, aşağıladıktan sonra, yine beraber olabilmesi... ERDOĞAN'ın ağza alınmayacak sözler ettikten sonra, kuçaklaşması aklın kabul edeceği şeyler değildir!..

MHP'liler, BAHÇELİ'nini grup toplantısında: "DEM kapatılsın! DEM'i kapatmayan AYM'de kapatılsın!.." dedikten sonra bugün de kürsüye çıkıp: "ÖCALAN gelsin DEM'in Grup Toplantısında konuşsun!" sözleri taraftarlarınca aynı heyecan ile alkışlanabilmektedir...

Soruyorum size: Bu nedir?

Bu durumu: Hangi akılla, mantıkla, ilimle bağdaştırabiliriz?.. 

İşte, biyat kültürü budur". Körü körüne itaat!..

Bu tavır Partiye bağlılık değil, taa 1.600 yıl ötelerden yaşana yaşana gelen genetik bir biat kültürünün günümüze tezahürü, yansımasıdır. Sorgulama, akletme, hesap sorma yok! Sadece: "Sucu varsa, öbür tarafta, onun cezasını Allah verecek" zannı var!..

İşte bizdeki cehalet ve körü körüne itaat ve biat kültürü,,, Diğer bir faktör de sağ partilerdeki ata erkil geleneklerin  daha güçlü bir şekilde devam ediyor olmasıdır. Seçimlerde alınan oyların coğrafî bölgelere göre dağılımına bakılırsa, bu daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.  AKP bunu bildiği için  Eğitime hemen el attı. "Fakirlik, Kader, Sabır, Şükür" kelimeleri ile  "Okumamış olanların faziletine güvenmek!.."  ilkelerini dillerine plesenk ettiler. Yüz yıl önce: "Beni Türk hekimlerine emanet ediniz!.." diyen bir anlayıştan: "Giderlerse gitsinler!.."  diyen bir iktidar anlayışı ile karşı karşıya kaldık. lkemizde birisi havadan emlâk zengini olmuşken, aynı ülkede diğerinin kenhdini asması; biri bebeğine doğar doğmaz tektaş yüzük alıp, diğerinin çocuğuna mama bulamaması;  günde iki saat çalışan imamın 60.000.TL alırken, on iki saat çalışan işçinin 26.104.TL alması; THY Gen. Müdür: 1.820.000TL; Genel Müd. Yard.:1.638.000TL; THY Başkanı 910.bin; Başkan Yardımcısı: 637.000; THY Müdür: 455.000:TL; Kızılay Başkanı: 306 bin TL; Noter: 456 bin; Cumhurbaşkanı: 238 Bin, Merkez Başkanı Maaşı:604 bin; Merkez B.Bşk.Yrd. 506 bin; SSK. Başk: 140 bin; Bakan: 192.422; Bakan Yardımcısı: 188.971TL; Emekli Başbakan: 141.397:TL; Emekli Cumuhur Başk Yrd.: 129.031.TL Emekli Bakan Maaşı: 129.031TL; Emekli Milletvekili: 129.031.TL; Öğretmen Maaşı: 52.925:TL; Hemşire Maaşı: 53.465:TL; Tekniksyşen Maaşı: 47.234:TL; Memur Emekli Maaşı: 19.617.TL; İşçi Emekli Maaşı: 14.489.TL.. Halkın yüzde atmışı açlık sınırının altında maaş alıyor olması, Allah'ın imtahanı değil, ülkemizdeki bizi yöneten kulunun adaletsizliğidir... Türkiye'de bir Profesör, bir doktor, bir öğretmen maaşını toplarsanız; Almanya'daki bir kasiyerin maaşına denk geliyor. Geri kalışımızın sebebin sizce nedir?..

Cübbeli Ahmet Hoca bir Ropörtajında Gazeteciye:

"Okuyunca ne olacak?  Bak ülkede o kadar profesör var, kırmızı koltuğa beni oturtturuyorsun!.." dedi. İşte bu tavır da gösteriyor ki okumanın zeminini ortadan kaldırdığımızda,  "Cehalet"  ülkenin. en onulmaz hastalığını oluşturuyor. 

CHP dışındaki bütün partilerde, "Lider Sultası, Biat Kültürü"  hüküm sürmektedir. "Lider ne derse doğrudur. Lider hata yapmaz!"  Anlayışı kırılamamıştır. İktidardakilerin: 

"Biz gidersek vatan gider. Camilerr ahıra çevrilir. Kuran yakılır. Ezan susar. Bayrak iner. Din elden gider!.." yalan ve iftira dolu sözleri, propaganda amaçlı cahil halkı ve taraftarları kandırmak için söylenirken, din ve etnik kimlikler üzerinden insanlar ayrıştırılıyor. Türk-Kürt, Başörtülü- Başörtüsüz; Cumaya gider- Cumaya gitmez, Namaz Kılar- Kılmaz denilerek çatışmalardan "Oy" devşiriliyor. Halbuku tek sıkıntımız: Ekonomi, ülkedeki enflasyon. Vatandaşın hesabındaki paradır. Gayrisafi gelirdeki refah payıdır. Refahtır. Çağdaşlıktır. Gelişmedir. İnsanların alım gücüdür. Vatan, bayrak, din elden gitmesin. Ezan susmasın: Bayarak inmesin! dediler  herkes inandı. Beka Meselesi sandı. Yirmi üç (23) yıldır uyutuluyoruz.

Bizim halkımızın birbirleriyle hiç bir problemi yok!

Ne Kürt'ün Lazla ile ne Türk ile ne Rum ne de Ermeni ile bir sorunu olmamıştır. Ne dinî inanç ne kılık kıyafetiyle problemi yoktur!.. Gelişmiş şehirlerimizdeki Kürt Vatandaşlarımızın hangisinin diğer vatandaşlarımızla, ülkesi, toprağı dini, dili, rengi, etnik kimliği ile bir sorunu var mıdır?.. 

Hiç rastladınız mı?

İşte problem, gelişmemiş cahil bırakılmış eğitilmemiş şehir, ilçe, kasaba ve köylerimizdeki insanları kullanarak, çatışma üretiliyor. Böylece Açılım, Özerklik, Kanton Bölge, Otonom Devlet söylemleri geliştiriliyer. Siyasîler ülke ekonomisini düzeltmek, halkın sosyal statüsünü yükseltmek, sosyal durumunu iyileştirmek, ekonomik kalkınmasını sağlayarak, çağdaş uygarlık seviyesine çıkarıp gelir seviyesini makul bir duruma getirmek yerine, milletin farklılıklarını kaşıyarak gruplar oluşturup, birbirleriyle taşıştırıp hasım yaparak halkı fakir ve aç bırakarak kendilerine biat ettirme, tabi kılma yoluna baş vuruyorlar. 

Etnik ve dinî kimlikler üzerinden "Çözüm" arayanlar da aynı yanlışı yapıyor. Kaçıncı kez "Çözüm" üretildi? "Akil İnsanlar" oluşturuldu? Habur'da Çadır Mahkemeleri  kurulmadı mı? Bunca iyi niyete rağmen, teröristler, başkalarının akıllarıyla, yer altına hendekler kazılmadı mı?.. Şimdi diyelim Kürt Kanton Bölgesine APO Canisini Başkan olarak getirdiniz...  APO CANİSİ SİZDEN: 

"İngiltere'yi, ABD'yi Garantör Devlet olarak isterim; yoksa şartlarınızı kabul etmiyorum!" derse ne yapacaksınız? Konu Uluslar Arası bir Mesele haline getirilirse onlarla, "Tekrar" savaşacak mısınız?.. Denenmişi tekrar denemek saflığı, bu olsa gerek!.. 

Kürt Sorunu, Tam Olarak  Nedir? 

Kürt siyasetçileri, yıllardır çıkardıkları fitne ile binlerce öğretmen, Memur, Hemşire, Doktor, Asker, Polis, Emniyet Müdürü, Belediye Başkanı, Milletvekili, ...vb. insanlarımızın öldürülmesine sebep oldular. 

Teröristler için "Çözüm Süreci" üretildi. "Akil İnsanlar" oluşturuldu. "Habur'da Çadır Mahkemeleri Kuruldu"Teröristler af ile Mecliste "Milletvekili" oldular. Kürt sorunu nedir? Siyasiler pişirip pişirip bize kırk yıldır, Kürt sorunuyla karşı karşıya bırakılıyoruz. 

"Kürt sorunu, Kürt sorunu" denilerek pişirilip pişirilip karşımıza çıkarılıyor. 

Bu ülkede çalışıp üretip, para kazanmak isteyen hangi Kürt'e, devlet engel oluyor?

Anayasamızda Kürtler ile ilgili ayrı bir madde mi var? 

Hakim karşısına çıktığınızda : "Sen Kürtsün al sana on katı ceza mı" diyor?

Vergi dairesine gittiğinizde Kürtlerden yüz katı fazla vergi mi alıyorlar?

Bir Kürt çocuğu, okumak istediğinde, çalışıp üniversiteyi kazandığında, üniversitesinin kapısından mı kovuluyor? 

Ülkemizdeki hangi partiye bakarsanız bakın, AKP, CHP, MHP, İYİ PARTİ ve diğerlerinin hemen hepsinde, Kürt Milletvekilleri var!.. Kürt Başbakan, Kürt Cumhurbaşkanı bile var! Her durum ve ortamda Kürtlerin olduğunu görüyoruz. 

Çözümden bahsedilyor; fakat çözümün ne olduğunu tam olarak açıklayamıyorsunuz.

Kürt Sorunu tam olarak  nedir?  

Şimdi sormak isteriz: Siz yıllardır çıkardığınız fitne ile HDP, "Özel Kürdistan" Kurmak istiyor mu istemiyor mu?

HDP, Türkiye Cumhuriyetinden toprak koparmak istiyor mu istemiyor mu?

Allah ile Aldatıp, Din ile Bizi Sömürüyorlar:

Ataist Japonya, Dinsiz İskandinav ülkelerinin çoğuna kalifiye eleman kaçırıyoruz. İşçi gönderiyoruz. bunların oralara gitmesinin asıl sebepleri ekonomidir... Sosyal ve ekonomik refah, gelişme, demokrasi, kanun önünde eşitlik, adalet demokrasidir. Yetiştirdiğimiz kalifiye elemanlar: Doktor, Mühendis, Öğretmen, Hemşire, Teknik Elemanlarımız ..vb. aydınlar ülkemizi terk edip kaçıyorlar. Başka ülkelerde gelecek ve istikbal arıyorlar. İşte bunların oralara kaçmasının sebebi: "kötü yönetim", "ekonomik çöküntü", "gelecek garantisinin olmayışı"dır. "Güvence yokluğudur!..." Var olanlar da "Sözleşmelilik" tedirginliği, "heran işten atılabilirim" korkusuyla ya kendisi ayrılıyor ya işinden atılmakta ya da güvensiz ortamda psikolojik hasta olmakta ve çeşitli mobbikler karşısında huzursuzdur... "Sözleşmeli Doktor, Sözleşmeli Asker, Sözleşmeli Öğretmen" işini rahat ve huzur içinde yapamaz!.. Güvenin olmadığı yerde huzur uçar! Biz sosyal refahı, ekonomiyi geliştirnmek zorundayız. Bu önce EĞİTİM ile olur. Eğitimin olmadığı yerde hiç bir şeyi düzeltemezsiniz.  Eğitimcilere: "AÇIK ÇEK VERİNİZ" her alanı öğretmenle doldurunuz.

"Biz otuz yıldır iktidarız diyorlar." ben de hatta daha fazla diyorum; fakat otuz yılda  (1) bir Dolar: 36TL'ye,  (1) bir AVRO: 37.TL'ye çıktı. Asgari üçret 22 bin TL'ye düştü. Bu ekonomik çöküştür, vatandaşın ağır ekonomik darbeye maruz kalmasıdır. Yoksulluğu vatandaşın kaderi yapamazsınız. Hükümetlerin görevi vatandaşının Sağlık, sosyalite, ekonomik ve eğitim durumunu en üst düzeye çıkarmakla yükümlüdür! 

AKP'nin oy aldığı yerler: Fakir, yoksul, çaresiz insanların, kenar mahallelerin, taşra insanlarının yaşadıkları yerlerdir... Cahil ve yoksul bırakılmış bölgelerdeki halkımızın yaşadığı yerlerdir. AKP İktidarının % 93 oy aldığı, Urfa'nın Harran İlçesindeki üniversite mezunu sayısı % 3'tür. AKP İktidarının % 3 oy aldığı, Tunceli'deki üniversite mezunu sayısı ise % 97'dir... AKP okumuş aydın insanlardan, asla oy alamamaktadır!.. 

Ey Türk Halkı! 

Bin yıldır Halifenin, altı yüz sene Padişahın kuluydunuz... Cumhuriyet sayesinde kula kul olmaktan kurtulup, Allah'a kul olmayı öğrendiniz. Bu yüzden mi Atatürk'e düşmansınız?..  

Bizi yönetenler: Bayrak, Vatan, Esan, Din ile siyaset yapmayı seviyorlar. Vatandaşın bunlar ile hiç derdi olmamıştır. Vatandaşın derdi ekonomidir. Paradır. Açlık sefalet ile mücadele, eğitim ve sağlıktır.

 CHP'nin lider partisi olmaktan çıkmış olmasının sebebi az da olsa diğer partilerde hiç olmayan Demokrasi Kültürüdür. Seçim bölgesel, halka dayalı, yarışmalı ve çekişmeli kurultayların olmasıdır. Liderlerin işaret ettikleri şahıslar değil!..                   

Bugün BAHÇELİ ve ERDOĞAN'ın öne sürdüğü fikirleri dün Muhalefet Partileri söylemişti. DEM'lenmekle suçlanmışlardı. Ne vatan hainlikleri kaldı ne vatanı satmadıkları? Hatta bizzat iktidar partisi tarafından uydurma, sahte videolar dahi üretilip, piyasaya sürülmüştü... Bunlar "Terör İşbirlikçisi" idiler.  Bugün bu fikirleri  gündeme getirenlere  ne diyeceğiz?.. Bizdeki bu hastalık, geçmiş yıllardan günümüze nüksetmektedir:

İttihatçılar (Hürriyetçi,Kuvayı Milliye)-İtilafçılar( Padişah ve Halifeci) Cepheleşmesi (1908-1922)

Vatan Cephesi -- Kin ve Husumet Cephesi (Padişah ve Halife Cephesi (1958-1960)

Demekrat Parti (Millet Cephesi) -- Cumhuriyet Halk Partisi (1950-1960)

Sağ ve Sol Cephesi (1965 --1980)

Milliyetçi Cephe (1965-1980)

Layık ve İslâmcı Cepheleşmesi (1990)

Cumhur İttifakı Cephesi -- Millet İttifakı (Şer, Zillet, İllet) Cephesi (2015 -2024)

Bugün Erdoğan kurduğu emrindeki  iki yüz bin kişilik (200.000) Tirol Ordusuyla hasımları, rakiplerine üstünlük sağlayabilmek için medyanın bütün gücünü kullanmaktadır. Muhalifler de kısıtlı imkanları ile de olsa rakipleri, Erdoğan için aynı iftira ve karalamaları acımasızca yürütmektedirler... Bu ise siyasetimiz ve insanlarımız için kara bir leke; geleceğimiz açısından  telafisi mümkün olmayan onulmaz bir hastalıktır. Bu tür haber ve yorumlara halkımız çabuk inanıyor. Aslı olmasa bile: "Çamur at izi kalır!" düşüncesiyle yapılan tahribatları, hatta onlarca yalan kitap yazdırılma, dergi ve broşür çıkarmalar;  gelecek yıllardaki bu tahribatları,  hiç kimse gideremeyecek. Yalan doğru olarak algılanacaktır. Geçmiş ve günümüzün her devresinde kullanılan ve oldukça etkili olan bu tür iftiralar, siyasilerin hem iktidar cephesi hem de muhalefet cephesini bozguna uğratıp, dağıtmak için yaptıkları kara propagandalardır. Asla inanılmaması gerekir...

"İnönü asker kaçağı, İnönü Kominist! Camileri ahır yaptı! Kuran'ı yaktırdı! Dinsizdi. Atatürk ve İnönü için: İki Sarhoş..." Kurtuluş Savaşının asil ve mümtaz kahramanlarına yapılan bu iftiralar, millet gönlünnde onulmaz bir yara açmaz mı? Genç nesillerimiz Millî Kahramanlarına hangi gözle bakacaklar?..

Bu tür iftiralar, fobi ve ankisiyete, ruhsal ve psikolojik bozukluktur; ancak asla inanılmaması gereken bir durumdur!..

Her devirde siyasilerimiz, ekonomiyi düzeltmek,eğitimi yükseltmek, halkı açlık ve sefaletten kurtarmak, müreffeh ve yaşanabilir refah ülkesi, çağdaş ve modern dünyanın bir üyesi yapmak için çalışmalıdırlar. Her birey için Adalet Önünde Eşitlik, Özgürlük,  Gelişmişlik örnek olunması ve sadece bunlar için yarışılması gerekirken; iktidarların derdi ve meselesi: 

Muhalifleri nasıl alt ederim? 

Onları halkın gözünden nasıl düşürürüm?

Koltuklarımızda ve iktidarda nasıl biraz daha kalabilirim?

Daha nasıl zenginleşebilirim? 

Bencillikleri ile uğraşmaktan  halkın sağlığı, sağlamlığı,  zekası, refahı, gelişmişliği ve çağdaşlığı, gelecek kuşaklara nasıl bir ülke bırakılması gerektiği, ihmal edilmektedir. Bu sebeple halk ve ülke bunalımdan bunalıma sürüklenirken, anlık hevesler uğruna maceradan maceraya koşturulurmaktan kendini kurtaramamaktadır...

KAYNAKLAR:

1) https://www.kusadasikulturelmiras.com/FileUpload/as907491/File/halveti_sempozyumu_kitabi_pdf.pdf

2) https://dogrulugune.org/ataturkun-tekke-ve-zaviyelerle-ilgili-soyledigi-iddia-edilen-sozler/

3) https://www.sozcu.com.tr/medeniyet-tarikati-tekke-zaviye-turbelerin-kapatilmasi-wp5497463

4) https://www.yenicaggazetesi.com.tr/ataturke-hakaret-edenler-boyle-doguyor-zahide-yetis-boyle-anlatti-733511h.htm

5) https://bilgece.net/halvetiyye-tarikati-halvetiler-tr-399.html#google_vignette

Translate