TOPLUMSAL ÇÜRÜME
Abdullah Çağrı ELGÜN
İnsanlardaki
Allah korkusu, dünya hadiselerinin benzeri olan, bin türlü hadiselerin
korkusuna bağlandı. Sarıklı, Cübbeli, Eli
Bastonlu, Kirli Sakallı, genç ihtiyar onlarca insan kimi azgın ve yabani
bakışlarla şu birkaç yılda birdenbire türediler. İlköğretim
dahil, devlete ait bütün orta dereceli okullar ve üniversitelerimizde özellikle
de idareci pozisyonunda bulunan devletin memurları, iktidarın koruyuculuğunda,
Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarında hâlâ geçerliliğini koruyan "Kılık
ve Kıyafet Yönetmenliğini" askıya aldılar...
Bu kılık ve
kıyafetleri ile örnek insan teşkil etmesi gereken"Rolmodel", Okul
ve Üniversite yöneticileri ve eğitimciler, bulundukları yerde Hacı mı, Gavs mı, Hoca mı, Şeyh mi, Cemaat Lideri mi, Şıh
mı öğretmen, Öğretim Görevlisi, Memur mu ne olduğu belli olmayan bir pozisyona
düşürüldü... Ucube kılıklı Arap Çöl Bedevisi, Okul Mürdürü, Dekan, Rektör
çıktı karşımıza... Okullar böyle de diğer Kamu kuruluşları
bundan çok mu farklı?..
Elbette,
Hayır!..
Orada da
durum bundan farklı değil!..
Eski tertip
ve düzene, disipline, düzgün pırıl pırıl, ütülü pantolon, kolalı gömlekler,
takım elbiseli, gülümseyen bakışlarla karşımızda beliren kişilere alışkındı
gözlerimiz. Bugün Devlet Kurumlarında, saçı sakalı bir araya karışmış, Afganlı,
Pakistanlı, Hintli, Iraklı, Suriyeli…vb. kılıklı bizim olmayan bu
yöneticileri görünce ürktük. Koktuk, telaşa kapıldık.
Bu bizim
kurumlarımız mı, yoksa biz başka bir ülkede miyiz diye şaşırdık; fakat maalesef
doğruydu… Kendisini: saç sakal, sarık, cübbe, şalvar giymekle Müslüman
olunacağını zannederek dindar geçinen, bu zümrenin elinde, din bir şirin
gözükme vasıtası, Allah ise aldatma vasıtası oldu!..
Bütün bu
kirlerin üstüne dindarlık elbisesi giyenler, din hayatının
sarrafları veya karaborsacıları kesildiler. Bunlar bu dünyada mallarının
sürümlerini sağlayanlara Cenneti peşkeş çektiler... Kendileri ile alışveriş
yapmayanları ise Cehenneme gönderdiler. Sanki kendileri, Allah'ın umumî
vekâletine sahiplermiş gibi iman ile isyanın sınırlarını sımsıkı
ayırdılar.
"Sosyal
Çürüme" ile koca bir toplumun norm değerleri,
sosyal dengesini, fabrika ayarlarını, inanç ve ibadetini
bozdular... Halkın sığındığı, inandığı ne varsa katlettiler,
Halkı: "İbadet Yapma, Namaz Kılma, Başörtüsü, Cumalara Gitme,
Umre, Haç Ziyaretleri, "Dillere Peleseng olmuş her açılış ve törenlerde
Kuran okuma, 'Ya Allah Ya Bismillah!' söylem ve davranışlarıyla kandırdılar,
'Allah' " söylemleriyle aldattılar... Toplumun top
yekün inanlarının kaybolmasına, değerlerini çürümesine, "Toplumsal
Çürüme, Sosyal Çürüme"sine sebep oldular...
Bir toplumda ekonomi, iktisat, mali durum kökten çökse, tarumar olsa da düzelebilir. Ekonomi batsa ayağa kalkar, Para yok olsa bir gün mutlak bulunur; fakat bir toplumda "Toplumsal Çürüme, Sosyal Çürüme" başladı mı, onun düzeltilmesi yılları, hatta yüz yılları alabilir...
Israil’in, Filistin Halkına yaptığı zalimlikler, soykırıma karşı, bir
araya gelen, İslâm toplulukları için Avrupalı bir âlim, şöyle demiş:
Araplar: Deveyi yediler. Ondan kini ve kıskançlığı
aldılar.
Türkler: Atı yetiler. Ondan sertliği ve kuvveti
aldılar.
Batılalar: Domuzu yediler. Ondan pisliği ve deyyüslüğü
aldılar.
Afrikalılar: Maymunu yediler. Ondan çevikliği
ve neşeyi aldılar.
Her kim, hangi hayvanı yediyse, ona
benzediler…
Biz Türkler ise şimdi en ucuz et diye, tavuk yemeye başladık... Bundan dolayı tavuk gibi korkak olduk! Zalimlere boyun eğdik, gökyüzünde
uçacakmışız gibi kanatlarımıza bakıp, böbürlendik; ancak sadece pahalı yemler yeyip, sahiplerimize yumurtalar verdik. İşimiz bitince, bizi de tavuk gibi kesip
yiyecekler. O zaman, biz yine yatığımız şeyi yapıp; sadece gıdaklamakla yetineceğiz!..
Sormamak, sorgulayamamak, akıl etmemek, körü körüne kabul ve biat etmekle bu sosyal çürümenin ortağı oluyoruz. Herkes kadar biz de aynı şekilde suçluyuz..
Kanunların
işlememesi, adaletin yürümemesi... Esnafın. sanatkârın, ticaret erbabının
birbirlerinin aldatıp kandırması... Haksız kazanç elde etme... Kolay para
kazanma... Köşe dönme... Kara para aklama... Güvenlik kuvvetlerinin yerini
Mafyanın ve kuvvetlinin zayıfı ezmesi alması... Adaleti adliyede
bulamayanların, adaleti kendi gücü ile yerine getirmek üzere silahlanması
çarşıda, pazarda. sokakta adam öldürüp, insanları katledip hak araması...
Güçlünün zayıfı döverek, boğazlayarak öldürmesi... Faili meçhul cinayetlerin
artması... Devletin Mafya ile çalışması ortaklık yapması... Devletin
veya Mafyanın varlıklı, zengin vatandaşların malına mülküne çöreklenmesi,
çökmesi...Doğrudan veya dolaylı el koyması... Ülkede birileri servet
içinde yüzerken; diğerinin bir lokma ekmeğe muhtaç olarak aç ve sefil bir
vaziyette bırakılması.
Borçlunun
borcunu ödeyememesi... Buna bağlı olarak fakirleşmenin artması, fuhşun tavan
yapması...İşsiz güçsüz, boş ve aç insan sayısının çoğalması sokaklarda kaosun
başlaması... Boşanmaların hızla arması ve aile yuvalarının bozulup dağılması...
Daha
beş-altı yaşlarındaki çocukların Yetiştirme Yurtlarında, Vakıf Yurtlarında
tecavüze uğraması (Karaman Ensar Vakfında 45 tane 10 yaşının altındaki 45 erkek
çocuğuna tecavüz edildiği haberleri basında yer aldı!..) Çocuk yaşlarındaki
kızların evlendirilmeleri... Yetiştirme Yurtlarına gönderilmiş vatandaşlarımıza
ait kimsesiz kız çocukların Yurt Yönetimi, İdarecileri, çalışanları veya
internet tuzağı kanallarıyla, bürokratlara sunulup peşkeş çekilmeleri... Pavyon
ve Randevu Evlerinde çalıştırılmaları... Baştakiler olmak üzere aydınların ve
halkın bütün bu olan ve yaşananları umursamamazlıktan gelerek "Normal
Bir Durum!.." olarak görmeğe başlaması...
Baştaki
bütün yöneticiler: Cumhurbaşkanının, Başbakanın, Vekillerin, en üst düzeydeki
bürokratların; eğitimcilerin, Hacıların Hocaların; anne ve babaların; esnaf ve
tüccarların: "Daha yeni Namaz kıldım. Abdisimle duruyorum!.." dedikten
hemen sonraki alışverişte: "Daha ilk siftah Bismillah!.." diyerek
vatandaşa on misli kazık atarak; "Dinle, Allah" ile
aldatmaları... Kısaca her kesimden herkesin, yapılan yanlışlıkları gördüğü
halde, kılını dahi kıpırdatmaması, inadına olup bitenlere alkış tutması...vb.
bir "Toplumsal Çürüme" dir...
Müslümanlarda
Halife Osman Dönemi'nin sebep olduğu böyle bir çürüme olmuştur. Halife
Hz. Osman'ın uygulama ve adaletine karşı ayaklanan yine Müslüman Gruplar
Halife Osman'ın evini kuştarak, Halifeyi öldürmesinden hemen sonra zorlamayla
Halifeliğe getirilen Hz. Ali ve sonrasında dahi gelenler bu çürümeyi
düzeltememişlerdir. Halk birbirine girmiş, Sahabiler dahi kamplara bölünmüş, kabile
kabile, grup grup, meshep meshep ayrışmışlar; kardeş kardeşe düşman olarak birbirlerini
yemiş, Binlerce Sahabi, kardeş, eş dost boşu boşuna, bir hiç uğruna
öldürülmüşlerdir...
Selçuklularda
böyle bir çürüme olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu Kanûnî Devrinden
Kurtuluş Savaşına kadar bu çürümenin içindedir. Çürüyü çürüye devam
etmiştir. Bugün Türkiye'de Ali Adnan Menderes ile başlayan bu "Toplumsal
Çürüme" Recep Tayyip Erdoğan İktidarı ile zirveye
ulaşmıştır...
Yıkılan, yok
olan üstün medeniyetlerde de "Sosyal Çürüme", Zamanın En
Gözde Medeniyetlerini yerle bir etmiş, tarihin çöplüğüne, tozlu
raflarına atmaktan asla çekinmemiştir!..
Sadom ve
Gomore, İrem Kavmi, Semut Kavmi, Uhut, Etiler, Sümerler, Akadlar, Babiller,
Grekler, Tarakyalılar, Uygurlar bunlardan sadece bir kaçıdır.
Tekrar
tekrar tarihin tozlu raflarına atılmak istemiyorsak, Din ve Devlet İşleri ayrı
kalmaya devam etmelidir... Din ve Devlet işleri Selçukluda Osmanlıda ayrıydı.
Ne zaman ki Din ve Devlet işleri birbirine karıştı ve bu koca koca Devletler
bir çuval gibi yıkıldı; fakat gövde nasıl devrildiğinin farkına
varamadı...
İnanç din ve
iman; insanın beyninde, ruhunda, vicdanında ve davranışlarına yansımış
uygulamalar bütünü, hal ve durumdur.
İslâm Dinini: Arap Ebu Cehil'in de giydiği, ENTARİ, başına sardığı SARIK, Faslının başına geçirdiği FES, Selefi'nin giydiği ÇARŞAF, ABİYE, BURKA, TESETTÜR, ÇADOR, AVRET...vb. kılık, kıyafet, saç, sakal, bıyık veya kısa etek, şort, pantolon ... vb. örtülerde ve şekillerde aramak AKLA, MANTIĞA, BİLİME. Allah'ın emir ve yasaklarına aykırıdır. Bu şeklen giyim kuşamı "İslâm Dini" diye dayatanlara gülüp geçilir. Böyle bir düşünüş abes ile iştigaldir. Herkes istediği gibi giyinsin; fakat Devletin Kurumlarında ciddiyet, tertip ve düzen açısından nizamî ölçüler gereklidir. Devlet Kurumlarında ciddiyet ve diğerlerinden fark olmalıdır.
İnsan: İnsan olmanın kutsallığını, ruhunda, kalbinde taşıyan; hak, hukuk, adalet, eşitliği kendisine rehber edinmiş; din, dil, ırk, renk, farkı gözetmeden, temelinde insan sevgisi bulunan, her dine, mezhebe, her inanca, her renge, her ırka her cinse, tabiatın bütün yaratıklarına, hoşgörü ile bakıp, onların bütününe saygılı varlıktır…
İnsan: Kuran’a
göre Allah’ın: “Kendi ruhundan üfledim, Kendi ruhumdan ruh verdim!..” Diyerek
bütün Meleklerini yarattığı bu kula (İnsan) secde etmesini istediği, en kutsal
varlıktır… Bu söz ile: İnsana hizmet, Allah’a hizmettir ve bu ibadetlerin en
kutsalıdır! Allah: “Bir insanı öldürmek bütün insanlığı
öldürmek gibidir. Bir insanı kurtarmak da bütün insanlığı kurtarmak gibidir!..” diyerek
insanı, diğer varlıklardan ayırmış ve Eşref i Mahlûk (Varlıkların
En Şereflisi) yapmıştır… Bütün
Melekleri de ona secde etmeye çağırmıştır. Yani Allah’ın da
bulunduğu insanın önünde:
Cebrail, Azrail, İsrafil, Mikail, Harut, Marut…vb.
“İblis” hariç, bütün Melekler "İnsana" secde etmiştir!.. Bütün Meleklerin
kendisine secde ettiği bu varlıktan, beklenen de kendisine yakışan olmalıdır…
Bu moden çağda;çağdaş uygurlık seviyesine çıkabilmemiz için yeryüzünün en şerefli varlıkları "İnsan" olarak ; akla, bilime dayalı; soran, sorgulayan. itiraz eden; uygulamaya dayalı, sahada: Görerek, işiterek, dokunarak, bilgisayarlı, loboratuvarlı, teknolojinin en son icatlarının kullanıldığı Eğitim ve Öğretime dönmediğimiz takdirde: "DİN EKSENLİ, HACILAR, HOCALAR, TARİKAT, CEMAAT, GAVS, ŞEYH, ŞIH...VB." gideceğimiz yer eski ve yakın örnekleri olduğu gibi tarihin tozlu raflarıdır...