10 Nisan 2024 Çarşamba

BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN!.. Abdullah Çağrı ELGÜN

BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN!..

                     Abdullah Çağrı ELGÜN

İslâm Takvimine göre dokuzuncu ay Ramazandır. Ramazannın son gününden sonraki ilk üç gün ise "Ramazan Bayramı" olarak kutlana gelmemtedir.. Yani Bütün Müslaman ülkelerde Ramazan Bayramı üç gündür.

Müslümanlar için oruç tutmanın önemli bir göstergesi bir ay boyunca yoğun bir şekilde yapılan ibadetin bir mükafatı ve onu tamamlayan bir kutlaması, Ramazan Bayramıdır...

Müslümanlar, oruç tutarak gün boyunca yemek yemeyi ve içmeyi bırakıp, ibadetlerini artırır, tavekkül, sabır hoşgörü ve insan  sevgisi kazanırlar... 

Bu ayda daha fazla Kur'an okunur, ibadet edilir... Sadaka va fireler verilir. Yardımlaşmalar yapılır.  Fakirler doyurulur, yoksullar giydirilir ve mümkün mertebe ihtiyaçları bütün olarak giderilir..

Çocuklar elele tutuşarak mahale ve apartmanlarını gezerek Şeker toplar, kimilerinden de haşlık alırlar...

Ramazan Bayramı, Müslümanlar için manevî bir yenilenme, birlik ve beraberliığin, dostluğin, kardeşliğin sosyal insan ilişkilerinin gelişmesi, birbirleri ile kaynaşma, acıların paylaşılması; sevinç ve mutlulukların çoğalması, iyi ilişkiler içinde bulunmaktır...

Dostluk duygusunun pekiştirilmesi, birbirleri ile kaynaşıp kuçaklaşmak,DÜĞÜNDE, CENAZEDE, ACI ve TATLI GÜNLERDE BİR ve BERABER OLARAK KUCAKLAŞMAK demektir...

Dinî ve Millî Bayramlar, insanları bir araya getirip kaynaştırır.

Birberlerine sevdirir, birbirleri ile kuçaklaştırır. KÜS OLANLAR BARIŞIR, UZAK OLANLAR BİRBİRLERİ İLE YAKINLAŞIP GÖRÜŞÜR, SEVİNÇ VE MUTLULUKLAR PEKİŞİR...

Aileleri bir araya getirir, dostlukları güçlendirir ve toplum içinde bir dayanışma ve sevgi atmosferi oluşturur. 

Müslümanlar için kutsal bir zaman olan Ramazan Bayramı, İslâm'ın önemli bir değerleridir...

Arefe günü bayramın ilk günün takip eden günlerde:

KABİR ZİYARETLERİ YAPILIR, ÖLEN YAKIN, EŞ, DOST, KOMŞU EVLERİ ZİYARET EDİLEREK ACILAR HAFİLETİLİR,  DUALAR OKUNUR, MAĞRİFET DİLENİR. SEVİNÇLER İSE PAYLAŞILIR.....

Bu ayın sonunda Yaradan hepimizi bağışlasın... Hepimize yardımcı olsun!  Ölenlerimiz huzur içinde uyusunlar. Yattıkları yer nur, mekanları Cennet olsun bugüne kadar yaptığımız bütün dualarımız kabul olsun!...

İncir çekirdeğini doldurmayacak şeyler için üzülmeyiniz!..

SİZİN İÇİN, EĞER BEŞ YIL SONRA ÖNEMLİ OLMAYACAKSA;   

ONA ÜZÜLMEYE, BEŞ DAKİKADAN FAZLA ZAMAN AYIRMAYA DEĞMEZ!..

Şimdi önemliyiz! 

İki kuşak sonra resimlerimizi torunlarımız duvardan kaldıracaklar. 

4. Kuşak bizi sadece dedelerinden dinleyebilir. 

5.ve 6. kuşak sonra, hiç bir esamemiz okunmayacak, hiç bir önemimiz kalmayacak ve hiç hatırlanmayacağız!..

Dikkat Ediniz!..

"Dedem işe giderken 18 km yürüyerek gidiyordu!

Babam, 8 km yürüdü...

Ben, Kadillak kullanıyorum.

Oğlum, Mercedes kullanıyor.

Torununum, Porche ile gidecek!..

TORUNUMUN TORUNU, YÜRÜYEREK GİDECEK!..

Niçin mi böyle?..

Zorluklar, GÜÇLÜ insanlar yaratır!..

Kolay zamanlar, ZAYIF İNSANLAR yaratır.

Zayıf insanlar, ZOR ZAMANLAR yaratır!..

Çoğu insanlar, anlayamaz bunu; fakat hayatla savaşacak, 

ŞAVAŞÇI İNSANLAR yetiştirmek zorundayız!.."


BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN!...

Hacı Bektaşî Veli'nin Bir Şiiri:

Cân bula cânânını

Bayrâm o bayrâm ola

Kul bula sultânını

Bayrâm o bayrâm ola


Hüzn ü keder def' ola

Dilde hicâb ref' ola

Cümle günâh af ola

Bayrâm o bayrâm ola


Mevlâ bizi afv ede

Gör ne güzel 'ıyd ola

Cürm ü hatâlar gide

Bayrâm o bayrâm ola


Feyz-i mehabbet-i Hakk

Nur-i hidâyet siyâk

Cennet-i a'lâ durak

Bayrâm o bayrâm ola


Hakk'ı seven merd-i şîr

Kalbi olur müstenîr

Allah ola destigîr

Bayrâm o bayrâm ola


El tuta kitâbını

Dil tuta hitâbını

Cân tuta şitâbını

Bayrâm o bayrâm ola


Mevlâ'yı cândan seven

Rızâ-yı Hakk’a eren

Lutf-i Hudâ'ya güven

Bayrâm o bayrâm ola


Hakk’ı seven dil ü cân

Aşkı eden heyecân

Feth ola bâb-ı cinân

Bayrâm o bayrâm ola


Ganîler ede kerem

Ref’ ola derd-i verem

Sahî ola muhterem

Bayrâm o bayrâm ola


Nûr-i hidayet dola

Dilde hidâyet bula

Nâsırın Allah ola

Bayrâm o bayrâm ola


Tevhîd ede zevk ile

Hakk’ı seve şevk ile

Tasdîk inerse dile

Bayrâm o bayrâm ola


Dildeki Rahmân ola

Derdlere dermân ola

Âzâde fermân ola

Bayrâm o bayrâm ola


Lutfî’ye lutf u kerem

Dâhil-i bâb-ı harem

Dâima Allah direm

Bayrâm o bayrâm ola

6 Nisan 2024 Cumartesi

AĞIR BİR YENİLGİ SONRASI, BASKIN SEÇİM Mİ? Abdullah Çağrı ELGÜN

AĞIR BİR YENİLGİ SONRASI, BASKIN SEÇİM Mİ?

Abdullah Çağrı ELGÜN

Recep Tayyip ERDOĞAN, 1993-1999 arası İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanmasının ardından, İstanbul'da dört milyar dolarlık yatırım gerçekleştiriyor. İstanbul'un, trafik, ulaşım, su problemlerine kısmen de olsa çözüm buluyor. İstanbul Belediye Başkanlığı Döneminde: Elliden fazla köprü, geçit ve çevre yolu inşaası ile İstanbul Halkının beğenisini kazanıyor. Bu arada 1999'da Ziya GÖKALP' in şiirini okuduğu ve halkı ayrıştırmaya, yönelttiği için on ay hapis yatarak siyasî yasaklı durumuna düşüyor. 

Erdoğan, 14 Ağustos 2001 yılında AKP kurulduktan yaklaşık bir yıl sonra, 2002 Genel Seçimlere gidilerek, üç yüz atmış beş (365) milletvekili çıkartarak, popiler bir oyla, tek başına iktidara geldi. 2001'de siyasî yasağı kaldırılarak, Siirt'ten Milletvekili ve AKP Genel Başkanlığına seçildi.

10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 16 Kasım 2002 tarihinde hükûmeti kurmak için Abdullah Gül'ü görevlendirdi. 18 Kasım 2002'de kurulan 58. Hükûmet, 28 Kasım 2002'de 170 ret oyuna karşı 346 oy ile güvenoyu aldı. Her şey ilk dört (4) yıl rayında ve iyi gitti. Halkın Beğenisi ve teveccühü ile devam etti.

Ardından, AKP, halkın güvenini sarsacak, birçok kanun değişikliği, ihale sistemi ve en son da “Doğrudan Temin”, yöntemi ile tepki çekti!..

Azınlıkların gereğinden fazla Mal Varlıkları edinmesi, Kilise Sinagog, Havralarının geri iadesi…

Yıkılmış ve tamiri milyonlarca para isteyen azınlık ibadet yerlerinin restorasyonu ile sahipleri varmış gibi azınlıklara teslimi, çoğunluğun dikkatinden kaçmadı…  

Türk Vatandaşlığının döviz cinsinden satılarak, sınırsız mülteciye izin verilmesi ve sınırlarımızın, kalbur gibi delik deşik olarak mültecilerin girişine açık olmasına tepkiler, halen devam ediyor…

Tarikatlar, Cemaatler; İŞİD, PKK, Çözüm Süreci; Türk Bayrağının Değiştirilme Tartışmaları, İstiklâl Marşı’nı Kaldırma, İstiklâl Marşı’nın Bestesinin Değiştirilmesi Girişimleri; Türkiye haritasına el atma. Türkiye Adının Değişime açılması ve TV’lerde tartışmaya açılması; Türk, Türkçülük sözlerine düşmanlık, Türkiye’nin eyaletlere bölünmesi, “Ümmet”, “Ensar-Muhacir” fikri etrafında ayrımlaştırma, Atatürk ve İstiklâl Savaşı Kahramanlarına duyulan kin ve nefret, Kamu Mallarının ve Vakıflarını haraç mezat Piyasa değerinin çok çok altında  satılması ve buralardan alınan komisyonlar… Devlet ricalinin hırsızlık üstünde yakalanmaları ve hırsızların iktidar tarafından korunarak yargılanmalarına engel olunması… Komisyonculuk; haksızlık hukuksuzluk, adaletsizlikler ile rüşvet, iltimas, adam kayırmacılarının korunması, suçluların yakalandıklarında AKP yandaşı ise hiçbir ceza almadan kurtulması, en önemlisi de hiç şüphesiz Atatürk ve Kurtuluş savaşı kahramanlarına yapılan hakaretleri sabırla, susa susa, yuta yuta, "TÜRK MİLLETİNİN KANINA DOKUNDU!..”  gelinen günler…

Emekliye, çalışana “Ötekiler” gözüyle bakılarak, maaşlarının %80’den, % 45’lere düşürülerek, yoksulluğa terk edilmesi. Bizden ve bizden olmayanlar diye ayrımcılık… Asgari ücretlinin, düşük maaşı karşısında, beş on yerden maaşa bağlanmış Hükümetin gözde isimleri… Medya fonemenlerinin zenginliği, futbolcuların Denizbank olayı ve kara para aklayıcılarının Karunlaşması, Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı Turgut Altınok’un mal varlığı, halkın gözünde iktidara şüpheyle bakılır hale getirmiştir.

AKP Kadroları, Yaparsa AKP Yapar, Bizden önce Tiren mi vardı? Bizden Önce uçak mı vardı? Bizden önce üniversite mi vardı? Bizden önce yol mu vardı? Köprü, Tünel, Otoyol…vb.? Biz yaptık biz; yalan ve hamasetleri…

ERDOĞAN ŞİMDİ YARALI ve ÇOK DAHA TEHLİKELİ!..

Demokrasi oyunu ve yalanlar artık işe yaramıyor. Şimdi daha saldırgan daha kural tanımaz, daha: “Ben ve ne dersem o olacak!..”, bölümüne geçecek.

Tabii Erdoğan kincidir! Halka kızgın. Tabanına kızgın! Etrafına yerleştirdiği bilgisiz, dalkavuk, kadroya kızgın!.. Şimdi bu öfke ile Van Seçimlerinde % 55 ile kazanan DEM Partili Abdullah Zeydan’ın belediye başkanlığı elinden alınarak % 27 oy alan AKP adayına verilmesi gibi daha da büyük yanlışlar yaparak, halktan daha çok tepki alacaktı ki yanlıştan dönüldü!.. İşte çözülme ve çöküş budur!.. AKP’den kaçan kaçana olacak!..  AKP’li zengin iş adamları, daha önceden götürüp yerleştikleri yurt dışına kaçışı hızlandıracaklar. Son varlıklarını da satıp yurt dışında tezgahlarını kurup işlerini orada devam ettireceklerdir.

CHP ve YRP KAZANDI:

CHP: Otuz (30) büyük şehirden on dördünü (14); elli bir (51) İl Belediyesinin yirmi birini (21); üç yüz otuz yedi (337) İlçe Belediyesi ve (54) Beldeyi de kazandı… Bu Türkiye nüfusunun %64’ünü, ekonomik büyüklüğünün ise %80’ini elinde bulunduracağını göstermektedir!..

AKP, ise on iki (12) Büyük şehir, on iki (12) il, 356 İlçe ve 125 beldeyi kazandı!

MHP, sekiz (8) il ile 4.98 oy aldı…

DEM P, 3 Büyükşehir yedi (7) il, atmış beş (65) ilçe 7 beldeyi kanamış oldu!

YRP, 6.19 oy alarak, herkesi şaşırttı. Bir (1) büyükşehir, bir (1) il, 89 İlçeyi aldı.

İYİ P, Bir (1) il, yirmi dört (24) İlçe, dört beldeyi kazandı...

Aydın, biraz mürekkep yalamış Milliyetçiler CHP’de birleştiler. Mansur %60.35 alırken, İmamoğlu ise % 48.82 oy alarak toplumun büyük çoğunluğunun gönlünü kazanmayı başardılar!

PEKİ ŞİMDİ KİMLER İSTİFA ETMELİ?

Devlet Bahçeli ve Mustafa Destici de derhal istifa edip AKP’ye geçmeliler; çünkü Kurumsal Parti Olma Kimliklerini kaybederek, partilerini, “Etkisiz Eleman” durumuna düşürmüşlerdir!.. Yine aynı kaynaktan beslenen “Memleket Partisi, DP, Ata Partisi, Zafer ve İyi Parti” ler de herhangi bir başarı gösterememişlerdir! Ya kendi aralarında birleşecekler veya dağılıp gidebilir gibi gözüküyor…

AKP: Devletin bütün imkanlarını kullandı. Halkın kendilerine iktidar olarak asla vermediği yetki: Şehit, Dul ve Tüyü Bitmedik Yetimlerin, Kamuda Özel Sektörde Çalışan memur, İşçi ve Emeklilerin gerçek hakkını vermeyerek, çalarak çar çur ettiği seçimleri kaybetti!..

Devletin bütün Uçakları, helikopterleri, Medya ve Yayın Organları ve Televizyon Kanalları Bakanlar, Generalleri ve Millet Vekillerini seferber ederek; Devlet Kaynaklarını har vurup harman savunarak, Hükümetin değil, Devletin araçları kullanılarak, Devletin kesesinden benzin, mazot, uçak yakıtıyla İstanbul’u almak için seferber oldu.

İstanbul’u almak için iktidarın balyoz yumruğu, İstanbul halkını arkasına almış Ekrem İMAMOLU’nun başına bütün haşmet ve ihtişamıyla indi; fakat bu balyoz çelik bir kalkana değerek sıçrayıp, sallayanı yere savurdu!...

Yalan dolan, iftira, algı operasyonları, AKP’nin 200 bin kişilik Trol Ordusunun uyduruk yalanları ters tepti, hiçbir güç ve hükmü sökmedi!..

Sahip oldukları zenginliklerine zenginlik katanlar, Bakan, Vekil, Belediye Başkanı koltuklarını kaptıktan sonra Karunlaşanların, vergi borçları silinirken, yoksul vatandaşa, ikinci vergi koyarak ezenler; sahilleri, Devlet Arazilerini, Kamu Mallarını, yandaşlara peşkeş çekip yağmalayıp, talan edenler kaybetti!..

Atatürk’e : “Hain!” diyen, “Kafir!..” diyen Atatürk’ün resimlerini kurumlara  tersten asanlar,

Atatürk Büstüne çıkıp Heykelini kırmağa çalışanlar,

TC’yi silenler,

Andımızı kaldıranlar,

Türk, Türklük kelimesinden gocunanalar, kaybetti!..

Atatürk ilke ve inkılâplarını hiçe sayanlar, “Çözüm Süreci” üreterek, teröristleri Habur’daki Çadır Mahkemelerinde serbest bıraktıktan sonra Meclise Milletvekili olarak taşıyanlar,

TERÖRİST VE EYLEMCİ:

Eyalet Sistemi, Özerklik ve Federasyon Tartışılabilmeli;

Şeyh Said’in yakınlarından özür dilenmeli,

“Ne mutlu Türk’üm diyene!..” yazısı silinmeli,

Kürtçe, Türkçe ile birlikte ikinci bir resmî dil olarak kabul edilmelidir.

İsimleri değiştirilen yer adları, yerleşim yerlerinin eski adları geri verilmelidir!..

Medreseler iyileştirilmeli, aslî fonksiyonlarına kavuşturulmalı ve Medreselere resmî statü tanınmalıdır!.. Diyen HÜDAPAR (Hür DAVA PARTİSİ)’ni TBMM’sine taşıyanlar, kaybetti!...

Demirel: “BOŞ TENCERENİN YIKAMADIĞI İKTİDAR YOKTUR!” demişti. Tekraren gerçek oldu!..

Milletin, Erdoğan’a (Vekâleten) verdiği gücü, milleti ve halkı tehdit ederek, korku salarak seçim kazanmaya çalıştı!.. “Merkezi yönetim, yerel yönetimle el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa, o şehre herhangi bir şey gelmez!.. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı!..” Türk Halkının kendilerine emaneten, vekaleten verdiği gücü, halka çevirerek halkı tehdit olarak kullandılar.

AKP-SAADET-YRP aynı karından doğmuş bir annenin çocukları olarak gelecekte bir kazanda birleşebilirler mi? Bilinmez; fakat ileri yıllarda AKP diye bir parti hiç olmayacak…

Menderes, Demirel, Özal, Erdoğan Milliyetçi Cephe hükümetlerinin yönettiği 87 yıllık idarede Türkiye’nin geldiği durum gözler önündedir.

Süleyman DEMİREL’in bunlardan biraz da olsa farklı yanı Cumhuriyetin İlke ve İnkılâplarına sahip çıkmasıydı. Gereğinde tavrını koyup Amerikan Üstlerini kapatabilecek kadar cesurdu! Milleti ona “Baba!” sıfatını takmıştı.

Yüz yıllık Cumhuriyet Tarihinde sağ iktidarların seksen yedi 87 yıllık saltanatı (Menderes, 10 yıl; Demirel 33 yıl; Özal 15 yıl; Milliyetçi Cephe Hükümetleri 5 yıl, Recep Tayyip ERDOĞAN’ın, 30 yıla yakın saltanatında toplumu kutuplaştırma ve ötekileştirme uygulamaları ile sistem çökmüştür!..

Değer miydi?

Asla!

Her İktidar gibi gelip her iktidar gibi onurla gitmesini bilmek de bir şeref ve yüceliktir!

Hani Nerede kaldı verilmiş sözler?..

Çıraklık, Kalfalık, Ustalık Dönemleri? 

Ben diğerleri gibi koltuğa yapışmam hamaseti? Dört yıl, İkinci dört yıl söylemleri?..

Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçince de beş (5) yıl, ikinci beş (5) yıl, haksız ve hukuksuz olarak, üçüncüsünü istemek? Nerede sizin doğruluktan, adaletten, haktan, hukuktan, ahlâktan bahseden sözleriniz, nerede?

Hükümetin, derhal istifa etmesi, genel bir seçime kadar, geçici bir hükümet kurulması ve derhal seçime gidilmesi gerekmiyor mu?

Ey AKP’liler Unutmayın! Bu, bir nöbettir! Nöbeti bırakacaklarınız da bu milletin evlatları ve sahipleridirler…

Niçin koltukları teslim edip gitmiyor, gidemiyorsunuz?

BASKIN SEÇİM Mİ?

Planlı Provokasyonlar!.. Kaostan yararlanıp, korkuya kapılan milleti, bir baskın seçime götürerek, seçimi kazanmak isteği mi yatıyor?.. Bu öfkeli çıkışlar, gözleri başka yere çevirip, vatandaşı korku ve ümitsizliğe sürükleyecek, formüllerin bulunması provaları mı?

7 Haziran 2015 ’te seçimlerinde Erdoğan, seçimi ilk kez kaybetmişti!.. Tek başına hükümet kuramayan Erdoğan, Davutoğlu’na, hükümet kurma görevini verdi! Vermişti; ama Davutoğlu’na da: “CHP ile ortak bir hükümete, asla!” talimatını vermişti. Diğer partilerin DAVUTOĞLU ile tek başına bir hükümet kurmaya sayıları yetmiyordu!.. Ya iki, üç partili bir koalisyon veya tek başına iktidar olmalıydı. Erdoğan seçime giderek tek başına iktidar yolunu seçmişti…

 7 Haziren- 1 Kasım 2015 Seçim süresine kadar ülkede büyük kaoslar yaşandı!  Canlı bombalar, kalabalık halkın bulunduğu ortam ve meydanlara, yapılan mitinglerin içine daldı. Ankara Tandoğan, Şanlıurfa Suruç, Ankara Kumrular, İstanbul İstiklâl Caddesi’nde, infialler oldu. Polisler öldürüldü! Askeri Birlikler basıldı, beş yüzün üzerinde insanımız seçime hazırlanılan bu dört ay içinde, terör olaylarında, can vermişti!..

Bugünlerde, üzerimizde 2015’in karabulutları mı dolaşıyor? Erdoğan, 2015’te de seçimde birinci parti çıkmış; fakat iktidar olamamıştı. Tek başına bir hükümet kuramıyordu. Davutoğlu’na Hükümeti Kurma görevini verdi. Verdi; fakat arkadaki gizli ve sinsi plan farklıydı. T.B.M.M. oyalayarak, kırk beş günlük süreyi tamamlama peşinde miydi? Terör örgütlerinin yaptıkları eylemler sebebiyle güvensiz, korku ve endişe pompalanan, kaos ortamında, kendi seçmeninin saflarını sıklaştırıp, “Bir Baskın Seçimle” korku ve kaosun gölgesinde tek başına iktidar olmak mı istiyor?

Davutoğlu, 2015 Seçimleri için şöyle demişti: “Terörle mücadele konusunda defterler açılırsa, bizi bugün eleştirenler insan içine çıkamazlar!..” demişti. Davutoğlu bu konu ile ilgili neler biliyor? Açıklarsa, o günkü terör olayları, kesin olarak çözülecektir!..

2015’te, Haziran sonrasında, Mecliste, CHP-MHP-DEM ortak bir Hükümeti kurulabilecekti. Devlet BAHÇELİ Yanaşmadı! BAHÇELİ’ye Başbakanlık teklif eden Kemal KILIÇDAROĞLU, MHP-CHP, azınlık hükümetinin kurulmasını teklif etti. Devlet BAHÇELİ Başbakan olacaktı. KILIÇDAROĞLU Başbakan Yardımcılığını da kabul ediyordu… BAHÇELİ bunu da kabul etmedi… Cummurbaşkanı Erdoğan ise kırk beş günü doldurup, erken seçim kararı almak istediğinden, DAVUTOĞLU Yeni Hükümeti kurmada başarısız oldu. KILIÇDAROĞLU istediği halde, Cumhurbaşkanı Erdoğan ne CHP’ye ne de BAHÇELİ’ye hükümet kurma görevini vermedi!.. DAVUTOĞLU’na Anayasa’da belirtilen kırk beş günlük süreyi doldurtturup “Erken Seçim!” kararı almıştı!...

Sonuç ne oldu?

Terörde beş yüz kişiden fazla yurttaşımız, canının ve malını kaybetmiş, Erdoğan ise yapılan seçimde % 49 oy alarak yeniden ve tek başına iktidar olmuştu!..

Tarih tekerrür edecek mi? Hep beraber göreceğiz... 

31 Mart 2024 Seçimlerinde, Yüce Türk Milleti: "Ben ne dersem o olur!" diyen Recep Tayyip ERDOĞAN Hükümeti ve Zihniyetini, azarlamış, ikazı etmiş ve şimdilik, kendine gelmesi için okkalı bir tokat atmıştır!.. 

7 Mart 2024 Perşembe

ARAP KARDEŞLİĞİ, Abdullah Çağrı ELGÜN

ARAP KARDEŞLİĞİ

Abdullah Çağrı ELGÜN

Malum sözler; fakat bütün dayanaklardan yoksun Ahmak sözleri... Şöyleki:

Avrupa bir Hıristiyan ülkesi...

Bir kısmı ne dindaşımız ne de ırkî kardeşimiz.

Almanya veya Fransa'dan neseplerine veya dinlerine uygun hareket etmeleri çok çok normaldir.

Biz bunlara gönül koyamayız Tavrımızı, yaptırımlarımızı koyarız...

Suidiler ise kandırılmış, akılsız kardeşlerimizdir.

Hem din kardeşlerimiz hem de zamanında bir şehrimiz olan kız alıp kız verdiğimiz akrabalarımız...

Suidilerin Arap olmasının yanında taa Sümerlerden bu yana dil, kültür ırk olarak akrabalığımız da var!...

Benim dilim Türkçe; fakat bu dilin %60'ında bilerek veya bilmeyerek Arapça konuşuyoruz... 

Bizim kendi dilimizde Türkçe kelime sayısı nerede ise %19....

Suidiler beni önemsemeli... Sevdiklerime, büyüklerime, lider bildiklerime, atalarımıza, Atatürk'e saygı duymalılar. Bunu es geçen, her kim olursa olsun hiçbir saygıyı ve kibarlığı hak edemez!..

Her ülkenin hukuku varsa da Türkiye'nin yok mu?...

Arap ülkeleriyle Türkiye'nin arası ne zaman İYİ olmuş ki şimdi DÜŞMAN olsunlar?..

Onlar Türk'e “Edrak ı Bî İdrak”(Akılsız Türk), “Mevâli”(Köle) gözüyle bakarlar...

Bu (1.400) yıldır böyle devam ediyor...

Arap kültüründe:

Savaş Esirleri

Çariyeler

Köleler ile Cinsel Birleşmede Nikâh Aranmaz!.. Bu nedir?

Arap Narsizmidir!

Arap Egosudur!..

"Emperyalistlere alet olmak?" Bu kadar basit mi?

Akıl tutulması bir söz konusu!..

Herkesin Aklı, İzanı, Gördüğü Var!...

Sen misafirine saygı duyma, sonra saygı bekle!.. Abes ile İştigaldir!..

Niçin hep biz, Filistinlileri koruyoruz? Şimdi ise sayısız Filistinliye Türk Pasaportu verilerek Türkiye'ye getiriliyor...

Bir Tane Arap Zengini,

Arap Devleti Çıkıp da Filistin'e Şu Kadar Dolar Yardım Ettim, Israil'i Türkiye''den Daha Fazla Kınıyoruz, Demiyor, Diyemiyor!..

Filistin veya Arap Devletlerinden hangisi Kıbrıs'ın bağımsızlığını tanıdı?

Biz Kardeş Değil Miyiz?..

Azerbaycan'ın Ermenistan'a girişini alkışlayıp destek verdiler mi?..

Biz Kardeş Değil Miyiz?..

Ne Oldu Bizim Kardeşliğimize?..

Kimse İşkembeden Atmasın!..

Objektif Bir Bakışla Arap, Filistin Bizim Kardeşimizdir!

Atatürk Düşmanlığı

Yapamazlar!..

Değer Verdiklerime Saygısızlığı Asla Affetmem!

Mehmet Âkif ERSOY 'un Dediği Gibi: 

"Kanayan Bir Yara Gördüm Mü Yanar Ta Ciğerim,

Onu Dindirmek İçin Kamçı Yerim, Çifte Yerim,

Adam, Aldırma Da Geç Git Diyemem, Aldırırım.

 Çiğnerim, Çiğnerim, Hak'kı Tutar Kaldırırım"

İktidarda her vakit değişkendir. Erdoğan da gidecektir. Bir başka gelecek olan da; fakat kardeşliğimizin baki kalmasını istiyorsanız Benim Değer Verdiklerime Değer Vereceksiniz...

Karşılıksız sevgi platonik aşktır.

Ondan bir şey bekleyemezsiniz.

Aklı evvellere selâm olsun!..

Suudi Kıralı öldüğünde üç gün yas ilan edilmişti; çünkü Sudilerin milletimiz nezdinde değerleri vardır! Biz Arap'ı kardeş biliriz. “Kavm i Necip” diyoruz…

Suudi Kralı, Türkiye ziyaretinde,100 milyon Türk'ün değer verdiği büyüğü, lideri, Cumhuriyet'in kurucu lideri Atatürk'ün kabrini "Anıtkabir' ziyaretini reddediyor...

Niçin?..

Böyle bir densizi ben onu ülkeme dahi almam!..

Aslında oraya hiç gidilmemeliydi!...

Maç neden bir Arap ülkesinde oynanıyor?

Bu çok manidar, çok düşündürücü!..

Türk milleti nasıl Araplaştırılıyor?

Osmanlı dört yüz (400) yıl Arap halklarını yönetti; ama tek bir Arap’ı Türkleşmedi!.. Yunan, Rum, Ermeni Türk olmadı!..

Türk'ün böyle bir gayreti de olmadı; ama Araplar sizi Müslüman yapacağız diye 650'li yıllardan tutun bugüne kadar, özellikle de Türkler'e çok kıyım yaptılar. Buna Soy Kıyımı demek daha doğru olur...

Emevilerle (Muhacirler), Medineliler (Ensar) arasında geçen Harre Savaşı” nı duyanınız vardır (683):

Ensar dediğimiz Medinelilerle Muhacir dediğimiz Mekkeliler yani her iki taraf da Sahabi eşleri, çocukları, torunları binlercesini öldürmekle malını mülkünü yağmalayıp taş üstünde bırakmadılar. Sonra, üç gün (3) boyunca, bu Mübarek dediğimiz Hz. Peygamber, Halife Ebubekir, Ömer, Osman, Ali’nin kimi Sahabilerin de eşleri, kızları, torunları, din kardeşlerine, kadın ve kızların ırzlarına geçip, tecavüz edip boğazladılar…”

“Bundan sonra Yezit’in kulu ve kölesiym.” dedirterek diz çöktürüp, yemin ettirdiler… Ölümü göze alıp bunu demeyip de:

“Allah’ın kulu, Muhammed’in Ümmetiyim!” diyenlerin hepsini katlettiler!..

Üç gün boyunca Mekkeliler (Muhacirler), Medineli (Ensarlar) Müslüman can kardeşlerine, kız ve kadınlarına, üç gün boyunca tecavüz tecavüz ettiler. Evlerini, malların yağmaladılar, yaktılar yıktılar… Gayrimeşru doğan çocuklarına da: “Evlâd’ül Harre” isimi koydular…

Önce Alfabelerini değiştirip Arap Alfabesi dayattılar.

Sonra Arap Dilini dayattılar...

Sonra Müslüman Arap msınız değil misiniz diye her eve, ailelerimizin içinde besledikleri bir Arap Erkeği gönderdiler. (Bugünkü Çin'de Uygur Türkleri’ne uygulanan zorbalığı uyguladılar.)

Türk milleti (1.400) yıllık Arap hikâyeleri, masallarıyla ve efsaneleriyle büyüyor, uyuyor ve ulutuluyor...

Halbuki Sadece Peygamber Döneminde yaşamış Sahabe hayat ve davranışlarına bakmak bu Arapların, Sahabeler’in, Kabeyi, Mekke, Medine'yi nasıl Mancınıklarla Taşa Tutup, yakıp yıktıkları, Sahabi Mezarlarını nasıl yerle bir edip, yıktıklarını; birbirlerini nasıl boğazladıklarını, en vahşi şekilde: Halifeleri Ebubekir, Ömer, Osman, Ali'nin nasıl öldürüldüğünü, görecektir…  

“Cemel Vakası”, “Sıffın Savaşı”, hele de “Harre Savaşı”; Bütün bunlar Araplar'ın nasıl bir millet olduğunu, keşfetmek için yeter ve artar bile...

Atatürk Döneminden sonra, bugün Türkler, benliğini kaybederek tekrar Mevalî yapılmak, Araplaştırılmak isteniyor...

Bugün Türkiye halkına baktığınızda Araplara karşı sunî bir hayranlık değil, hatta hiç sevmediği görüntüsü ile karşılaşılır...Oysa gerçek hayat ve evlerinde, bunun tamamen tersini görüyoruz. Yani Türkler, Araplara karşı, müthiş bir sevgi ve hayranlık besleyip, saygı duyuyorlar...

Türkler’de:

Arap Alfabesi kutsal alfabe...

Arapça, Allah kelâmı...

Arapça yazılı bir kağıt parçasında her ne yazarsa yazsın, "Bu bir küfür dahi olsa" yerde ise alınır, en üst köşelere konur, asılır...Orada ne yazdığının hiç bir önemi yoktur!...

Türkler, Arap isimlerini kutsal adlar, olarak görüyorlar:

Abdullah, Ahmet, Mehmet, Muhammet, Mustafa; Hatice, Esma, Rukiye, Aişe. Fatima, ...vb.

Günde beş kere, Minarelerden Ezan okunur Arapça...

Selâ okuyor Arapça...

Kuran okuyor Arapça...

Türkçede iki kelimeden biri Arapça...

Konuştuğu dilde yedi (7) bine yakın kelime Arapça...

Arapça kelime kullanmadan on (10) tane cümle kuramaz.

Arapça kökenli isim oranı Türkçede yüzde 60,

Türkçe kökenli isim oranı sadece yüzde 19.

Selâm verir Arapça,

Selam alır Arapça.

Tanrıya ibadet eder Arapça.

Bütün ömür çalışır, emekli olur, para biriktirse, ömründe bir kere yurtdışına çıkma imkânı bulabilirse, ilk fırsatta:

 Araplara Umreye, Hacca gider. Çoğu kez de kredi çeker, borçla gider...

 kutsal diye (Zemzem) bidon bidon doldurur getirir.

Araplarla Kurbanlar keser,

Her yıl milyonlarca parayı Araplara yedirir.

Arap ülkesinde harcar.

Üç-dört ayını Arap şehirlerinde geçirir. Arap’a kazandırır...

Orucunu hurmayla açar.

Neden incir, dut veya zeytin ile açmaz meselâ?..

İşe başlar Bismillah...

İşini bitirir çok şükür...

Dilediği işler, olur İnşallah ...

Beğenir Maşallah ...

Şaşırır: Allahü Ekber!.. Der.

"Tanrı" dersin kızar, sinirlenir, ille de "Allah" diyeceksin der.

Tutturur, Arapça

Çocuğu doğar, kulağına Ezan okur, Arapça...

Pipisini keser Sünnet Arap adeti.

Yemeği sıyırır, Sünnet Arap adeti.,

Yerde yemek yer Sünnet Arap adeti.

Sarık sarar Sünnet Arap adeti.

Sakal bırakır Sünnet Arap adeti.

Dişleri Misvaklar (fırçalar)Sünnet Arap adeti.

Cenaze namazı kılınır Arap adeti...

Ölüye Dua okur Arap adeti...

Mezar taşına yazı yazdırır o da Arapça...

Sonra da der ki:

Biz Arap değiliz! Araplaşmadık!.. Müslüman olduk… der. Kendini kandırır...

Müslüman olmak demek, Arap olmak demek, değildir; biz Araplaştık...

"Din, körü körüne bağlanmak değildir! Din Allah''ın emirlerini anlamaktır!..”

Gerçekte İslâm Dinî konusunda, Türk halkın hiçbir fikri yoktur; çünkü okuma yazması yok!  Arapça da bilmez!..

Körü körüne, kulaktan dolma, yalan yanlış bilgilere sarılıp, inanır...

Dinin, Allah'ın dediği şeyi, bilinmeyen, anlamayan inanç; gizemlere, karışık kör emellere, bağlılıktan başka bir şey değildir.

Masum ve cahil insanları, yüzlerce Allah’a taptırmak veya Allah’ları muayyen gruplarda toplamak ve en nihayet bir Allah kabul ettirmek, siyasetin doğurduğu neticelerdir...

Türk milletini Allah için, Peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah'la mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular...

Türkler, Arapların dinini kabul etmeden evvel büyük bir milletti...Sonra

Dilini kaybetti.

Alfabesini kaybetti.

Örfünü, adetini kaybetti!..

Arap dinini kabul ettikten sonra, Türk milletinin millî rabıtaları gevşedi...

Millî hisleri ve heyecanı uyuştu. Türkistan: Vilad, Curcan, Talgan, Faryap, Horasan, Buhara, Taşkent, Maveraünnehir, Semerkant'ta Ebu Muhammed Haccâc bin Yûsuf bin el Hakem es-Sekafî (Zalim Haccac 661-714), “Muttasım Billah (Alah’a olan yeminini yerine getirmek için; öldürdüğü Türk insanlarının kanıyla, değirmen döndürüp, hamur yapıp, pişirip yiyen vahşi)”, "Kuteybe bin Müslim el Bahili (669-715) Horasan Valisi", “I. Yezit (680-683), “Kan dökücü Saffeh (750-754) ismindeki Emevi Arap Halifeleri ve Abbasi Arap Halifeleri, Türkler'e öyle katliamlar, akıllara durgunluk veren işkenceler, hatta Türkler'e "Soykırım" yaptılar! “Taberi Tarihi, Türk Tarihçisi Cüveyni” bu olayları tarihinde çok güzel anlatmıştır.

700'lü yıllarda Türkler, Arapların, çok büyük işkenceleri ve katliamları, ile karşılaştılar. Direndiler; fakat çok dağınıktılar. Türk Arap Savaşları yarım asır, yüz elli (150) yıldan fazla sürdü!..

Türkler Arap dilini nasıl öğrendi?..

Araplar, Türkçe ve Türkçe konuşmayı yasakladılar...Arapça dayattılar.

Ne zamana kadar?

Cengiz Han’ın torunu Türk Hülagü Han, çıkıp, Halife Muttasım Billah ve oğullarının hepsini, atının ayakları altında çiğneyip öldürünceye kadar!..

Hülagü, Türkçeyi serbest bıraktı.

Türkçe konuşmamakta direnenleri de cezalandırdı, hatta öldürdü.

Sahabilerin Kabirlerini onardı...

İslâm'ın ulularına saygı gösterdi. Türk'ü tekrar baş yaptı...

TÜRKİSTAN:

Vilad, Curcan, Talgan, Faryap, Toharistan, Harezm, Maveraünnehir, Buhara, Taşken, Andijan, Horasan, Semerkant'taki Katliamlarda:

Türk kadın ve kızları Cariye oldu, Savaş esiri ve köleler olarak yurtlarından alınıp götürüldüler...

Erkekleri boyunlarından kızgın demirle damgalandılar...

Araplar birçok ülkenin neredeyse tamamını fethedip Bizans'ı geçip İspanya'ya kadar indiler...

Türkler İslâmiyet’le tanışıp kimi yerde zorla, kimi yerde de kendiliğinden İslâm’ı kabul ettiler.

İslâm'ın kılıçtarlığını Türkler üstlendi. Sonra Türkçe unutulup Arapça, rağbet buldu ...

Türk milleti, bir kelimesinin dahi manasını bilmediği halde, Kuran’ı ezberlemekten beyni sulanmış Hafızlara döndüler...

23 Aralık 2023 Cumartesi

TOPLUMLARDA SOSYAL ÇÜRÜME; Abdullah Çağrı ELGÜN

TOPLUMSAL ÇÜRÜME 

Abdullah Çağrı ELGÜN

İnsanlardaki Allah korkusu, dünya hadiselerinin benzeri olan, bin türlü hadiselerin korkusuna bağlandı. Sarıklı, Cübbeli, Eli Bastonlu, Kirli Sakallı, genç ihtiyar onlarca insan kimi azgın ve yabani bakışlarla şu birkaç yılda birdenbire türediler. İlköğretim dahil, devlete ait bütün orta dereceli okullar ve üniversitelerimizde özellikle de idareci pozisyonunda bulunan devletin memurları, iktidarın koruyuculuğunda, Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarında hâlâ geçerliliğini koruyan "Kılık ve Kıyafet Yönetmenliğini" askıya aldılar...

Bu kılık ve kıyafetleri ile örnek insan teşkil etmesi gereken"Rolmodel", Okul ve Üniversite yöneticileri ve eğitimciler, bulundukları yerde Hacı mı, Gavs mı, Hoca mı, Şeyh mi, Cemaat Lideri mi, Şıh mı öğretmen, Öğretim Görevlisi, Memur mu ne olduğu belli olmayan bir pozisyona düşürüldü... Ucube kılıklı Arap Çöl Bedevisi, Okul Mürdürü, Dekan, Rektör çıktı karşımıza... Okullar böyle de diğer Kamu kuruluşları bundan çok mu farklı?..

Elbette, Hayır!.. 

Orada da durum bundan farklı değil!..

Eski tertip ve düzene, disipline, düzgün pırıl pırıl, ütülü pantolon, kolalı gömlekler, takım elbiseli, gülümseyen bakışlarla karşımızda beliren kişilere alışkındı gözlerimiz. Bugün Devlet Kurumlarında, saçı sakalı bir araya karışmış, Afganlı, Pakistanlı, Hintli, Iraklı, Suriyeli…vb. kılıklı bizim olmayan bu yöneticileri görünce ürktük. Koktuk, telaşa kapıldık. 

Bu bizim kurumlarımız mı, yoksa biz başka bir ülkede miyiz diye şaşırdık; fakat maalesef doğruydu… Kendisini: saç sakal, sarık, cübbe, şalvar giymekle Müslüman olunacağını zannederek dindar geçinen, bu zümrenin elinde, din bir şirin gözükme vasıtası, Allah ise aldatma vasıtası oldu!.. 

Bütün bu kirlerin üstüne dindarlık elbisesi giyenler, din hayatının sarrafları veya karaborsacıları kesildiler. Bunlar bu dünyada mallarının sürümlerini sağlayanlara Cenneti peşkeş çektiler... Kendileri ile alışveriş yapmayanları ise Cehenneme gönderdiler. Sanki kendileri, Allah'ın umumî vekâletine sahiplermiş gibi iman ile isyanın sınırlarını sımsıkı ayırdılar. 

"Sosyal Çürüme" ile  koca bir toplumun norm değerleri, sosyal dengesini, fabrika ayarlarını, inanç ve ibadetini bozdular... Halkın sığındığı, inandığı ne varsa katlettiler, Halkı: "İbadet Yapma, Namaz Kılma, Başörtüsü, Cumalara Gitme, Umre, Haç Ziyaretleri, "Dillere Peleseng olmuş her açılış ve törenlerde Kuran okuma, 'Ya Allah Ya Bismillah!' söylem ve davranışlarıyla kandırdılar, 'Allah' " söylemleriyle aldattılar... Toplumun top yekün inanlarının kaybolmasına, değerlerini çürümesine, "Toplumsal Çürüme, Sosyal Çürüme"sine sebep oldular... 

Bir toplumda ekonomi, iktisat, mali durum kökten çökse, tarumar olsa da düzelebilir. Ekonomi batsa ayağa kalkar, Para yok olsa bir gün mutlak bulunur; fakat bir toplumda "Toplumsal Çürüme, Sosyal Çürüme" başladı mı, onun düzeltilmesi yılları, hatta yüz yılları alabilir...

Israil’in, Filistin Halkına yaptığı zalimlikler, soykırıma karşı, bir araya gelen, İslâm toplulukları için Avrupalı bir âlim, şöyle demiş:

Araplar: Deveyi yediler. Ondan kini ve kıskançlığı aldılar.

Türkler: Atı yetiler. Ondan sertliği ve kuvveti aldılar.

Batılalar: Domuzu yediler. Ondan pisliği ve deyyüslüğü aldılar.

Afrikalılar: Maymunu yediler. Ondan çevikliği ve neşeyi aldılar.

Her kim, hangi hayvanı yediyse, ona benzediler…

Biz Türkler ise şimdi en ucuz et diye, tavuk yemeye başladık... Bundan dolayı tavuk gibi korkak olduk! Zalimlere boyun eğdik, gökyüzünde uçacakmışız gibi kanatlarımıza bakıp, böbürlendik; ancak sadece pahalı yemler yeyip, sahiplerimize yumurtalar verdik. İşimiz bitince, bizi de tavuk gibi kesip yiyecekler. O zaman, biz yine yatığımız şeyi yapıp; sadece gıdaklamakla yetineceğiz!..

Sormamak, sorgulayamamak, akıl etmemek, körü körüne kabul ve biat etmekle bu sosyal çürümenin ortağı oluyoruz. Herkes kadar biz de aynı şekilde suçluyuz.. 

Kanunların işlememesi, adaletin yürümemesi... Esnafın. sanatkârın, ticaret erbabının birbirlerinin aldatıp kandırması... Haksız kazanç elde etme... Kolay para kazanma... Köşe dönme... Kara para aklama... Güvenlik kuvvetlerinin yerini Mafyanın ve kuvvetlinin zayıfı ezmesi alması... Adaleti adliyede bulamayanların, adaleti kendi gücü ile yerine getirmek üzere silahlanması çarşıda, pazarda. sokakta adam öldürüp, insanları katledip hak araması... Güçlünün zayıfı döverek, boğazlayarak öldürmesi... Faili meçhul cinayetlerin artması... Devletin Mafya ile çalışması ortaklık yapması... Devletin veya Mafyanın varlıklı, zengin  vatandaşların malına mülküne çöreklenmesi, çökmesi...Doğrudan veya dolaylı el koyması... Ülkede birileri servet içinde yüzerken; diğerinin bir lokma ekmeğe muhtaç olarak aç ve sefil bir vaziyette bırakılması. 

Borçlunun borcunu ödeyememesi... Buna bağlı olarak fakirleşmenin artması, fuhşun tavan yapması...İşsiz güçsüz, boş ve aç insan sayısının çoğalması sokaklarda kaosun başlaması... Boşanmaların hızla arması ve aile yuvalarının bozulup dağılması...

Daha beş-altı yaşlarındaki çocukların Yetiştirme Yurtlarında, Vakıf Yurtlarında tecavüze uğraması (Karaman Ensar Vakfında 45 tane 10 yaşının altındaki 45 erkek çocuğuna tecavüz edildiği haberleri basında yer aldı!..) Çocuk yaşlarındaki kızların evlendirilmeleri... Yetiştirme Yurtlarına gönderilmiş vatandaşlarımıza ait kimsesiz kız çocukların Yurt Yönetimi, İdarecileri, çalışanları veya internet tuzağı kanallarıyla, bürokratlara sunulup peşkeş çekilmeleri... Pavyon ve Randevu Evlerinde çalıştırılmaları... Baştakiler olmak üzere aydınların ve halkın bütün bu olan ve yaşananları umursamamazlıktan gelerek "Normal Bir Durum!.." olarak görmeğe başlaması... 

Baştaki bütün yöneticiler: Cumhurbaşkanının, Başbakanın, Vekillerin, en üst düzeydeki bürokratların; eğitimcilerin, Hacıların Hocaların; anne ve babaların; esnaf ve tüccarların: "Daha yeni Namaz kıldım. Abdisimle duruyorum!.." dedikten hemen sonraki alışverişte: "Daha ilk siftah Bismillah!.." diyerek vatandaşa on misli kazık atarak; "Dinle, Allah" ile aldatmaları... Kısaca her kesimden herkesin, yapılan yanlışlıkları gördüğü halde, kılını dahi kıpırdatmaması, inadına olup bitenlere alkış tutması...vb. bir "Toplumsal Çürüme" dir... 

Müslümanlarda Halife Osman Dönemi'nin sebep olduğu böyle bir çürüme olmuştur. Halife Hz. Osman'ın uygulama ve adaletine karşı ayaklanan yine Müslüman Gruplar Halife Osman'ın evini kuştarak, Halifeyi öldürmesinden hemen sonra zorlamayla Halifeliğe getirilen Hz. Ali ve sonrasında dahi gelenler bu çürümeyi düzeltememişlerdir. Halk birbirine girmiş, Sahabiler dahi kamplara bölünmüş, kabile kabile, grup grup, meshep meshep ayrışmışlar; kardeş kardeşe düşman olarak birbirlerini yemiş, Binlerce Sahabi, kardeş, eş dost boşu boşuna, bir hiç uğruna öldürülmüşlerdir... 

Selçuklularda böyle bir çürüme olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu Kanûnî Devrinden Kurtuluş Savaşına kadar bu çürümenin içindedir. Çürüyü çürüye devam etmiştir. Bugün Türkiye'de Ali Adnan Menderes ile başlayan bu "Toplumsal Çürüme" Recep Tayyip Erdoğan İktidarı ile zirveye ulaşmıştır... 

Yıkılan, yok olan üstün medeniyetlerde de "Sosyal Çürüme", Zamanın En Gözde Medeniyetlerini yerle bir etmiş, tarihin çöplüğüne, tozlu raflarına   atmaktan asla çekinmemiştir!.. 

Sadom ve Gomore, İrem Kavmi, Semut Kavmi, Uhut, Etiler, Sümerler, Akadlar, Babiller, Grekler, Tarakyalılar, Uygurlar bunlardan sadece bir kaçıdır. 

Tekrar tekrar tarihin tozlu raflarına atılmak istemiyorsak, Din ve Devlet İşleri ayrı kalmaya devam etmelidir... Din ve Devlet işleri Selçukluda Osmanlıda ayrıydı. Ne zaman ki Din ve Devlet işleri birbirine karıştı ve bu koca koca Devletler bir çuval gibi yıkıldı; fakat gövde nasıl devrildiğinin farkına varamadı... 

İnanç din ve iman; insanın beyninde, ruhunda, vicdanında ve davranışlarına yansımış uygulamalar bütünü, hal ve durumdur.

İslâm Dinini: Arap Ebu Cehil'in de giydiği, ENTARİ, başına sardığı SARIK, Faslının başına geçirdiği FES, Selefi'nin giydiği ÇARŞAF, ABİYE, BURKA, TESETTÜR, ÇADOR, AVRET...vb. kılık, kıyafet, saç, sakal, bıyık veya kısa etek, şort, pantolon ... vb. örtülerde ve şekillerde aramak AKLA, MANTIĞA, BİLİME. Allah'ın emir ve yasaklarına aykırıdır.  Bu şeklen giyim kuşamı "İslâm Dini" diye dayatanlara gülüp geçilir. Böyle bir düşünüş abes ile iştigaldir. Herkes istediği gibi giyinsin; fakat Devletin Kurumlarında ciddiyet, tertip ve düzen açısından nizamî ölçüler gereklidir. Devlet Kurumlarında ciddiyet ve diğerlerinden fark olmalıdır. 

İnsan: İnsan olmanın kutsallığını, ruhunda, kalbinde taşıyan; hak, hukuk, adalet, eşitliği kendisine rehber edinmiş; din, dil, ırk, renk, farkı gözetmeden, temelinde insan sevgisi bulunan, her dine, mezhebe, her inanca, her renge, her ırka her cinse, tabiatın bütün yaratıklarına, hoşgörü ile bakıp, onların bütününe saygılı varlıktır…

İnsan: Kuran’a göre Allah’ın: “Kendi ruhundan üfledim, Kendi ruhumdan ruh verdim!..” Diyerek bütün Meleklerini yarattığı bu kula (İnsan) secde etmesini istediği, en kutsal varlıktır… Bu söz ile: İnsana hizmet, Allah’a hizmettir ve bu ibadetlerin en kutsalıdır! Allah: “Bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir. Bir insanı kurtarmak da bütün insanlığı kurtarmak gibidir!..” diyerek insanı, diğer varlıklardan ayırmış ve Eşref i Mahlûk (Varlıkların En Şereflisi) yapmıştır… Bütün Melekleri de ona secde etmeye çağırmıştır. Yani Allah’ın da bulunduğu insanın önünde:

Cebrail, Azrail, İsrafil, Mikail, Harut, Marut…vb. “İblis” hariç, bütün Melekler "İnsana" secde etmiştir!.. Bütün Meleklerin kendisine secde ettiği bu varlıktan, beklenen de kendisine yakışan olmalıdır…

Bu moden çağda;çağdaş uygurlık seviyesine çıkabilmemiz için yeryüzünün en şerefli varlıkları "İnsan" olarak ; akla, bilime dayalı; soran, sorgulayan. itiraz eden; uygulamaya dayalı, sahada: Görerek, işiterek, dokunarak, bilgisayarlı, loboratuvarlı, teknolojinin en son icatlarının kullanıldığı Eğitim ve Öğretime dönmediğimiz takdirde: "DİN EKSENLİ, HACILAR, HOCALAR, TARİKAT, CEMAAT, GAVS, ŞEYH, ŞIH...VB." gideceğimiz yer eski ve yakın örnekleri olduğu gibi tarihin tozlu raflarıdır...

Translate