Abdullah Çağrı ELGÜN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Abdullah Çağrı ELGÜN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Nisan 2024 Çarşamba

BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN!.. Abdullah Çağrı ELGÜN

BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN!..

                     Abdullah Çağrı ELGÜN

İslâm Takvimine göre dokuzuncu ay Ramazandır. Ramazannın son gününden sonraki ilk üç gün ise "Ramazan Bayramı" olarak kutlana gelmemtedir.. Yani Bütün Müslaman ülkelerde Ramazan Bayramı üç gündür.

Müslümanlar için oruç tutmanın önemli bir göstergesi bir ay boyunca yoğun bir şekilde yapılan ibadetin bir mükafatı ve onu tamamlayan bir kutlaması, Ramazan Bayramıdır...

Müslümanlar, oruç tutarak gün boyunca yemek yemeyi ve içmeyi bırakıp, ibadetlerini artırır, tavekkül, sabır hoşgörü ve insan  sevgisi kazanırlar... 

Bu ayda daha fazla Kur'an okunur, ibadet edilir... Sadaka va fireler verilir. Yardımlaşmalar yapılır.  Fakirler doyurulur, yoksullar giydirilir ve mümkün mertebe ihtiyaçları bütün olarak giderilir..

Çocuklar elele tutuşarak mahale ve apartmanlarını gezerek Şeker toplar, kimilerinden de haşlık alırlar...

Ramazan Bayramı, Müslümanlar için manevî bir yenilenme, birlik ve beraberliığin, dostluğin, kardeşliğin sosyal insan ilişkilerinin gelişmesi, birbirleri ile kaynaşma, acıların paylaşılması; sevinç ve mutlulukların çoğalması, iyi ilişkiler içinde bulunmaktır...

Dostluk duygusunun pekiştirilmesi, birbirleri ile kaynaşıp kuçaklaşmak,DÜĞÜNDE, CENAZEDE, ACI ve TATLI GÜNLERDE BİR ve BERABER OLARAK KUCAKLAŞMAK demektir...

Dinî ve Millî Bayramlar, insanları bir araya getirip kaynaştırır.

Birberlerine sevdirir, birbirleri ile kuçaklaştırır. KÜS OLANLAR BARIŞIR, UZAK OLANLAR BİRBİRLERİ İLE YAKINLAŞIP GÖRÜŞÜR, SEVİNÇ VE MUTLULUKLAR PEKİŞİR...

Aileleri bir araya getirir, dostlukları güçlendirir ve toplum içinde bir dayanışma ve sevgi atmosferi oluşturur. 

Müslümanlar için kutsal bir zaman olan Ramazan Bayramı, İslâm'ın önemli bir değerleridir...

Arefe günü bayramın ilk günün takip eden günlerde:

KABİR ZİYARETLERİ YAPILIR, ÖLEN YAKIN, EŞ, DOST, KOMŞU EVLERİ ZİYARET EDİLEREK ACILAR HAFİLETİLİR,  DUALAR OKUNUR, MAĞRİFET DİLENİR. SEVİNÇLER İSE PAYLAŞILIR.....

Bu ayın sonunda Yaradan hepimizi bağışlasın... Hepimize yardımcı olsun!  Ölenlerimiz huzur içinde uyusunlar. Yattıkları yer nur, mekanları Cennet olsun bugüne kadar yaptığımız bütün dualarımız kabul olsun!...

İncir çekirdeğini doldurmayacak şeyler için üzülmeyiniz!..

SİZİN İÇİN, EĞER BEŞ YIL SONRA ÖNEMLİ OLMAYACAKSA;   

ONA ÜZÜLMEYE, BEŞ DAKİKADAN FAZLA ZAMAN AYIRMAYA DEĞMEZ!..

Şimdi önemliyiz! 

İki kuşak sonra resimlerimizi torunlarımız duvardan kaldıracaklar. 

4. Kuşak bizi sadece dedelerinden dinleyebilir. 

5.ve 6. kuşak sonra, hiç bir esamemiz okunmayacak, hiç bir önemimiz kalmayacak ve hiç hatırlanmayacağız!..

Dikkat Ediniz!..

"Dedem işe giderken 18 km yürüyerek gidiyordu!

Babam, 8 km yürüdü...

Ben, Kadillak kullanıyorum.

Oğlum, Mercedes kullanıyor.

Torununum, Porche ile gidecek!..

TORUNUMUN TORUNU, YÜRÜYEREK GİDECEK!..

Niçin mi böyle?..

Zorluklar, GÜÇLÜ insanlar yaratır!..

Kolay zamanlar, ZAYIF İNSANLAR yaratır.

Zayıf insanlar, ZOR ZAMANLAR yaratır!..

Çoğu insanlar, anlayamaz bunu; fakat hayatla savaşacak, 

ŞAVAŞÇI İNSANLAR yetiştirmek zorundayız!.."


BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN!...

Hacı Bektaşî Veli'nin Bir Şiiri:

Cân bula cânânını

Bayrâm o bayrâm ola

Kul bula sultânını

Bayrâm o bayrâm ola


Hüzn ü keder def' ola

Dilde hicâb ref' ola

Cümle günâh af ola

Bayrâm o bayrâm ola


Mevlâ bizi afv ede

Gör ne güzel 'ıyd ola

Cürm ü hatâlar gide

Bayrâm o bayrâm ola


Feyz-i mehabbet-i Hakk

Nur-i hidâyet siyâk

Cennet-i a'lâ durak

Bayrâm o bayrâm ola


Hakk'ı seven merd-i şîr

Kalbi olur müstenîr

Allah ola destigîr

Bayrâm o bayrâm ola


El tuta kitâbını

Dil tuta hitâbını

Cân tuta şitâbını

Bayrâm o bayrâm ola


Mevlâ'yı cândan seven

Rızâ-yı Hakk’a eren

Lutf-i Hudâ'ya güven

Bayrâm o bayrâm ola


Hakk’ı seven dil ü cân

Aşkı eden heyecân

Feth ola bâb-ı cinân

Bayrâm o bayrâm ola


Ganîler ede kerem

Ref’ ola derd-i verem

Sahî ola muhterem

Bayrâm o bayrâm ola


Nûr-i hidayet dola

Dilde hidâyet bula

Nâsırın Allah ola

Bayrâm o bayrâm ola


Tevhîd ede zevk ile

Hakk’ı seve şevk ile

Tasdîk inerse dile

Bayrâm o bayrâm ola


Dildeki Rahmân ola

Derdlere dermân ola

Âzâde fermân ola

Bayrâm o bayrâm ola


Lutfî’ye lutf u kerem

Dâhil-i bâb-ı harem

Dâima Allah direm

Bayrâm o bayrâm ola

11 Mart 2022 Cuma

“BATAN GEMİYİ, İLK ÖNCE FARELER TERK EDER!”,Abdullah Çağrı ELGÜN

“BATAN GEMİYİ, İLK ÖNCE FARELER TERK EDER!”

Abdullah Çağrı ELGÜN

İttifak:

“Yerli ve Millî” olanlara soyulduktan sonra, şimdi de: “Etnik kimliklerle siyaseti şekillendireceğim!..”  Diyenlere iktidarı teslim etmek üzeresiniz…

Ne demek, sn. Akşener?

Adnan Menderes de senin gibi yaptı…

Etnik kimliği kaşıdı!..

NATO milliyetçiliği yaptı.

İMF’ye ekonomiyi teslim etti.

ABD’nin 6. FİLO Askerlerinin ülkede rezalet çıkarmasına seyirci kaldı!..

MARSHALL yardımı alarak ABD teslim oldu!..

ABD’nin Askerî Üstlerine ülkeyi pazarladı. Vatanın kanla alınmış topraklarına ABD Askerlerinin Aileleriyle gelip en güzel ve en özel topraklarında köyler kurmalarına izin verdi…

ABD ile yaptığı anlaşmalarla % 70 Tarım ülkesi olan Türkiye ve Türk halkına 43.6 Milyon Dolar bedel ödeterek “Tarımı Yok Etme Planını” ilk o devreye soktu!..

Tarım ülkesi Türkiye, bu anlaşma ile birlikte ABD’den tamamı ihraç fazlası olan: Buğday, Arpa, Mısır, Konserve, Sığır Eti (Nasıl kesildiği belli olmayan(!?..), Peynir, Süt Tozu, Soya Yağı, Don Yağı? (Domuz yağı olma ihtimali daha büyük (!?.) ) Sabun, …vb. gibi ürünler aldı. İşte o gün bu gündür, hep dışarıdan ithal ediyoruz.

ABD, Türkiye’de okul çocuklarına bayat gıdılar, bayat süt tozu dağıttırdı!.. Kenevire, Tütüne, Çaya kota uygulamaya zorladı. İlerleyen zamanda bu ürünleri de ektirmeyerek yasaklattırdı. Sonrasında GDO’lu, çekirdeksiz, tohumsuz ürünler çıktı!..  Zavallı köylümüze 70 dekar orman kadar oksijen sağlayan kenevir haya gitti. Ogün bugündür köylü bir karış toprağının kenarlarına, arkının başına bir iki tane kenevir ekse yaka paça tutulup götürülmektedir…

Türkiye’nin, 1946-1952 yılından itibaren: Askerî-finansal-kültürel-bürokratik-siyasî açılardan ABD hegemonyası altına sokulması “Menderes Dönemi’nin” mirasıdır!..

Hani, siz vatanperverdiniz?

Hani, siz Milliyetçiydiniz?

Sizin milliyetçiliğiniz, IMF Milliyetçiliği!

Sizin milliyetçiliğiniz, NATO milliyetçiliği,

Sizin milliyetçiliğiniz, ABD Milliyetçiliği…

Siz de mi ülkeyi ABD, NATO, İMF’ye teslim edeceksiniz?

“Etnik kimliklerle siyaseti şekillendireceğim?..”  Ne demek, sn. Akşener?

Başbakan olunca: Sizde mi Menderes’in:

Said’i Nursî, Nur Cemaati, Tarikat, Cemaat, Şeyh, Şıhları kılavuz edindiği…

Erdoğan’ın: Açılım Saçılım; İmralı, Olso, Kandil, Dolmabahçe, Habur yolunu mu takip edeceksiniz?.. Ülkeyi otuz altı (36) etnik guruba ayırma, eyaletlere bölme planınız mı var?

Sizin: “Demokratik Parlamenter Sisteme dönüş!” sözünüz bu mu?

“Bambaşka 3. Cumhuriyet!..” ile ne kastediliyor?

Öyleyse sizinle vatan savunulamaz! Sizinle vatan perverlerin yolu ayrılmıştır!.. En meşakkatli günlerde yol arkadaşlığı yaptığınız bilim adamları ve Ülkücü Duayenlerin büyük bölümü sizin yanlışlarınızı görüp ayrılmamışlar mıydı?.. Ne kadar haklı oldukları şimdi daha iyi anlaşılıyor…

Makamdaki müdürünüz, sekreteriniz, güvenlik görevlilerinizden vekiller dahi sizin talimatınızla içeri alınmıyor… Sizde parti içi demokrasisi rafa kaldırılmış… Sizde de “Tek Adam” yönetimine özenti mi var?.. Demir parmaklıklara beraber yapıştığınız, sıcaktan ve kalabalık etkisinde, kan ter içinde kalmış yol arkadaşlarınız ile saat 17.00’ye kadar savcı kararı beklediğiniz kurucu üyelerin, haberi dahi olmadan kararlar alıyorsunuz!.. Yanlış seçim taktikleriniz ve yanlış aday atamalarınız ile hata üzerine hata yapmaya devam ediyor, sürekli kaybediyorsunuz… 

“Vefa”yı sadece İstanbul’da bir semtin adı olarak mı hatırlıyorsunuz? 

(Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU, Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ ve Nevzat BOR, Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ, İsmail GONCUK, Emekli Tuğgeneral Ali AYDIN (Yörük Ali Paşa), Gültekin UYSAL, Hayati ARKAZ, Fatih Mehmet ŞEKER, Tamer AKKAL, İsmail OK, Tuba Vural ÇOKAL…vb.) sizi, niçin “Yol Arkadaşı” olarak kabul etmediler?..

Hâlâ yanlışta ısrarcı mısınız?..

“Başbakan olacağım!” diyorsunuz. Başbakan olunca da mı bunu yapacaksınız?..

CHP’ye buradan sesleniyoruz:

Bütün Partiler bir araya getirilmelidir; ancak Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin ilkelerine ve Parlamenter sisteme dönülmelidir!.. Zaten bütün partiler şartsız bir araya gelmişse, ülkede yangın çok büyük demektir!.. Şart ileri sürenler bu “İttifak”ın dışında kalmalıdır!..

 “Milli hudutlar dâhilinde vatan bir bütündür! Vatanın çeşitli kısımları birbirinden ayrılamaz!” ve “Etnik unsurlara, azınlıklara, siyasî egemenliğimizi ve sosyal dengemizi bozacak statü ve ayrıcalıklar verilemez!..”,

“İstiklâl Marşında ayağa kalmayanlar,

TC. silenler,

Andımızı kaldıranlar,

ABD vatandaşlarını Meclise taşıyıp devlette görev verenler,

Teröristlerin Anıtlarını Diktirenler,

Diyarbakır’da Apo Posterleri altında Apo’nun Mektubu Okuyanlar,

Seçimde almak istedikleri oy için, TRT’de ÖCALAN’nı konuşturanlar.

Keşke Yunan Kazansaydı diyen meczuplar,

Türk’e ve Türklüğe karşı olanlar,

Kurtuluş Savaşına karşı çıkanlar,

Türk olmaktan kurtulduk diyenler,

İzmir Marşı’nı duyunca irkilenler,

İstiklâl Marşı’nın okunuşunda oturanlar,

İşgal Kuvvetleriyle iş birliği yapanlara itibarlarını iade edip, adlarını Devlet kurumlarına vererek, Konferanslar, Anma Günleri düzenleyip, kitap, broşür ve albüm çıkartanlar, bu “İttifak” ta yer alamazlar.…

“Kurucu İradeye”, “Cumhuriyetin Kuruluş Felsefesine” karşı çıkmadıklarını yazılı veya sözlü beyan eden kim olursa olsun, ittifak içerisinde yer almalıdır. Gayrısı “İttifak” ın dışındadırlar…

Parlamento da temsil edilen on üç (13) parti ve bunun dışında seçime girebilecek şartları tamamlamış on bir (11) ile birlikte yirmi dörttür (24). Bunun üçü (3) Cumhur İttifakında yer aldıklarına göre, geriye kalan yirmi bir (21) parti ile hiçbir şart öne sürülmeden ittifakta birleşilmelidir.

BBP, MHP, AKP de seçim kazanılıp icraata başladıktan sonra, görüşülecek ve diyalog kurulacak partiler içerisinde olacak ve bundan sonra da hiç parti ayırımı yapılmayacaktır!..

“Seçim Barajı” tamamen kalkmalıdır! Millet vekili için belirlenecek en küçük il nüfusu dikkate alınarak, bir rakam (Seçmen Sayısı) belirlenecek, bu oy sayısını tutturanlar, Millet Vekili seçilebilecektir. Partilere göre Millet Vekili dağılımı, en yüksek oy almış partilerden başlanarak sırasıyla “Millet Vekili Sayısı” dağılacaktır. Millet Vekili sayısı 100-150’ kişi sayılarından birine veya daha aza indirilmelidir. Nüfusu 500. binin altında olan illerin bölünüp parçalanmasını önlemek için teşkilatlı ilçe olarak varlıklarını sürdürmelidirler. Nüfusu 25.binin üstünde olanlar Nahiye, altında kalanlar kasaba, 10 binin altında kalanlar da köy olarak adlandırılmalıdırlar.

“Batan Gemiyi, İlk Önce Fareler Terk Eder!”:

Memleketin neyi varsa “Özelleştirme” adı altında yok fiyatına satıldı. Şimdi AKP’nin zenginleştirdikleri mal mülk, DOLAR ve EURO Baronları, basın ve yayında: “Saray’ın beşli çetesi!” olarak adlandırılan bu şirket çeteleri, paralarını, üç yıldır sürekli yurtdışına kaçırıyorlar; fakat kaçırma işlemi hâlâ bitmiyor. Önce paralar, sonra da kendileri gitmek için düğmeye bastılar.

Almanya, İngiltere ve Hollanda; ABD, Kanada, Yunanistan, Arnavutluk, Karadağ,  AKP li zenginlerin EURO ve DOLARLARINI uçaklarla, kayıt dışı olarak kaçırıp, aktardıkları ülkeler arasında yer alıyor:

Mehmet CENGİZ (Of Şortlu Cengiz), Emrullah TURAN, İbrahim ÇEÇEN, Remzi GÜR, Mustafa Latif TOPBAŞ, Mustafa ALBAYRAK, Yıldırım DEMİRÖREN, Ethem SANCAK, Turgay DİNER, Ahmet ÇALIK, Fettah TANİNCE, Ali AĞAOĞLU…vb. Ülkeyi terk eden milyonerlerin sayısı bin (1.000) kişiyi aşmıştı… Bugün ise bu sayı on bin kişiye ulaştı!..

Bunların hepsi Türkiye’de kazandıkları paralarla, yabancı ülkelerde yatırım yapıyor, arsa ve büyük binalar alıyorlar…  Bu arada kimilerinin paraları, % 20 komisyon alarak yurt dışına götürmek üzere teslim ettikleri firmalar tarafından, gasp edilip, üzerine oturuluyor; fakat bunları gıkı çıkmıyor, şikayette de bulunamıyorlar; çünkü götürülen bu dövizler kayıt dışı…

Türkiye’de vergi kaçıran ve otuz kez, vergi borcu silinen ve milletin anasına küfreden Mehmet Cengiz (Cengiz Holding, Cengiz İnşaat); Limak Grup (Nihat ÖZDEMİR); Çalık Holding (Ahmet ÇALIK), Sancak Grubu (Ethem SANCAK), Torunlar Grup (Aziz TORUN); batırılan Türkiye Gemisinden kaçan en uçtaki kimseler olarak biliniyor.

Reis, kaynağı belli olmayan körfez ülkelerinden, para bulma ve para getirme gayretine düşmüşken bu şirketler, milletin kanını emerek milletin sırtından kazandıkları (Gelir Garantili Hastane, Gelir Garantili Otoyol, çoğu vatandaşın hiç geçmediği Gelir Garantili Tünel, …vb.) döviz türündeki paraları, yurt dışına kaçırıyorlar. Banklarda Döviz rezervi boşalınca, Türkiye’nin Ekonomi Gemisi de hayliyle çöküyor.

Kısaca, kaçan kaçana! Derken hafızamızda kalan bir ata sözünü hatırlamadan edemiyoruz:

“Batan gemiyi ilk önce, fareler terk eder!”

İfşa, İtiraflar:

Medyaya yansıyan haberlere göre: Kamuda hiçbir yetki ve görevi olmadığı halde, Devletin bütün kilit kurumlarına en kritik personel alımlarının Halim Hoca, denilen ve Ankara/Altındağ Hamamönü’nde iştigal eden bu kişi tarafından yapıldığı açıklanıyor.

Adalar Belediyesinde yaşanan hadiseden sonra, ERT Sistemi, Veri Tabanından sızdırılan bilgilerin bir kısmını, gazeteci Metin CİHAN yayınlamış ve Cevheri GÜVEN de konuyu videolarında anlatmış!..

Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA)’ın bütün arşivi sızdırılmış... Devletin bütün kilit Kurumlarına A Grubu kadrolarına, “Personel Alımlarının” Bilâl ERDOĞAN’ın kurduğu, TÜGVA’nın listelerinden atandığı ortaya çıktı: Mit, Emniyet, Yargı, Sayıştay ve Sayıştay Denetimleri ile kilit noktalara TÜGVA listelerinden atamalar yapılmış!..  Bu Kuruluşun bütün masrafları “Hayır Yapıyor” gibi gösterilip, “Devlet Kesesinden” karşılandığı da sızdırılan belge ve bilgilerden anlaşılıyor.

Ayrıca SADAT adlı kuruluşun, Türk Silahlı Kuvvetlerine, Harp Okuluna, dört (4) boyunca Subay alımı yaptığı belirtiliyor…

SADAT: 28 Şubat 2012 tarihinde emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi ve 23 emekli subay ve astsubay tarafından kuruldu. Şirketin kuruluş içeriğinde, uluslararası alanda askeri ve iç eğitim, savunma danışmanlığı ve mühimmat alımı gibi tanımlar yer alıyor…

15 Temmuz’dan sonra, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Personelinden olmayan personel tarafından, dört (4) yıl boyunca “Askeri Öğrenci” aldık diye itirafta bulunuyorlar!..  Eskiden Askerî Öğrenciler: Askerî Ortaokul, Askerî Lise, Askerî Harp Akademisinden gelirken, bugün Siyasal İslâmcıların İdeolojileri doğrultusunda SADAT’tan ve doğrudan doğruya sivillerden ayrıca alımlar da siviller tarafından yapılmaktadır. (SADAT: Uluslararası Savunma, Danışmanlık, İnşaat, Sanayi ve Ticaret A.Ş. veya SADAT A.Ş., Türkiye merkezli, bir askeri danışmanlık şirketidir.)

Anlaşılıyor ki bu görüştekiler: 1923’te Atatürk Cumhuriyeti tarafından kaldırılmış olan “Kitab ı Şerike” bölümünde yer alan köleliği, yeniden diriltme çabası içerisindeler; çünkü köle: Bir efendisi olan kimse değildir; aksine gerçek köleler, artık bir efendisiz yaşayamayacak olanlardır!..” Bu bilgi ve belgeler bize: “Erdoğan Rejimi”nin nasıl işletildiğini, ülke kaynaklarının ve devletin içinin nasıl boşaltıldığını bütün çıplaklığı ile ortaya seriyor!..

Geçmişte, Padişahların da: Valide Sultanlar, Haseki Sultanlar, Gözdeler, Cariyeler ve Köleleri vardı!.. Köle Alıp Satılır, Cariye Edinilirdi. Nisa Suresi 5. Ayeti var!.. Abdülmecit Dönemindeki Yenileşme Dönemi (Islahat) Tanzimat Fermanı ile bu sistemin kaldırılması istenmişse de kaldırmak köle tacirleri ve bu işten ekmek yiyen menfaat şebekeleri “Köleliğin” kaldırılmasına karşı çıktıkları için bu sistemi kaldırmak mümkün olmamıştır!

“Hür bir kadınla evlenemiyorsanız, gidin cariye satın alın” denirdi!..  “Şer i şerife karşı mı çıkıyorsunuz. Kuran’ı Kerimde bunun yeri var!.. Köleliği kaldıramazsınız...”diyerek karşı korlardı.

Atatürk bunu Saltanat ile birlikte kaldırırken de yine Müslümanların bir kısmı ve köle satarak menfaat temin eden Köle Tacirleri, kanunun çıkmasına isyan ettiler…

Anlaşılıyor ki: “Cumhur Başkanlığı Hükümet Sisteminde” geriye özlem ve dönüş var! Geriye dönüş için örgütlenme, gizlice organize, kadrolaşma ve bu kadroların zenginleştirilmesiyle, gücü ellerinde bulundurma ve devletin dönüştürme iştiyakı var!..

Bu şirketlerin Türkiye’de zenginleşip Türkiye’den yabancı devletlere uçaklar dolusu para kaçırmaları, Türkiye’yi fakirleştiriyor. Dövizde sıkıntı oluşturuyor.

Hükümet: Vatandaşın yastık altı dövizine ve altınına göz dikti. İBAN Numarası ile para istiyor!.. Kimden? Tabii en büyük ve hazır kaynak olan vatandaştan…

Şirketler zam üstüne zam yapıyor. Elektrik, Su, Gaz ve temel gıda maddelerinde yüzde 500 artışları görenler ürünler var!.. Bunlardaki fiyatlar vatandaşı çaresiz bıraktı!.. Bugün Motorin 26.TL. 25.TL. Mazot ile gittiğimiz 80 Km köyünüze, ilçenize 350-400.TL ödemek durumunda kalıyorsunuz.

Evelenecek çocuğunuza düğün yapmayın. Akraba, eş dostta altın çeyrek altın, yarım altın, tam altın takmak da nedir?..  Bir şey götürmeyin!.. Hatta kesinlikle bu düğünlerde gözükmeyin!

Kısaca size memleketinize gitmeyin, akrabalarınızla görüşmeyin, hediye almayın, yiyecek içeceklerinizi paylaşmayın. Hata mümkünse hiç görüşmeyin. İkram ve hediyeleşmeyi bırakın mı diyorsunuz?.. İyiye gitmiyoruz Usta, diyerek hatırlatmaktan başkaca, yakın çevrelerin yapacağı işler de olmalı!..

Vatandaş sıfırı tüketti. Niçin otuz kez vergisini sıfırladığınız holdinglerden, şirketlerden döviz isteyemiyorsunuz?..

Bu aşırı kazanç elde eden holdingler, iktidar değişirse haksız kazançlarının hesabını vermek durumunda kalacaklarından büyük korkuya kapıldılar… Bu şirketler üç yıldır, döviz ve altın cinsinden birikimlerini özel jetler, tırlar, lüks yadlar ve gemilerle komisyonla peyder pey, yurt dışına çıkarıyorlar!.. Paralarını çıkarmak isterken dolandırılmak da cabası; fakat polise de gidemiyorlar.

Koç ve Sabancı Ailelerini zenginlikte geride bırakan Binali YILDIRIM’ın Hollanda’daki servetinin 26.Milyar DOLAR olduğunu Hollandalıların açıklamalarından öğreniyoruz!... Demirören, Ziraat Bankasından aldığı 750. milyonu ödemedi.  Ağaoğlu Almanya’dan gayrimenkul aldı?.. Ethem Sancak’ın, Türkiye’den, Almanya’ya kaçırdığı para miktarı bilinmiyor!..

Turan ÇÖMEZ: “Türkiye ağır bir ekonomik krizden geçerken, Türkiye’den beslenen yandaş iş adamlarının firmaların, yurt dışına kaçırılan döviz miktarının sınırı belli değil!..” diye açıklamalarda bulunuyor.

Erdoğan, Türkiye’de elde edilmiş bu haksız kazançları kaçıranlara, şöyle seslendi:

“Bazı iş adamlarının varlıklarını yurt dışına çıkardığı tezviratları yapılıyor. Böyle bir şey varsa, izahı makul olamaz! Yurt dışına para kaçırmaya tevessül edenleri affetmeyiz!.." ifadelerini kullandı.

KAYNAKLAR:

1. https://www.birgun.net/haber/yuru-ya-kulum-denen-6-sirket-104583

2.https://www.google.com/search?q=AKP%27nin+korudu+be%C5%9F+%C5%9Firket+adlar%C4%B1&oq=AKP%27nin+korudu+be%C5%9F+%C5%9Firket+adlar%C4%B1&aqs=chrome..69i57j33i10i160l2.13491j0j4&sourceid=chrome&ie=UTF-8

3.https://www.google.com/search?q=%C4%B0Y%C4%B0+PART%C4%B0DEN+ayr%C4%B1lan+b%C3%BCt%C3%BCn+vekiller+ve+di%C4%9Ferleri%3F&oq=%C4%B0Y%C4%B0+PART%C4%B0DEN+ayr%C4%B1lan+b%C3%BCt%C3%BCn+vekiller+ve+di%C4%9Ferleri%3F&aqs=chrome..69i57j33i10i160l2.19375j0j4&sourceid=chrome&ie=UTF-8

4.https://www.google.com/search?q=AKP+G%C3%B6%C3%A7%C3%BC+ba%C5%9Flad%C4%B1%3F&oq=AKP+G%C3%B6%C3%A7%C3%BC+ba%C5%9Flad%C4%B1%3F&aqs=chrome..69i57j33i160.8035j0j4&sourceid=chrome&ie=UTF-8

5. https://www.youtube.com/watch?v=qISzsqbwDP8

6. https://haber.sol.org.tr/toplum/iste-akpnin-seckin-sirketleri-yandas-insaat-sirketlerine-3278-milyar-liralik-ihale-277292

7. https://tr.euronews.com/2021/06/18/sadat-nedir-neden-kuruldu-ve-faaliyetleri-neler

16 Kasım 2021 Salı

KAVALA OLAYI, SON OLSUN! Abdullah Çağrı ELGÜN

KAVALA OLAYI, SON OLSUN!

Abdullah Çağrı ELGÜN

Terkib-i Bend -Ziya Paşa


Ziya Paşa
(Tanzimat Dönemi Sanatçısı)

Pek rengine aldanma felek eski felektir.
Zîrâ feleğin meşreb-i nâ-sâzı dönektir!..

 

Yâ bister-i kemhada ya viranede can ver.
Çün bay u gedâ hâke beraber girecektir.

 

Allah`a sığın şahsı halimin gazabından.
Zîrâ yumuşak huylu atın çiftesi pektir…

 

Yakdı nice canlar o nezâketle tebessüm.
Şîrin dahi kasdetmesi cana gülerektir!..

 

Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma?
Zer-dûz palan ursan eşek yine eşektir!..

 

Bed-mâye olan anlaşılır meclis-i meyde.
İşret güher-i âdemi temyize mihektir.

 

Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir,
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir!..

 

Nâ-danlar eder sohbeti nâ-danla telezzüz.
Dîvânelerin hem-demi dîvâne gerektir!..

 

Afv ile mübeşşer midir ashâb-ı merâtib.
Kânûn-ı ceza âcize mi hâs demektir.

 

Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efrâz.
Birkaç kuruşu mürtekibin câyı kürektir…

 

Îmân ile din akçadır erbâb-ı gınâda.
Nâmus u hamiyyet sözü, kaldı fukarada…

Osman KAVALA Olayı

İstiklâlimiz ve İstikbalimizi tehlikeye açık bırakmak akla ve mantığa uymaz! Kavala Hadisesi Uluslararası bir Problem haline geldi… Avrupa Devletleri’nin Elçilerinin ülkeden kovulması ve istenmeyen Adam ilan edilmeleri ile “Güçlü ve Otoriter Devlet” olduğumuz da ortaya çıktı!..

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde bürokratların: “Ne şiş yansın ne kebap!” mantığı ile hareket ettiği, mevcut kanunlara göre değil, “Aman yukarıdaki ne der?” siyasetçi korkusu ile insiyatif kullanamadığı da açıkça görüldü!..

Adaletin işlemediği, yolsuzluklara engel olunamadığı, enflasyonun düşürülemediği, işsizler ordusuna üniversitelerini yeni bitirmiş aydın ve dinamik geçlerin katıldığı, öğretmen, doktor, hemşire, İmam; ve EYTlilere vaad edilen sözlerin sürekli olarak ertelendiği, TL'nin değeri düşerek son birkaç yılda 1.TL’nin 12 EURO; 1, Dolar’ın 10.TL’yi geçtiği, halkın alım gücü yok olduğu döneme girilmiştir…

Halk kendisine yüklenen ÖTV, KDV, Gelir vergileriyle bunalmıştır. Elektrik, Gaz ve Suyun neredeyse bedava olduğu çoğu ülkelere bakıldığında, Türk Halkı yolunacak kaz olarak görülmüştür.

Dövize bağlanarak halkın sırtından soyulan gömleğin, iç çamaşırın vergileriyle ödenen “Gelir Garantili” yatırımlar toplumun büyük kesimini felç etmiş belini bükmüştür!..

“Göçmenler” meselesi ayrı bir yaradır. “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” çökmüştür! Acil olarak eski siteme dönüş bir elzemdir.

Türk Halkının üstüne üstüne gidilmektedir. Bu ise halkı huzursuzluğa, kargaşaya ve her an patlayacak bir bombaya dönüştürmüştür! Hükümet bunu mu istenmektedir?.. Maksat nedir?..

“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ile işlerin daha hızlı ve pratik çözüleceği düşünülürken, bugün tam çıkmaza girdiği ve yürütülemediği; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminden çark ederek Sistemin eski rotasına döndürülmesinin kaçınılmaz ve elzem olduğu ortadadır.

Yurda Yerleşen Göçmenler Kırizi

Hiç şüphesiz Türkiye ne II. Mustafa (1695-1703 zamanında 1699 Karlofça Antlaşması ile başlayan Gerileme Devrinin Yönetimi ne de Hasta Adam ilan edildiği III. Selim (1789-1807) ile başlayan günlerdeki gibi arızalı değildir!.. Bununla birlikte 2013’te yaşanan Büyükelçilerin karşılıklı olarak istenmeyen adam ilan edildiği dönemin Faturasına bakarak, gelecekte çıkabilecek Faturayı ödeyip ödeyememe gücümüzü hesap edebiliriz. Rusya’nın düşürülen uçak Krizini unutmak ise büyük gaflet olur…

ABD’nin Papazı’nı derhal hapisten alıp serbest bıraktığınız gibi kuyruk dik durmamaktadır… Kavala’nın derhal serbest bırakılmasını isteyen on (10) ülkenin Büyük Elçilerinin: ABD, Fransa, Almanya, Hollanda, İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka, Kanada ve Yeni Zelanda diplomasi kaidelerinden uzak mektubu, tam bir efelenme, kabadayılıktır!.. Bu mektubu Devletlerinden izinsiz, irtibatsız, Büyük Elçiler kaleme alabilir mi?

Mümkün değil!

O zaman bu devletlerin başkanlarının istişare ile “ortak” bir bildirisidir.

Öyleyse?..

Susup bekleyecek miydik?

Elbette hayır!..

Millî haysiyetimize yakışan cevap verilecek; ama bütün ipleri kopararak olmamalı… Diplomasi, ve arabuluculuk motoru çalıştırılmalı idi. Hâlâ bu konuda diplomatik ikna yönteminden vaz geçilemez!..

Gereken cevap muhataplarca alınmıştır; ancak Batı bunu: yeyip içip, yutmayacaktır!..

Avrupa’da beş (5) hatta 6-7 milyon aktif çalışan ve iş yeri sahibi olmuş insanlarımız var! Diplomatik çözümleri geri ardı ederek Avrupa’nın bizden bekledikleri ve bizim Avrupa’dan taleplerimizi gözardı ederek bunca kazanımlarımızı heba edemeyiz… Her iki tarafın da birbirlerine ihtiyacı var!..

Avrupa bu olay üzerine bizim yaptığımızın aynısını yapabilir mi?..

İçeride ve dışarıda bunca problemle boğuşurken bir de Avrupa ile kapışmak aklı ve mantığı bir kenara bırakmak olur!..

Bugün özellikle Suriye, sonra İran, Irak, Göçmenleri ve Afganistan hatta yarın Çin’den gelebilecek Uygur Göçmenleri Türkiye’nin kırılgan ekonomisi hesaplanınca, zarar ve kârın hesaplaması yerinde olacaktır.  

Ayrıca siyasî, Diplomatik bir araç varken, bütün bu çıkmazlara ve bataklığa saplanıp kalamayız. Bu işi halletmenin başka başka yolları da var!.. Onları A,B,C Planları gereğince aranmalıyız.

En büyük temennimiz: Kavala olayı son olsun!

İki Dönemdir Seçim vaadleri ile halka verilmiş olan sözler ERTELEMEDEN tez vakitte yerine getirilsin!

Bütün ülke halkı için kalıcı çözümler getirecek:

TAHSİL YILLARI, ÖNCELİK SIRASI, MESLEK RİSKLER, KARİYER, YABANCI DİL BİLME, HİZMET YILLARI, DENEY ve TECRÜBE, ÜNVANLARIN VERİLMESİ, (adama göre iş değil; işe göre adam) kıstasına göre Kurumların kendi yapacağı sınavlar ile işe alım ve atama modeli ile yerinde tesbit, “Geçinebilme Standarttı ile başlayan ve artarak devam eden ücret” açısından değerlendirilmelidir…

25 Nisan 2020 Cumartesi

YÜZÜNCÜ (100) YILI KUTLARKEN,Abdullah Çağrı ELGÜN

YÜZÜNCÜ (100) YILI KUTLARKEN
Abdullah Çağrı ELGÜN
“Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?” 
Büyük Selçuklulardan sonra kurulan Osmanlı İmparatorluğunun “Hasta Adam” ilan edilerek ve yıkılışından sonra kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisinin Açılışı ve 23 Nisan Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramının Yüzüncü (100) Yılına ulaşmış olmasının sevinç ve coşkusunu yaşıyoruz. Gururluyuz, muyluyuz! Bu kutlamaları “Korana Virüs” sebebiyle evlerimizde yapmış olmaktan, kırık ve buruğuz…
Bugünlere nasıl geldik? Birinci dünya Savaşı niçin başladı? Sorusunun cevabına gelindiğinde, birçok sebep sıralanabilmekle birlikte, en önemli sebepler şunlardı:
Büyük Biritanya adı ile anlan İngiltere, kabına sığmıyor ve yeni sömürge devletler ararken karşısında, Büyük Cermen İmparatorluğu, Almanya da aynı hayalle yanıp tutuşmakta ve aralarında müthiş bir rekabet yaşanmaktadır. Fransızlar ise “Alsas-Loren” adıyla bilinen bölgeyi, Almanlar’ın elinden alabilmek için fırsat kollamaktadırlar…
Fransa’da 1789 İhtilâli’nden sonra baş gösteren “Vatan, Millet, Milliyetçilik ve Hürriyet” düşünceleri ve bu akımın, koloni milletler arasında hızla yayılışı, büyük devletlerin yeni sömürge ve ham madde arayışları, Rusya ve Avusturya - Macaristan İmparatorluklarının, Osmanlının kısa bir süre önce terketmek zorunda kaldığı topraklardaki bağımsız; fakat güçsüz devletçiklerin, güçlü devletler tarafından ele geçirilmek istenmesi sebebiyle gizliden yapılan çıkar çatışmaları ve Ruslar’ın ezelî ve ebedî  hayali Osmanlı İmparatorluk Türkiyesi’nin topraklarına sahiplenerek sıcak denizlere inme (Akdeniz) arzusu…
Osmanlı Türkiyesi içinde yaşayan halkların 1789 Fransız İhtilâli ile “Vatan, Millet, Milliyetçilik ve Hürriyet” düşüncelerinin büyüsüne kapılarak taraftar toplaması… Azınlıkların İmparatorluklar içerisinde, sürekli dile getirdikleri: “Vatan, Millet, Millyetçilik, Hürriyet” duygu ve düşünceleri, rakip ve düşman devletler tarafından kaşınarak eylemlere, baskınlara, baş kaldırmalara ve isyanlara dönüştürüldü. Osmanlı Türkiyesi “Hasta Adam”a dönüştürüldükten sonra, yıkılarak bağımsız, birçok küçük devletçiklerin ortaya çıkarılmasıyla, her karış toprağı bir bir işgal edilip el konularak, parça parça paylaşıldı… İşte, kokoca İmparatorluk Türkiyesi’nden (Osmanlı) düşman çizmeleri altından kurtarılabilen topraklarda, yaşama hakkı elde edebilmek için mücadele vermiş, ölümleri göze alabilmiş bir avuç kahraman vatanseverlerin, kendi adlarıyla kurdukları devlet, Türkiye Cumhuriyeti’dir…
Birbirleriyle rekabet eden imparatorluklar arasında savaş başlamıştı. Bu savaşta Büyük Cermen (Alman) İmparatorluğu diğerlerine göre kazanma açısında daha şanslı gözüküyordu. Osmanlı İmparatorluğu ise iç kargaşa ve savaşlardan zaten bıkmış, daha dün Berlin Anlaşması (13 Temmuz 1878) ile neredeyse topraklarının yarısını kaybetmişti… Bu sebeple hem savaşmak için gücü yok hem de yeni çıktığı yenilgiler ve iç karışıklıklar sebebiyle yorgun ve bitkindi…
Galip olacak ittifaklardan birine dahil olabilirse, kaybettiği topraklara yeniden kavuşma şansı vardı. Bunun için Lider İngiltere’ye baş vurdu ise de “İtilaf Devletleri” safında yer alamadı. Bu sebeple “seferberlik “ilan ederek tarafsız olduğunu dünyaya ilan ediyordu… Bunun için savaş dışında kalmayı yeğliyordu; fakat ittifak ve itilaf devletlerinin sayıları her geçen gün artıyordu.
Almanlar, daha önceden Enver ve Talat Paşalara birlikte olmayı teklif etmişlerdi… Osmanlıyı yanlarına almak için değişik manevralar yapılıyordu. Bu arada Osmanlının İngilizler’e sipariş ettiği parası ödenmiş iki zırhlıyı “Reşadiye ve Sultan Osman” zırhlılarını getirmek için mürettebat İngiltere’ye varmıştı; fakat İngiltere parası ödenmiş ve yola çıkmağa hazır, bu zırhlıları Osmanlılara “Ulusal Güvenlik Sebebiyle” veremeyeceğini duyurdu. Bu arada İtilaf Devletleri’nin Donanması Sicilya açıklarından beri kovaladığı Breslau ve Goeben Zırhlıları’nın Çanakkale Boğazın’dan geçerek Marmara Denizi’ne sığınıyordu!..  Gemilerin geçişinden sonra Çanakkale boğazı kapatılıyor ve Osmanlı Devleti bu iki Alman Gemisini satın aldığını duyurarak gönderlerine Osmanlı Bayrağı çekiyordu… Daha yeni otuz altı (36) yıl önce “1877-1878” (Doksan Üç Harbi) çıktığı savaşlarda topraklarının neredeyse yarısını kaybetmiş olan Osmanlı İmparatorluk Türkiyesi, yorgun ve güçsüz, olarak Almanlar’ın yanında “İttifak Devletleri” safında yer alarak devlerin savaştığı takımlarda yerini alıyordu…
İttifak Devletleri: Cermen İmparatorluğu (Almanya), Avusturya, Macaristan, Bulgaristan ve Kokoca İmparatorluk Türkiyesi de kaybolan topraklara yeniden kavuşmak ve esarette olan kardeşlerini kurtarmak ümidiyle bu savaşa katılmaktaydı… Bu savaş, o güne kadar, dünyanın görmediği bir savaştı…
İtilaf Devletleri lideri İngiltere Birleşik Krallık ve İrlanda idi.  Avusturya (4 Ağustos 1914), yanına kattığı Fransa Cumhuriyeti ve Katılan Sömürge Güçleri (2 Ağustos 1914), Rus İmparatorluğu (1 Ağustos 1914), Amerika Birleşik Devletleri (6 Nisan 1917), Sırp Kırallığı (29 Temmuz 1914) , Güney Afrika, Hindistan, Yeni Zelanda (Nevfouland), Kanada, Karadağ Kırallığı (5 Ağustos 1914), Japonya Kıralığı (23 Ağustos 1914), İtalya Kırallığı (23 Mayıs 1915), Portekiz (9 Mart 1916), Romanya Kırallığı ( 27nEkim 1916), Yunanistan (27 Haziran 1917), Rusya: “1917 Bolşevik İhtilâli” ile birlikte İtilaf Devletleri Gurubundan ayrılarak savaştan çekildi;
İtalya ise İngiltere’nin isteğiyle İttifak Devletleri Gurubundan İtilaf Devletleri tarafına geçti; fakat İtilaf Devletleri’ne bundan başka katılanlar da oldu:
Liberya (4 Ağustos 1914); San Marino (3Haziran1915), Çin Cumhuriyeti(14 Mart 1917), Küba (7 Nisan 1917); Panama (7 Nisan 1917), Brezilya (11Nisan 1917), Bolivya (13 Nisan 1917), Taylant (22 temmuz 1917); Kosta Rika (21 Eylül1917), Peru (6 Ekim1917), Uruguay (7 Ekim 1917), Ekvator (8Aralık 1917), Guatemala (23 Nisan 1918), Nikaragua (8 Mayıs 1918), Haiti (12 Temmuz 1918), Honduras (19 temmuz 1918), Ermenistan (1918), Çekoslovakya (1918), Andora, Lamaika, Dominik Cumhuriyetleri olmak üzere onlarca devlet bu savaşta yer almıştı… Bu devletlerin (1914-1918) yılları arasındaki Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri ve yardımcı kuvvetleri olmak üzere toplam asker sayısı tahminen ve bunların sadece bir kısmı savaşan askerlerdir:
Rus Çarlığı : 13.000.000, Büyük Biritanya İmparatorluğu: 9.904.500, Avusturya: 300.000, Kanada: 619.632, Hindistan: 161.000, Yeni Zelanda: 100.000, Fransa: 8.410.000, İtalya: 5.615.000, ABD: 4.355.000, Romanya:750.000, Sırbistan: 707.000, Yunanistan: 300.000, Belçika: 267.000, Portekiz:100.000, Karadağ: 50.000 Asker olmak üzere İtilaf Devletleri Toplamında: 42.569.436 Asker cephelerde savaş halindeydi…
İttifak Devletleri ise: Almanya (11.000.0009 Avuturya-Macaraistan (7.800.000), İtalya ve Osmanlı İmparatorluğu (2.900.000), Bulgaristan (1.200.000) bulunuyordu; fakat savaşın başlamasıyla birlikte İtalya (27 Aralık 2018) İtilaf Devletleri gurubuna geçmiştir… İttifak Devletleri Toplamında ise: (22.900.000) olmak üzere (65.469.436) asker çeşitli cephelerde savaş halindeydi. O güne kadar, dünyanın hiçbir yerinde böylesine dev güçler, karşı karşıya gelmemiş, böyle bir insan seli görülmemiş ve böyle bir savaş hiç olmamıştı…
Savaş sırasında Osmanlı İmparatorluğu, Alman İmparatorlu ve Rus İmparatorluklarının parçalanacağı ve her devletin büyük topraklar kapacağı düşüncesi yerleşince, yeni katılımlarla, İtilaf Devletleri Grubu iyice genişleyip güçlendi.
“İtilaf Devletleri” savaşı kazanınca “İttifak Devletleri” topraklarını işgâl ettiler.  Başta Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu olmak üzere işgâle uğramış topraklarda işkenceler, katliamlar, kanlı çatışmalar ve vahşice ölümler; yangınlar; acı gözyaşı; açlık, sefalet ve mecburî göçler başladı… 
Osmanlının içerisinde yaşayan Latin, Slav, İtalyan, Bulgar, Ermeni, Yahudi, Arap, Fars, …vb. soyundan grupların “Milliyetçilik” duyguları kabarmış, “Hürriyet ve İstiklâl Aşkı” bu azınlık gruplar arasında patlayan ve hiç bir türlü söndürülemeyen volkana dönüşmüştü. Bunların akıl almaz, mantık kabul etmez baskınları, kendilerinden ve kendilerinden olmayan meskûn halka yaptıkları baskı, zulüm, işkence, isyan ve yöre halkını kuşatma altına almaları; dinmek, tükenmek bilmez istek, arzu, hatta ihtirasa dönüşmüştü… Bir taraftan Osmanlının her cephede yürüttüğü savaşlar belini bükerken, diğer tarafta da Osmanlı İmparatorluk Türkiyesi Topraklarında gözü olan yabancı devletlerin, içerideki ayrılıkçı hain gurupları kışkırtıp, isyana teşvik ederek silah, cephane ve para konusunda desteklemeleri ülkeyi daha da karıştırdı…
 İçeride asayiş bozulmuş, halk fakir, gençler askerde, vatandaş köyünde ekeceği biçeceği tarlasını, ekinini, mahsulünü kaldıracak ve hayvanlarını otlatacak genç bulamazken, azınlıkların başkaldırışları ve halka yaptığı baskılar bir tarafa; bir de asker kaçakları, eşkıya ve bozguncu çetelerin musallat olduğu kızlar, gelinler, köylüler ve meskûn halkın feryat ve figân ettiği çeteler ve eşkıya grubuyla uğraşmak durumunda kalıyordu… Osmanlı İmparatoluuğu Birinci Dünya Savaşında (28 Temmuz 1914) girerken, 1877-1878 (93) Harbi sonrası yapılmış olan, "Berlin Antlaşması (1876)" gereğince, terk etmek zorunda kalınan vatan topraklarının bir kısmı ve savaşmak zorunda kaldığı cepheler şöyleydi:
1) Kafkas Cephesi, 
2) Süveyş Kanalı Cephesi,
3) Hicaz ve Yemen Cephesi,
4) Irak Cephesi,
5) Suriye ve Filistin Cephesi,
6) Çanakkale Cephesi olmak üzere, altı (6) cephede birden savaşa girdi. Kaybedilen cephelerde ve savaşlarda:
"Bosna-Hersek imtiyazlı Vilayet haline gelmiş,
         Doğu Rumeli 
imtiyazlı Vilayet haline gelmiş,
Bulgaristan Prensliği Kurulmuş,
Kıbrıs Sancağı, İngiltere'ye kiraya verilmiş,
Niş Sancağı Sırbistan'a bırakılmış,
Teselya Sancağı Yunanistan'a (1881) bırakılmış,
Kars, Batum, Artvin, ve Ardahan Sancakları Rusya'da kalmış, 
Dobruca Sancağı, Romanya'ya bırakılmış,
Bunların dışında bir kaç Kaza da Karadağ'a bırakılmıştı...
Van'ın doğusundaki Kotur yöresi, İran'a verilmişti. İşte bu dönemde de Osmanlı tahtında II.Abdülhamit Han vardı. İşte bütün bunlar, bugün televizyonlara çıkıp Atatürk'e hiin diyebilecek kadar küçülen, alçalan bunamış hainlerin dedikleri gibi olmayıp, Atatürk henüz (Doum Tarihi: 19 Mayıs 1881) doğmadan yaklaşık dört (4) yıl önce gerçekleşmiş hadiselerdi...
1877-1878(93) Harbi'nde  görülen ve gerçekleşmiş hadiseler: "1876,Berlin Antlaşması" gereğince terk edilmek zorunda kalınan vatan topraklarının bir kısmıydı. 
1914 yılına gelindiğinde: Sarıkamış, Kars, Batum, Ardahan, Artvin şehirleri Rus Ordusu tarafından  otuz altı (36) yıldır işgal altındaydı... 
İngiltere, Fransa ve Rusya; Osmanlıyı sıkıştırma, baskı altına alma ve parçalama politikalarına devam ediyordu... Azınlıkları kışkırtarak. "Bağımsızlık, İstiklâl" konularında her türdeki yardımı yapıyor; silah, cephane ve paradan kaçınmıyordu...

“28 Temmuz 1914-1918” arasında gerçekleşen I. Dünya Savaşı’na gelindiğinde Anadolu’da dahi düşman işgaline uğramamış çok az bir yer kalmıştı…
İttifak Devletleri olarak savaşın kaybedilmesiyle birlikte başlayan ülke işgallerinden Osmanlı Türkiyesi de nasibini aldı… Düşman, Anadolu içlerine kadar girdi… Vatanın her karış toprağına bir bir el koydu!.. Kaybedilen savaşla birlikte, azınlıkların sevinçten ağızları kulaklarına varıyordu…  Bu fırsatı öteden beri kollayan azınlıklar, bağımsız devlet kurma arzusuyla dopdolu olduklarından, yabancıları ülkemize davet ediyorlar. İşgalleri tamamlama konusunda bunlara rehberlik ediyorlardı… Ülkemizi işgal etmiş yabancı güçler de azınlıkların ayrı devlet kurma isteklerini kamçılayıp, her türde “silah, cephane ve para” konusunda destek sunup, onları silahlandırmaları, arka çıkıp kollamaları, Osmanlı Türkiyesi’ne karşı ayaklandırmaları affedilir cinsten değildi…
Hak, Hukuk, Adalet, özellikle de “Hürriyet ve Milliyet Düşüncesi” ile yola çıkanları durdurmak ülkenin, İmparatorluk Türkiyesi’nin çöküşüne engel olmak için ortaya atılan “dört fikir” vardı:
1)      Osmanlıcılık: Bütün bu devlet ve eyaletleri yeniden organizasyonla Osmanlı içinde tutabilme…
2)               İslâmcılık: Farklı dinden olanların ayrılmasına bir şey demeyelim. Onları kendi hallerinde serbest bırakalım. Biz İslâm ülkelerini yanımızda tutarsak az bir zaiatla İmparatorluğu kurtarabiliriz…
3)     Türkçülük ve Milliyetçilik: Bu görüşü benimseyenler; artık bu devlet ve milletlerin Osmanlı İmparatorluk içinde kalmalarının imkân ve ihtimali kalmamıştır; öyleyse vatanperver kimselerden oluşturulacak Türk ve Milliyetçi her kim varsa, onlarla bir ve beraber olarak bir mücadele başlatalım ve vatandan geri kalan parçayı düşman çizmesi altından kurtaralım diyorlardı…
4)      Kimileri de tam bir ümitsizliğe kapılmış, Amerika veya İngilizlerin Mandalığında (Himayesinde) sömürge bir devlet” olarak kalmanın daha iyi ve uygun bir fikir
olduğunu savunuyorlardı…   
İşte vatanın kurtarılması için öne sürülen dört fikirden üçüncüsü olan “Türkçülük ve Milliyetçilik” kimi İmparatorluk fertlerince taraftarlık bularak, vatanını kurtarmak isteyenleri yan yana getirerek Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yolu açılıyordu…
Azınlıkların kışkırtılması ve bu başkaldırma isyan ve işgaller sonrasında bağımsızlık isteyen azınlıklar, imparatorluktan kopardıkları parçalarla birer birer devlet kurdular.
İşte bu üçüncü grup “Türkçülük ve Milliyetçilik” fikrini benimseyenler ülkelerinin, anne vatanlarının böyle ateşler ve kanlar içinde, her bir uzvunun parça parça edildiğini görüp, dayanamayarak harekete geçtiler. Bu bir avuç serdengeçti, korkusuz kahramanlar, başta askerlikten istifa ederek sahaya atılan Mustafa Kemal ve Arkadaşları olmak üzere, Anadolu’nun fedakâr ve vefalı vatansever köylülerini uyarmak için Anadolu’ya gelerek:
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?..” derken, Erzurum’a, Sivas’a, oradan da bütün vatana dalga dalga yayılan bu sese kulak verdiler… Yüreklerine bir hançer gibi işleyen bu sese kayıtsız kalamazlardı. Bütün ülkenin dağı taşı, ovası, yaylası; bağı bahçesi; kurdu, kuşundan yükselen, büyük ve bu yüce ses, ağustos sıcağında pişmiş, kavrulup yanmış yüreklere, Erciyes Dağı’nın buzulları gibi inerek, onları serinletti, yüreklerine su serpti:  
“Vatanın bağrına düşman, dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak, bahtı kara maderini!..” diye hep bir ağızdan seslendiler… Bu seslenen, büyük ve asil Türk Milletiydi!..
Bu sese karşılık Mustafa Kemal: “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır ve bu satıh, bütün vatandır!..” diyerek: “Vatanın mukadderatını yine vatanın evlatları kurtaracaktır.” dedi. Öyle de oldu. Memleketin her bir köşesinden evlatları anne vatanlarını düşman pençesinden kurtarmak için önderleri Mustafa Kemal ve Arkadaşları ile birlikte   harekete geçtiler. Dudaklarında mırıldandıkları Marş onlara güç ve kuvvet verdi…
Dağ başını duman almış,
Gümüş Dere durmaz akar.
Güneş ufuktan şimdi doğar,
Yürüyelim arkadaşlar…

Sesimizi yer, gök, su dinlesin!
Sert adımlarla her yer inlesin!..
Sesimizi yer, gök, su dinlesin!
Sert adımlarla her yer inlesin!..
İnlesin!...
Çanakkale, Tınaztepe, Dumlupınar, Sakarya, İnönü, Büyük Taarruz ve yine büyük liderin sesi gürledi: “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri!..” Son düşman ülkeden kaçarken kimisi denizde boğuldu kimisi dipçik darbeleri altında can verdi. Teslim olanlar, bir müddet sonra salıverilerek memleketlerine gönderildiler. İşte Türk’ün savaşan düşmana bakış açısı böyleydi.
Atatürk Çanakkale Savaşı’nda; evlatlarını kaybederek Çanakkale’de evlatlarını naaşlarını görmek için ziyarete gelen annelere söylediği söz, dünya durdukça insanı ve insanlığı hayrete düşürecek, ibretlik, insanın içine kurşun gibi saplanıp asla çıkmayacak sözlerdendi:       

G.M. K. ATATÜRK; 1934 yılında, Anzak Askerleri için:

Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar!..
Burada bir dost vatanın toprağındasınınz.Huzur ve sukûn içinde uyuyunuz!.. 
Sizler Mehmetçiklerle yan yana koyun koynundasınız. 
Uzak diyarlardan evlatların harbe gönderen analar, gözyaşlarını dindiriniz! Evlatlarınız bizim bağrımızdadır! Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır!.. 
Onlar bu topraklar içinde canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır!.." demişti.

Koca bir İmparatorluğun, parça parça edilişinden kalan bir bölüm, Osmanlının küllerinden yeni bir millet doğdu. Bu millet “Türk Milleti” vatanları ise “Türkiye Cumhuriyeti” idi… Bu millet Türkiye Cumuriyeti’ni kuran halktı ve onların adı Türk Milleti idi!..
Düşman denize dökülüp vatan tamamen kurtarıldığında: İzmir Yunanlılar tarafından yakılıp yıkılmıştı… Halkın ağzında ise yine bir Marş vardı:
İzmir’in dağlarında çiçekler açar,
Altın gümüş orda sırmalar saçar.
Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar!

Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa!
Adın yazılacak mücevher taşa!..
Sonra bir bir inkılâplar başladı. Yurdu çepe çevre kuşatan: Fabrikalr, Okullar, Sağlık Ocakları, Hastahaneler, Köy Enstitüleri, Üniversiteler… Atatürk’ün çocuklara (23 Nisan Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı), gençler bıraktığı (19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı)  Bayramlar. Gençliğe Hitabe! (Ey Türk Gençliği!..), (Onuncu Yıl Nutku), Başlı Başına “Nutuk” Adlı Kitabı ve daha nice hazineler…
“Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet ve payidar yaşayacaktır.” Diyordu…
Bu yiğit ve eşsiz dehanın ölümünden sonrasında uygulaması zaman alacak; fakat adım adım sessizce ve sinsice bir plan ortaya konuldu: “Türkiye Cumhuriyeti”ni yıkma planı… Bu karar, taa 1930’larda alınmıştı. Bu adamlar, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne düşmandılar. Çağdaş ve modern bu Cumhuriyeti ve taraftarlarını: “Din Düşmanı”, “Hilâfet Düşmanı” olarak algılatmak için ellerinden geleni arkalarına bırakmayarak, filmler, senaryolar, kitaplar, piyesler, hatta uyduruk belgesellerle halkın ve sade din mensubu, bütün sadeliği ile dindar kardeşlerimizin de beyinlerini yıkamaktan, onları kandırmaktan geri durmadılar…
Yazılan Kitaplar, senaryolar; yapılan piyesler, oynanan tiyatrolar, Cumhuriyet’in din düşmanlığını, liderlerinin vatan haini olduklarını, ataist olduklarını pompalayıp durmaktan geri kalmıyorlardı… Halbuki Atatürk daha sekiz yaşında Kuran’ı hatmetmiş, birkaç kişiden birisiydi.  Dedesi Bölge Müftüsü, babası ve annesi Hafız, Mustafa Kemal’in kendisi de Camilerde vaaz verebilecek derecede dinî bilgiye sahip, tertemiz ve dini bütün bir Müslümandı…
Osmanlının içini bu şekilde boşalttıkları gibi yüz yıla yaklaşan projeleriyle Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin en ileri gelen adamlarını değersizleştirerek, Cumhuriyeti ve taraftarlarını din düşmanı ilan ederek, planlarını gerçekleştirmek istiyorlardı…
"Ermeniler, Süryaniler, Yahudiler, Gürcüler, Araplar, Kürtler, Harunîler, Laventanler, Zerdüşiler, Rumlar...vb. hepsi birden Osmanlı sayılıyordu..."
"Sen misin Rum, Ermeni, Süryani, Yahudi, Gürcü, Arap, Rum'a Osmanlı diyen! Bunlar azınlıktı ve özlerine döndürülmesi gerekiyordu. "Özünüze dönün!" dediler.
  "Milliyetçi olun" dediler. Hepsi kaşındı, kışkırtıldı. Para verildi. Beslendi, palazlandırıldı, kışkırtıldı. Adamlar tez vakitte bu oltaya  takılıp özleri için mücadeleye başladılar. "Biz Osmanlı değiliz. Sıpız! Bulgarız, Rumuz, Ermeniyiz, Arapız, Farsız,Yahudiyiz!..." dediler. Bunu gören Osmanlı: "Yapmayın! Etmeyin!.. Ne istediniz de vermedik?.. Sakin olun! dediiyse de dinletemedi. Osmanlı başladı "Fermanlar"  (Tanzimat Fermanı; Gülhaney i Hat ı Hümayun); "Tanzimat ı Hayriye"  çıkarmaya, açılımlar yapmaya, "Islahat Hareketlere"  azınlıklara yeni haklar vermeye... Yeni haklar alınca daha da azan azınlıklar,  daha fazla haklar isteyip meydanlara çıktılar, özgürlük, bağımsızlık, ayrı devlet istediler.... Sonra bir Cuma günü Namaz'a giden II.Abdülhamit Han'a suikast düzenlediler... Hakan, kıl payı ölümden döndü!..
İşte Cumhuriyet yönetimli bu mevcut çakılı, molozu eledikten sonra geriye kalanları tutup herşeyi Türk, Türkçe yapmıştır!
Bu konuda öyle titiz davranmış ki memuriyete, polis, özellikle asker olacaklarda  yedi (7) göbek Türk olmayanı  askere dahi almamış, poli, devlet memuru yapmamıştır. Bu moloz artıkları, Atatürk'ü asla sevmezler. Nasıl sevsinler ki 100. yılın kini içlerinde bir yılan zehirine dönüşmüştür.
          Bugün yine  aynı terare var!.. Ben Türk değil diyenler, "TBMM' ine kadar girmiş.  "Türküm! Doğruyum! diye başlayan "AND" yasaklanmış. Devrin en üst kademesindeki şahıs: "Bana Türklük ile de gelmeyin!" diyebilmiştir... Bunu gören ayak takımı da: "Ben Rum'um, Ermeniyim, Kürdüm, Cerkezim, Lazım, Gürcüyüm, Arap'ım,...vb."  demekten utanmamışlardır!.. Her şey de; fakat  sakın Türk'üm deme!.. "Bana Türklük ile de gelmeyin!.. Milliyetçiliği ayaklar altına aldım. "And" kaldırıyorum. Her sabah Türk'üm demekle Türk olunmaz!..." 
Terane aynı terane...  Lakırtı ve fısıltılar aynı... Ülkeyi bölme, kamplara ayırma, ayrıcalıklardan beslenme, uydu devletçikler kurma!...
 
Yüz yıla ramak kala biri çıkacak ve iktidarı şu ya da bu şekilde ele geçirecek ve yedi düvelle girişilen savaşları, kurtuluşu, başarıları ve Kurtuluş Savaşı Kahramanlarının yaptıklarını, fedakârlıklarını insanüstü cesaretlerini küçlteek, önemsiszleytirip küçümseyecek…  
İnsanları kamplaştırıp, taraftar yaparak, saman altından gerçekleştirdikleri haksızlık ve usulsüzlüklerin üstünü örtülerek karunlaşmanın yolunda devam edilecek!.. 
ABD’nin ve onun piyonu İsrail’in peşine takılacak, BOP’un başkanı olduğunu ilan edecek, ABD’nin verdiği 800 Milyar Dolara kanarak, geçiş garantili otoban, yol, köprü, tünel, havayolu; hasta garantili, hastahane yapacak; aldıkları komisyonlarla müteahhitlerine, milletin anasının bilmem neyine koyduracak;
Vatandaş geçse de geçmese de gitse de gitmese de o yolun parasını ödeyecek ve vatandaş soydurulacak,
Devlet olarak şirketlere yaptırdığın işlerin parasını ödeme; fakat beş müteahhittin parası tıkır tıkır öde; seksen üç (83) milyon insanı beş şirkete çalıştır, hangi şirkete hangi işi kaç liraya yaptırdığın ve oralardan ne kadar komisyon götürdüğün eninde sonunda ortaya çıkacak…
Hava Limanı İnşaatından kot farkından 2.5.Milyar EURO götürt, yirmi (20) tane Şehir Hastanesi yaptır, 400 milyon olsa 8 milyar yapar, sen atmış yedi (67) Milyar Hazine garantisi ver… Tüyü bitmedik yetimlerin hakkını vatandaşın gözünün içine baka baka yedir… Kaç liralık işi kaç liraya yaptırıyorsun kimse hesap soramayacak mı sanıyorsun?..
“Korana Virüs Salgını” sebebiyle, vatandaşın cep telefonundan 10 lira “Bağış” iste!.. “Biz bize yeteriz Türkiye!” de…
TL’nin şeklini beğenmeyerek “Yeni Türk Lirası” yapacak, Türkiye adını beğenmeyip “Yeni Türkiye” olarak değiştirecek, Kurum ve kuruluşlardan, sendikalardan “Türk” adını kaldıracak,
Kurtuluş Savaşı Kahramanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün heykellerini, adı ile faaliyet gösteren stadyumları yıktıracak, tablolarını resmî dairelerden indirtecek,
Türk Bayrağını değiştirmeye yeltenecek, dağlara kazılmış Türk adını silmeye çalışacak, Andımızı kaldıracak, İstiklâl Marşı’nı bestesini değiştirip Marşı Kaldırmağa kalkacak,
Ülkede Terör Örgütlerine “Açılım Süreci” başlatarak, teröristlere üç yıl boyunca operasyon yaptırmayacak,
Otonom veya Federe Devlet kurdurmak için girişimde bulunacak, Cemaat ve Tarikatlara gereğinden fazla ilgi göstererek FETO denilen örgüte: “Ne istedilerse verecek”;
Atatürk‘ün Türk Milletine armağan ettiği Millî Bayramlarımıza: 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 23 Nisan Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramını, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı,  Törenlerine katılmayarak, her bayramda hastalanıp rahatsızlık geçiren bu adamlar, Türk Milletinin millî bayramlarından rahatsızlık duyuyor…  
Atatürk’ün 10 Kasım ölüm yıl dönümlerine bahane uydurarak gelmeyecek ve bütün bunların hepsini tanımayacak,
İlmi rafa kaldıracak, hurafeyi, tahsilsizliği, bilgisizliği paye yapacak, cehaleti, okumamışlığı oy potansiyeli olarak görecek,
Ebedî iktidarda kalmayı garantileyeceğini sanarak, en güzel tabiat güzelliklerini barındırdığı Türkiye‘nin Deniz koylarında 400 personelin çalışacağı üç yüz konuğu aynı anda ağırlayabilecek 300 odalı yazlık saraylar (Marmaris/Gökova, Otluk Koyu, Bitlis/Ahlat ve kendisine göre 1150; Ankara Mimarlar Odası Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan’a göre 2250 oda ile Saray, dünya şampiyonu)  yaptıracak,
Arada bir halk arasında dolaştığı için halk gibi yaşadığını bangır bangır bağırarak “2020” lira alan asgarî ücretliye. “Şükredin!” tavsiyesinde bulunacak,  
Milleti etnik gruplara ayırarak, kutuplaştırarak; böl, parçala, yönet taktiğini kullanarak, Millet İttifakı’na (İllet, Zillet, Şer İttifakı) gibi yakıştırmalar yaparak halkı birbirlerine düşürecek,
Yandaşların, “Karun” olduğu, Kamu arazilerinin yandaşların üzerine geçirildiği, Kamu bankalarından, karşılıksız çektirilen kredilerle,  işletme garantisi verilerek kamu mallarının ve fabrikalarının satın aldırıldığı, demokrasi, hukuk ve adaletten uzaklaşılarak tek adamın yönetiminde damat, kız, arkadaşları; akraba, eş ve dostların, vatandaşın dişinden tırnağından artırarak ödediği paralarla maaşlarını ödendiği ve alınan komisyonlarla nemaların paylaşıldığı, dediğim dedik, tek adamın yönettiği ceberut bir Türkiye’ye gelinmiştir…
Vatandaşına yardım etmek için harekete geçen Büyükşehir Belediyelerinin yaptıkları yardımları durdurup, hesaplarına el koydurarak bunlara: “Devlet içinde devlet olmaz” denilmesi, “yaparsam, ancak ben yaparım! Benden başkası yapamaz!”, diyerek tilki kurnazlığına yatacak…
23 Nisan Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Açılışının Yüzüncü (100) Yılında, Millet iradesinin üzerinde hiçbir gücün ebediyen sürüp gidemeyeceğini, tarih bize göstermiştir. Bugün de Türk Milletinin iradesi tek bir kişinin arzu ve emellerine terk edilemez…
23 Nisan Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Açılışının Yüzüncü (100) Yılında, Korana Virüsü sebebiyle buruk ve evlerde kutlasak da sevinç ve coşkumuz büyük, gelecekten ümit varız… Nice yüz yıllara büyük coşkularla…
SONUÇ OLARAK:
Yüz yılın sonunda, İslâm’ı yeniden keşfettiğimizden, Müslüman olduğumuzu bize hatırlatan bir iktidar ortaya çıktı. (Bu iktidardan önce bilmiyorduk!..)  
Cuma günlerinde, mesaj atmayı öğrendik. Kurtuluş Savaşı unutulup ülkeyi, BOP Başkanlığı yetkisiyle, ABD ve Israil’in kucağın itenler çıktı. Adeta Osmanlının Kapitilasyonlar Dönemi hortladı...
Ayrılıkçı Çetelere Osmanlıda olduğu gibi imtiyazlar sağlayan (Açılım, Çözüm Süreci, Çeşitli Mutabakatlar ve ayrıcalıklar) verilen imtiyazlarla, azınlıklar daha da şımardı, azgınlaştı!..
Yüzüncü yılın kıvanç ve sevincini yaşarken ve BOP Başkanlığı ve sahte OSMANLICILK hayalleri peşinden koşanlar yüzünden biraz da buruk kutlarken: Bayrağımız, İstiklâl Marşımız, Türkiye’nin adı, Andı, Türk Lirası, Lideri Atatürk, Türk, Türkçülük, Milliyetçilik, Türkiye Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti’ni Kuranlar, Cumhuriyet’in her türlü değerleri ve kazanımları, 10 Kasım ve 19 Mayıs, 29 Ekim, 23 Nisan Millî Bayramları ile problemi olan bir iktidar ve yöneticileri ile karşı karşıya kaldık…
KAYNAKLAR:


Translate