“BEN
TÜRK DEĞİLİM!..”
Abdullah Çağrı
ELGÜN
Türk ve Türkçe Köşeye İtiliyor… “Türk: Kaba ve yabani”
gösteriliyor.
1919-1920
yıllarında Şeyhülislâmlık makamında bulunan Mustafa Sabri Efendi
Türk, Türküm, Türkçüyüm diyenlere: “Soysuzlar” diyordu!.. Daha
da ileri giderek: Türklüğünden istifa ediyor:
“Yalnız Müslüman ve insan kalmak
üzere, Türklükten, şeref ve izzetimle istifa ediyorum… Allah’ın huzurunda (…)
Tövbe Yarabbi Tövbe Türklüğüme!.. Beni Türk Milletinden addetme” diyordu. Bu
adam da Osmanlı İmparatorluk Türkiye’sinin Şeyhülislâmıydı… İnsanların
kendi mensubiyetine, ırkına bu derece nefret ile bakmasını, mensubiyetinden iğrenilecek
duruma getirilmiş olmasını Fars ve Arap Mollaların nasıl başardıklarına
şaşmamak elde değil!..
Halka: “Biz Türk değil miyiz?” diye
sorulduğunda ise “Estafirullah!” diye karşılık veriyorlardı… “Türk”
kelimesinden ürküyor, “Türklük” ten çekiniyorlar… “Türk” olarak
ifşa edilip, açığa çıkarılmaktan korkuyorlardı; çünkü Türk’te itibar kalkmıştı…
Piriştineli Mesihi bunu:
“Mesihî, gökten insen, sana yer yok!
Yürü var gel,ya Arap’tan ya Acem’den!.. Diyecek kadar hayıflanıyor. Kahroluyordu; fakatbiz Türktük! Türklük için savaşıyor, Türklük için ölüyorduk!.. Türkülerimiz Türk’ü çığırıyor; Mehteranı Türk vuruyor, Marşlar “Türk!” haykırıyor; Marşlarımız Türk’ü anlatıyordu:
“Tarihi çevir nal sesi, kısrak sesi bunlar
Delmiş Roma'nın kalbini mızrak gibi Hunlar
Göktürkler, Uygurlar, Oğuzlar, Peçenekler
Türk’ün yüce tarihine bin bir zafer ekler!..”
“Su kopan fırtına, Türk Ordusudur
Ya Rabbi!
Senin uğrunda ölen o ordu, budur Ya Rabbi!
“Ceddin deden, neslin baban.
En kahraman Türk Milleti!”
…
Türk Milleti, Türk Milleti
Aşk ile sev milliyeti
Kahret vatan düşmanını
Çeksin o mel'un zilleti…”
“Çırpınırdı Karadeniz,
Bakıp Türk’ün Bayrağına!”
“Sancağımız, şanımız, Şanlı Türk
unvanımız.
Vatan bizim canımız, feda olsun kanımız…”
“Her asra Türklüğün mührünü
vurdu.
Aslı Türk, nesli Türk Osmanlıyız biz!
“Türk Kavminin beş bin yıllık yuvası,
Güzel vatan sanki cennet ovası,
Güzel iller yeşillik bağlar dedemizin ocağı.
Türk oğlunun, anayurdu, gönül bağı, bucağı.
Pek şanlıyız pek şanlıyız pek
şanlı!..
Halk gözcüsü, yurt bekçisi, Türk Oğlu Türk, pek
şanlı!..”
“Allahu Ekber, Allahu
Ekber!
Türkler
geliyor Türkler geliyor…”
(http://istanbulmehteran.com/mehter-marsları-ve-sozleri-69
“Bu rüzgârla şahlanmış, dalga dalga bayrağım,
Başka bir tuğ yaraşmaz, Türk’ün özgür başına!..”
“İzmir
benim, Van benim.
Şeref benim, şan benim.
Kars, Erzurum, Erzincan.
Konya, Ardahan benim.
Aylar umutlu bana.
Her an haykırıyorum.
Cesaretim candadır.
Şöhretim dört yandadır.
Benim bütün cevherim.
Damarımdaki kandadır.
Seneler kutlu bana.
Aylar umutlu bana.
Her an haykırıyorum. Türküm Ne Mutlu Bana!..”
(https://www.antoloji.com/halil-soyuer/)
“Türk’ün geçmişini bilmesine,
öğrenmesine hiç lüzum ve ihtiyaç yok!.. Gerekli olan Şeriatı öğrenmektir!” diyordu…
İslâm Ümmetinden ve Osmanlı
Milletinden idik…
Türklüğü kabul etmiyorlardı. Halbuki
biz Türk’tük, bu Ordu Türk Ordusuydu, Türklük için savaşıyorduk!..
Yavuz’un ağzı ile Yavuz döneminde,
Alevî Bektaşi Türkmenleri de “Kızılbaş” olmuştu…
Fatih’in
oğlu Beyazıt, onun oğlu Yavuz Selim, onun oğlu Kanuni'ye
gelinceye kadarki zamandaki bu değişim, en doruk noktaya ulaştı...
"Türk"
Aşağılandı horlandı. "TÜRKÜM" demekten utanır olduk.
Korkumuzdan "Ben Türküm!..” diyemedik.
"Enderun Akademisi" Bulgar,
Sırp, Hırvat, Boşnaklar, Arnavutlar’a açık; ama 1850’lilere
gelinceye kadar Türker’e kapalıydı… Türkler, cahil bırakılmıştı… Asker
ise bütün savaşları kaybediyordu…
Bu durum, 1100 lü yıllarda başlayıp, 1480
yıllarından, taa 1830'lu yıllarına kadar sürdü. Bu devrin tamı
tamına dört yüz (400) yılı “Türk” “Türksüzleştirildi, Türk var olduğu halde
azınlık oldu. İkinci sınıf vatandaş oldu. Bu durum "İttihat ve Terakki
Ekibi", Jöntürkler (Yeni Osmanlılar) Enderun’dan mezun olup
Devlette görev alıncaya kadar sürdü… Dört yüz (400) yıl Türksüz geçen
zaman içinde, Osmanlı Sarayında ve Osmanlı Devlet
Kademelerinde "TÜRK" yoktur!..
"Türkler",
Saray yönetiminden ve Devlet yönetiminden sökülüp alınmıştı... Saray’ı ve
Devleti, Enderun Akademisinden mezun: Bulgar, Sırp, Hırvat, Boşnak,
Arnavut Gayri Müslümlerin Devşirilerek Müslümanlaştırılmış, her biri Vezir,
Vezirazam, Paşa, Vali, Elçi olmuş çocukları yönetiyordu!..
Savaşarak ve kanıyla sulayarak aldığı
ve her metrekaresinde yirmi beş (25) Türk’ün yattığı bu topraklarda Türk:
“Yabani ve Dağlı” idi!.. Görüldüğü yerde öldürülürse: “Kanı helâl!”
idi…
Bugün “Türk” ve “Türkçülük”
idealini temsil ettiğini söyleyen siyasî liderler, Türk Milletinin
önderi Atatürk'e ve onun savunduğu:
"Benim, en büyük övüncüm, TÜRK
olarak doğmuş olmamdır!";
Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki
asil kanda mevcuttur!;
Ne mutlu Türk’üm diyene!”;
“Ey, Türk yüksel! Senin için
yükselmenin hududu yoktur!..” derken, bir başkası da: “Türk’üm,
Doğruyum, Çalışkanı… diye devam eden “Millî And”ımızı kaldırarak: “Her
gün Türk’üm demekle Türk olunmaz!..”, “Bana Türklük ile de gelmeyin!”,
“Milliyetçiliği ayaklarımın altına alıyorum!” diyenlerle, aynı safta yer
almayı öğünç ve iftihar kaynağı görerek, Atatürk’e ihanet etmiyor mu?..
Atatürk bir dâhiydi, gelmeden önce geleceği
görebilecek kadar uzak görüşlüydü. O yine yüz (100) yıl öncesini görmüş ve tam
da bugünler için uzak görüşlülükte bulunarak şu sözleri söylemişti. İşte bu
söz, sözümüzün delili ve en büyük kanıtıdır; ancak biz atamızın bu sözünü
yabana attık!.. Sözünü dikkate almadık! İşte biz bugün bu hatamızın cezasını
misli ile çekiyoruz!...
“Başımıza getireceğiniz insanların kanındaki cevheri
asliyi tahlil etmekten bir an bile feragat etmeyin!..”
“Ey Türk
Gençliği!..” diye başlayan Mustafa Kemal Atatürk’ün “Gençliğe
Hitabesi’nde en güzel şekilde ifadesini bulmuştur!..
1480-1830
arasında geçen dört yüz (400) yıllık “Ümmet ve Osmanlıcılıktan”
ders almamış olanların, Türk ülkesi Türkiye’yi, yeniden Türksüzleştirmeye
kalkışmalarına gözümüzü kapayamaz, yapılanları görmemezlikten gelemeyiz…
Eğer öyle olursa, burası yol geçen
hanı olur! Türklerin Vatanı göçmenler ile dolarsa ve 1100 lü yıllardan
başlayarak, Yavuz ile son haddine varan: “Ben
Türk değilim!..” demeye mecbur bırakılan “Türk!” olmamız kaçınılmazdır!..
Bugünün
en önde giden şovmenleri, sanatçıları, iş adamları ön
plandaki siyasetçiler, ''Ben, Türk değilim!'' diyor.
Ön plandaki sanatçılar, ''Ben, Türk değilim!'' diyerek, Türk olmadıklarını açıklıyorlar. Zaten, bu alanlar hemen hepsi Türkler’e kapalı…
Türk’sen siyasetçi olamazsın!
Türk’sen Sanatçı olamazsın!
Türk’sen İş adamı olamazsın. Olsan da batırılırsın!..
Büyüyemezsin, yeşeremezsin!
Her alan Türk’e kapatılmış…
Türk, Osmanlıda dört yüz (400) yıl
boyunca: “Ben Türk değilim!..”, dedirtecek kadar canından bezdirildi.
Bütün köşe başları tutuldu!.. Dört yüz (400) yıl boyunca Türk, asıl
yurdunda çoğunluk olduğu halde azınlığa düşürüldü. Asıl
ırkçılığı Türk olmayanlar yaptı!..
Türk “Arap ve Fars Mollalar,
Cemaatler, Şeyhler, Şıhlar…ve benzerlerinin el üstünde tutulması, Osmanlı
Döneminin “Türk’ün devlet kademelerinden ve Sarayın kadrolarından temizlendiği
günlerin” ayak sesleri olmasın?..
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk’ün,
hakaret gördüğü ve yok sayıldığı, günümüzde de ''Ben,
Türk değilim!'' diyenlerin sesleri
çoğalarak ayyuka çıkar, eski Osmanlı Dönemine evrilirse:
Ey, Türk! Titre ve kendine dön!.. Bir
dört yüz (400) yıl daha (Yeni Osmanlılar) Atatürk ve Arkadaşları
gibi Türkler’in gelip Türk’ü kurtarmasını beklemek zorunda kalırsınız!..
KAYNAKLAR:
1)(http://istanbulmehteran.com/mehter-marsları-ve-sozleri 69)
2) (https://www.antoloji.com/halil-soyuer/)
5) https://tr.wikipedia.org/wiki/Mustafa_Sabri_Efendi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder