Atatürk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Atatürk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ocak 2022 Perşembe

SEÇİM ve İKTİDARIN BARIŞ İÇİNDE DEVRİ; Abdullah Çağrı ELGÜN

SEÇİM ve İKTİDARIN BARIŞ İÇİNDE DEVRİ                                                                              Abdullah Çağrı ELGÜN

Mustafa Kemal Paşa, ATATÜRK

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir. İşte bu memleket Cumhuriyeti kuran Türk Halkınındır!.. “Adalet” devletleri ayakta tutan tek dayanaktır. Adalet odur ki kim kanunsuzluk yapmışsa, hesabını vermek ile gerçekleşir; fakat bazı durumlar vardır ki hesap zamana bırakılabilir; veya hiç verilmez!.. Şöyle ki:

Osmanlı İsyanlarını duymayanlarımız yoktur! Bunlar içinde, yüz yıl sürenler (Celâli İsyanları) olduğu gibi kısa sürede bastırılanlar da olmuştur!..

Osmanlı Politikalarında ayaklanan kimi beyler affedilerek, Ayanlıklarda, Valiliklerde, Sancaklarda, daha üst veya daha alt görevlerde görevlendirilmiş oldukları tarihen sabittir!.. Sonuçta ülke duruluyor, isyan edenler sakinleşiyor, halk huzur ve sükûnet buluyor.

Burada hatırlanması gerekenlerden birisi de hiç şüphesiz Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve Oğlu İbrahim Paşa’nın Devlete isyan ederek İstanbul yakınlarına kadar gelip otağ kurup Saraya isteklerini kabul ettirmek için baskı yaptığı ayaklanmadır.

Bu ayaklanmada Kavalalılar ile anlaşmaya varılamadığı için Saray korkuya kapılır.  Önce Fransızlar’dan yardım isteniyor. Cevap gelmeyince İngilizler’den, onlar da cevap vermeyince: “Denize düşen yılana sarılır!...” misâli Ruslar’dan yardım istenmiştir!..  

Ruslar’ın Yeşilköy’e kadar gelerek burada kamp kurması ve burada devvâsa bir anıt dikmesi, Fransız ve İngilizler’i bir araya getirdi; çünkü M.Ali Paşa yayılmacı bir politika ile Hindistan’a giden yolu kapatma eğilimindeydi…. (Bu arada Ruslar ile “8 Kasım 1833” “Hünkar İskelesi Anlaşması” yapılmıştı.) Üç (3) devlet, daha sonraki katılımlarla da beş (5) devlet, birleşerek Mehmet Ali Paşa ile II. Mahmut’u anlaştırmak için girişimde bulundular; ama birçok eyaletimize de özerklik verilmesi, bağımsız olması yolunda özellikle Rusya bastırmaktadır!..

III.Selim 

III. Selim Tahta çıktığında ülke büyük bozgun ve savaşlarla boğuşuyordu. III. Selim kargaşayı kucağında bulmuşu… Ufku açık, yenilikçi bir Padişahtı. Softa görüşlü geri düşünceli makam ve mevki düşkünleri ile Şeyhülislâmın da desteklediği Bektaşî Tarikatı Mensubu Yeniçeriler ayaklandılar. III. Selim’i bu, Kabakçı Mustafa’nın başını çektiği isyanda görevden alarak IV. Mustafa Tahta çıkardılar; fakat Mustafa’nın tahttaki ömrü “on dört (14) ay” uzun sürmedi.

III. Selim İktidarında yapılan yeniliklerine direnen Yeniçeriler, sokaktaki halkı arkasına katıp Şeyhülislâm’dan fetva da alarak: “Gavur Padişah!.. Moskof oluruz, Fes giymeyiz! Nizam ı Cedîd olacağımıza Moskof oluruz daha iyi!..” diyerek sık sık ayaklanıyorlardı. III. Selim’den sonraki yenilikçi Padişah II. Mahmut Döneminde de aynı nakaratlar tekrarlanarak birçok kez yapılan yeniliklere karşı çıktılar. Din ve İslâm ile hiçbir alâkası olamayan, sadece hurafeye dayalı isyanlarını devam ettirdiler.

İsyancılar sokaklarda yakaladıkları genç ve masum Nizam ı Cedîd, Er ve Subaylarını ya kılıçtan geçiriyor veya boğazını keserek öldürüyorlardı… Yeniçeriler’in ellerinden kaçabilenler köşe bucaktaki evlere saklanıyorlar veya Rusçuk Ayanı’na sığınıyorlardı!.. Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa, yeniliklere açık ve Padişahı yürekten destekleyen bir paşaydı. Kendisine sığınan Nizam ı Cedîd Askerleri, isyancıların tahta geçirdiği IV. Mustafa’yı tahtan indirip, III. Selim’i tekraren tahta çıkarmak için, Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa’yı ikna etmeyi başarıyorlar…  

Yeniçeriler, Nizam i Cedîdcilerin ileride kendi yerlerini alacaklarını bildikleri için yeni kurulan bu Askerî Birliği kıskanıyorlar ve istemediklerini de Padişaha karşı ayaklanarak gösteriyorlardı!..

Rusçuk Ayanı Alemdar Paşa, kendisine sığınan birkaç Nizam ı Cedidciler ve 15 bin kişilik ordusuyla yola çıkıyor. Yolda Yeniçerilerle Ülemâ İttifakının Üyeleriyle isyancıların bir kısmı ve isyancı başı Kabakçı Mustafa, öldürülüyor!.. Alemdar Paşa’nın bildiği olayın asıl arkasında olanlar: Şeyhülislâm Topal Âtaullah Efendi, Sadrazam Hafız İsmail Paşa, Sadaret Kaymakamı Köse Musa Paşa; Kadı ve Bektaşî Tarikatı Mensubu Yeniçeri Ağaları, İbrahim Hilmi Paşa, … ve benzerlerine henüz dokunmuyor…

II.Mahmut

Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa’nın Saray’a hareket ettiğini duyan IV. Mustafa, tahtın tek varisi kalabilmek ve Alemdar’ı çaresiz duruma düşürmek amacıyla, Alemdar Paşa henüz gelmeden, amcası III. Selim ve kardeşi II. Mahmut’u öldürmeleri için cellatlarına emir veriyor. Bu sırada Kafes Sistemi ile kapatıldığı Sarayda her şeyden habersiz olan III. Selim, yanına gelenlerden şüphelenerek durumu kavradığından, kılıcını çekerek karşı koymuş; fakat orada parça parça edilerek, cesedi Sarayın avlusuna getirilip bırakılmıştır.

Alemdar Paşa, Arz Odasının Kapısı Önünde III. Selim’in cesediyle karşılaşınca gelişini açık etme hatasını anlayarak, hiddetle: “Başka kim varsa getirin?” deyince, Cevri Kalfası tarafından cellatlara atılan hamam külleriyle, cellatları oyalayarak, hamamın penceresinden zar zor kaçırılan Şehzade II. Mahmut, Alemdar Mustafa Paşa’nın önüne getirilince, hemen orada Padişah olarak ilan edilmiştir… II. Mahmut da buradaki ölümden kıl payı kurtularak tahtı kendisine sunan Alemdar Mustafa Paşa’yı Sadrazam ilan etmiştir…

Alemdar Mustafa Paşa iktidarda kaldığı üç aylık bu sürede Padişah’ın yeniliklerine karşı isyan başlatanları bulup hepsini öldürdü. Şeyhülislâm Topal Âtaullah Efendi, Sadrazam Hafız İsmail Paşa, Sadaret Kaymakamı Köse Musa Paşa; Kadı ve Bektaşî Tarikatı Mensubu Yeniçeri Ağaları, İbrahim Hilmi Paşa, … ve benzerlerini de tutukladı. Padişaha: “Bunları idam edeyim!” diye izin istedi ise de Padişah bu muamelenin “fazla sert” olduğu düşüncesiyle, Alemdar Paşa’ya izin vermeyerek tutuklananlar serbest kaldı; fakat bunlar, Âlemdar Mustafa Paşa’ya diş bilediler.

Bu arada Mısır Ayaklanması devam etmektedir. II. Mahmut, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın isteklerini kabul etmez!.. Hem ülkede yaptığı yenilikler hem de Kavalalılar ile çok uğraştı ise de bir çözüme kavuşturamadı!..

Alemdar Mustafa Paşa

Kavalalılar bu sırada İstanbul yakınlarına kadar gelmiştir… Tam o sırada II. Mahmut vefat eder. Yerine oğlu Abdülmecit geçer. O da yeniliklerden yana Batı taraftarı bir Padişahtır. En çok da tutucuların İstanbul’da çıkardığı isyanlarla ve henüz çözüme kavuşturulamamış Kavalalı Ayaklanmaları ile uğraşır… Tanzimat Fermanı’nı ilan eder.

27 Temmuz 1839’da beş büyük devletin temsilcileri, ortak bir nota ile Padişah Abdülmecit’ten Osmanlıların “Kavalalılar Konusunda” kendilerinin haberi olmadan herhangi bir fiiliyat yapmamalarını ve kendilerinin yapacakları girişimlerin sonucunu beklemelerini isterler…

İşte bu tavır ve durum, Osmanlının Batı’ya tam olarak teslim olduğu ve Osmanlının Avrupa karşısında itibarının kaybolduğu dönemdir!..

Osmanlı, İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya Temsilcileri tarafından “Londra Antlaşması” imzalanır. (15 Temmuz 1840). Bundan sonra gelen Padişahlar ülkeyi düzeltebilirler miydi?  -Evet! 

“Enderun Mektebi” nin eski eğitim sistemi bitmiş ve devlete sadakatle bağlı olarak yetişen süper beyinler azalmış ve olmasın gereken makam ve mevkilerde yoktur!..  Devleti, Şeyhülislâm Kadı ve Bektaşî Tarikatı mensubu Yeniçeri Ağaları’nın tavsiye ettiği veya dayatarak makamlara getirdiği cahil, çoğu eğitimsiz, siyasal İslâmcılar ele geçirmiştir… Halk Eğitimsiz!.. Körü körüne ve cahilce, bir din anlayışı hatta dinle, hiçbir alakası olmayan kara bir taassubun peşinde koşmaktadır!..

İmam Gazali’nin: “İslâm Dini: Akıl, mantık ve ilim dini değildir! İslâm Dini, itaat ve biat dinidir. Soru sorulamaz! Düşünce belirtilemez! Yorum yapılamaz! Ona sorgusuz sualsiz biat ve itaat gereklidir!..” düşünüşüydü. Bu anlayış ise ilme, ilerlemeye sed çekiyordu!.. Şeyhülislâm, Kadı ve Ulema da itirazsız, sorgusuz sualsiz, körü körüne itaatı kabul ederek icraat gerçekleştiriyorlardı… Bu görüş, cahil; fakat dindar görünümlü sözde ülemâ takımı ile Şeyh, Şıh, Seyyid, Cemaat, Tarikat, Tekke ve Zaviyedekilere ve onların mensuplarına büyük imkân ve paye sağladığından, onları vazgeçilmez kılıyordu…

Kavalalı Mehmet Ali Paşa

2000li yılların FETOCULARI gibi. “Ne isteseler veriliyor, Devletten istedikleri makama anında getiriliyorlardı!..” buna rağmen Türkiye’de 15 Temmuz 2016’da gerçekleştirilen “FETO Kalkışması” gibi ne isteklerin ne de ayaklanmaların sonu gelmiyordu!.. Bunlar da bu imkânı sonuna kadar kullanarak, dışarıdaki provokatörlerin de kışkırtmaları sonunda, meydana gelen ayaklanmalar, gün geçtik arttı. İmparatorluk birliğini koruyamadı!.. Avrupa’nın her alanda çok çok gerilerinde kaldı!..

Ordu Teknolojiden yoksundu… her yenilenmek istendiğinde Yeniçeriler ayaklanıyordu!.. Matbaa henüz Osmanlı Türkiyesi’ne girmemiş, Gazete basılamıyor; okuma oranı yüzde 2-3’tü!.. Yeniliklerin hemen hepsine “Gavur İcadı” gözüyle bakıldığından cahil halk, yapılan her yeniliğe itiraz ile ayaklandırılarak, Padişah’ın Sarayına yürünüyordu.

İmparatorluk Türkiyesi’nde gerekli sanayi kurulamıyor, ordu donanımı ve halk için gerekli teknoloji sağlanamıyor, Avrupa’ya yetişilemediği için hemen her savaş, Avrupalıların üstün teknoloji, silah, cephane ve üstün bilgileri karşısında kaybediliyordu. Birçok alanda yapılması gerekli ilerleme ve hamleler gerçekleştirilemiyordu!.. Ekonomi çökmüş dış borçlar ülkeyi sıkıştırıyor, hatta boğuyordu. Buna rağmen tahta yeni geçen her Padişah bir öncekinden daha kapsamlı birçok yenilik yapmışsa da halkı, yeterli ölçüde eğitemediklerinden hamleler başarısız kalmıştır…

Şeyhülislâm Ataullah Efendi

Islahat Fermanları, Duyun u Umumiye, Tanzimat Fermanı, Kapitilasyonlar, Saray tarafından yapılan aşırı lüks harcamalar; buna karşı asker ve bunların harcamaları için alınan iç ve dış borç ödenemiyordu!.. Son dönemin 110 yıllık iktidarında bulunmuş padişahlar, bu ağır yükten kurtulamadılar… Buna sebep: Çoğu genç ve dinamik, yenilikçi; reformist Avrupa’ya yetişmek isteyen Padişahlara rağmen,Devlet Yönetimini” işgâl eden; fakat Devleti bir adım ilerletmemek için direnen, ulema sınıfıdır. Bunlar, eğitim ve dinle zerre kadar ilgisi olmayan, batıl inanç sahibi, cahil, tutucu ve isyankâr güruhtur!.. İlme ve gelişmeye ve atılımlara sed olmuş devleti ilerleme ve gelişmeden alıkoymuşlardır.  Sorgulama, itiraz etme! İtaat et, düşünüşüyle yetişmiş, gruplar  olup yaklaşık altı yüz elli (650) yıllık İmparatorluk Türkiyesi’nin yıkımını hazırlamışlardır; çünkü:

Şair Fuzûlî’nin de söylediği gibi. Dokuz Akçelik maaşını almak üzere evkafa gidince, bürokrasiyi, yozlaşmayı, rüşveti ve devletteki çürümüşlüğü görür, durumu anlatan, eleştiren “Şikâyetneme” adlı şiirini Padişaha arz edişinde söylediği gibi:

 “Selâm verdim rüşvet değildir, deyü almadılar,

Hüküm gösterdim, faydasızdır deyü itibar etmediler.” (Padişah’ın bile hükmü “Ferman” geçmediği devre şahit oluyoruz…) Başka bir kıssada ise şöyle deniliyor:

“Devlet i âli Osmaniyye’de terfi ve temayüz:


İlim ve irfan ile olmaz!

Ya olacak kuvvetli iltimas,

Ya olacak madeni has,

Ya da olacak ten ile temas.” Kıssa, durumu izah etse de Türkiye, bundan farklı mıdır?..

Yenilikçi Padişahlar bu sebeple: Çarşafı yasaklamış, Kılık Kıyafetti değiştirmiş, Sakalları kesmiş, Rakı Fabrikası kurmuş, birçok Okullar (İlk, Orta, Lise, Yüksekokul) açmış, Kız ve Erkeğin aynı sırada oturmasını sağlamış, İlköğretimi okumayı mecburi tutmuş, Orduyu yenilemiş, Hukuk, Tıp, Maliye Baytarlık, Mühendis okulları açmış; fakat dış ve iç borçların altında ezilmişler, vatandaşlarını bu ülemâ sınıfının dinî taassubundan kurtaramamışlardır… İmparatorluk Türkiyesi, refah düzeyi, eğitim ve teknoloji bakımından, Avrupa seviyesi veya onu aşan hamleleri gerçekleştirememiştir.

1808 - 1839 II. Mahmud (İnkilâpçı , Gazi) 31 yıl tahtta kalmıştır.

1839 - 1861 Abdülmecid (Tanzimatçı, Gazi) 22 yıl tahtta kalmıştır.

1861 - 1876 Abdülaziz (Bahtsız, Şehit ) 15 yıl tahtta kalmıştır.

1876 - 1876 V. Murad (Deli) 93 gün tahtta kalmıştır.

1876 - 1909 II. Abdülhamid (Gazi) 33 yıl tahtta kalmıştır.

1909 - 1918 V. Mehmed (Reşat) 9 yıl tahtta kalmıştır.

1918 - 1922 VI. Mehmed (Vahideddin) 4 yıl tahtta kalmıştır.

1922- 1924 II. Abdülmecid (Son Osmanlı Halifesi) 2 yıl olarak taktta kaldığı, tamı tamına. Yüz on (110) yılık saltanatlarında, Osmanlı İmparatorluk Coğrafyası I. Dünya Savaşı ile yanında yer aldığımız Almanya’nın (23 Mayıs 1915)’te savaşa girmiştir. Almanya’nın yenilmesiyle birlikte Sevr Antlaşması'nı imzalamak üzere Paris Barış Konferansı'na gönderilen Osmanlı Heyeti içinde:

Damat Ferit Paşa,

Şura-yı Devlet Reisi Rıza Tevfik Bölükbaşı,

Maarif Nazırı Bağdatlı Mehmed Hâdî Paşa ve

Bern Sefiri Reşat Halis Bey yer alıyorlardı. “Sevr Anlaşması”nın imzalanmasıyla ülkenin hemen bütün toprakları işgâl edilmiştir…

Bu arada memleketi kurtarmak isteyen Osmanlı İmparatorluk Coğrafyası mensuplarında şu üç fikre sarılanlar çıkıyor:

1.Osmanlı Birliği (Osmanlıcılık)

2.İslâm Birliği (İslâmcılık)

3.Türk Birliği (Türkçülük)

Bunlara sarılanlardan sadece Türkçüler: Anadolu’da başlattıkları Millî Mücadele ile Kuvayı Milliye ruhu bir araya gelerek, Türk Birliği’ne sıkı sıkıya sarıldılar. Padişahın adamları tarafından imzalanan ve kabul edilen “Serv Antlaşması” nı Parçalayarak, Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmayı başarabildiler (29 Ekim 1923) …

Osmanlı Halifeliği Türkiye Cumhuriyeti Döneminde devam etmiş ve (1922- 1924) II. Abdülmecid (Son Osmanlı Halife) 2 yıl tahtta kalmıştır. Halifelik hiçbir şekilde kaldırılmamışsa da son Son Halife’nin yurt dışına sürgün edilmesi ile o müessese de bugüne kadar yok hükmünde görülmüştür…

Kısaca bu Dinî Taassup (Siyasî İslâm) körü körüne itaat, tabiyet ve biat usulü, hem Selçuklu Devletini hem de Osmanlı İmparatorluğunu parça parça etmiştir… Son Padişah Vahdeddin de “Serv Antlaşması” ’nın paylaştırdığı bu haritayı ve yenilgiyi kabul etmiştir!.. İngiliz Generaline, İstanbul’un anahtarının gülerek teslim ettiği videoyu, üzülerek izlemeğe devam ediyoruz!..

İşte bu teslimiyetle, biz her şeyimizi kaybettik!.. Çekildiğimiz topraklarda, Hicaz, Yemen, Mısır, Suriye’de esir olan kardeşlerimiz toplama kamplarına götürüldüler. Yunanistan, Makedonya, Sırbistan, Karadağ, Arnavutluk…vb. gibi yerlerden binlerce vatandaşımız göç yollarında ve esir kamplarında telef oldu!..

Aslında savaşta yenilmemiştik; fakat Almanlar’la birlikte yenilmiş sayıldığımızdan bütün topraklarımız işgal edildi… Atatürk gibi bir öncü ve onun arkadaşları kadar kahraman, yiğit Türk evlatları olmasaydı, teslim olup arabasına binerek giden, Padişah gibi olur, bizi de toplama kamplarında zincirlerle bağlar, en vahşi bir yaratıkmışız gibi ölüme mahkûm ederlerdi!..

Bugünün Türkiyesi’nde Anlaşmaya Varılacak!..

Fikirlerimiz ayrı olsa da hepimiz kardeşiz. Farklılıklarımızı bir zenginlik olarak görüp kucaklaşacağız. En erken zamanda da seçime gideceğiz. Yaklaşık 75 yıldır, Siyasî İslâm Söylemleri ile halktan oy alıp, şu anda iktidarda bulunanlar bizi yönetiyor… Hatta buna seksen (80) yıl diyebiliriz. İşte rakamlar ve ispatı:

Menderes                     : 10 Yıl


Demirel                        : 30 Yıl

Milliyetçi Cepheler     :   5 yıl

Özal                              : 15 Yıl

Erdoğan                       : 20 Yıl

Toplam             : 80 Yıl’da ne dünya birincisi, ikinci veya üçüncü sırada yer alamamışız…

Bugün ise bütün varlıklarını satmış, gelir garantili Hastane, Hava Limanı, Tüp Geçit; Oto Yol, ve  en ağır vergileriyle torunlarına kadar borç batağına batmıştır. Türk Lirası’nın değeri düşmüş, Kamu Arazileri Yağmalanmış, Fabrikaları Talan edilmiş, Sahilleri Yabancılara Peşkeş çekilmiş, Halkı 36 Etnik Gruba ayırmak için ne varsa yapılmıştır.

“İllet, zilet şer”; …vb. ağza alınmayacak kelimelerle birbirlerine saldırıp hakaret etmeler, siyasetçiye ve makamlara yakışmıyor… Siyaseten gruplara bölünmüş olan ülkenin, yöneticilerinin ülkeyi 36 etnik gruba da bölmeden, iktidarı diğer kardeşlerine devretme zamanı gelmiştir…

İktidarı devralanlar: Gelirlerdeki dağıtım adil bir şekilde gerçekleştirilecek. Tahsil seviyesi yükseldikçe maaşı artacaktır.  Ön Lisans, Lisan, Yüksek Lisans, Doktora; Doçent; Profesör seviyesindekiler de kariyer süresinin Yılı Oranında ilave ücret alarak, bu sisteme tabi olacaklardır!.. Hizmet yılı, başarı ibresi, liyakat, uzmanlık alanlarına göre değerlendirilecek ve maaş alacaklar… Halk, işçi, memur, esnaf, tacir,…vb. üstüne yüklenen vergilerden tamamen arındırılacak! Çok kazanandan çok, az kazanandan da az vergi esası getirilecek!.. Özelde çalışanlarla, aynı zamanda iş verenlerin karşılıklı olarak hakları korunacak!

En başta Üniversite Hocaları; Milli Eğitimdeki Okulların Yönetimi: Okul Müdürü ve Yardımcıları, Rektör, Dekan, Enstitü Müdürü ve Yardımcıları, seçimlerini okullar gerçekleştirecek… Bunların Maaşları Milletvekili Maaşlarından daha fazla olacak; veya harcamalar için açık çek sistemi getirilecek!...

Adalet, Eğitim, Maliye, Sağlık, Tarım, …vb. politikalara yeni çözümler getirilecek!.. Okumuş tahsil yapmış kalifiye elemanlar, sadece kendi branşlarında değerlendirilerek verimli hale getirilecek. İşsiz hiçbir genç kalmayacak! Böylece gençlerimizin yurt dışına çıkışı da önlenecek!

Adaletin olmadığı yerde hiçbir işin normal yürüyemeceğinden hareket ile buna bağlı olarak da bütün sistem, yeniden gözden geçirilecek. Denetleme, teftiş ve yaptırımlar konacak… Her kurumun, kendi kendini denetlemesi, kendi yöneticisini belli kıstaslar dahilinde kendilerinin seçmesi de hizmetteki verimi oldukça artıracaktır!..

On sekiz (18) yaşını geçmiş bütün vatandaşlara sigorta sistemi getirilecek!

İnsanlarımız Devletin Garantisi altında olarak kendilerine GÜVEN duyacaklar. Hastalandığında Sosyal Güvenlik Kurumundan yararlanması için Özel ve Devlet Hastanelerinde yaralanmaları ücretsiz ve engelsiz olacak!.. Randevu Alma Sistemi hastayı öldürmek için değilse herhalde “Felç Etmek, hatta kötürüm duruma düşürmek için mi konmuş?..” Randevular iki, üç ay sonrasına veriliyorsa hasta ölsün deniliyor demektir…Bacak kemiği kopma noktasına gelmiş bir hastaya rontgen filmi çekimi için bir ay sonrasına gün verilemez!.. Bu “Sitem” derhal değiştirilmeli. Anında muayene sistemine geçilecek ve telefonla randevu alan kişi ve hastaneye önce gelmiş kişi sıralamasıyla hasta muayeneleri, yapılmalıdır … ADALET kesin olarak ülkede oturtulacak!..

Bugünkü Kazakistan’ın 30 yıllık kazanımı sonrası gelinen noktada, gözlerimiz artık açılmalıdır: “Su uyur, düşman uyumaz!” sözü adeta bizim için söylenmiş. Bu ibretlik, ders verici hadise olmalıdır!.. Topraklarını Bağımsızlık Savaşı vererek, birçok kırımda, ölerek kazanmış Kazaklar, Ruslar’ın yeniden mi kölesi olacak?..

Bunu biz ister miyiz?

Kurtuluş Savaşı vererek zor güç bela kurtardığımız bu kutsal vatan topraklarının 36 etnik gruba bölünmüş, halkının sürülmüş; kan, göz yaşı ve çaresiz çırpınış ve ağlama sesleri ister miyiz? O zaman karşılıklı farklılıklarımızı bir tarafa bırakarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve gelecek seçimi kazanacak olan Türkiye halkına kim gelirse gelsin yönetimi, tereddütsüz devredeceğiz!..

 

24 Kasım 2016 Perşembe

24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ Abdullah Çağrı ELGÜN

24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ
Abdullah Çağrı ELGÜN


“24 Kasım Öğretmenler Günü”   bizler için hem önemli hem de  gurur vericidir. Türk’ün atası, Türk’ e baş olmuş  dehâ  Atatürk…  24 Kasım 1928’de Türk Alfabesini kabul ederek, vatanın her köşesinde bunu tanıtmağa başlamıştır. Gece gündüz demeden dolaşarak Kurtuluş Savaşı sonucu tükenmiş, memleket evlatlarını, aydın ve münevver beyinleri, yeniden  filizlendirmek, memleketin kaderini tayin edecek unsura, yeni bir ruh ve şeki,l vermek amacıyla, Yeni Türk Alfabesini vatandaşlara tanıtıyor. Böylece Atatürk’ün vatan sathında atmış olduğu  bu adımın başlangıcı,, 24 Kasım Öğretmenler Günü” olarak kabul edimlimiştir.
Atatürk, büyük devlet adamı ve askerî deha, dört bir yandan düşman istilası ile parçalanarak, yoksul, aç ve  perişan olmuş milletini diriltme gayretine girişti.
Dışarıda aç ve çıplak, içeride yoksul milletini, bakımlı, tok ve giyimli hale getirme, dünyanın ilim ve fenni ile kafa yapısını şekillendirme gayretine düştü. Bunu da: “Mesele ölmek değil,ölmeden önce idealimizi yaratmak ve yaşatmaktır.” vecizesindeki sözüyle başarıya ulaştırdı.
Öğretmen, Baş Öğretmen Atatürk’ün, en büyük ve en önemli ideali memleketini, dünya milletlerinin saygı duyduğu, hürmet ve itibar ettiği, sanayi, teknik, ilim ve ekonomide   gelişmiş, güçlü ve millî bir devlet haline getirmekti.
O bunun gerçekleşmesi için ilk adımı atmış,: “Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvelâ bizim kendi benliğimize ve milliyetimize,  bu hürmeti hissen, fikren, fiilen; bütün iyi işler ve harekâtımızla gösterelim. Bilelim ki millî benliğini bulmayan milletler, başka milletlerin avıdır.” sözleriyle de düşüncelerini dilegetirerek, takip edilmesi gerekli yolu, gösteriyordu. 
Bugün öğretmenlerin görevi: Türkiye Cumhuriyetinin 100. yılına yaklaştığı şu zamanda Türk toplumunun geleceğinin yegâne teminatı olan, genç kuşakları, ATATÜRKÇÜ millî düşünceler etrafında sağlam fikirli, aydın ve daha çağdaş hurafelerden ve taassuplardan uzak  daha gerçekçi bir düşünce ile yetiştirmektir.
Bugün 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde, siz öğretmenlere ve onların öğrencilerine  tarih, eskisinden daha çok ve daha büyük görevler yüklemiştir.
Her zaman olduğu gibi bugün de Türk Öğretmeni, tarihin kendisine yüklediği bu ağır ve meşakkatli görevi de başarı ile sonuçlandıracaktır.
Bunu yaparken bütün öğretmenlerimiz gençlerimize, kendi kendisini, kimliğini kendi tarihini, atalarını ve omnların geçmişini, iyi tanıtıp, günümüz zihniyetinde terk edilemeyen hata ve yanılgıları, körü körüne inanışları, körü körüne taassubu, tekrar ettirmeyecek bilgiyi, beceriyi ve hür düşünceyi, genç beyinlere nakşedecektir…
Öğretmenler, hür ve geniş düşüncelere sahip olmadıkça, sağlıklı ve sağlam fikirli gençliğin, dolayısı ile devlet adamlarının yetişmesi, kısaca Türk Milletinin yetişmesi  mümkün olmayacaktır; çünkü doktoru, avukatrı, Mühendisi, gemiciyi, kaptanı paşayı, kaymakamı, valiyi, bakanı yetiştiren, onların ruhlarına bir mücevher ustası gibi işleyerek parlatıp şekil, estetik güzellik  ve zarafet veren öğretmenlerdir.
Baş Öğretmen Atataürk’ün de dediği gibİ: “Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız şanlı yüksek bir toplum halinde yaşatır, ya da tutsaklık ve yoksulluğa sevk eder….” Toplumun kafa yapısını şeillendiren öğretmen olduğuna göre, bu meslek güç, güç olduğu kadar da kutsal ve ulvî bir meslektir.
Öğretmenin yapmış olduğu hizmetin karşılığı asla ve asla hiçbir şey ile ödenemez…

“SÖZLEŞMELİ PERSONEL ve TAŞERONLUK !..” 
Son günlerin en gözde ve iktidarın iştiyakla uyguladığı program “Sözleme” dir. Kanaatimce “Sözleşme”: İnsanımıza vurulmuş en alçaltıcı kelepçe, milletin çocuklarını hiç sayan, değersizleştiren, güven eksilten, ezik ve ötelenmiş hissettiren en aşağılayıcı bir uygulamadır. “Ben size güvenmiyorum!” Ne demek?.. Size kim güvenecek?..
Millete giydirilen bu ateşten deli gömleği sözleşmeli öğretmen, sözleşmeli asker, sözleşmeli doktor, sözleşmeli hemşire, insanlarımızın geleceğe güvenle bakmasını engelleyen “Sana güvenmiyorum!”, “Sana güvenemiyorum!”, diye sırıtan, aşağılayıcı uygulamalar, derhal ve tez zamanda kaldırılmalıdır. Bu mesleklerin hemen hepsi sadece para ile değil, gönül zenginliği ile yapılacak mesleklerdir. Güvensizlik, güvenememek ne demektir? Nasıl bir tepeden bakış, aşağılayıcı telaffuzdur?!..  Bu mesleklerin değeri para ile asla ölçülemez. En yanlış uygulamalardan biri hiç şüphesiz “Sözleşmedir!…”
Sözleşme aynı zamanda adaletsiz bir uygulamadır. ÜÇRET, artı SÖZLEŞME, eşit MAAŞ toplamı kimi kurumlarda, otuz milyona yaklaşırken, hemen hemen aynı işi yapan Taşeronlar 1300TL’ya mahkum edilmektedirler. Eşit işe eşit ücret de değil sadece YANDAŞLARI KAYIRMA milletin öz evladını köleleştirmedir... Milletimizin çocuklarını kendine güvene güvene, göğsünü gere gere, ezilmeden, büzülmeden, anlı açık, başı dik olarak durdurmak gerekir.
İnsanlarımız, ülkesi için canı verecek kadar tanklara, savaş uçaklarının, makinalı tüfeklerin önüne kendini atabilecek kadar bu ülkeyi sevebiliyorlarsa onları“Sözleşme” ile küçültmek ve rencide etmek, değil; devletinin vatandaşına verdiği yüksek değer, sağladığı öz güven, vatanının ve milletinin sarsılmaz sinesinde olmanın, yüksek gururu, kıvanç ve sevinci içerisinde “Kadrolu” olarak bulunması ile mümkün olacaktır…
İNSANLARIMIZI, MİLLETİMİZİN ÇOCUKLARINI, GENÇLERİMİZİ, EN ALÇALTICI, KÜÇÜK DÜŞÜRÜCÜ ve GÜVENSİZ, DEĞERSİZ HİSSETTİREN BU UYGULAMALAR: “SÖZLEŞME ve TAŞERONLUKTUR…”
İKTİDAR, “SÖZLEŞMELİ, TAŞERON” GİBİ HAKSIZ VE USÜLSÜZ TAŞERONLAŞMAYA, DÜŞÜK ÜCRET, İŞ GÜVENCESİNDEN YOKSUNLUK DEMEK OLAN BU UYGULAMALARA, GEÇİCİ GÖREVLENDİRMELER, VEKALET SİSTEMLERİNE DERHAL SON VERMELİDİR. Bu adalet değil: İkiliktir, ayırımdır, haksız usulsüz ve keyfi uygulamalardır.
“Devletin aslî ve sürekli hizmetlerini, tarafsızlık ilkesi içinde yürütmek olan kurum yöneticileri, mesailerinin büyük çoğunluğunu personeli yıldırmak, liyakatsiz atamalara kılıf uydurmak, istemedikleri personeli geçici görevlendirme yoluyla uzaklaştırmakla geçirmektedir.” (Sedat YILMAZ: “Kamu Hizmetleri Nereye?”, KAMUTÜRK, KAMU-SEN Dergisi.Yıl 4, sayı:15.Şubat 2016, s. 7.Prg.7)
Dikkat! Dikkat!.. 83 milyona yaklaşan Türkiye’de, memur sayısı gelişmiş ülkelerde istihtam edilen memur sayısının, yarısından daha azdır… Bu konuyu iktidar sahipleri masaya yatırıp düşünmelidir… (Abdullah Çağrı ELGÜN), http://abdullahcagrielgun4.blogspot.com.tr/)


Bugün “Sözleşmeli Öğretmen” aşağılanması ile öğretmenlik mesleğini hiç sayan bir düşünüşün, Kurtuluş Savaşı Yılları’nın yüzde sekseni okuma yazma bilmeyen; fakat bugünün okumuşundan daha ârif ve âlim olmaktan öte,  cahil, hatta kara cahil bir topluluktur.  "Bana bir harf öğretenin kulu kölesi olurum."  diyen Hz. Ali, "Hocamın atının ayağından sıçrayan çamur, bizim için şeref nişanıdır.”. diyen Yavuz gibi dehaları yetiştirmeden bu ülkeyi ayağa kaldırmak mümkün olmayacaktır.
Bütün kalbimle inanıyor ve güveniyorum ki 24 Kasım Öğretmenler Günü Türkiye’mizin, müreffeh, çağdaş ve aydınlığa adım adım ilerlediği yeni bir yıl ve dönüm  noktası olacaktır.
Ey, Büyük Türk Milletinin geleceğine uzanan kuşakları!
Meslektaşlarım!...
Dün bizleri parçalamak ve lokmalar halinde yutmak isteyen dış ve içerideki düşmanlar, bugün daha uyanık, daha sinsi, daha keskin bir şekilde planlarını uygulamaya koymuşlardır.
Geçmişte düşmüş olduğumuz yanılgılar aklımızı başımıza getirmelidir. 44 Milyon lki kilometre kare topraklardan dün 24 milyon kilometrekareye gerilerken, yedi Düvele verdiğimiz Kurtuluş Savaşı ile 778.000 kilometre kareye kadar çekilmek durumunda kalmışız… Bu bizim için ibret verici ve hazmı çok ama çok zor bir imtihandır.  Bunun için Atatürk’ün görüş ve düşünceleri doğrultusunda bütün sadeliği ile dindar Müslüman ve Türk olarak, Türk Milliyetçiği fikri etrafında, tarihte olduğu gibi bütün insanlığı da kucaklayarak birbirlerimize çelikten bir zincirin halkaları gibi  bağlanıp kenetleneceğimize inancım tamdır.


SONUÇ OLARAK:
1) Devlet, insanına  ve dahi Öğretmenine güvenmelidir.
2) Millet Vekili, Maaşı Öğretmen Maaşından yüksek olmamalıdır.
3) Öğretmenin durumu, iki hatta üç kez gözden geçirilmelidir.
4) Öğretmene "Açık Çek" sitemi getirilerek maaş ve geçim derdi ortadan kaldırılmalıdır.
5) Her önüne gelen Öğretmen OLAMAMALIDIR...

Ne mutlu bu idealle pişmiş, bu ideali kendisine rehber edinen öğretmenlere!...
Ne mutlu bu günleri bizlere bahşedenlere!
Ne mutlu Türk’üm diyene!..                                                 Perşembe, 24 Kasım 2016



Translate