Abdullah Çağrı ELGÜN
"Yedi iklim ve diğer
bütün toprakların ve de kürre-i arzın mutlak sahibi" olarak söz edilen
varis, OSMANLIYI YAŞATAN, OSMANLININ MİRASÇISI, OSMANLI'NIN OĞLU Türkiye’dir. Kültür birikimleri, köklü
gelenekleri, ilmî disiblini, askerî dehâsı, tecrübe, bilgi birikimi;
dindarlığıyla dünya sahnesinde hâlâ vardır. Dünya insanlığını kucaklayan
gençliği; örf, âdet ve gelenekleriyle, yeniden ve yine; dünyaya lider
olacaktır. Bu ulvî ve mübarek vatan toprakları üzerinde yaşayan ve bütün
hasletleriyle millî kültürü yaşatan; medeniyete kucak açmış, gıptayla ve
imrenilerek bakılacak insanlar Türk,
LİDER ÜLKE İSE TÜRKİYE'dir. Bunun için Atatürk: "Muhtaç olduğun kudret
damarlarındaki asîl kanda mevcuttur.", "Ne mutlu Türk'üm
diyene."(1) diyor.
Osmanlı öyle tekâmül etmiş,
öyle gelişmişti ki toprağında yaşayan her canlı, onun bilgisi dahilinde adım
atardı. Komşu devlet lejyonları, prensler, çariçe, imparatoriçe ve kralları
Osmanlı Türkü'nden yardım talebederdi. Bu ülke ve halkı isyandan, yağmadan,
düşman işgalinden, yeryüzünden silinmekten kurtulur veya Osmanlı Türkü'nün
eliyle taç giyerlerdi. Osmanlı, dünya insanlığını kucaklayan, işletmeci,
vakfeden, medenî bir millet, güçlü, ihtişamlı, otoriter bir devletti. İlim,
sağlık ve gelişmeye açık; insanî değerler ve saygı bakımlarından gelişmiş bir
imparatorluktu. Bugün, dünyanın liderliğini üstlenmiş devletler; Osmanlının
sosyal refahına erişememiş; günün insanlarına, Müslüman Osmanlı Türk’ü kadar
mutluluk sunamamışlardır.
Osmanlılık bir paye, rütbe ve
mevkiidir. İnsanlar, Osmanlı olmakla şeref ve şan bulurlar. Osmanlıdan biri
olmayı büyük bir övünç vesilesi, itibar
kabulederlerdi. Her yerde ve her vakit : "Osmanlıyım!.." diye grurla
söylerlerdi. Bu söz onları birçok tehlikeden korurdu. Bu insanlar, Osmanlının
kutsal ve aziz topraklarında hırsızlık, soygun ve terörden emin olarak
mutluydular. Burası, Akdeniz ve Karadeniz'in bir Türk gölü olduğu, medeniyetler
beşiğiydi. Âlemlere rehber Peygamberler'in ve dinî liderlerinin yaşayıp göçtüğü;
kabirlerinin de barındığı, en kutsal yerlerdi.
Burası, Avrupa'dan başlayıp
Asya'ya; Kuzey Buz Denizi'nden Çin Denizi'ne kadar uzanan; Güneş'in, bir vilâyetinde
doğarken, başka bir vilâyetinde battığı; bir yerde denizin ve güneşin
sıcaklığıyla serinlenirken; başka bir yerinde kışın amansız sert soğuklarının
hüküm sürdüğü güneşi kaybolmayan ülkeydi. Ülke neredeyse yerküreyi kuşatan;
heybetli, vakur görünüşüyle bütün insanlığı kucaklardı. İmparatorluk insanları,
dinleri, dilleri, renkleri, ırkları, kültürleri ayrı ayrı olmakla birlikte bir
gökkubbede toplanmış, uçsuz bucaksız genişlikteki GÜNEŞİN BATMADIĞI ÜLKEDE hür olarak yaşar, korkusuz
seyahat ederlerdi...
Dünya kültürü Türkler'in
ülkesinden Avrupa'ya taşınmıştır. 900’lü yıllarda kurulan akademilerde müthiş
ilerlemeler göze batmaktadır. Halbuki İngiltere'de Kraliyet Akademisi(1862),
Almanya'da Keymriç(1860), Rusya'da Pötür Bir Akademileri(1800) yeni kurulluyordu.
Matematikte, Avrupalı âlimler tek bilinmeyenli denklemi bilmezlerken;
Türk-İslâm âlimleri üç bilinmeyenli denklemi çoktan çözmüştü.(2)
Astronomide (1018)bin on
sekiz yıldızı keşfederek bugünkü bilim
adamlarını da şaşırtacak derecedeki hesablamaları; dakika, saniye ve salise
olarak yapmışlar, yerlerini belirleyerek, onlara Türkçe adlar(Büyük Ayı, Küçük
Ayı, Çoban Yıldızı…vb) vermişlerdi.(3) Tıbda(İbni Sinâ)(4) Fizikte(Birûnî)(5),
Cebirde(El Cebir)(6) Astronomi ve Matematikte(Horazmi, Ferganî, Gıyaseddin El
Koşıy, Uluğ Bey, İbn-i Irak, Kamusıy, Birunî ve İbni Sinâ)(7) , Felsefede(Al
Hammer, Al Masıh)(8) gibi düşünür, Türk ve İslâm âlimleri yetiştirmişlerdi.
Dünya İnsanlığını Kucaklayan
Devlet:
Dünya insanlarının her yerden
kovdukları Yahudiler'e ve Ermeniler'e Kazakistan topraklarında; Museviler'e de
Oğuzeli topraklarında Türkler bağırlarına basmışlar; yurt vererek ev bark ve
toprak sahibi olmalarını sağlamışlardı. Dünya insanlığını din, dil, ırk, renk
ayırımı yapmadan Allah'ın yarattığı bir kul olarak kucaklayan ve seven; barışı, huzur ve
mutluluğun simgesi olarak gören yıldız insanları, Müslüman Türkler yetiştirmişlerdir.
Osmanlı Müslüman Türk Devleti
Kuvvetli, dirayetli, adaletli, hürriyetsever, haksızlığa uğranılan bir zamanda
aranılan; hasletler ve değerler konusunda imrenilen bir zirveydi. Nezaket,
cömertlik, misafirperverlik,
yardımseverlik, konusunda hasretle yadedilen; bütün insanlığın o
şemsiyenin altına girmek için, uzak ülke ve memleketlerden koşarak geldiği ülkeler, eyaletler ve insanlar cennetiydi...
Osmanlı Sultanları'nının en ünlü ve güçlü kadınları, bu dünya cennetinin inci elmas
ve pırlantalarıydılar. Valide Sultanlar: Hürrem
Sultan'Rus', Kösem Sultan'Rum', Safiye Sultan'İtalyan', Nakşidil Sultan'Frasız'(9).
Osmanlı Müslüman Türkü, dünyadaki bütün ırkların hepsini kaynaştırıp disibline
eden; sevebilmek, anlayabilmek ve İmparatorluğun en yüksek kademesinde
görevlendirebilmek saadet, mutluluk, cesaret ve bilgisine erebilmiş ve bu
farklı grupları mıknatıs gibi birbirlerine yapıştırmış bir sihirli dehâydı... Dünyanın
bilinen tarihinin 3/2 sinin, % 80 toprağına sahip, % 90 nufusuna söz söyleyip,
söz dinleten Osmanlı Müslüman Türkü'ydü...
Osmanlı Müslüman Türkü'nün
yedi yüzyıl (700) süren hükümdarlığında kölelikten hürriyete, uşaklıktan
efendiliğe, sömürüden zenginlik, refah ve mutluluğa bizlerden biri olarak
ulaşan milletler... Osmanlı Bayrağı'nın rüzgarında, Müslüman Türk Kültür ve
medeniyetinin, zenginlik, hoşgörü, ihtişam ve debdebesiyle; korkusuz, güven
içinde nice yüzyıllar bir ve beraber yaşarlarken!.. Bugün bir nankörlüğün ve
ihanetin bedeli olarak; o eski, Osmanlı Eyaletleri ve o eski, Osmanlı
Vilâyetleri'nde, bugün yaşayan insanların bir tavuk kadar değerleri
kalmamıştır... Kendi topraklarında sömürülen, kendi topraklarında
kazandıklarıyla mutlu yaşayamayan aç, açık; uşak, köle muamelesine tabii,
sömürü düzeniyle sefilleşmişler ki zulm ve işkence, yeyip; kan ve gözyaşı
içiyorlar...
[Malaya, Singapur,
Endonezya, Bornu, Cibuti, Zengibar,
Mozambik, Moritanya, Nijer, Kamerun, Gambiya(400yıl); Bulgaristan(545yıl);
Yunanistan(400yıl); Girit(267yıl); Ege Adaları(541yıl); Arnavutluk(435yıl);
Yugoslavya(539yıl); Romanya(490 yıl); Macaristan(160yıl); Çekistan(20 yıl);
Slovenya(20 yıl); Polonya, Batı Rusya, Beyaz Rusya(25yıl); ve Avrupa
Rusyası(291yıl); Ukrayna(308yıl); Gürcistan(400yıl); Ermenistan(20yıl);
Azarbeycan(25yıl); Kıbrıs(293); Suriye, Lübnan, İsrail, Ürdün, Irak(402yıl);
Suidi Arabistan (399yıl); Yemen(401yıl); Katar, Bahreyn, Birleşik Arap
Emirlikleri(400yıl); Kuveyt(381yıl)](10) birer şehrimiz birer eyaletimiz
olarak Osmanlı Türk-İslâm adaletinin
müsamahası, yüksek, Türk Kültürü ve medeniyeti içerisinde; Osmanlı Bayrağı'nın
huzur veren gölgesinde adildiler.
Dilinde, dininde, örf ve âddetinde serbest; Türkler'le eşit hak ve
hürriyetlere sahip; huzurlu,
mutluydular. Kuşaklar boyu; bir
kubbenin altında, ezilmeden horlanmadan, incinmeden, zengin, mutlu ve hür
yaşayıp gittiler... İşte hürriyet,
hoşgörü, denge, maharet ...
İşletmeci, Vakfeden, Medenî Bir Millet:
Ecdadımızın manevî kuvvet ve
kıymeti kelimelerle asla ve asla anlatılamaz, taktime ve tarife sığmaz. Osmanlı
Müslüman Türkü, yalnız insanlara değil; hayvanlara bile gerekli olan yardım,
hayır hasenât ve bağışı hiçbir ayırıma
tabi tutmaksızın yapar; bu yardım
ölüleri ve dirileri kablardı.
Müslüman Türk ülkesinin adı,
Osmanlı vilayeti olarak kaldığı süreler, yukarıda bahsedilen bütün Türk ülkesinde imâretler
vardı ki bunlarda hangi dine mensup bulunursa bulunsun, hiç bir ayırım
gözetilmeksizin bütün fakirlere ihtiyaçları nisbetinde yardım edilirdi. Bütün
yolcular imârethânelerde üçgün
kalabilirler ve kaldıkları müddetçe her öğün yemekte vakıf şarları
gereği birer tabak pilavla ağırlanırlardı. Bu imarethânelerde atları için büyük
ahırlar bulunduktan başka, türlü türlü çeşmelerle de donatılmışlardı. Bazan bu
çeşmelerin suları çok büyük masraflarla uzaklardan getirilirdi.(11)
Şehirlerle yol boylarında bu
imârethanelerden başka her tür kişi ve kuruluşa, kapıları daima açık duran
Kervansaraylar ve umumî binalar vardır. Bütün Yakındoğu'da bunlardan başka
hiçbir otel binası yoktur. Onun için yol boylarında rahat döşek isteyenlerin
şiltelerini yanlarına almaları lazımdır. Kervansaraylarda yalnız hasır vardır;
ama Türkler, Acemler ve Ermeniler de
bundan o kadar hoşlanırlar ki Hıristiyan memleketlerdeki şehirlerde bile daha
rahat döşek aramazlar.
İmparatorluğun hemen bütün
şehirlerinde ve bilhassa İstanbul'da felâketzedelerin ihtiyaçlarını temin için,
padişahların himmeti ve halkın elbirliğiyle kurulmuş vakıflar bulunur. Bu
Vakıflarda daima, vakıf gelirlerinden ayrı olarak hergün, fukaraya sadaka
dağıtmayı ve hatta borç yüzünden hapsedilmiş zavallıların imdadına koşup, bazan
ihtiyaçlarını teminetmeyi ve bazan da alacaklılarına, borçlarını verip
borçluları kurtarmayı kendilerine vazife
bilmeyen Müslümana, pek az tesadüf edilirdi.(12)
Müslüman Türkler'de analarla
babalar, akrabalar ve vasiler, çocuklarına örnek olup, daha en küçük
yaşlarından itibaren hayır işlerine alıştırılırlar. Hayrat ve hasenât denilen
ve insanı kendi şahsiyetinin kat kat üstüne yükselten fazilet, işte bu suretle
teşekkül etmektedir. Bu durum şahsî menfaat, cimrilik, tamahkârlık gibi
duyguları uyuşturup, güzel bir âdetin de tesiriyle hemcinsine yardım hissini
uyandırdığı için, Müslümanlar'a hiç ağır gelmemekte ve onları bu sahada diğer
milletlerden çok üstün bir seviyeye yükseltmektedir. Umumiyetle yakışıklı,
mütenasip endamlı ve son derece temizdirler. Gıdaları bol değildir; ama
sıhhıdir. Yegane içkileri sudan ibarettir. Kendi mesleklerine ait bilgileri
mükemmeldir. O herşeyden evvel Müslümanlığın hususiyetleri olan, o zarif
incelikle ve nâzikâne vakâra sahip oldukları için, bizim büyük
şehirlerimizdeki, esnaf takımının kaba tavırları ve laubalilikleriyle, bunların
kibarlıkları arasında dağlar kadar fark vardır.(13)
En aşağı tabakadan, yüksek
bir mevkiye çıkan bir Osmanlı Türk'ü bile, yeni makamının icap ettirdiği azâmet
ve vekârı derhal takınıverir. Malumatı itibarıyla da selefinin
seviyesinden aşağı kalmayacağından daima
emindir. Osmanlı, ister kubbeden divana
çıksın, ister divandan inip zavallının biri haline gelsin, hiçbir zaman
sukûnetini kaybetmez.(14) Meşhur Seyyah A.de
ma Motraye "Voyages en Europe et Afrique" adlı Lahaye' de basılan kitabının 258.sayfasında:
"Bu memlekette, yani Anodolu ve İstanbul'da hemen hemen hiçbir cinayet
vak'ası duyulmaz; eğer bir iki fevkâlâde vak'a zuhur edecek olursa, onlar da
ani bir feveran neticesinde veyahut yol kesen haydutların yaramazlıklarından
ibarettir."(15) diyor.
Osmanlı, memleketinin
dağlarında aç kalabilecek hayvanları düşünür, onlara sığınak yapıp, rızkını
bölüp verirken, İstanbul'da GURABAYI LAKLAKAN(Leylekler Hastanesi); Kayseri,
Gesi, Konya, Kastamonu İstanbul Bursa, Edirne gibi şehirlerde de kuş evleri ve vakfiyeleri
mevcuttu. Kayseri'de Gevher Nesibe Hatun Tıp Fakültesi; Fas, Tunus,
Cezayir'de mühendishaneler; Mekadonya,
Bosna, Yunanistan, Bulgaristan, [Eflâk, Boğdan Vilayetleri(Estonya, Letonya,
Litvanya,)] Camiler, hanlar, hamamlar, yol, köprü, kervansaray, bekar evleri,
sığınak kurarak, hizmeti kendisine prensip edinmişken, pisikolojisi bozulmuş
zihin hastalıklarına uğrumış insanlarını da müzikle tedavi etmenin yolunu
keşfetmişti.
Güçlü, İhtişamlı, Otoriter
Devlet:
Osmanlı Padişahları
fermanlarının başında :Yedi iklim ve diğer
bütün toprakların ve de kürre-i arzın mutlak sahibi"(16) sıfatını
kullanırlardı. Osmanlı öylesine ihtişamlı, muhteşem gelişmiş ve tekâmül etmişti
ki toprağında yaşayan her canlının ayak sesini duyar; kıpırtısını hisseder; yağmurdan, rüzgardan ve
kuşlardan haber alır; çobanın sürüleri dahi onun bilgisi dahilinde adım atardı.
Osmanlı Müslüman Türkü kendisini yeryüzünde Allah'ın bir gölgesi olarak
görürdü...
Osmanlı devlet erkanı
herhangi bir köylünün Muş'un Bulanık
İlçesi'nden çıkıp İstanbul'un Üsküdar Mevkiine gelip yerleştiğini bilirdi.
Bunlar secere kayıtlarıyla sabittir.(Erzurum meskat-i re's(doğduğu yerden),
Dadaşlar Meskûnmahalden kalkup; yediyüzbaş yoz(koyun sürüsü), beşyüz keçi,
üçyüz kısrak, ikiyüz aygır, yüz irili ufaklı tay, yüz tavuk yirmi horoz, yirmibeş
horanta...vb. karin ile birlikte Kayseri'de Cürcürler Mahallesi'ne gelerek
yerleşti.) diyerek giriş ve çıkışları kaydedilirdi.
Eşkıya, soyguncu ve
teröristler hiçbir yerde barınamazdı. Bunca devlet, eyalet ve şehirlerde hüküm
süren Osmanlı için, bunu tesbit ve nerede yerleştiğini bulmak hem de o
zamanda oyuncak işlerdendi. İşte güç, ihtişam ve otoriteli devlet...
Avrupa Karalları vezirler
düzeyinde ağırlanır. Ziyaretlerde
teşriflerde, kabullerde ve anlaşmalarda vezirazamlar imza korlardı. Kanûnî
Sultan Süleyman devrinde Vezirazam İbrahim Paşa, Avusturya Kralı ile her
yazışmasında O'na "kardeşim" diye hitabederek Avusturya Kralı'nın
Osmanlının; ancak Vezirazamı ile denk olabileceğini vurguluyordu...(17)

"Ben ki kırksekiz
krallığın Hakanı, Sultan Süleyman Han'ım. Sefirimden aldığım habere göre,
memleketinizde dans nâmı altında, kadın-erkek birbirlerine sarılmak suretiyle,
alametleinnas(herkesin gözü önünde) icrayı lağviyat(faydasız işler) işlenmekte
olduğu mesmuu şahanem
olmuştur(işitmişimdir)...
İş bu rezaletin memleketime
de sirayeti ihtimali muvacehesinde nağmey-i humayunum yedinizi(elinize)
vusulünden(ulaşmasından) itibaren derhal
son verilmediği taktirde, bizzat orduyu humayunumla gelip men'e
muktedirim." dediğinde "dans" o dakika kaldırılıyor!.. İşte güç, ihtişam ve otorite budur...
Sene 1503 Fatih'in oğlu
II.Bayazıt'ın hüküm sürdüğü yıllar...
Venedikliler, iki Yeniçeri
askerimizi esir almışlar bunlardan birini satıp diğerini de işkence ederek
hapsetmişler... Venedik Sarayı'nda
Osmanlı Türkü'nün aleyhine de bir resim asılmış. Padişah, başında: "Yedi
iklim ve diğer bütün toprakların ve de kürre-i arzın mutlak sahibi" sıfatını
kullanarak bir nağme-i humayun gönderiyor ve diyor ki:
"Haber aldım ki, nihayet
iki askerimi esir alıp satmış ve işkence etmişsin. Bu nâğmey-i humayunumu sana getiren Turhan Oğlu Ömer Bey'in
yanındaki kulum Ali'ye, vakit geçirmeden satttığın askerimi nerede ise bulup,
teslim edesin... İşkence edilene ise (150.000)yüzellibin kuruş gümüş akçe
tazminat ödeyip kendisine veresin; ve de sarayında bizim aleyhimizdeki ol
tasviri yerinden söküp yakasın ve küllerini bana verilmek üzere kendisine hemen
teslim edesin... Yoksa bilesin ki sonu senin içun nice ve nasıl azablarla dolu
olacağını tahmin edemeyeceğin bir sefer açarım ki, sefil u rezil
olursun..." Emir yerine getirilıp
esir bulunuyor, yüzellibin gümüş tazminat ödenerek, resim sökülüp yakıldıktan
sonra külleriyle beraber hepsi İstanbul'a yollanıyor. İşte güç, ihtişam ve otorite budur...
Preveze'de Barbaros Hayrettin
Paşa: İspanya, Portekiz, Venedik ve Papa Donanmaları'nın Preveze Körfezi'nde
toplandığını öğreniyor. Bu birleşik deniz kuvvetleriyle savaşmaya karar
veriyor. Düşman donanması: 52 Parça Kadırga, ve Andredorya, yetmiş parça
kadırga gemi, Venedik Generali ve otuz
parça kadırga, Papa Kaptanı ve on parça kadırga ile Rodos Hakimi... Daha
gönülllü hurda gemilerle, altıyüzden fazla yelkenli. Toplam: 766 Kadırga ve
çekdiri gemi ve bir okadar gönüllü
birliklerle hucum ediyor... Osmanlı Müslüman Türk'ü 120 çektiri gemisiyle boğuşmaya başlıyor. Avrupa
Kuvvetleri'nin büyük bir çoğunluğu, gemileriyle kaçabilenlerin haricinde onca
zevatıyla birlikte, denizin derinliklerine gömülüyor. Kanunî Sultan Süleyman
Han Gazileri yüzbin akçe ile ödüllendiriyor.(18) İşte, Osmanlı Müslüman
Türkü’nün kuvvet ve kudreti budur...
Kanije'de kuşatmanın uzayıp
yiyecek ve erzaksız kalmaları üzerine, Tiryaki Hasan Paşa kaledeki üçbin
askeriyle, (30.000)kişilik düşman çemberinin içine dalıyor. Gece karalığında
korkan düşman askerlerinin tamamına yakını kılıçtan geçiriliyor... Kurtulabilenler
çil yavrusu gibi sağa sola dağılıyor... İşte,
Osmanlı Müslüman Türkü budur...
Plevne'de, Gazi Osman Paşa
Sırp isyanlarını bastırmakla görevli iken, kendini Tuna Vilayeti'nde Plevne
Kuşatması'nın içinde buluyor. (10.000)on bin kişilik imanlı erleriyle;
Osmanlı-Rus Savaşı'nın başladığı yıllarda Plevneyi Ruslar'dan geri alıyor. Rus
Ordusu, takviye olarak gelen (50.000)kişilik Romen Ordusu'na rağmen soğuk kış
başlangıcında Plevne önünüde çakılıp kalıyor.
Niğbolu, Sigismund'un başını
çektiği orduya: Fransa, İngiltere, Almanya, Polonya, Bohemya, Avusturya, Macaristan,
İtalya, İsviçre, ve Belçika katılır. Avrupa'nın en büyük Hırıstiyan orduları Yıldırım'ın
düşmandan kat kat daha az 40.000 atlısı karşısında darmadağın olur, kaçacak yer
ararlar. Kosova, Malazgirt, Çaldıran ve Çanakkale'de de sonuç aynıdır. Osmanlı Müslüman Türkü işte buydu...

Osmanlı-Rus Savaşı'nda Baltacı Mehmet Paşa, Rus ordusunu imha edip
tarihten silmek üzere tam anlamıyla kuşatıyor. Bu çemberden kurtulmaya asla
imkan ve ihtimal yok. Rus komutanları ve düşünürleri Türkler'in aman dileyene
el kaldırmayan güzel hasletinden yararlanıyorlar. Çariçe Katerina, çeşitli
türdeki hediyelerle Baltacı Mehmet
Paşa'nın Otağı'na kadar gelip yalvarıyor. İş tatlıya bağlanarak Savaş sona
erdiriliyor ve Rus Ordusu tarih sahnesinden silinmekten kurtuluyor. İşte
Osmanlı Müslüman Türkü, işte hoşgörü, merhamet ve müsamaha budur...
İsveç Veliahtı'nın maharet,
bilgi ve savaş oyunlarında bir Türk gibi yetiştirilmesi için İsveç Kralı,
Osmanlıdan ricada bulunuyor, dilek kabulediliyor; Osmanlıdan giden öğretici İsveçte bayraklar, flamalar ve ayağının altına
kırmızı rengarenk halılar döşenerek karşılanıyor, onuruna kırkgün şenlikler düzenleniyor... İşte, sıradan
bir Osmanlıya yapılan karşılama töreni bile, Osmanlının kim olduğunu anlatmaya
yetiyor...
Holanda'da çalışan bir işçi
dostum anlatmıştı. “Orada, "Türk Köyü" adıyla anılan bir köy vardı.
Bu köye Türk Köyü denmesinin nedenini
yerli yaşlılardan sorunca yöre yaşlıları
anlatmışlar ki: Yöre eşkıyalar yatağıymış. Her hasat mevsiminde
eşkıyalar bu köyü basar; köylünün elinde neyi var neyi yok soyup soğana çevirirlermiş. Zavallı köylüler
bir kış boyu per perişan olurlarmış. Köylüler bu durumdan kurtulmak için bir
çare düşünmüşler. Gidip Osmanlı eyaletlerinden bir Müslüman'a akıl sormuşlar. O
da: "Oraya bir Osmanlı Bayrağı asın!.." demiş. Adam memleketine
gelmiş. Denileni yapıp, köyün ortasında yüksekçe bir yere Osmanlı Bayrağı asmış
ki ihtişamla dalgalanır.
Ertesi yıl hasat mevsimi
eşkıyalar köye girecekler; ama bir de ne görsünler, orada bir Osmanlı Bayrağı
dalgalanıyor. Birbirlerine fısıldaşmışlar... Kellerinden korkarak oradan
uzaklaşmışlar. Tabii köylüler de bu sayede rahat ve huzura kavuşmuşlar. Böylece
bu köyün adı Türk Köyü olarak kalmış.(19) Ne diyelim, eşkıya bile anladıktan
sonra... Bize ne demek kalır?..
745-940 yılları arasında Türkistan'da
yüksek bir medeniyet kuran Uygur Türkler'i Matbaayı keşvedip oynak harfler
kullanarak ve bu harfleri satırlar halinde dizip kitap sayfaları hazırlayarak
kağıda basıyorlardı. MATBA ilk defa Türkler tarafından kullanılmış ve bugün
Almanya'nın Doğu Berlin'de orjinalleri olan sekizbin değişik eser; elli yıl
önce kullandığımız kılişe tipinin benzeri ile basılmıştı.(Kaynanam Kara, Papam
Kara, İkiz Kardeş Hikâyeleri...)(20)
1478 Yılında Fatih Sultan
Mehmet Han, İşkodra ve Rodos kuşatmalarında Zeytinyağı, kükürt ve balmumu karışımından
yapılan tahrip gücü yüksek bir ROKET geliştirdi. Bunlar isabet ettikleri yeri
yıkıyor, müdafileri ve halkı kalenin mahzenine sığınmaya mecbur ediyordu.(21)
1580'de BÂLİBİLEN DİLİ diyerek
ortaya attığı görüşle dörtbin kelimelik bir sözlük çalışması da yapan Mehmet Muhiddin Efendi Arap Alfabesini esas alarak, Türkçe ve
Farsça'daki "ç,j,p" harflerini buna ilave ederek yeni bir dil ortaya
koymuştu. Hedefi önce İslâm ülkeleri arasında ortaklaşa kullanılan bir dil
oluşturmak, daha sonra da bunu dünyaya yaymak düşüncesindeydi. Esperanto Dili
diyerek ortaya çıkanlar ise(Schleyer, Zamenhof) Mehmet Muhiddin Efendi'den
üçyüzyıl sonra dünyaya gelmişlerdi.(22)
1606'da Hazarfen Ahmet Çelebi
taktığı kanatlarla Galata Kulesi'nden uçar. Karşı sahile yumuşak bir iniş
yapar. UÇAKve paraşütün yolunu açmıştı.
17.yy.da bizzat IV. Murat'ın
huzurunda ogüne kadar duyulmamış, görülmemiş, düşünülmemiş bir deneme
gerçekleştirildi. Lâgarî Hasan Çelebi adlı bilgin, bir gece vaktinde YEDİ KOLLU
FİŞEK denilen garip aracını Sarayburnu'na getirmişti. Yardımcıları barut
mahzenini ateşlediler ve Lâgarî Hasan Çelebi'nin bindiği araç, ok gibi gökyüzüne fırlayark karanlık semada kaybolup gitti. Öldü sanılan
Hasan Çelebi bir süre sonra kartal kanatlarıyla yeryüzüne iniyor. Yürüyerek
Saray'a varıyor ve Padişah'ın huzuruna vardığında: "Sultanım, sana İsa
Aleyhiselam'dan selam getirdim." diyerek latife ediyor.(23) O dönemden JET
ve UZAY araçlarının yolunu açıyordu.
İbni Sinâ: "Onsekiz
yaşından once, bütün bilim ve felsefede söz sahibiydi, Avrupa'da Avecina'dır.
"G.M.Vickens.16-17 yaşında çok ünlü bir hekim oldu. İbni Sinâ (Ebu Ali
Sinâ)Tıbbın babası sayılan Türk ve İslâm
âleminin en büyük bilgini , filozofu ve tıbçısı ve devlet adamı olarak
(980-1037) 57 yaşında vefat etmesine rağmen
ikiyüzyirmi(220) adet eser bırakmıştır. Altıyüz yıl tıp ve eczacılık
konusunda dünya ülkelerine kaynaklık etmiş, Kitabları Batı Ülkelerinde 600 yıl Modern
Tıp gelişinceye kadar, ders kitabı olarak okutulmuştur.(24)
İbni Sinâ daha o dönemde
hastaları ameliyata alıyor, ağrıyan ve hasta olan organı tedavi edilmeğe
çalışılıyordu. Avrupa'da ise bu hastaların içindeki cini, şeytanı çıkarmak için
ya baş aşağı asılıyor, ya etrafına ateşler yakılıyor veya günlerce direklere
bağlanarak kırbaçlanıyordu. Psikolojik ve ruhsal yönden de tedavi edilen insanlar İbni Sinâ'nın elinde
şifa buluyordu."Bedenle birleşmeyen ruhun bireysel varlığı yoktur. Onun
tek ve kişisel oluşu bedenle birleşmesinden
ve onun bir alet olarak kullanılmasından sonradır. Ruh bedene eklenen,
bedeni tamamlayan ve bedenin faaliyetini sağlayan güçler toplamıdır."
diyen İbni Sinâ, KANUN adlı kitabında: "Hastalık yapmayan en tehlikesiz
içecek, kaynatılıp soğutulduktan sonra içilen sudur; çünkü bazı sularda CİNNÜMA
"suda yaşayan, gözle görülmeyen latif cisimlerden ibaret bir yaratık,
mahlûk vardır." Diyor. Görüldüğü gibi İbni Sina "MİKROP"u
biliyor, tanıyor ve onu tarif ediyor. Kısaca suyu kaynatıp içerseniz, içindeki
zararlı mikroplar ölür. Bunun için suyu kaynatarak ve soğutarak içmek MİKROPLARI
ÖLDÜRÜR diyerek daha ozamandan bizi ikaz
ediyor.
İbni Sinâ yıllar önce, MİKROBU
keşfetmişti. Mikrobu keşfettiğini söyleyen Avrupalı Paster ise(30 Haziran 1878)İbni
Sina'dan (850-900) sekizyüzelli, dokuzyüzyıl sonra Tıp Akademisine
bildiriyordu.(25) İbni Sinã, Psikiyatrist olarak, REY Şehri Hükümdarı'nı MELANKOLİ;
Taberistan Hükümdarı Kabus Veşmigir'in yeğenini KARASEVDA hastalığından
kurtarıyor. Kadavralar üzerinde OTOPSİ yaptığını, ANATOMİK çalışmalarda bulunduğunu söyleyerek:
FİZYOLOJİ, PATOLOJİ, FARMAKOLOJİ, KLINIK HEKİMLİĞİ, ANESTEZİ, LOKAL ANESTEZİ,
GENEL ÇERRAHLIK, NÖROLOJİ, PSİKİYATRİ, MANİ, MELANKOLİ, HAFIZA BOZUKLUĞU, GERİ
ZEKALILIK, SİNİR, GÖZ ADELELERİ, GÖZÜN
TABAKALARI, GÖZYAŞI KANALLARI, OPHTHALMAİ, KONJONKTİVİT, NABIZ, ÜROLOJİ, İDRAR DEĞİŞMELERİ, İDRARDA
KULLANILAN SONDAYI(KASTARA, KASATİR), TRAHOM(Tahlili), DOĞUM, KADIN,
HASTALIKLARI, KUDUZ, ÇOCUK HASTALIKLARINI, PEDİATRİ ve PEDAGOJİ, KORUYUCU
HEKİMLİK, GÖZ, KULAK, BOĞAZ, AKCİĞER, KARACİĞER HASTALIKLARI ve tedavilerinden
bahseden ve ilk ortaya koyan atamız İbni Sinâ'dır. Matematikte
"O"sıfırı keşfeden yine İbni Sinâ'dır.26
1205'te Hakan
Kılıçarslan'ınkızı Gevher Nesibe Sultan tarafından Kayseri'de kurulan Şıfaiyye ve Tıp Okulu ilk öğrenimi
teorik olarak başlatmıştır.
1453'te Doğu Roma'yı
alarak İstanbul'u fethetmiş, bir çağı
kapayıp yeni bir çağı açmış, Nurlu Kumandan, kendisinden Kulların Acizi diyerek
söz ediyor. İşte Müslüman Türk'ün hayatının ilkesi bu tevazusu, bu kendini
diğer insanlara adama dusturu...
Fatih, bir sosyal güvenlik
teşkilatı kurdurarak devlet kesesinden değil, bizzat kendi parası, alınteri
ile, vakıf çalışanlarına cebinden maaş bağlıyor. Yerlere tükürenlerin tesbiti ve bu mikropları yok
edecek memurlar, ellerinde kireç ve kömür tozuyla sokak sokak dolaşıyorlar.
Kapı kapı dolaşan doktorlar hem tedavi uyguluyorlar hem de ağır hastalar var
ise hastahanelere kaldırılarak tedavilerinin yapılmasını sağlıyorlar. Sonra bir
kıtlık olursa yüz tüfekli avcı avlanacak; ama, hayvanların yumurtada ve yavruda
olmadıkları bir zamanda ve yeteri kadar...
Akşemseddin, "Madded'ül
Hayat" adlı eserinde:"Hastalıklar, insan vucuduna giren göze
görünmez bir takım CANLI TOHUMLAR
yüzünden gelir. Yine o CANLI TOHUMLARLA insandan insana bulaşır." Diyerek MİKROBU
ataları gibi bilip farkeden "PATOJEN FAKTÖR" olarak tanıyan âlim ve
üstad Fatih Sultan Mehmet'in Hocası İstanbul'un manevî fatihi Akşemseddin'dir.
Luis Pasteur ise Akşemseddin'den dörtyüzyıl sonra yaşamıştır.(27)
Fatih Fermanında:"Ben ki
İstanbul Fatih'i kulların acizi Fatih Sultan Mehmet; bizzat alın terimle
kazanmış olduğum akçalarımla satınaldığım İstanbul'un taşlık mevkiinde malûm
hudut olan yüzotuzaltı(136) parça dükkanımı,
aşağıdaki şartllar doğrultusunda vakfeyliyorum. Şöyleki: Bu
gayrımenkûllerimden elde edilecek gelirlerle İstanbul'un her sokağına ikişer
kişi tayin eyledim. Bunlar ki ellerindeki kireç tozu ve kömür külü olduğu halde
günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler. Bu sokakalara tükürenlerin
tükürükleri üzerine bu tozu dökeler ki yevmiye, yirmişer akçe alsınlar. Ayrıca
on cerrah, on doktor, üç de hasta bakıcıyı memurlukla görevlendirdim.
Bunlar ki ayın belirli
günlerinde, İstanbul'a çıkalar istisnasız her kapıyı çalarak o evde hasta olup
olmadığını soralar; var ise şifasını ya da mümkün ise hastalığını gidereler.
Değilse kendilerinden hiçbir karşılık beklemeksizin hastaneye kaldırılarak
orada tedavi edileler. Allah vermesin herhangi bir kıtlık, gıda maddesi
sıkıntısı olabilir. Böyle bir hal karşısında bırakmış olduğum yüz silah, ehil
kişilere verilerek vahşi hayvanlar yumurtada ve
yavruda olmadığı sıralarda dışarıya çıkıp avlanalar ki hiçbir zaman
hastalarımızı gıdasız bırakmayalar. Ayrıca vakfımda bina ve inşa ettirdiğim
imarathanede şehit ve yakınlarıya İstanbul fakirleri yemek yesinler; ancak
yemek yemeye veya almaya bizat kendileri gelmeyip yemekleri güneşin loş bir
karanlığında(gece vakti)ve kimse görmeden
kapalı kaplar içerisinde evlerine götürüle...(28)

Halk içinde muteber bir nesne
yok devlet gibi,
Olmaya devlet, cihanda bir
nefes sıhhat gibi...
"Kanûnî Sultan
Süleyman"29
Kurtuluş Savaşı Yıllarında Dr.
Besim Ömer Paşa'nın gayretleriyle Hasta bakımı Kursları açılıyor. Bunlar,
Balkan ve Çanakkele Savaşları'nda yaralı askerlerimize hizmet vermişler ve çok
başarılı olmuşlardır. ÇİÇEK AŞISI İlk defa Türkler tarafından kullanılmış; BEHÇET HASTALIĞI ise yine Türkler tarafından
keşfedilerek Behçet adlı zata
istinaden adı konmuş ve Avrupa'ya tanıtılmıştır.
11 Haziran 1868 yılında
kurulan Türkiye Kızılay Derneği Memleketin Hemşire ihtiyacını dikkate alarak 21
Şubat 1925'te bugünkü HEMŞİRELİK OKULUNU kuruyor. Cumhuriyet'ten önceki
geçirilen savaşlar neticesinde, halk fakir; köyler, ilçeler ve şehirlerimiz
loş, birbirine abanmış, rutubetli, basık evleri, çöp yığınları ve sinek
istilâsı içindeki dar sokakları ile bakımsız,
sağlıksız ve kasavetli bir durumdadır. Helâlar açık ve çukurlu, içme
suları kontrolsüz, üstü açık; her türlü
pisliğe ve mikroba maruz durumdadır.
İçme sularından geçen hastalıklar ve TİFO, BATAKLIKLAR, SAZLIKLAR ve KİRLİ SU
GÖLETLERİ nedeniyle SITMA en fazla
hastalıklardandır. Halkın % 10 SITMALIdır. Ayrıca SOLUNUM YOLU HASTALIKLARI,
HUMMA, VEREM, ÇİÇEK, KOLERA; AKCİĞER HASTALIKLARI ve FİRENGİ oldukça yaygındır.
21.yy.Türkiyesi'nde Sağlık
problemleri olmakla birlikte Cumhuriyet yönetiminde her alanda büyük gelişmeler
sağladık. En çok başarılı olduğumuz alan da SAĞLIKTIR. Bugün Türkiye tıbda
dünya ile boy ölçüşebilmektedir. Gelişmiş ülkelerde uygulanan sistemler, başarı
ile tadbik edilebilmektedir. Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde Türkiye'de (45)
kırbeş yaş olan ortalama ömür, bugünün Türkiyesi'nde 76'ya yükselmiştir.(30)
Bugün, çoğu gelişmelerde
olduğu gibi POZİTİF BİLİMLER ve TIBDA
çağı yakalamış ve çağın ötesine taşmaktayız. 21.yy. Lideri Türk doktoru, organ nakillerini
kolaylaşkırmak amacıyla bağışıklık sistemini devre dışı bırakacak; Kanser, AIDS
SİSTEMİNDE, HIV'e karşı AŞI'yı keşvedecek, yaraların iyileştirilmesini
hızlandıran hücre yenilenmesinin sırrı çözülecek, KONSERVE KAN, YAPAY
AKYUVARLAR, PROTEZ AKCİĞER, KAlP, DALAK, PANKREAS ve diğer organlar
üretilecek.. Türkiye'de DÜNYA İÇİN ORGAN AĞI kurulacak. ALYUVAR ve AKYUVARLAR
içinde dolaşabilecek insan tarafından yönlendirilen canlılar üretilecek... ŞEKER HASTALIĞI, ASTIM, KALP KIRIZİ, KANSER, AIDS,
ALLZHEİMER hastalıkları tedavi edilip,
bir kısmı tarihe karışacak... Doğuştan gelen genetik bozukluklar beden dokularından üretilecek organlarla
yenilenecek; AMELİYATLARDA NEŞTERLİ
DEVİR tarihe karışıp SİBER BIÇAK veya
elle, düşünceyle ve manyetik enerjiyle(biyo enerji) tedaviler sağlanacaktır.
Bir zamanlar isanlığın emanetini
bıraktığımız liderleri, bu emaneti koruyamadılar: Şimdi, karşımızda yokolmuş
bir tabiat, nükleer atıklarla dolu göl ve denizlerde yaşama savaşı veren deniz
canlıları, çöp yığınlarıyla dolu patlamaya hazır şehirler, kaybolmuş orman ve
nesli yeryüzünden silinmiş binlerce canlı, savaş, kan ve de gözyaşı...
Dünyanın her canlısından
yükselen ses, yeni efendiyi yer ve göğe; deniz ve karaya tüm kulaklara
muştulu haberlerle fısıldıyor...
İşte artık emaneti ehlinin
üstlenme zamanıdır. Ufuk sahibi, ideal sahibi bütün bir millet, el ele gönül
günüle, bir ve beraber olarak, dün olduğundan daha hızlı, daha çabuk... Gece
uyumadan gündüz oturmadan; ölesiye, bitesiye çalışarak... Işık hızının
ötesindeki bir hızla geliyoruz... Mahsun, mazlum, kırık ve kirletilmiş dünya,
yıldızlı müjdeler sana olsun...
"Yedi iklim ve diğer
bütün toprakların ve de kürre-i arzın mutlak sahibi" olarak ve bugün
OSMANLI'YI YAŞATAN, OSMANLI'NIN MİRASÇISI, OSMANLI'NIN OĞLU olan Türkiye.
Kültür birikimleri, köklü gelenekleri, ilmî disiblini, askerî dehâsı, tecrübe,
bilgi birikimi; dindarlığı; dünya insanlığını kucaklayan gençliği; örf, âdet ve
gelenekleriyle, yeniden ve yine; dünyaya lider olacaktır. Bu ulvî ve mübarek
vatan toprakları üzerinde yaşayan; bütün hasletleriyle millî kültürü yaşatan;
medeniyete kucak açmış, gıptayla ve imrenilerek bakılacak insanlar Türk, LİDER Türkiye'dir. Bunun için:"Muhtaç
olduğun kudret damarlarındaki asîl kanda mevcuttur.", "Ne mutlu
Türk'üm diyene."
KAYNAKLAR:
1 Nutuk Söylev ve Demeçler."Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi.
1 Nutuk Söylev ve Demeçler."Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi.
2 Uluğ Beg Akadimiyası.
A.A.Abdurahmanov.Özbekistan/Taşkent.s.10
3 Uluğ Beg Akadimiyası.
A.A.Abdurahmanov.Özbekistan/Taşkent.s.11
4 Eserlerinden özellikle
KANUN (beş cilt, birmilyon kelime, Teşrih Fizyolojisi, Eczacılık, Tıp
Soruları, 760 ilaç çeşidi,
eczacılık metodları, ) 600 yıl tıp ve
eczacılık konusunda dünya
ülkelerine kaynaklık etmiş,
Batı Ülkelerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. MANTIK, BİLGİ
TEORİSİ, TABİAT İLİMLERİ,
PSİKOLOJİ, TASAVVUF , METAFİZİK, DİN
FELSEFESİ, AHLAK, ASTRONOMİ,
MATEMATİK, MUSİKî... gibi konularda eserler
yazmıştır. Akılcılığını FARABİ'den;Tecrübeyi EBU BERK
RAZİ'den almıştır.(Batı'nın
Albertus, Maknus, Saint
Boneventura, Saint Thomas , Saint
Anselma gibi bilginlerini
yetiştirmiş, üzerinde derin
izler bırakmıştır.)
5 Birûnî. Uluğ Beg Akademisi.A.A.Abdurahmanov. Özbekistan,Taşkent.s. 10
6 El Cebir. Uluğ Beg
Akademisi.A.A.Abdurahmanov.
Özbekistan,Taşkent.s. 10
7 Horazmi, Ferganî,
Gıyaseddin El Koşıy, Uluğ Bey, İbn-i Irak, Kamusıy: Uluğ BegAkademisi.A.A.Abdurahmanov. Özbekistan,Taşkent.s. 10-13
8 Al Hammer, Al Masıh. Uluğ Beg Akademisi..A.Abdurahmanov.
Özbekistan, Taşkent.s.10
9 .Türkiye. 29 Ekim1999,
Cuma.Kayseri
10 .Türkiye. Stop. Muammer
ERKUL. 29 Ekim1999, Cuma.Kayseri
11 Garp Menbağlarına Göre
Eski Türk Seciye ve Ahlâkı. İskmail Hakkı DANİŞMENT-LesVoyages Dusieur Du
Lorie". s.189-190 . 1654 Paris
12 Tableau Général . Mouradgea d'Ohsson'un.
C.4.s.304-305
13 La Turguie Acuelle. A.Ubucini.s.342.1855.
Paris-Altınoluk. Ocak.1990.s 25. Ankara
14 Henri
Mathieu.La Turguie et ses Differans Peubles.2. Baskı.C.II.s.51 Meşhur
Türkdüşmanıdır.
15 Altıoluk Ocak 1990 s.27.
Ankara İbni Sina.Dr.Celâl ARABACIOĞLU.Çukurova Ünv.Tıp.Fak.Yay.No:8
16 Türkiye."Stop."
Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
17 Türkiye."Evvel Zaman" Muammer
ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
18 Tuhvet'ül
Kibar..."Cihad-ı Ekber-ı Hayreddin Paşa".Katip Çelebi
19 Ömer Faik COŞKUN Yaş: 64. KAYSERİ/Kocasinan
20 Türkiye."Stop."
Evvel Zaman .Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.12 Türkiye."Stop." Evvel
Zaman Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
22 Türkiye."Stop."
Evvel Zaman Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
23 Türkiye."Stop."
Evvel Zaman Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
24 İbni Sinâ Dr.Cemal
ARABACIOĞLU.Çukurova Ünv.Yay.No: 8.s.43
25 İbni Sinâ Dr.Cemal
ARABACIOĞLU.Çukurova Ünv.Yay.No: 8.s.43
26 İbni Sinâ Dr.Cemal
ARABACIOĞLU.Çukurova Ünv.Yay.No: 8.s.43
27 Türkiye."Stop."
Evvel Zaman Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma. İbni Sinâ.Dr.Cemal ARABACIOĞLU.Çukurova
Ünv.Yay.No: 8.s.43
28 Türkiye."Stop."
Evvel Zaman Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma. İbni Sinâ.Dr.Cemal ARABACIOĞLU.Çukurova
Ünv.Yay.No: 8.s.43
29 Muhibbi Divanı. Tercüman.Binbir Eserler
Dizisi.Yay.No:.157
30 Kayseri Sağlık 98 Kayseri
İli Sağlık Müdürlüğü Yay.