YÜZÜNCÜ
(100) YILI KUTLARKEN
Abdullah Çağrı
ELGÜN
“Vatanın bağrına düşman
dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak
bahtı kara maderini?”
Büyük Selçuklulardan
sonra kurulan Osmanlı İmparatorluğunun “Hasta Adam” ilan edilerek ve yıkılışından
sonra kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisinin Açılışı ve 23 Nisan Millî
Egemenlik ve Çocuk Bayramının Yüzüncü (100) Yılına ulaşmış olmasının sevinç
ve coşkusunu yaşıyoruz. Gururluyuz, muyluyuz! Bu kutlamaları “Korana
Virüs” sebebiyle evlerimizde yapmış olmaktan, kırık ve buruğuz…
Bugünlere nasıl geldik? Birinci
dünya Savaşı niçin başladı? Sorusunun cevabına gelindiğinde, birçok sebep
sıralanabilmekle birlikte, en önemli sebepler şunlardı:
Büyük Biritanya
adı ile anlan İngiltere, kabına sığmıyor ve yeni sömürge devletler
ararken karşısında, Büyük Cermen İmparatorluğu, Almanya da aynı
hayalle yanıp tutuşmakta ve aralarında müthiş bir rekabet yaşanmaktadır. Fransızlar
ise “Alsas-Loren” adıyla bilinen bölgeyi, Almanlar’ın elinden
alabilmek için fırsat kollamaktadırlar…
Fransa’da 1789 İhtilâli’nden
sonra baş gösteren “Vatan, Millet, Milliyetçilik ve Hürriyet” düşünceleri
ve bu akımın, koloni milletler arasında hızla yayılışı, büyük devletlerin yeni sömürge
ve ham madde arayışları, Rusya ve Avusturya - Macaristan İmparatorluklarının,
Osmanlının kısa bir süre önce terketmek zorunda kaldığı topraklardaki bağımsız;
fakat güçsüz devletçiklerin, güçlü devletler tarafından ele geçirilmek
istenmesi sebebiyle gizliden yapılan çıkar çatışmaları ve Ruslar’ın ezelî
ve ebedî hayali Osmanlı İmparatorluk
Türkiyesi’nin topraklarına sahiplenerek sıcak denizlere inme (Akdeniz) arzusu…
Osmanlı Türkiyesi içinde
yaşayan halkların 1789 Fransız İhtilâli ile “Vatan, Millet,
Milliyetçilik ve Hürriyet” düşüncelerinin büyüsüne kapılarak taraftar toplaması…
Azınlıkların İmparatorluklar içerisinde, sürekli dile getirdikleri: “Vatan,
Millet, Millyetçilik, Hürriyet” duygu ve düşünceleri, rakip ve düşman
devletler tarafından kaşınarak eylemlere, baskınlara, baş kaldırmalara ve
isyanlara dönüştürüldü. Osmanlı Türkiyesi “Hasta Adam”a
dönüştürüldükten sonra, yıkılarak bağımsız, birçok küçük devletçiklerin ortaya
çıkarılmasıyla, her karış toprağı bir bir işgal edilip el konularak, parça
parça paylaşıldı… İşte, kokoca İmparatorluk Türkiyesi’nden (Osmanlı) düşman
çizmeleri altından kurtarılabilen topraklarda, yaşama hakkı elde edebilmek için
mücadele vermiş, ölümleri göze alabilmiş bir avuç kahraman vatanseverlerin, kendi
adlarıyla kurdukları devlet, Türkiye Cumhuriyeti’dir…
Birbirleriyle rekabet
eden imparatorluklar arasında savaş başlamıştı. Bu savaşta Büyük Cermen (Alman)
İmparatorluğu diğerlerine göre kazanma açısında daha şanslı gözüküyordu.
Osmanlı İmparatorluğu ise iç kargaşa ve savaşlardan zaten bıkmış, daha dün Berlin
Anlaşması (13 Temmuz 1878) ile neredeyse topraklarının yarısını
kaybetmişti… Bu sebeple hem savaşmak için gücü yok hem de yeni çıktığı
yenilgiler ve iç karışıklıklar sebebiyle yorgun ve bitkindi…
Galip olacak
ittifaklardan birine dahil olabilirse, kaybettiği topraklara yeniden kavuşma
şansı vardı. Bunun için Lider İngiltere’ye baş vurdu ise de “İtilaf
Devletleri” safında yer alamadı. Bu sebeple “seferberlik “ilan
ederek tarafsız olduğunu dünyaya ilan ediyordu… Bunun için savaş dışında
kalmayı yeğliyordu; fakat ittifak ve itilaf devletlerinin sayıları her geçen
gün artıyordu.
Almanlar, daha önceden
Enver ve Talat Paşalara birlikte olmayı teklif etmişlerdi… Osmanlıyı yanlarına
almak için değişik manevralar yapılıyordu. Bu arada Osmanlının İngilizler’e
sipariş ettiği parası ödenmiş iki zırhlıyı “Reşadiye ve Sultan Osman” zırhlılarını
getirmek için mürettebat İngiltere’ye varmıştı; fakat İngiltere
parası ödenmiş ve yola çıkmağa hazır, bu zırhlıları Osmanlılara “Ulusal
Güvenlik Sebebiyle” veremeyeceğini duyurdu. Bu arada İtilaf
Devletleri’nin Donanması Sicilya açıklarından beri kovaladığı Breslau ve
Goeben Zırhlıları’nın Çanakkale Boğazın’dan geçerek Marmara Denizi’ne
sığınıyordu!.. Gemilerin geçişinden
sonra Çanakkale boğazı kapatılıyor ve Osmanlı Devleti bu iki Alman Gemisini
satın aldığını duyurarak gönderlerine Osmanlı Bayrağı çekiyordu… Daha yeni otuz
altı (36) yıl önce “1877-1878” (Doksan Üç Harbi) çıktığı savaşlarda
topraklarının neredeyse yarısını kaybetmiş olan Osmanlı İmparatorluk
Türkiyesi, yorgun ve güçsüz, olarak Almanlar’ın yanında “İttifak
Devletleri” safında yer alarak devlerin savaştığı takımlarda yerini
alıyordu…
İttifak Devletleri:
Cermen İmparatorluğu (Almanya), Avusturya, Macaristan, Bulgaristan ve Kokoca
İmparatorluk Türkiyesi de kaybolan topraklara yeniden kavuşmak ve esarette olan
kardeşlerini kurtarmak ümidiyle bu savaşa katılmaktaydı… Bu
savaş, o güne kadar, dünyanın görmediği bir savaştı…
İtilaf Devletleri lideri
İngiltere Birleşik Krallık ve İrlanda idi. Avusturya (4 Ağustos 1914), yanına kattığı
Fransa Cumhuriyeti ve Katılan Sömürge Güçleri (2 Ağustos 1914), Rus
İmparatorluğu (1 Ağustos 1914), Amerika Birleşik Devletleri (6 Nisan
1917), Sırp Kırallığı (29 Temmuz 1914) , Güney Afrika, Hindistan,
Yeni Zelanda (Nevfouland), Kanada, Karadağ Kırallığı (5 Ağustos
1914), Japonya Kıralığı (23 Ağustos 1914), İtalya Kırallığı (23 Mayıs 1915),
Portekiz (9 Mart 1916), Romanya Kırallığı ( 27nEkim 1916), Yunanistan (27
Haziran 1917), Rusya: “1917 Bolşevik İhtilâli” ile birlikte İtilaf
Devletleri Gurubundan ayrılarak savaştan çekildi;
İtalya
ise İngiltere’nin isteğiyle İttifak Devletleri Gurubundan İtilaf
Devletleri tarafına geçti; fakat İtilaf Devletleri’ne bundan başka
katılanlar da oldu:
Liberya
(4 Ağustos 1914); San Marino (3Haziran1915), Çin Cumhuriyeti(14
Mart 1917), Küba (7 Nisan 1917); Panama (7 Nisan 1917), Brezilya
(11Nisan 1917), Bolivya (13 Nisan 1917), Taylant (22 temmuz
1917); Kosta Rika (21 Eylül1917), Peru (6 Ekim1917), Uruguay
(7 Ekim 1917), Ekvator (8Aralık 1917), Guatemala (23 Nisan 1918),
Nikaragua (8 Mayıs 1918), Haiti (12 Temmuz 1918), Honduras (19
temmuz 1918), Ermenistan (1918), Çekoslovakya (1918), Andora,
Lamaika, Dominik Cumhuriyetleri olmak üzere onlarca devlet bu savaşta yer
almıştı… Bu devletlerin (1914-1918) yılları arasındaki Kara, Deniz ve Hava
Kuvvetleri ve yardımcı kuvvetleri olmak üzere toplam asker sayısı tahminen ve
bunların sadece bir kısmı savaşan askerlerdir:
Rus Çarlığı :
13.000.000, Büyük Biritanya İmparatorluğu: 9.904.500, Avusturya:
300.000, Kanada: 619.632, Hindistan: 161.000, Yeni Zelanda:
100.000, Fransa: 8.410.000, İtalya: 5.615.000, ABD:
4.355.000, Romanya:750.000, Sırbistan: 707.000, Yunanistan:
300.000, Belçika: 267.000, Portekiz:100.000, Karadağ:
50.000 Asker olmak üzere İtilaf Devletleri Toplamında: 42.569.436
Asker cephelerde savaş halindeydi…
İttifak Devletleri ise: Almanya
(11.000.0009 Avuturya-Macaraistan (7.800.000), İtalya ve Osmanlı
İmparatorluğu (2.900.000), Bulgaristan (1.200.000) bulunuyordu;
fakat savaşın başlamasıyla birlikte İtalya (27 Aralık 2018) İtilaf
Devletleri gurubuna geçmiştir… İttifak Devletleri Toplamında ise: (22.900.000)
olmak üzere (65.469.436) asker çeşitli cephelerde savaş halindeydi.
O güne kadar, dünyanın hiçbir yerinde böylesine dev güçler, karşı karşıya
gelmemiş, böyle bir insan seli görülmemiş ve böyle bir savaş hiç olmamıştı…
Savaş sırasında Osmanlı
İmparatorluğu, Alman İmparatorlu ve Rus İmparatorluklarının parçalanacağı
ve her devletin büyük topraklar kapacağı düşüncesi yerleşince, yeni
katılımlarla, İtilaf Devletleri Grubu iyice genişleyip güçlendi.
“İtilaf Devletleri” savaşı
kazanınca “İttifak Devletleri” topraklarını işgâl ettiler. Başta Almanya ve Osmanlı
İmparatorluğu olmak üzere işgâle uğramış topraklarda işkenceler,
katliamlar, kanlı çatışmalar ve vahşice ölümler; yangınlar; acı gözyaşı; açlık,
sefalet ve mecburî göçler başladı…
Osmanlının
içerisinde yaşayan Latin, Slav, İtalyan, Bulgar, Ermeni, Yahudi, Arap, Fars,
…vb. soyundan grupların “Milliyetçilik” duyguları kabarmış, “Hürriyet
ve İstiklâl Aşkı” bu azınlık gruplar arasında patlayan ve hiç bir türlü
söndürülemeyen volkana dönüşmüştü. Bunların akıl almaz, mantık kabul etmez
baskınları, kendilerinden ve kendilerinden olmayan meskûn halka yaptıkları
baskı, zulüm, işkence, isyan ve yöre halkını kuşatma altına almaları; dinmek,
tükenmek bilmez istek, arzu, hatta ihtirasa dönüşmüştü… Bir taraftan
Osmanlının her cephede yürüttüğü savaşlar belini bükerken, diğer tarafta da
Osmanlı İmparatorluk Türkiyesi Topraklarında gözü olan yabancı
devletlerin, içerideki ayrılıkçı hain gurupları kışkırtıp, isyana teşvik ederek
silah, cephane ve para konusunda desteklemeleri ülkeyi daha da karıştırdı…
İçeride asayiş bozulmuş, halk fakir, gençler
askerde, vatandaş köyünde ekeceği biçeceği tarlasını, ekinini, mahsulünü
kaldıracak ve hayvanlarını otlatacak genç bulamazken, azınlıkların
başkaldırışları ve halka yaptığı baskılar bir tarafa; bir de asker kaçakları,
eşkıya ve bozguncu çetelerin musallat olduğu kızlar, gelinler, köylüler ve
meskûn halkın feryat ve figân ettiği çeteler ve eşkıya grubuyla uğraşmak durumunda
kalıyordu… Osmanlı İmparatoluuğu Birinci Dünya Savaşında (28 Temmuz 1914) girerken, 1877-1878 (93) Harbi sonrası yapılmış olan, "Berlin Antlaşması (1876)" gereğince, terk etmek zorunda kalınan vatan topraklarının bir kısmı ve savaşmak zorunda kaldığı cepheler şöyleydi:
2) Süveyş
Kanalı Cephesi,
3) Hicaz ve
Yemen Cephesi,
4) Irak
Cephesi,
5) Suriye ve
Filistin Cephesi,
6) Çanakkale
Cephesi olmak üzere, altı (6) cephede birden savaşa girdi. Kaybedilen
cephelerde ve savaşlarda:
"Bosna-Hersek imtiyazlı Vilayet haline gelmiş,
Doğu Rumeli imtiyazlı Vilayet haline gelmiş,
Doğu Rumeli imtiyazlı Vilayet haline gelmiş,
Bulgaristan Prensliği Kurulmuş,
Kıbrıs Sancağı, İngiltere'ye kiraya verilmiş,
Niş Sancağı Sırbistan'a bırakılmış,
Teselya Sancağı Yunanistan'a (1881) bırakılmış,
Kars, Batum, Artvin, ve Ardahan Sancakları Rusya'da kalmış,
Dobruca Sancağı, Romanya'ya bırakılmış,
Bunların dışında bir kaç Kaza da Karadağ'a bırakılmıştı...
Van'ın doğusundaki Kotur yöresi, İran'a verilmişti. İşte bu dönemde de Osmanlı tahtında II.Abdülhamit Han vardı. İşte bütün bunlar, bugün televizyonlara çıkıp Atatürk'e hiin diyebilecek kadar küçülen, alçalan bunamış hainlerin dedikleri gibi olmayıp, Atatürk henüz (Doum Tarihi: 19 Mayıs 1881) doğmadan yaklaşık dört (4) yıl önce gerçekleşmiş hadiselerdi...
1877-1878(93) Harbi'nde görülen ve gerçekleşmiş hadiseler: "1876,Berlin Antlaşması" gereğince terk edilmek zorunda kalınan vatan topraklarının bir kısmıydı.
1914 yılına gelindiğinde: Sarıkamış, Kars, Batum, Ardahan, Artvin şehirleri Rus Ordusu tarafından otuz altı (36) yıldır işgal altındaydı...
İngiltere, Fransa ve Rusya; Osmanlıyı sıkıştırma, baskı altına alma ve parçalama politikalarına devam ediyordu... Azınlıkları kışkırtarak. "Bağımsızlık, İstiklâl" konularında her türdeki yardımı yapıyor; silah, cephane ve paradan kaçınmıyordu...
“28 Temmuz 1914-1918”
arasında gerçekleşen I. Dünya Savaşı’na gelindiğinde Anadolu’da dahi
düşman işgaline uğramamış çok az bir yer kalmıştı…
İttifak Devletleri
olarak savaşın kaybedilmesiyle birlikte başlayan ülke işgallerinden Osmanlı
Türkiyesi de nasibini aldı… Düşman, Anadolu içlerine kadar girdi… Vatanın her
karış toprağına bir bir el koydu!.. Kaybedilen savaşla birlikte, azınlıkların
sevinçten ağızları kulaklarına varıyordu… Bu fırsatı öteden beri kollayan azınlıklar,
bağımsız devlet kurma arzusuyla dopdolu olduklarından, yabancıları ülkemize
davet ediyorlar. İşgalleri tamamlama konusunda bunlara rehberlik ediyorlardı…
Ülkemizi işgal etmiş yabancı güçler de azınlıkların ayrı devlet kurma isteklerini
kamçılayıp, her türde “silah, cephane ve para” konusunda destek sunup, onları
silahlandırmaları, arka çıkıp kollamaları, Osmanlı Türkiyesi’ne karşı ayaklandırmaları
affedilir cinsten değildi…
Hak, Hukuk, Adalet,
özellikle de “Hürriyet ve Milliyet Düşüncesi” ile yola çıkanları
durdurmak ülkenin, İmparatorluk Türkiyesi’nin çöküşüne engel olmak için
ortaya atılan “dört fikir” vardı:
1) Osmanlıcılık:
Bütün bu devlet ve eyaletleri yeniden organizasyonla Osmanlı içinde tutabilme…
2) İslâmcılık:
Farklı dinden olanların ayrılmasına bir şey demeyelim. Onları kendi hallerinde
serbest bırakalım. Biz İslâm ülkelerini yanımızda tutarsak az bir zaiatla
İmparatorluğu kurtarabiliriz…
3) Türkçülük ve Milliyetçilik: Bu
görüşü benimseyenler; artık bu devlet ve milletlerin Osmanlı İmparatorluk
içinde kalmalarının imkân ve ihtimali kalmamıştır; öyleyse vatanperver
kimselerden oluşturulacak Türk ve Milliyetçi her kim varsa, onlarla bir
ve beraber olarak bir mücadele başlatalım ve vatandan geri kalan parçayı düşman
çizmesi altından kurtaralım diyorlardı…
4)
Kimileri de tam bir ümitsizliğe
kapılmış, Amerika veya İngilizlerin Mandalığında (Himayesinde) “sömürge
bir devlet” olarak kalmanın daha iyi ve uygun bir fikir
olduğunu savunuyorlardı…
İşte vatanın kurtarılması
için öne sürülen dört fikirden üçüncüsü olan “Türkçülük ve Milliyetçilik”
kimi İmparatorluk fertlerince taraftarlık bularak, vatanını kurtarmak isteyenleri
yan yana getirerek Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yolu açılıyordu…
Azınlıkların
kışkırtılması ve bu başkaldırma isyan ve işgaller sonrasında bağımsızlık isteyen
azınlıklar, imparatorluktan kopardıkları parçalarla birer birer devlet
kurdular.
İşte bu üçüncü grup “Türkçülük
ve Milliyetçilik” fikrini benimseyenler ülkelerinin, anne vatanlarının
böyle ateşler ve kanlar içinde, her bir uzvunun parça parça edildiğini görüp,
dayanamayarak harekete geçtiler. Bu bir avuç serdengeçti, korkusuz kahramanlar,
başta askerlikten istifa ederek sahaya atılan Mustafa Kemal ve Arkadaşları
olmak üzere, Anadolu’nun fedakâr ve vefalı vatansever köylülerini uyarmak için
Anadolu’ya gelerek:
Yok
mudur kurtaracak bahtı kara maderini?..” derken,
Erzurum’a, Sivas’a, oradan da bütün vatana dalga dalga yayılan bu
sese kulak verdiler… Yüreklerine bir hançer gibi işleyen bu sese kayıtsız
kalamazlardı. Bütün ülkenin dağı taşı, ovası, yaylası; bağı bahçesi; kurdu,
kuşundan yükselen, büyük ve bu yüce ses, ağustos sıcağında pişmiş, kavrulup
yanmış yüreklere, Erciyes Dağı’nın buzulları gibi inerek, onları serinletti,
yüreklerine su serpti:
“Vatanın bağrına düşman,
dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak, bahtı
kara maderini!..” diye hep bir ağızdan seslendiler… Bu seslenen,
büyük ve asil Türk Milletiydi!..
Bu sese karşılık
Mustafa Kemal: “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır ve bu satıh, bütün
vatandır!..” diyerek: “Vatanın mukadderatını yine vatanın evlatları
kurtaracaktır.” dedi. Öyle de oldu. Memleketin her bir köşesinden evlatları
anne vatanlarını düşman pençesinden kurtarmak için önderleri Mustafa Kemal
ve Arkadaşları ile birlikte harekete geçtiler. Dudaklarında
mırıldandıkları Marş onlara güç ve kuvvet verdi…
Gümüş Dere durmaz akar.
Güneş ufuktan şimdi
doğar,
Yürüyelim arkadaşlar…
Sesimizi yer, gök, su
dinlesin!
Sert adımlarla her yer
inlesin!..
Sesimizi yer, gök, su
dinlesin!
Sert adımlarla her yer
inlesin!..
İnlesin!...
Çanakkale, Tınaztepe,
Dumlupınar, Sakarya, İnönü, Büyük Taarruz ve yine büyük
liderin sesi gürledi: “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri!..” Son
düşman ülkeden kaçarken kimisi denizde boğuldu kimisi dipçik darbeleri altında
can verdi. Teslim olanlar, bir müddet sonra salıverilerek memleketlerine
gönderildiler. İşte Türk’ün savaşan düşmana bakış açısı böyleydi.
Atatürk Çanakkale
Savaşı’nda; evlatlarını kaybederek Çanakkale’de evlatlarını naaşlarını görmek
için ziyarete gelen annelere söylediği söz, dünya durdukça insanı ve insanlığı
hayrete düşürecek, ibretlik, insanın içine kurşun gibi saplanıp asla çıkmayacak
sözlerdendi:
G.M. K. ATATÜRK; 1934 yılında, Anzak Askerleri için:
Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar!..
Burada bir dost vatanın toprağındasınınz.Huzur ve sukûn içinde uyuyunuz!..
Sizler Mehmetçiklerle yan yana koyun koynundasınız.
Uzak diyarlardan evlatların harbe gönderen analar, gözyaşlarını dindiriniz! Evlatlarınız bizim bağrımızdadır! Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır!..
Onlar bu topraklar içinde canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır!.." demişti.
Koca bir İmparatorluğun,
parça parça edilişinden kalan bir bölüm, Osmanlının küllerinden yeni bir millet
doğdu. Bu millet “Türk Milleti” vatanları ise “Türkiye Cumhuriyeti” idi…
Bu millet Türkiye Cumuriyeti’ni kuran halktı ve onların adı Türk Milleti
idi!..
Düşman denize dökülüp
vatan tamamen kurtarıldığında: İzmir Yunanlılar tarafından yakılıp yıkılmıştı… Halkın
ağzında ise yine bir Marş vardı:
İzmir’in dağlarında çiçekler açar,
Altın gümüş orda sırmalar saçar.
Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar!
Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa!
Adın yazılacak mücevher taşa!..
Sonra bir bir inkılâplar
başladı. Yurdu çepe çevre kuşatan: Fabrikalr, Okullar, Sağlık Ocakları,
Hastahaneler, Köy Enstitüleri, Üniversiteler… Atatürk’ün çocuklara (23 Nisan
Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı), gençler bıraktığı (19 Mayıs Gençlik ve Spor
Bayramı) Bayramlar. Gençliğe Hitabe! (Ey
Türk Gençliği!..), (Onuncu Yıl Nutku), Başlı Başına “Nutuk” Adlı Kitabı ve daha
nice hazineler…
“Benim naçiz vücudum bir
gün elbet toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet ve payidar
yaşayacaktır.” Diyordu…
Bu yiğit ve eşsiz dehanın
ölümünden sonrasında uygulaması zaman alacak; fakat adım adım sessizce ve
sinsice bir plan ortaya konuldu: “Türkiye Cumhuriyeti”ni yıkma
planı… Bu karar, taa 1930’larda alınmıştı. Bu adamlar, Atatürk’ün
kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne düşmandılar. Çağdaş ve modern bu
Cumhuriyeti ve taraftarlarını: “Din Düşmanı”, “Hilâfet Düşmanı” olarak
algılatmak için ellerinden geleni arkalarına bırakmayarak, filmler,
senaryolar, kitaplar, piyesler, hatta uyduruk belgesellerle halkın ve sade
din mensubu, bütün sadeliği ile dindar kardeşlerimizin de beyinlerini
yıkamaktan, onları kandırmaktan geri durmadılar…
Yazılan Kitaplar, senaryolar;
yapılan piyesler, oynanan tiyatrolar, Cumhuriyet’in din düşmanlığını,
liderlerinin vatan haini olduklarını, ataist olduklarını pompalayıp durmaktan
geri kalmıyorlardı… Halbuki Atatürk daha sekiz yaşında Kuran’ı
hatmetmiş, birkaç kişiden birisiydi.
Dedesi Bölge Müftüsü, babası ve annesi Hafız, Mustafa
Kemal’in kendisi de Camilerde vaaz verebilecek derecede dinî bilgiye sahip,
tertemiz ve dini bütün bir Müslümandı…
Osmanlının
içini bu şekilde boşalttıkları gibi yüz yıla yaklaşan projeleriyle Çağdaş Türkiye
Cumhuriyeti’nin en ileri gelen adamlarını değersizleştirerek, Cumhuriyeti
ve taraftarlarını din düşmanı ilan ederek, planlarını gerçekleştirmek
istiyorlardı…
"Ermeniler, Süryaniler, Yahudiler, Gürcüler, Araplar, Kürtler, Harunîler, Laventanler, Zerdüşiler, Rumlar...vb. hepsi birden Osmanlı sayılıyordu..."
"Sen misin Rum, Ermeni, Süryani, Yahudi, Gürcü, Arap, Rum'a Osmanlı diyen! Bunlar azınlıktı ve özlerine döndürülmesi gerekiyordu. "Özünüze dönün!" dediler.
"Milliyetçi olun" dediler. Hepsi kaşındı, kışkırtıldı. Para verildi. Beslendi, palazlandırıldı, kışkırtıldı. Adamlar tez vakitte bu oltaya takılıp özleri için mücadeleye başladılar. "Biz Osmanlı değiliz. Sıpız! Bulgarız, Rumuz, Ermeniyiz, Arapız, Farsız,Yahudiyiz!..." dediler. Bunu gören Osmanlı: "Yapmayın! Etmeyin!.. Ne istediniz de vermedik?.. Sakin olun! dediiyse de dinletemedi. Osmanlı başladı "Fermanlar" (Tanzimat Fermanı; Gülhaney i Hat ı Hümayun); "Tanzimat ı Hayriye" çıkarmaya, açılımlar yapmaya, "Islahat Hareketlere" azınlıklara yeni haklar vermeye... Yeni haklar alınca daha da azan azınlıklar, daha fazla haklar isteyip meydanlara çıktılar, özgürlük, bağımsızlık, ayrı devlet istediler.... Sonra bir Cuma günü Namaz'a giden II.Abdülhamit Han'a suikast düzenlediler... Hakan, kıl payı ölümden döndü!..
İşte Cumhuriyet yönetimli bu mevcut çakılı, molozu eledikten sonra geriye kalanları tutup herşeyi Türk, Türkçe yapmıştır!
Bu konuda öyle titiz davranmış ki memuriyete, polis, özellikle asker olacaklarda yedi (7) göbek Türk olmayanı askere dahi almamış, poli, devlet memuru yapmamıştır. Bu moloz artıkları, Atatürk'ü asla sevmezler. Nasıl sevsinler ki 100. yılın kini içlerinde bir yılan zehirine dönüşmüştür.
Bugün yine aynı terare var!.. Ben Türk değil diyenler, "TBMM' ine kadar girmiş. "Türküm! Doğruyum! diye başlayan "AND" yasaklanmış. Devrin en üst kademesindeki şahıs: "Bana Türklük ile de gelmeyin!" diyebilmiştir... Bunu gören ayak takımı da: "Ben Rum'um, Ermeniyim, Kürdüm, Cerkezim, Lazım, Gürcüyüm, Arap'ım,...vb." demekten utanmamışlardır!.. Her şey de; fakat sakın Türk'üm deme!.. "Bana Türklük ile de gelmeyin!.. Milliyetçiliği ayaklar altına aldım. "And" kaldırıyorum. Her sabah Türk'üm demekle Türk olunmaz!..." Terane aynı terane... Lakırtı ve fısıltılar aynı... Ülkeyi bölme, kamplara ayırma, ayrıcalıklardan beslenme, uydu devletçikler kurma!...
Yüz yıla ramak kala biri
çıkacak ve iktidarı şu ya da bu şekilde ele geçirecek ve yedi düvelle girişilen
savaşları, kurtuluşu, başarıları ve Kurtuluş Savaşı Kahramanlarının yaptıklarını,
fedakârlıklarını insanüstü cesaretlerini küçlteek, önemsiszleytirip küçümseyecek…
İnsanları kamplaştırıp, taraftar
yaparak, saman altından gerçekleştirdikleri haksızlık ve usulsüzlüklerin üstünü
örtülerek karunlaşmanın yolunda devam edilecek!..
ABD’nin
ve onun piyonu İsrail’in peşine takılacak, BOP’un başkanı
olduğunu ilan edecek, ABD’nin verdiği 800 Milyar Dolara kanarak, geçiş
garantili otoban, yol, köprü, tünel, havayolu; hasta garantili, hastahane
yapacak; aldıkları komisyonlarla müteahhitlerine, milletin anasının bilmem
neyine koyduracak;
Vatandaş geçse de geçmese
de gitse de gitmese de o yolun parasını ödeyecek ve vatandaş soydurulacak,
Devlet olarak şirketlere yaptırdığın
işlerin parasını ödeme; fakat beş müteahhittin parası tıkır tıkır öde; seksen
üç (83) milyon insanı beş şirkete çalıştır, hangi şirkete hangi işi kaç liraya
yaptırdığın ve oralardan ne kadar komisyon götürdüğün eninde sonunda ortaya
çıkacak…
Hava Limanı İnşaatından kot farkından
2.5.Milyar EURO götürt, yirmi (20) tane Şehir Hastanesi yaptır, 400 milyon olsa
8 milyar yapar, sen atmış yedi (67) Milyar Hazine garantisi ver… Tüyü bitmedik
yetimlerin hakkını vatandaşın gözünün içine baka baka yedir… Kaç liralık işi
kaç liraya yaptırıyorsun kimse hesap soramayacak mı sanıyorsun?..
“Korana Virüs Salgını” sebebiyle, vatandaşın
cep telefonundan 10 lira “Bağış” iste!.. “Biz bize yeteriz Türkiye!” de…
TL’nin şeklini beğenmeyerek
“Yeni Türk Lirası” yapacak, Türkiye adını beğenmeyip “Yeni Türkiye” olarak değiştirecek,
Kurum ve kuruluşlardan, sendikalardan “Türk” adını kaldıracak,
Kurtuluş Savaşı Kahramanı
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün heykellerini, adı ile faaliyet gösteren
stadyumları yıktıracak, tablolarını resmî dairelerden indirtecek,
Türk Bayrağını
değiştirmeye yeltenecek, dağlara kazılmış Türk adını silmeye çalışacak, Andımızı
kaldıracak, İstiklâl Marşı’nı bestesini değiştirip Marşı Kaldırmağa
kalkacak,
Ülkede Terör Örgütlerine “Açılım
Süreci” başlatarak, teröristlere üç yıl boyunca operasyon yaptırmayacak,
Otonom veya Federe Devlet
kurdurmak için girişimde bulunacak, Cemaat ve Tarikatlara gereğinden fazla ilgi
göstererek FETO denilen örgüte: “Ne istedilerse verecek”;
Atatürk‘ün
Türk Milletine armağan ettiği Millî Bayramlarımıza: 29 Ekim Cumhuriyet
Bayramı, 23 Nisan Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramını, 19 Mayıs Gençlik ve Spor
Bayramı, Törenlerine katılmayarak, her
bayramda hastalanıp rahatsızlık geçiren bu adamlar, Türk Milletinin millî
bayramlarından rahatsızlık duyuyor…
Atatürk’ün 10 Kasım ölüm
yıl dönümlerine bahane uydurarak gelmeyecek ve bütün bunların hepsini
tanımayacak,
İlmi rafa kaldıracak, hurafeyi,
tahsilsizliği, bilgisizliği paye yapacak, cehaleti, okumamışlığı oy potansiyeli
olarak görecek,
Ebedî iktidarda kalmayı
garantileyeceğini sanarak, en güzel tabiat güzelliklerini barındırdığı
Türkiye‘nin Deniz koylarında 400 personelin çalışacağı üç yüz konuğu aynı anda
ağırlayabilecek 300 odalı yazlık saraylar (Marmaris/Gökova, Otluk Koyu, Bitlis/Ahlat
ve kendisine göre 1150; Ankara Mimarlar Odası Şube Başkanı Tezcan Karakuş
Candan’a göre 2250 oda ile Saray, dünya şampiyonu) yaptıracak,
Arada bir halk arasında
dolaştığı için halk gibi yaşadığını bangır bangır bağırarak “2020” lira alan
asgarî ücretliye. “Şükredin!” tavsiyesinde bulunacak,
Milleti etnik gruplara
ayırarak, kutuplaştırarak; böl, parçala, yönet taktiğini kullanarak, Millet
İttifakı’na (İllet, Zillet, Şer İttifakı) gibi yakıştırmalar yaparak halkı
birbirlerine düşürecek,
Yandaşların, “Karun”
olduğu, Kamu arazilerinin yandaşların üzerine geçirildiği, Kamu bankalarından,
karşılıksız çektirilen kredilerle,
işletme garantisi verilerek kamu mallarının ve fabrikalarının satın
aldırıldığı, demokrasi, hukuk ve adaletten uzaklaşılarak tek adamın yönetiminde
damat, kız, arkadaşları; akraba, eş ve dostların, vatandaşın dişinden
tırnağından artırarak ödediği paralarla maaşlarını ödendiği ve alınan
komisyonlarla nemaların paylaşıldığı, dediğim dedik, tek adamın yönettiği ceberut
bir Türkiye’ye gelinmiştir…
Vatandaşına yardım etmek
için harekete geçen Büyükşehir Belediyelerinin yaptıkları yardımları durdurup,
hesaplarına el koydurarak bunlara: “Devlet içinde devlet olmaz” denilmesi,
“yaparsam, ancak ben yaparım! Benden başkası yapamaz!”, diyerek tilki
kurnazlığına yatacak…
23 Nisan Millî Egemenlik
ve Çocuk Bayramı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Açılışının Yüzüncü (100)
Yılında, Millet iradesinin üzerinde hiçbir gücün ebediyen
sürüp gidemeyeceğini, tarih bize göstermiştir. Bugün de Türk Milletinin iradesi
tek bir kişinin arzu ve emellerine terk edilemez…
23
Nisan Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
Açılışının Yüzüncü (100) Yılında, Korana
Virüsü sebebiyle buruk ve evlerde kutlasak da sevinç ve coşkumuz büyük, gelecekten
ümit varız… Nice yüz yıllara büyük coşkularla…
SONUÇ OLARAK:
Yüz yılın sonunda,
İslâm’ı yeniden keşfettiğimizden, Müslüman olduğumuzu bize hatırlatan bir
iktidar ortaya çıktı. (Bu iktidardan önce bilmiyorduk!..)
Cuma günlerinde, mesaj
atmayı öğrendik. Kurtuluş Savaşı unutulup ülkeyi, BOP Başkanlığı yetkisiyle, ABD
ve Israil’in kucağın itenler çıktı. Adeta Osmanlının Kapitilasyonlar Dönemi hortladı...
Ayrılıkçı Çetelere
Osmanlıda olduğu gibi imtiyazlar sağlayan (Açılım, Çözüm Süreci, Çeşitli
Mutabakatlar ve ayrıcalıklar) verilen imtiyazlarla, azınlıklar daha da şımardı, azgınlaştı!..
Yüzüncü yılın kıvanç ve
sevincini yaşarken: BOP Başkanlığı ve sahte OSMANLICILK hayalleri peşinden koşanlar yüzünden, biraz da buruk kutlarken: Bayrağımız, İstiklâl Marşımız,
Türkiye’nin adı, Andı, Türk Lirası, Lideri Atatürk, Türk, Türkçülük,
Milliyetçilik, Türkiye Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti’ni Kuranlar, Cumhuriyet’in
her türlü değerleri ve kazanımları, 10 Kasım ve 19 Mayıs, 29 Ekim, 23 Nisan, 30 Ağustos...vb. gibi Millî
Bayramlarımız ile problemi olan bir iktidar ve yöneticileri ile karşı karşıya
kaldık…
KAYNAKLAR:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder