JEOPOLİTİK TÜRKİYE
Abdullah
Çağrı ELGÜN
Türkiye, jeopolitik konumu itibariyle dünyanın merkezi ve bu
küçük gezegenin kalbini oluşturmaktadır.
Kalbi hasta olan bir insanın yürümesi,
koşması hatta sağlıklı bir hayat
sürdürmesi mümkün değilse, Jeopolitik konumu itibariyle dünyanın kalbi olan
Türkiye’nin de çeşitli kırizlerle huzur ve sıhhatten yoksun bırakılarak
gelişmesini sağlamak da mümkün olmayacaktır. Dünya huzuru ve sukûnu bu yüce ve
ulvi milletin eli ile bulacaktır
Bütün
bilim adamları, strateji ve jeoloji uzmanları, Türkiye Toprakları’nın dünyanın merkezinde bulunduğunu
onaylamaktadırlar. Prof.Friedrich Ratzel : “Devlet, gelişme ve yayılmayı
arzu eder. Devletin yayılmacı politikası, ilkel ve küçük devletlere dışarıdan
istilâ yoluyla mümkün olur.” “… Bu küçük
gezegende sadece, bir büyük devlet için gerekli yer mevcuttur.” demektedir. Bu
görüş taraftar bularak öncelikle, Almanya’da kabul görmüş ve ihtiras haline
dönüşen bu görüş, çok kısa sürede bütün Avrupa’yı sararak dünyaya I. Cihan
Harbi’ni yaşatmıştır. Bugün sanayi inkılâbını da gerçekeleştiren Avrupa, “Avrupa Birliği”,”Auro” vb.
girişimlerle dünya hakimiyetine soyunduğunu göstermektedir.
Ratzel’in
fikirleri, jeopolitik görüşlerin çeşitlenmesine neden olmuş; fakat bu görüş, kendisinden sonra gelen ilim
adamlarını da oldukça etkilemiştir. Bunların başında Alman, Karl Haushofer2 gelir. Houshofer: “ Zeitscrift Für
Geopolitik 1924” adlı dergide devletin
konum alanını, en önemli güç unsuru
olarak görür. Bu görüş II.Dünya
Savaşı’nda Hitler’in politikasında kabul görmüş ve etkili olmuştur.
Bundan
sonra Housofer’in Çağdaşı, İngiliz Halford Mackinder3:
“Kara Hakimiyeti Teorisi”ni ortaya
atarak, 1919 da “Demokratik İdealler ve
Gerçekler” adlı dergide yayınlayarak Dünya savaşlarının çıkışına yolaçmış,
bu durum ise on iki milyondan fazla insanın ölümüyle neticelenmiştir.
Bu
görüşe göre: “Dünyanın ‘kalp sahasını’
Doğu Avrupa ile Sibirya Bölgesi oluşturmaktadır. Kalbin çevresindeki
Balkanlar’dan Çin’e kadar uzanan saha, “iç veya kenar hilâl”
ya da “kalp” kuşağıdır. Bunun
dışında kalan Amerika, Afrika,
Avusturalya, Japonya hattı ise “Dış veya
Kenar Hilâl” veya “
Dünya Adasının Peykleri” olarak kabuledilir.”
Mackinder,
dünyayı bu şekilde tasnif ettikten sonra
teori oluşturan görüşünü şu şekilde
geliştirmiştir. “Doğu Avrupa’ya hükmeden
bir devlet, “Dünyanın Kalbi”ne de hakim olur. “Dünyanın Kalbi”ne sahip olan bir
devlet öncelikle “İç Kenar Hilâl”e
veya “Kalp Sahası” na hükmeder. Sonra da
“Dış Kenar Hilâl”e yani bütün dünyaya hakim olur.”
“Kara Hakimiyet
Teorisi” olarak bilinen bu görüşte,
Müslüman Türk Dünyası’nın yeri “İç veya
Kenar Hilâl” kuşağı içerisindedir.
Haushpofer ve Mackinder’in görüşleri, özellikle Hitler tarafından kabul görmüş
ve İkinci Dünya Savaşı ile uygulama sahasına geçirilmiştir. Daha sonra, Sovyet
Rusya bu görüşü gerçekleştirmek için yetmiş yıl boyunca, Avrasya’yı kan gölüne
çevirmiştir.
Bu görüşlere benzer görüşler geliştirilmiş ve bu konuda Amerika özellikle; “Kenar Kuşak Teorisi”ni, “Deniz
Hakimiyet Teorisi”ni ve “Hava
Hakimiyet Teorisi” ni ortaya
atmıştır. ABD. Yale Üniversitesi’nde Uluslararası ilişkiler Professörü Nicholas
J.Spykman(1893-1943), J.SMackinder’in görüşlerine karşı bir başka görüş
geliştirmiş ve “Kenar Kuşak Teorisi”
ni ortaya atmıştır. Bu görüşle, hakim güç,
“Kalp” değil “Dış Kenar Hilâl” üzerindeki ülkelerdir. Bunların başında ABD
gelir; ancak “Kalp Sahası”na ulaşmak
için “İç Kenar Hilâl” in yani Müslüman Türk Dünyası’nın ele
geçirilmesi şarttır.
J.Spykman,
Amiral Alfred Mahan(1840-1914)4 Hausy
Scitaklian’ca Deniz Hakimiyet Teorisi
ve Hava Hakimiyet Teorileri ortaya
atılmıştır. İnsan gücüne dayanan bu
görüşler de Amerika ve İngiltere tarafınan
uygulama alanına sokulmuştur. İkinci Dünya Savaşı ve Üçüncü Dünya
Savaşı adı verilen “Bölgesel Savaşlar”da da bugün, bu görüşler uygulana gelmeketedir.
Bu görüşlerin doğrultusunda dünyaya hakim olmanın
şartlarından biri hiç şüphesiz Türk
Dünyası’nı ele geçirmek olmalıdır. Sovyet ve Sovyet sonrası bölgeye
yapılagelen saldırılar ve işgallerde bu görüşlerin etkisi görülür.
Merkezi Türk Hakimiyet Teorisi:
Bu
görüşlerin doğru olmadığını savunan Prof Dr.Ramazan Özey, Sibirya’nın dünyanın
kalbi olamayacağını; çünkü dünyanın kalbinin merkezde bir yerde ve bütün
tehlikelerden uzaklaştırılmış olması
gerektiğini söylemektedir. Sibirya ise Kutuplarda olup iklim şartları
itibariyle insanların yaşamasına müsade etmeyen bir bölgede bulunmaktadır.
İnsansız bir kalenin hiç bir anlam ifade etmeyeceğini belirtmektedir.
Halbuki
“Anadolu Yarımadası” bütün bu
belirtilen görüşlere uygun düşmekte ve dünyanın kalbi durumundadır; çünkü bu
yarımada Asya, Avrupa, Afrika ve Amerika kıtalarının da bitişme noktasındadır. Bu yarımadanın üç
tarafı da denizlerle çevrilidir. Yükselti bakımından kıtaların en yükseği
olan Asya’dan ise “ortalama yükseklik 1010m.”den daha yüksektir; çünkü Türkiye’nin ortalama
yüksekliği 1132 m.dir. Bu Yarmada Asya ve Afrika’ya bitiştiği bölgelerde ise
aşılması mümkün olmayan sıra dağlarla çevrilidir. Bütün bu özellikleriyle Türkiye,
tam bir kaleyi andırmaktadır. Bu
kalenin Asya’ya açılan burcu Malazgirt; Avrupa’ya açılan burcu ise İstanbul’dur.
“Merkezi Hakimiyet Teorisi” adı verilen bu görüşe göre Anadolu
Yarımadası “Kalp” kalbi çevreleyen Balkan Yarımadası, Kafkaslar, İran, Arabistan
ve Kuzeydoğu Afrika; kısacası Balkanlar ve Ortadoğu, dünya kalesini çevreleyen
iç çemberi veya dünya adasını oluşturmaktadır.
Bu görüşe göre Anadolu’yu elinde
bulunduran bir millet, iç çembere hükmeder. İç çembere hükmeden bir
millet ise, dış çembere yani dünyaya hakim
olur.
Dünyaya
hakim olma isteği yeni değildir. Bundan 1700 yıl. Önce Oğuz Kağan: “Daha deniz daha ırmak, gök tuğ olsun güneş
mızrak”; Alp Er Tunga, Bilge ve Kültiğin
Kağanlar: “Ben Tanrı gibi gökte
doğmuş Türk Bilge Kağan” nasıl ki Tanrı tekse, Bilge Kağan da tek ve birdir
ve yeryüzünün hakimidir. “Üstte gök
çökmedikçe, altta yer delinmedikçe ey Türk senin ilini ve töreni kim
bozabilir?!.” Atilla, Cengiz,
Timur hep aynı ideale koştular Timur: “Gökyüzü üstümüze çökse biz onu mavi atlastan bir çadır gibi mızraklarımızın uçunda tutardık.”
Yavuz gibi Türk hükümdarları da: “Dünyanın bir Türk’e dar geldiğini” ifade eden sözler söylemişlerdir.
Osmanlının
bütün hakanları fermanlarında: "Yedi
iklim ve diğer, bütün toprakların ve de kürre-i arzın mutlak sahibi" diyerek
başlamaktadırlar. Bunun gereğini de
yerine getirerek tarihte onyedi büyük devlet kurmuşlardır.
Şüphesiz
bir teorinin doğruluğu, ispatlanabilmesiyle mümkündür. İşte bu ortaya atılan
teori tarih boyunca, üç kez ispatlanmıştır. Batı’ya açılan burcu İstanbul
ile Anadolu: MÖ.2.yy.ın otalarında MS.395’e kadar Roma, 395-1453 arası Doğu
Roma ve 800-1071-1453-1923’e kadar
da Osmanlı İmparatorluğu’nun
1923’ten bugüne kadar da Türkiye sınırları
içerisinde yer almaktadır.
Bu
topraklarda yaşayan devletler çok uzun ömürlü olmuşlardır. Dünyanın kalesi
durumunda olan bu bölgede bugün, Türkler
yaşamaktadır. Kalenin çevresi ise yine Türkler
tarafından kuşatılmıştır. Konum olarak Müslüman
Türk dünyası Avrupa ülkeleri ve Rusya’ya karşı koca bir hilâl şeklinde çevrilmektedir. Bu koca hilâl, aynı zamanda
diğer İslâm ülkelerinin kuzeyinde Batı Avrupa ve Rusya’dan gelebilecek her türlü tehlikeye karşı bir kalkan görevi
görmektedir. Bu bakımdan Türkiye’nin
jeopolitik önemi çok büyüktür. 20.yy.da dünyamızda çok fazla sayıda bölgesel savaşların yaşanması, dünya kalesi
ve iç çemberde bir birliğin sağlanamamasından kaynaklanmaktadır.
Türkiye içeride böyle bir barışı ve
sukûnu ne zaman temin ederse, dünya
barışı da o zaman sağlanmış olacaktır.
Osmanlının
yok oluşuyla ortadan kalkan dünyadaki bu sukûneti yine, Osmanlının oğlu Müslüman Türkiye, yeniden ve tam anlamıyla
bir hakimiyet kurarak tesis edilecektir.
Bugün
meçhul askerlere karşı savaş açan Amerika’nın niyetinde nelerin olduğunu kimse
tam olarak kestirememektedir. Bundan önce İngilizler, sonra Ruslar
Afganistan’da yenildiler. İkiz kuleleri ve Ladin’i bahane eden ABD başarılı
olursa, Afganistan’dan sonra Irak,
Suriye, İran, Pakistan ve sonra da Türkiye’yi kan, barut, açlık, hastalık, sakatlık, sefalet ve
gözyaşıyla buluşturmak isteyecektir.
Öyle
gözüküyor ki 2010-2015 yıllarında süper güç olma yolunda ilerleyen Çin’in önünü
kesmek isteyen ABD bu bahaneyi iyi kullanmaktadır. Kurtuş Savaşı yıllarında da İngilizler Ruslar’a karşı Türkiye’yi koruma bahanesiyle,
Osmanlı’ya oyun oynayarak Fas, Ceyazir,
Tunus, Libya, Mısır, Suriye, Kıbrıs gibi eyaletleri tek kurşun sıkmadan
tereyağından kıl çeker gibi elimizden almıştı. Bu oyuna gelmemek ve dünyanın
sonu demek olan üçüncü dünya savaşına meydan vermemek için Türkiye konumunu iyi
kullanmalı, caydırıcı, engelleyici rol
üstlenmeli. Ortadoğu ve Balkanların tüm tapuları arşivlerinde kayıtlı olan
Türkiye, Müslüman devletleri vurmak için Nato’ya bu konuda asla ve asla asker vermemelidir.
Türkiye
millî heyecanları diri ve canlı tutmak, uyanık olmak ve çağın gereklerini
bağımsız olarak kendi topraklarında üretmek ve savaşa başlamak veya savaşa son
vermek için hazır ve tetikte beklemelidir. Yirmi dokuz devletin kurulup dağıtıldığı bu çetin
coğrafyada Cumhuriyet sonrası, yüz yıla yakındır dimdik ayakta durmakta olan
Türkiye’nin dost ve düşman karşısında yumruğu her zaman sıkılı olmalıdır. En
güvenli en kararlı ve en sağlam ülke Türkiye’dir.
Herşey,
bu çetin coğrafya ,Türkiye’de düğümleniyor. Türkiye. Türkiye… Türkiye!..
Türkiye,
jeopolitik konumu itibariyle dünyanın merkezi ve bu küçük gezegenin
kalbini oluşturmaktadır. Kalbi hasta
olan bir insanın yürümesi, koşması hatta sağlıklı bir hayat sürdürmesi mümkün
değilse, Jeopolitik konumu itibariyle dünyanın kalbi olan
Türkiye’nin de çeşitli kırizlerle huzur ve sıhhatten yoksun bırakılarak
gelişmesini sağlamak da mümkün olmayacaktır. Dünya huzuru ve sukûnu bu yüce ve
ulvi milletin eli ile bulacaktır
2
Münih Üniversitesi Siyâsî Coğrafya ve Askerî Tarih Dersleri Hocası ,
“Zeitscrift Für Geopolitik Dergisi” sahibi (1869-1946).
3 Londra
Üniversitesi Corafya Professörü ve İngiliz Kraliyet Coğrafya Cemiyeti İkinci
Başkanı.
4 Hava
Hakimiyet Teorisiyle ortaya çıkmış deniz
subayı ve bilim adamlarından biri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder