TÜRK’ÜN
RÜYASI
Türk, insanlık aleminin yiğitlikte en önde
bulunanıdır. hürriyetine düşkünlük, cesur ve atılganlık Türk Milletinin karakteristik
özelliğidir. Türk Milleti yüzyıllar içerisinde hayatına kattığı adını, kendi
varlığının bir parçası bilmiştir. Türk’ün yapısı irili ufaklı; fakat hayat
mücadelesindeki yeri büyük, inanılmaz cesur ve serttir. Türk Milleti tarih
boyunca kendi ruhî, sosyal ve askerî hayatı ile bütünleşmeyi bilmiştir. Hatta Orta
Asya kavimleri büyük hakanları için, “Gök-Türk”,
“Uluğ Türk” gibi isimler vererek kendi hükümdarlarının kudret ve kuvvetini
anlatmak istemişlerdir. En keskin kılıç Türk’ündü. Islık çalarak uçan oklar Türk’ündü.
Bu oklar inanılması güç denecek kadar sert hatta bugünkü modern silahları
aratmayacak derecede uzun (800 m.) mesafeyi vurabilmekteydi. En sert kalkan, en
güçlü yumruk, en yenilmez bilek Türk’e aitti. Hatta Fransız yazar, GEZA GADRON:
“Attilâ,
Tanrı’nın kırbacı, Tanrı kendi yolundan çıkanları cezalandırmak için Türk’ü
gönderirdi.” diyor.
Türk
‘Tanrının bir habercisi’ olarak zaman zaman ufukta görünür ve insanlara zarar
değil, iyilik ve refah getirir ve ayrıca yeni yurtların yolunu gösterirdi. Türk
mübarek bir insandı. Türk liderini
bulduğu zaman ona, kayıtsız şartsız itaat eder ve lider onları adeta mahir bir zekayla
zaferden zafere koşturur en uygun, en güvenli beslenme ve barınma imkânlarını
arar bulurdu. Ordularını peşine takan bu tecrübeli komutanın uygulayacağı
taktik ve Kızılelmayı önceden sezebilmek mümkün değildir. Zira bu lider, Tanrı’nın
ona verdiği özel bir zeka, akıl ve ilim ile hareket eder ve ordularını şaşmaz
bir taktikle, akıl almaz ve insanda hayranlık uyandıran bir şekilde sevk ve idare
ederdi. Öyle ki düşmanlar Türk’ün zeka ve taktikleri karşısında adeta şaşkınlık
ve acze düşerlerdi. İşte atalarımız emsallerinden farklı ve üstün özelliklere
sahip olarak yaratılmış olan ve Türk’ün adına yaraşan muhteşem bir millet
meydana getirmişlerdi. Bu toprakların
büyüklüğü 44 milyon kilometre kare idi. Çin dahi bin yüz yirmi dört yıl Türkün
egemenliğinde yaşayacaktı.
Türkün her şeyi güzeldir ve her şeyden güzeldir.(Mehmet Emin Yurdakul)
Türk’e
baş olan olmak isteyen her Hakanın emeli ancak şu olabilirdi: Türk milletini,
insanca usullerle, en kısa yoldan, kendi gücüyle ayakta durabilecek, kuvvetli,
müreffeh, mutlu, hak ve şereflerine sahip bir millet hâline getirmek ve modern
uygarlığın en ön safına geçirmekti.İnsanlar
nasıl her şeyden önce kendi kendilerine hürmetkar olmak, kendi benliklerini
hürmet duygusu ile hissetmek mecburiyetinde iseler, mîlletlerin de kendi
kendilerine hürmetkar olmaları, kendi varlıklarına güvenmeleri ve kendi
varlıklarına duyulan saygı ve güvenle çalışmaları sayesinde mutluluğa ermeleri
mümkündü.
Bir insanın, kendine saygısı yoksa, kendini aşağı
görürse, kabiliyetsiz hissederse, o insanın büyük iş yapması, içinde bulunduğu
çevreye yararlı olması mümkün olamaz. Bir insan bir zorluk karşısında "Ben
bu zorluğu başaramam, gücüm yetmez, kabiliyetim yoktur endişesiyle ümitsiz ve
tereddütlü yaklaşırsa, o zorluğu aşamaz.
Bir insan kendine güvenerek "Ben kuvvetliyim, ben bu
zorluğu aşabilirim, bu zoru yenebilirim diye korkusuzca yaklaşırsa başarır.
Zafer, hiçbir zaman mahvolduklarını zannedenler tarafından kazanılamaz.
Milletlerin hayatı da böyledir. Milletler kendi varlıklarının değerini
hissederler, kendi kudretlerine inanç duyarlar, kendi izzetinefislerini her
şeyin üstünde tutabilirler ve kendi varlıklarına saygı duyarlarsa, uygarlık
âleminde büyük varlık gösterirler, büyük eserler meydana getirirler ve aynı
zamanda kendi toplumları içinde yaşayan bütün insanları mutluluğa, refaha
erdirirler.
Türk’ün dünya görüşü, yeryüzünde nerede Türk varsa onlarla
ilgilidir. Onlara karşı derin bir sevgi ve ilgiyle doludur. Dünyanın neresinde
Türk varsa bu Türklerin daha iyi durumda olmaları, bu Türklerin yükselmeleri,
korunmaları, kendilerince mümkün olan her çeşit yardım ve desteğin sağlanması
Türk’ün şaşmaz pirensibidir. Türk bu ilgi ve münasebetlerini kendi devletini
tehlikeye sokmayacak, kendi devletine zarar vermeyecek şekilde yürütülmesi
prensibi dayandırır. Türk için durmak
dinlenmek ve yorulmak yoktur; çünkü dinlenmemek üzere yürümeye karar
vermişlerdir. Onun için en iyiye daha iyiye, güzele ve mükemmele ulaşmak… Bu
Türk’ün gece gündüz rüyalarını süsler. Devletler
ancak böyle ayakta kalabilir. Gençlik bu rüyalarla beslenir, bu rüyayla
olgunlaşır ve bu rüya ile yaşar. Bu rüya hep diri ve canlı kalmalı ve hep
görülüp durulmalıdır.
Türklük, Türk milletine karşı beslenen
derin sevginin ifadesidir. Kalbinde başka bir ırkın gururunu taşımayan ve
kendisini samimî olarak Türk hisseden ve Türklüğe adayan herkes Türk'tür. Bunun
dışında rengi, ırkı ve dini ne olursa olsun, bu ülkede yaşayıp, bu ülkenin
insanlarına, bu ülkeye hainlik etmeden çalışmasını, kanını, canını adayan ve
bunu ihtiyaç olduğunda vermekten çekinmeyen bu ülkede yaşayan herkes Türk
vatandaşıdır. Böyleleri için şecere aranmaz ve hiçbir ayırıma tabi olamaz.
Biz, Türk milletine mensup olduğumuza göre, bu milletin içinden
çıkmış insanlar olduğumuza göre, elbette ki kendi milletimize karşı derin bir
bağla bağlı olacağız ve bu milletin yükselmesi için, bu milletin haklarını
daima her çeşit tesirlerden uzak, her şeyin üstünde tutabilmek için milletin
hizmetçisi gibi çalışacağız ve çalışmayı bir ibadet olarak tanıyacağız.
Bizim Türklüğümüz, Türk milletine karşı duyulan derin, köklü bir
sevgi ve Türk milletinin içinde bulunduğu müşkül durumdan bir an önce, en
modern uygarlığın en ön safına geçirilmesini sağlamak duygusundan kuvvet alır. Türklüğümüz
başkalarına karşı kin, garez duygularıyla beslenmez. Türklük, Türk milletine
karşı duyulan derin sevgi, bağlılık ve onu güç durumdan, baskıdan uzak,
şerefiyle yaşayan, müreffeh, mutlu ve modern uygarlıkta en ön safa geçmiş bir
hâle getirmek isteği ve bu isteğin yarattığı duygudur.
Türkçüyüz, milliyetçiyiz; çünkü milletimiz Türk milletidir.
Türkçülük ne demektir? Türkçülük, Türk milletinin hayatının her safhasında
yapacağı her şeyin Türk ruhuna, Türk geleneğine ve Türk milletinin dinî inanç
ve düşünüşüne uygun olması ve Türk'e yararlı olması amacının, fikrinin ön
plânda tutulmasıdır. Türkçe konuşacağız, Türkçeyi daima her şeyin üstünde
tutacağız. Yapılacak her işte Türklük ruhuna, Türk'ün özelliğine inanç ve
yaşayışına uygun ve Türk milletine yararlı olması şartını göz önünden kaçırmayacağız.
Ülkücülük, idealizm veya mefkürecilik insan
kafasının içinde elde edilmesi, varılması en mükemmel, en güzel, kendisini
mutlu edecek hedeflerin tasarlanması ve bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için
arzu gösterilmesi ve çalışılması anlamını taşır.
İnsanlar düşümeleriyle, hayâlleriyle büyük ölçüde insan olurlar.
İnsanlar düşünce ve hayâlleriyle diğer canlılardan bir ayrıcalık gösterirler ve
gerçekten insanlık vasfını kazanmış olurlar. İşte ülkücülük de insanların ve
insan toplulukların kendileri için varılması mutluluk sağlayacak, en gelişmiş,
en yükselmiş bir durumun bir hayâlin düşünülmesi ve insan beyninde tasarlanarak
şekillendirilmesidir.
Her toplumda ülkücüler vardır ve ülkücülerin, bulunuşu toplumlar
için bir saadettir, talihtir! Türk milleti için bizim düşündüğümüz ülkü nedir?
Her şeyden önce Türk milletinin ahlâkta, maneviyatta, insanlık duygularında en
yüksek seviyede bulunması, yaşaması ve ilimde, teknikte dünyanın en ileri
gitmiş varlığı hâline gelmesi ve ekonomik açıdan kalkınmış, tarımını modern
tekniğe göre geliştirmiş ve modern sanayii kurulmuş, refahlı bir toplum hâline
gelmesi, Türk toplumu için bir Türk milliyetçisinin düşüneceği ülkünün
esaslarını teşkil etmektedir. Türk milliyetçiliğini, ülkücülüğünün sınırları
içinde sadece bunlar mı vardır? Elbette hayır! Bunlar değil başka düşünceler,
başka hedefler de vardır. Bu hedefler Türk milletinin hiç kimseden merhamet
dilenmeyecek bir duruma gelmesi, kendi gücüyle ayakta duran, kendi gücüyle
varlığını koruyabilen ve sözünü dünyanın her yerinde saydırabilen bir varlık
hâline gelmesi düşüncesidir. Bunun yanı sıra bütün Türklerin kölelikten,
yabancıların buyruğu altında yaşamaktan kurtulmaları yani kendi mukadderatına
kendilerinin hâkim olması kutsal prensibine göre, hepsinin bağımsız hâle
gelmeleri, bağımsız olmaları Türk ülkücülüğünün değişmez ve şaşmaz
hedeflerindendir.
Ülkücülüğümüzün içerisinde her mesleğe mensup Türk
milliyetçilerinin kendi mesleklerinde en ileri, en yüksek ve gerek kendi
milletimiz için. gerek insanlık için en çok yararlı neticeleri elde etmek
görüşü de yer alacaktır. Bir Türk Milliyetçisi kendi toplumu için, kendi
milleti için idealizmi daima göz önünde bulunduracak, bu genel idealizm pirensibleri
ile birlikte kendi sahası, kendi branşı ile ilgili çalışmalarında da bu temel
ve genel mahiyetteki ülkücülüğün esaslarına uygun, onunla bütünleşmiş bir hâlde
kendi branşı ile ilgili ülkücülüğünü de tespit edip güdecektir. Ülküler uzak
hedeflidir, uzun vadelidir. Bir ülkünün hemen yarın gerçekleşmesi mümkün
olmayabilir. Ülküler önümüzdeki yılları, önümüzdeki yüzyılları kapsayabilir; ama
ülkü insanının kalbini aydınlatan bir ışıktır.
Ülkü insanlara yönünü tayin eden
bir kılavuzdur. Milletler için de millî ülkü, milletin kılavuzu, milletin
yolunu aydınlatan güneşidir. Ülküsüz insan, çamurdan farklı olmayan bir varlıktır.
Ülküsüz insan dümensiz, pusulasız bir gemi gibidir. Bunun için her Türk
milliyetçisi, mutlaka ülkücü olacaktır, mutlaka ülkü sahibi olacaktır. Hem
millî ülkü sahibi olacaktır, hem insanî ülkü sahibi olacaktır. Kendi mesleğiyle
ilgili ülkücü bir kişiliğe sahip olmalıdır ki, kendi mesleğinde başarılı,
yararlı bir kişi olarak gelişsin. Mensubu olduğu topluma, milletine yararlı
hizmetler yapsın, insanlığa yararlı faaliyetler gösterebilsin.
Bir insan, insan olmak isterse, insanlığa hizmet etmek isterse,
evvelâ kendi milletine hizmet etmeli, kendi milletini yükseltmeye, kendi
milletini mutlu kılmaya çalışmalıdır. Bunu yaptığı takdirde aynı zamanda
insanlığa da hizmet etmiş olur; çünkü bir insan kendi ailesini düşünür ve ona
karşı vefalı kalırsa, insanlık duyguları en olgun seviyeye erişeceği için,
kendi ailesi dışındaki insanlara karşı da yaranı ve vefalı olur. Bir insan
kendi milletine faydalı olamaz, kendi milletine karşı bağlılık duymazsa, onun
insanlığı düşünmekten bahsetmesi nihayet bir fantazi olur. İnsan, yetiştiği
toprağın, yetiştiği milletin refahını, iyiliğini, saadetini ve şerefini temin
etmelidir. Bunu yaptığı takdirde, o millet insanlığın bir parçası olduğu için,
dolayısıyla insanlığa da hizmet etmiş olur.
Ülkücülüğümüz nedir? Ülkücülüğümüz; Türk milletini en kısa yoldan
en kısa zamanda modern uygarlığın en üst seviyesine çıkarmak; mutlu, müreffeh
hale getirmek; bağımsız, özgür, kendi haklarına sahip bir hayata
kavuşturmaktır.
Kişilere hürriyet, milletlere istiklâl başta gelen pirensiblerimizdendir.
İnsanlar hür ve eşit haklara sahip olarak doğarlar. Kabiliyet ve görevlerinin
dışında insanlar haklarına tam olarak sahip kılınmalıdırlar.Toplum içerisinde
insanlar kişisel liyakat ve kabiliyetlerine göre görevlendirilmeli;devlete
memuriyet ve işçilikte hizmet yılları, liyakatı, kabiliyeti, çalışma azmi ve
hızı(performansı)bıranşındaki başarısı bir dirhem ve bir gün bile olsa
değerlendirme açısından bir sıraya konulmalıdır. Bütün bunlarla beraber
ayrımsız olarak herkese bir imkân eşitliği sağlanmalıdır. İmkân eşitliği derken
mücerret anlamda bir eşitlik anlaşılmamalıdır.
Türk adı taşıyan herkes bizim sevgi ve ilgimizin çevresi içerisindedir.
Bundan vazgeçemeyiz. Bu her milletin tabii hakkı olduğu gibi Türk milletinin de
tabii hakkıdır. Bu günün Birleşmiş Milletler Anayasası, yeryüzünde yaşayan her
millete "kendi mukadderatına hâkim olma pirensibini kutsal bir pirensip
olarak ilân etmiştir. Bugün Afrika'da yaşayan ve bugüne kadar hiçbir bağımsız
devlet kuramamış olan Zencilere dahi, kendi mukadderatına hâkim olma hakkı
kutsal bir hak olarak tanınır ve bunların her biri yabancı boyunduruğundan,
sömürgecilerin elinden kurtulup bağımsızlığını alırken, başkalarının
boyunduruğu altında tutsak bulunan Türklerin tutsaklıktan kurtulmasını istemek,
dilemek, bunun için iyi niyetler taşımak, Türk olan herkes için en tabiî ve
kutsal bir haktır.
Biz ülkücülüğümüzde daima gerçekçi olmayı ve girişilecek
faaliyetlerde Türkiye'yi hiçbir zaman tehlikelere, risklere, maceralara
sürüklemeyecek bir yol üzerinde bulunmayı esas kabul ederiz. Ülkücülüğümüz bir
macera fikri değildir. Ülkücülüğümüz, Türk milletinin en kısa, yoldan, en kısa
zamanda modern uygarlığın en üst kademesine yükseltilmesi, müreffeh, mutlu bir
hayata erdirilmesi, kendi gücüyle ayakta durabilecek bir hâle getirilmesi ve
her çeşit korkudan, baskıdan uzak olarak, hür, müstakil yaşaması ülküsüdür. Bu
ülkü aynı zamanda Türk olan herkese karşı ilgi ve sevgi göstermeyi, onların
mutluluğunu dilemeyi ve onların mutluluğunu, Türkiye'yi risklere, tehlikelere
maruz bırakmadan, bırakmaksızın, bırakmamak şartıyla sağlamaya çalışmayı içine
alan bir ülkücülüktür.
Bir toplumda insanların birbirlerini incitmeden, birbirlerine
zarar vermeden, sağlıklarını koruyarak, tabiat güçlerinin tesirlerinden en iyi
yararlanacak şekilde hareketlerini tanzim etmelerini sağlamaya yarayan
kurallarının toplamı ahlâkı meydana getirir. Ahlâk, kişinin davranışlarını
ayarlayan, sınırlayan ve bu davranışların hem kendisi için yararlı olmasını,
kendisine mutluluk sağlayacak şekilde düzenlenmesini hem de çevresini rahatsız
etmeden, zarara sokmadan çevresiyle uyuşmasını sağlamak üzere konulmuş olan
kaidelerdir; münasebet pirensipleridir, yaşama pirensibleridir. Ahlâk
insanların inancından ve dünya görüşünden doğmakta, kaynağını almaktadır. Bunun
için, gerek toplumun gerekse toplumu meydana getiren kişilerin ayrı ayrı
inançları, yaşama görüşleri, yaşama felsefeleri ahlâkın kaynağını, temelini
teşkil etmektedir.
Türk toplumunun dünya görüşünün, yaşama felsefesinin kendi dinî
inançlarından, İslâmiyet'ten ve millî tarihten kökünü aldığını görmekteyiz.
Bunlara ilâve olarak, milletimizin geçirdiği tecrübeler ve yurdumuzun içinde
bulunduğu şartlar da toplumumuzun düşünce ve inançlarında tesirli faktörlerdir.
İşte bu kaynak ve faktörlerin tesiri altında, Türk milletinin mutluluğunu
sağlayacak, Türk millî ahlâkına önem vermek zorunluluğuyla karşı karşıyayız.
Ahlâksız kişi, ahlâksız toplum mutlu olamaz. Böyle bir toplum kalkınamaz, böyle
bir toplum yüksek düşünceler, kutsal inançları uğruna fedakârlık ve feragat
gösteremez. İnsanlık tarihine şeref veren büyük eserler, insanların uzun sabır
yüklü yıllarıyla güçlüklere göğüs gererek, gayretkeş çalışmalarıyla meydana
getirdikleri yüce hizmetlerdir. İnancın, köklü imanın, insanlığa kazandırdığı
büyük eserler, yüce bir ülküye, ideale bağlanmak ile kazanılan yüksek ruh ve
anlayışla olmuştur.
İlkemiz, her şeyden önce kişilerin ve toplumun millî ahlâk
kurallarına bağlı olarak yetiştirilmesi ve millî ahlâk kurallarına bağlı olarak yaşatılması isteğidir.Bu
sağlanmadıkça toplumumuzun kalkınması ve toplum içinde haksızlıkların
önlenmesi, ıstırapların önlenmesi, kişilerin ve toplumun mutluluğunun
sağlanması mümkün olamaz. Ahlâkçılık derken her şeyden önce milletimizin dini
olan İslâmiyet esaslarını ve İslâm inançlarını bunun başlıca kaynağı olarak
almaktayız Bunun yanı sıra kendi millî geleneklerimizi, millî tarihimizi ve
milletimizin geçirmiş olduğu çeşitli tecrübelerin bize kazandırdığı kuralları
göz önünde bulundurmaktayız.
Millî törelerimizin, İslâm inancımızın bize emrettiği ahlâk
kurallarından başta geleni millet varlığının, kişi ve toplum kurallarından
başta geleni, millet ve toplum varlığının üstünde yer aldığıdır. Toplumun
milletin, vatanın, devletin menfaatleri daima kişilerin menfaatlerinden önde
gelir ve önde tutulması gerekir.
Her ne olursa olsun dürüst hareket etmek, sabırlı hareket etmek ve
büyüklere karşı saygılı, itaatli olmak, küçüklere karşı şefkatli olmak ve sevgi
göstermek ilkesidir. Bunun yanı sıra disiplinli yaşamak, disiplinli bir toplum
olarak hareket etmek de töremizin ve İslâm inancımızın dayandığı başlıca
ilkelerdendir.
Disiplin
dediğimiz zaman ahlâk kurallarına bağlı olmak, kanunlara saygılı ve itaatli
olmak, büyüklere saygılı olmak, küçüklere karşı daima adaletli ve şefkatli
olmak büyük küçük karşılıklı olarak herkesin birbirlerinin hakkına, hukûkuna
riayetkâr olmasını kastetmekteyiz.
Yüksek
vazife duygusuna sahip olmak, yüksek görev duygusu taşımak ve görevi namus
saymaktır. Görev, kişinin kendisi için, yurdu için, milleti için yapmakla
yükümlü olduğu iş demektir. Bunda ciddî olması ve görevini aksatmadan yapması ve
milletinin bir hizmetçisi olduğu inancı mensup olduğu dini ve törelerimizin
gereğidir.
Ahlâkçılığımız
dinî, millî, manevî değerlerimize dayanmakla beraber tabiat kurallarına aykırı
olmamak şartını da içinde bulundurmaktadır. Tabiat kurallarıyla bağdaşacak
şekilde ahlâk kurallarının tanzimi ve yürütülmesi, onun işlerliği için gerekli
bulunmaktadır. Ahlâk her şeyin esasıdır. Ahlâkı olmayan bir toplumun hiçbir işi
başarılı olamaz ve o toplumda hiçbir şey iyi bir durumda bulunamaz.
Türk
ahlâkının, Türk milletinin yükselmesi, yaşaması ve korunmasını sağlamaya
yarayacak esasları içinde toplanması olacaktır.
Ahlâk olarak kabul ettiğimiz şeyler Türk milletinin ruhuna uygun
olmak, Türk milletinin geleneklerine âdetlerine ve inançlarına uygun olmak,
tabiat kanunlarına uygun olmak ve Türk milletine yararlı olmak esaslarına
dayanacaktır.
Toplum menfaati, toplum varlığı nasıl önemli ise, kişi varlığı da
o kadar önemli ve kutsîdir. Fertler tek tek birleşerek toplumu meydana
getirirler. Bu ilke de bazen toplumun menfaatleri kişilerin menfaatlerinin
üzerine çıkabilmektedir. Bu ilke kaynağını, Türk töresinden almaktadır.
Türklerin tarih boyu yaşayışlarında daima milletin varlığı, vatanın
menfaatleri, devletin menfaatleri ve varlığı kişi varlığının üzerinde, kişi
varlığının önünde yer almıştır.
Türk milletinin süratle kalkınması, tarımını modern hâle getirmesi
ve modern sanayi kurması gerekmektedir. Bize göre Türkiye bir tarım ülkesi olarak
kalamaz. Türkiye'nin sadece bir tarım ülkesi olduğunu kabul etmek mümkün
değildir. Buna karşılık Türkiye'yi tarımı ihmal ederek yalnız sanayi ülkesi
hâline getirmek de düşünülemez. Bir milletin güçlü olması, bir milletin refahlı
ve mutlu olması hem tarımda hem de sanayide dengeli bir şekilde kalkınmış,
ilerlemiş bulunmasına bağlıdır. tarıma en yüksek önemi vererek sanayileşmeye de
en yüksek mesai harcayarak her iki alanda milletimizin süratle ileri gitmesini
sağlayacak tedbirleri almalıyız. Tarımımızı ilme ve tekniğe dayanan modern bir
tarım hâline getireceğiz. Türkiye'mizi süratle sanayileştireceğiz ve her çeşit
modern makineleri, fabrikaları, araçları, gereçleri kendi ilim adamlarının,
teknisyenlerinin bilgisiyle ve kendi insanlarının el emeğiyle kendi
topraklarında kurulmuş fabrikalarda yapabilen bir hale getireceğiz. Ülkemizin
kısa zamanda refaha kavuşabilmesi için tarımda ve sanayide modern, tesisler
yaparak çağın üstüne çıkacağız. Bu
yetişmiş kitle çok üretim sağlamak için başlıca hedefimizi teşkil edecektir.
Çok üretim ancak Türkiye'yi refahlı yapabilir ve sıkıntılardan kurtarabilir.
Bununla beraber, bunlardan ayrılmaz kabul ettiğimiz diğer bir görüş de gerek
devlet idaresinde, gerek milletimizi meydana getiren her vatandaşın
yaşayışında, tasarrufu hâkim kılmak görüşüdür.
Özel teşebbüs desteklenerek, yardım görecek devlet eliyle kamu
yatırımları yapılacak ve bunlardan başka milletimizin insanlarını sosyal
dilimler, gruplar hâlinde, kooperatifler hâlinde, üretim ve tüketim birlikleri
hâlinde, vakıflar hâlinde teşkilâtlandırarak, tasarruf sandıklan kurarak, Meyak
gibi, Oyak, Pozlar, İlksan gibi kuruluşlar meydana getirerek millet eliyle
yatırımların yapılması sağlanacaktır. Özel sektör, kamu sektörü, ve millet
sektörü hâlinde Türkiye ekonomisinin tanzimi sağlanacaktır.
Mülkiyet hakkı insanlar için vazgeçilmez, kutsal bir haktır. İnsan
tabiatına uygun bir haktır. İnsan kendisinin olan bir şeye sahip çıkar.
Kendisinin olan bir şeyi korur, saklar, onun bakımını sağlar. Kendisinin
olmayan bir şeyle ilgisi zayıflar veya hiç kalmaz
Onun için millî doktrin mülkiyeti bütün vatandaşlara, halka
yaygınlaştırma ilkesini kabul etmiştir. Bu maksatla her sosyal dilim bir
tasarruf sandığına, bir tasarruf teşkilâtına, sahip olacaktır. Hisse senetleri
vasıtasıyla, kurulan fabrikalar, kurulan tesisler bu tasarrufları yapan
vatandaşlarımızın malı olacaktır, mülkü olacaktır. Böylece her vatandaşa
mülkiyet hakkı sağlanacak ve mülkiyet yaygınlaştırılmış hâle getirilecektir.
Her vatandaşın sahip olduğu küçük imkânların birleştirilerek büyük
sermaye birikimi sağlanması yolu olacaktır. Bu sermeye katkı bir lira dahi olsa
onu veren şahsa veya varislerine geri dönmelidir. İkincisi halkın kullanılmayan
emeğinin kullanılması. Halk enerjisinin seferber edilmesi yoluna başvurulacaktır...
Biliyoruz ki insan emeği zamana bağımlı olarak değerlendirilmedikçe, zaman
aşımıyla muhafazası, depolanması ve gerektiği zaman kullanılması mümkün olmayan
bir varlıktır. Bu sebepten insan emeğini zamanında, ilmî şekilde, randımanlı
şekilde değerlendirmek gerekmektedir.
Türkiye'nin bir an önce kalkınması, refaha kavuşması, güçlü hâle
gelmesi her şeyden önce onun modern sanayie sahip olması, modern tarıma sahip
olmasıyla mümkündür. O hâlde yatırımları öncelikle bunu sağlamaya yöneltmek
lâzımdır. Süratle Türkiye'nin bütün tarımını teşkilâtlandırmak, modern hâle
getirmek ve Türkiye'yi süratle sanayileştirmek yönüne yatırımları
yoğunlaştırmak lâzımdır.
Türkiye'yi
kalkındırmak için ölü yatırımlardan kaçınmak lâzımdır. Ölü yatırım dediğimiz
zaman şunu kastetmekteyiz: Yatırdığımız sermayenin hemen Türk ekonomisine fazla
üretim sağlamayan, fazla gelir sağlamayan teşebbüsler demektir.
Tabiî kaynakları süratle seferber etmek, değerlendirmek gerekmektedir.
Bundan başka çeşitli ekonomik faaliyetler ve dış ticaret konularında da
devletçe enerjik tedbirler alınması görüşündeyiz.
iş verenle işçinin karşılıklı olarak haklarının korunması ve bu
iki tarafın münasebetlerinin milletin zararına olmayacak şekilde kontrol,
tanzim ve nezaret altında bulundurulması şarttır. Demek ki, özel teşebbüsü
korumak, himaye etmek prensibimizdir; desteklemek, teşvik etmek amacımızdır; fakat
bunu yaparken iş veren işçi ilişkilerini karşılıklı olarak iki tarafın da
haklarını koruyacak ve her iki tarafın da münasebetlerinin milletin zararına
olmayacak şekilde denetlenmesi, düzenlenmesi, nezaret altında bulundurulması
esasını şart koşuyoruz.
Halkın elindeki küçük tasarrufların teşvik edilerek, devlet
tarafından tanzim ve organize edilerek birleştirilip halkın sermayedar olacağı
büyük ekonomik teşebbüslere girişilmesini gaye edinen bir görüşe sahibiz. Ayrı
aynı kimselerin elinde bulunan küçük tasarruflar, meselâ, on bin kişinin yirmi
bin kişinin katılıp birleşmesiyle büyük sermaye hâline gelir ve bu sermaye
büyük tesislerin kurulmasını sağlar.
Halkı buna teşvik etmek, alıştırmak, cesaretlendirmek, organize
etmek ve ön ayak olmak devletin görevleri arasında olacaktır. Bunun dışında
yapılması icap eden birçok büyük işin ayrıca yine devlet eliyle bizzat ele
alınarak başarılması gerekir. Bugün Amerika gibi en kapitalist memleketlerde
dahi, bazı büyük işler vardır ki, tamamıyla devlet tarafından yapılmaktadır.
Bunlar meselâ : Atom, füze araştırmaları ve ilmî araştırmalar gibi büyük organizasyon
isteyen, büyük masraflar isteyen işlerdir. Bunların tamamıyla devletçe ele
alınıp planlanması ve süratle başarılması esasını içine alan bir görüşü benimsiyoruz.
Türk milletini içine alacak bir sosyal yardımlaşma ve güvenlik
teşkilâtı meydana getirmek görüşüdür. Türk milleti bugün sosyal bakımdan
organize edilmemiş, dağınık bir durumdadır. Eskiden onun birtakım sosyal
bağları, sosyal kuruluşları vardı. Bunlar dağıldı, yıkıldı. Meselâ eskiden
vakıflar vardı, mahalle heyetleri vardı. O günün şartlarına göre, zamana uygun
düşecek birtakım sosyal ve ekonomik organizasyonlar vardı. Vakıflar, Loncalar
vardı, loncaların da aynı zamanda sosyal fonksiyonları vardı. Bunlar zamanla
yok oldu, ortadan kalktı.
Bütün halkı içine alacak bir sosyal yardımlaşma ve sosyal güvenlik
teşkilâtı kurulmalıdır. Yani Türkiye içerisinde hiç kimse sahipsiz, yardımsız,
himayesiz, desteksiz, işsiz kalmamalı, kalmak korkusuna düşmemelidir. Bir
ailenin reisi mi öldü, çocukları, ailesi mutlaka bu teşkilât tarafından derhâl
himaye edilmelidir. Çocukları okuyacaksa okutulmalı, tahsillerine devam
ettirilmelidir. Ailesine iş bulunmalıdır. Bütün bu problemleri üzerine alan bir
organizasyon meydana getirilmelidir. Böyle bir organizasyon olmaksızın
cemiyette büyük haksızlıklar, büyük facialar meydana gelir ve böyle bir durum
milleti sıhhatli olmaktan çıkarır. Birçok yerlerde sizler, kendiniz de, bu gibi
olaylara her hâlde tesadüf ediyorsunuz. Birçok facialar görüyorsunuz,
işitiyorsunuz. Bunları önleyecek böyle bir organizasyon kurmayı esas kabul eden
bir görüşün sahibiyiz. Yani toplum içerisinde herkes bilecek ki, herkesin
sosyal güvenliği sağlanmıştır. İşe mi başvuracaksınız? İş verilecek. Hastalık
mı? Tedavi görecek. Tahsil mi? Çocuğuna tahsil imkânı sağlayacak. Milletimizin
kişileri, sağlık güvencesinden yoksun, eğitim imkanından yosun, hayat
garantisinden yoksun, işsiz bile olsa aç, açıkta, çaresiz kalmamalıdır.
Ayrıca sağlık ve adalet güvenliği, sağlanmasını düşündüğümüz bir
diğer iştir. Yani bir dava ve mahkeme konusu olduğu zaman, vatandaş ihtiyacı
olan avukat, mahkeme masrafı ve diğer zarurî masraflar gibi yardımları kolayca
elde edebilmelidir. Bugünkü gibi öyle parası olanın kendisine çifter çifter
avukat tutup, şahit masraflarını ödeyip hukuk imkânlarından rahatça
faydalanması ve parası olmayan vatandaşların ise, bunlardan yoksun kalarak
haklarını koruyamaması durumu ortadan kaldırılmalıdır. Ayrıca ceza ve tevkif
evlerinin durumu da insanlığa yakışır şekilde ıslâh edilmeli ve oraya düşen
vatandaşlar tam bir imkân eşitliğine kavuşturulmalı, henüz sanık durumunda olan
vatandaşın haysiyeti korunmalıdır.
Halkı uyandırabilmek için de güzel sanatları bu amaçla seferber
etmeliyiz. İnsanlara, önce neş'e, yaşama sevinci ve şevk aşılamalıyız. Heyecan
aşılamalıyız. Neş'e, ümit ve şevk duyan insan yorulmadan çalışabilir, enerji
gösterebilir. Ümitsizliğe düşen, kötümserliğe düşen insan, yaşama iştahını
kaybeder. Çalışma, kuvvetini kaybeder. Bunu kendi hayatımızda birçok kere
duymuş, üzgün olduğumuz zamanlarda çalışma isteğimizin olmadığını anlamışızdır.
İşte Türk milletinin kalkınması için başvuracağımız önemli çarelerden birisi
budur. Sanatı, kültür faaliyetlerimizi, heyecana getirmek; ona ümit, neş'e,
zevk vermek ve böylece halk enerjisini
seferber ederek hareket yaratmak istikametinde kullanmalıyız. Bunun için de biz
bir ilke olarak diyoruz ki, sanat toplum için, toplum yararına kullanılacaktır!
Toplum yararı için seferber edilecektir. Böyle boşa giden halk enerjisini (ki,
bizim halkın büyük bir çoğunluğu senede üç buçuk ay çalışıyor, geri kalan sekiz
buçuk ay bu enerji heder oluyor. Seferber edip, erozyon problemimizin
çözülmesi, memleketin ağaçlandırılması, sulama işleri, yol meseleleri gibi
büyük meselelerimizin halli yolunda faydalanmalıyız.
Bu arada halka yine boş vakitlerini değerlendirecek elişleri, el
sanatları, öğretmek, göstermek, okuma melekesi ve kültürünü artıracak kurslar
açmak ve hiçbir dakikasını heder etmeyecek şekilde organize etmek toplumu
organize etmenin ve ondan büyük ölçüde yararlanmanın bir başka yoludur.
Bugün dünya üzerinde ilimdeki büyük gelişmeler insanlığa uçsuz
bucaksız gelişme ve mutluluk ufukları açmıştır. Bir memleketin refahlı olması,
güçlü olması her şeyden önce o memlekette yaşayan insanların ilimde, teknikte
ileri bir seviyeye ulaşmış olmaları ile mümkündür. Bir milletin askerî gücü de
ilim ve teknik gücüne, medenî seviyesine bağlıdır. İlimde, teknikte geri kalmış
bir ülkenin insanları ne kadar kahraman yaratılışta olurlarsa olsunlar, onların
millî savunma yönünden, askerlik yönünden güçlü olmaları mümkün değildir.
Türkiye her şeyden önce öğrenimde bulunan gençler içinden en
kabiliyetlilerini seçerek bunlara geniş öğrenim imkânları sağlamalı ve süratle
dünya çapında her konuda yüksek seviyeli ilim adamları ve teknisyenler
kadrosunu kurmalıdır. İster matematikte, ister fizikte, ister kimyada, ister
tarım bilgilerinde, ister sosyal bilimlerde olsun dünya çapında ve en yetenekli
ilim adamları yetiştirmek ve Türkiye'yi kalkındırmaya yetecek bir ilim adamları
kadrosunu teşkil etmek Türkiye için başlıca önemli meseleyi teşkil etmektedir.
Türkiye'nin kalkınmasını sağlamada birinci öncelik yüksek
seviyeli, liyakatli ve üstün kaliteli ilim adamları, teknisyenler kadrosunu
kurmaya önem vermek gerekmektedir.
Türk insanını yaşı ne olursa olsun Türk
milletinin tarihinden şuur almış olan, Türk geleneklerinden şuur almış olan,
Türk milletinin milliyetçilik duygularıyla ve manevî değerleriyle beslenmiş
insanlar olarak yetiştirmek başta gelen görevlerimizdendir. Millî eğitimin
birinci gayesi bu olmalıdır. Türk insanını Türk milletinin örnek bir
kişisi, Türk milletinin bütün vasıflarını üzerinde taşıyan müşterek vasıfları
benimsemiş insan olarak yetiştirmek olmalıdır. Bunun için televizyon
kanallarımız, gazete, dergi ve mecmualarımız sık sık denetlenecek ve Türk’ün
dinine, tarihine, ahlâkına, kültür ve değerlerine aykırı ne bulunursa
temizlenecektir.
Okullardan birtakım gereksiz bilgi yüküyle
yüklenmiş ve gözünü devlet kapısına dikmiş, devlet kapısında memuriyet peşine
düşmüş insanlar yetiştirmek özellikle bundan sonra, memleketimiz için çok
zararlı ve tehlikelidir. Türk insanını üretici olacak şekilde yetiştirmek, Türk
toplumuna katkıda, bulunacak şekilde yetiştirmek, hem bu şekilde bilgili
yetiştirmek, kabiliyetli yetiştirmek hem de bu ruhta, bu anlayışta; bu
zihniyette yetiştirmek büyük önem taşımaktadır.
Bunun için gençliğimiz için tahsilin
süresini uzatmak yerine sosyal alanda, fen alanında, teknik alanda daha uzman
ve daha pıratik kısa dönemde hayata atılan insanlar yetiştirmek ve bunların
gençlik enerjilerinden yararlanmak pirensiplerimiz arasında olacaktır.
Hayatımıza yön veren insanları
yetiştirirken onları sade zekalarına bakarak değil mülâkata tabi tutarak gözle
görülür bir elemeden, ve süzgeçten geçirerek, asker, polis, güvenlik görevlisi
ve öğretmen olarak yetiştireceğiz. Geçmişteki
aile yapısı ve ailesindeki başarı ve suç unsuruna, millete hizmet etmekteki
hünerine, becerisine,dinî inancına ahlâk yapısına, hayatta göstermiş olduğu
başarılarına bir bütün olarak bakarak
Devlet adamı Devlet memuru olarak yetiştireceğiz. Bunların bir göreve
gelmelerinde ise bir gün bir bir dirhem yapılan hizmet dahi dikkate alınıp
başarısız bir kimseyi bizi yönlendiren, başımızda bizi idarede görevlendirilmiş
kimseler olarak asla getirmeyeceğiz. Sistem onu aradan çıkarmış olacaktır.
Askerlikte rütbe çalışma, gayret, beceri
ve başarıyla ilgili olmalıdır. Rütbeler asker, er, çavuş, onbaşı, teğmen,
yüzbaşı, binbaşı, paşa, bey, şad, tiğin olarak yeniden düzenlenebilir.
İlim ve teknikte ilerlemiş milletlerin elemanlarının
sayısı ne olursa olsun, durumu ne olursa olsun diğer milletler arasında
durumunu sağlamlaştırmakta ve etkin hâle getirmedikçe başarılı sayılamazlar. Bu
durumda diğer milletlerden her zaman ve
her şeyde on adım en önde olmak inancı ibadetlerin en önemlisi ve farzı
olamalıdır. Bu konu Türk milleti için en
hayatî bir değer taşımaktadır.
Karşılaşılan her olayı, önümüze getirilen
her meseleyi gördüğümüz her işi ön yargılardan ayrılarak, art düşüncelerden
sıyrılarak gerçekçi bir gözle göstermek ve ilim zihniyetiyle bunu muhakeme etmek
değerlendirmek başlıca usûl olmalıdır.
İnsanları aşağılatan, en tiksindirici hâl
olan, köleliğe karşıyız. Türk milletinin, Türk toplumunun her mânâda özgür
olmasıyla mutlu olacağına, yükselebileceğine inanmaktayız. Bu bakımdan ne
bahane olursa olsun, her ne isim altında olursa olsun insanları hürriyetsizliğe
sürükleyen her çeşit davranışa karşıyız. Hürriyet derken sadece siyasî
hürriyeti değil, ekonomik hürriyeti, sosyal hürriyeti, ilim hürriyetini,
kısacası İnsan Hakları Beyannamesi'nde ve Birleşmiş Milletler Anayasası'nda
ifadesini bulan tüm hürriyetleri bir bütün olarak kastetmekteyiz.(Bugün bazı
fabrikalarda çalışan işçilerimizi görüyor ve kalbimiz parçalanıyor. Askeri ücret
alıyorlar, hatta işveren bu ücreti de ödememek için işçiyi üç beş kez girdi çıktı
yaparak maaşını düşürüyor. Üçretini ya ödemiyor veya üç beş ay gecikmeli olarak
ödemek için de ödüyor. Bu bir insanlık ayıbıdır. Bizim sistemimizde devletin
gelirleri Kişinin tahsiline, bilgi ve becerisine, kariyerine, liyakatine,
hizmette geçen yılarına göre bir günü dahi hesaplanarak ödenmelidir. Hak
etmeyen hak etmediği yerde asla bulunmayacak, gerekirse bu gibiler sitemden
çıkarılarak emekli edilmelidir.)
Her şeyin halkla beraber, halk için olması
ve halka doğru olması ve halk tarafından olması. Halkın yaşayışını paylaşarak,
halkın yükseltilmesini birinci plânda düşünerek, halkın dertleriyle yoğrularak
halkla el ele halkla iş birliği yapmak suretiyle halk için ve halk tarafından
her hareketin düzenlenmesi ve yürütülmesi fikrini kastetmekteyiz.
Bunun için ak sakallılardan, karımış
ihtiyar kadınlardan, orta yaşlılardan, gençlerden, çocuklardan ve her meslekten
gruplarla meclisler kurmalıyız. Halka rağmen hareket etmeyi doğru ve uygun
bulmamaktayız. Türk milletinin yükselişi, milliyetçilik ülküsünün siyasî
hareket olarak gelişmesi her şeyden önce halk demokrasisinin Türkiye'de
yaşatılmasına ve geliştirilmesine bağlıdır.
Hürriyeti bütün bölümleri ile beraber
düşünmek ve insanî şekilde bir hürriyeti istemeyi esas kabul ediyoruz. Bunlar,
Birleşmiş Milletlerin Anayasası'nda yer almış olan hürriyetlerdir. Bu, söz
hürriyeti, yazı hürriyeti, bilim hürriyeti, sosyal hürriyet, ekonomik hürriyet,
korkudan ve baskıdan azade olmak hürriyeti ve sefaletten kurtulma hürriyeti
gibi bütün hürriyetleri içine alan bir hürriyet görüşüdür.
Köylerimizi tarım kentleri hâlinde gruplaştırarak
teşkilâtlandırmak suretiyle yapılmalıdır. Tarım kentleri teşkilâtı şöyle
kurulmalıdır: Köylerimiz birçok yerlerde birbirine yakın olarak bulunmaktadır.
Bunları inceleyerek durumlarına uygun biçimde bu köyleri guruplaştırmak
gerekmektedir. Birbirlerine yakın bulunan on köyü veya daha ziyade on iki, on
dört, on beş köyü veyahut durumlarına göre sekiz köyü, yedi köyü, dokuz köyü
bir grup hâlinde teşkilâtlandırmak ve bunların durumu müsait olanı, daha ziyade
merkezî yerde bulunan bir köyü, cazibe merkezi olarak ele almak ve burada bütün
köyün ilkokul, ortaokul ihtiyacını karşılayacak eğitim merkezlerini açmak,
ayrıca köylünün modern tarım esaslarına göre tarım yapmasını sağlayacak şekilde
onları teşkilâtlandırmak ve onlara bilgi vermek üzere bu merkezde tarım
uzmanları bulundurmak, yine bu merkezde modern tarım aletleri parkı kurmak,
gübre depoları, ilâç depoları ve mücadele teşkilâtı, mücadele üniteleri meydana
getirmek ve bu grubu içinde bulunan köylerin ihtiyacını bu merkezden temin
etmek gerekmektedir. Ayrıca bu merkezde bir sağlık teşkilâtı bulundurmak, bu
sağlık teşkilâtında doktor, sağlık memuru, ebe, hasta bakıcı gibi sağlık ekibi
kurmak, bulundurmak ve bunlara, altlarına cip vs. gibi araçlar da vermek
suretiyle köylümüzü teşkil eden insanlarımızı da sağlık bakımından taramaya
almak sağlığı bozulanlar varsa onları bir yataklı tedavi merkezine getirerek yararlandırmak
başlıca vazifelerimiz arasında gelmektedir.
Köylümüzün kalkındırılmasını sağlayacak
yol, köylerimizi tarım kentleri grupları hâlinde, tarım kentleri birlikleri
hâlinde teşkilatlandırmaktan geçer. Merkez seçilen köylerde kurulacak olan bu
kolaylıklar, o gruba dahil olan diğer köylerin de zaman içinde bu merkez
köylere taşınmalarını, merkez köyde toparlanmalarını sağlar. Bunun için
köylülerimizi zorlamaya gerek yoktur. Köylülerimiz kendileri için kolaylık,
çocukları için okuma imkânı sağlayan merkezlere kendiliklerinden akmaktadırlar.
Bugün büyük şehirlerin çevresinde bulunan gecekondular bunu göstermektedir.
Köylülerimizin şehirlere akmalarından gecekondu mahalleleri meydana
gelmektedir.
O hâlde bu imkânları onların ayağına
götürecek ve onların köylerinin dibinde bu imkânları ona sağlayacak merkezler
meydana getirdiğimiz takdirde, bu cazibe merkezlerine o gruba dahil olan
köylerin zaman içinde akması ve böylece bu merkezlerde tarım kentleri
diyebileceğimiz kentlerin meydana gelmesi mümkün olacaktır. Bu kentlerde, o
gruba dahil olan köyleri içine alan kooperatifler kurulacak ve yine bu kentlerde
köylü yardımlaşma kurumları meydana gelecek ve köylerimiz kendiliğinden
teşkilâtlanacaktır. Bu sayede köylünün de memleketin kalkınmasında, yatırımlara
katılmasını temin edecek bir teşkilâtlanma, meydana, gelecektir. Tarım
kentlerinin bulunduğu grubun ihtiyaçlarına ve özelliklerine göre o bölgede
veyahut birkaç tarım kentinin katılacağı onların bölgesi içinde, onlarla
ilgili, tarımla ilgili endüstri, küçük endüstri, küçük imalâthaneler de meydana
gelecektir. Böylece hem köylümüz teşkilâtlanacaktır hem de bu sayede büyük
yatırımlara katılma imkânı doğacaktır. Aynı zamanda köylülerimiz, insanlarımız
köy ekonomisinden, site ekonomisinden, bölge ekonomisinden, ülke ekonomisinden
cihan ekonomisine süratle geçme imkânını elde edeceklerdir. Türkiye'nin karşı
karşıya bulunduğu büyük problemlerden birisi de cihan ekonomisine
geçebilmesidir. Köycülükte köylümüzü kalkındırmak için öngördüğümüz önemli
meselelerden birisi köylerimizi tarım kentleri hâlinde gruplaştırmak ve
teşkilâtlandırmaktır.
Bölge bölge topraklarımızın en randımanlı
olarak kullanılmasını sağlayacak araştırmalar yapmak ve o toprağa uyan en
elverişli tarımı uygulamak gerekir. Bunun yanı sıra toprak reformunu da ele
almak gerekmektedir. Toprak reformu çok geniş toprakları verimli bir ölçü içinde
tanzim etmeyi ön görmekle beraber gayri iktisadî bir işletmeciliğe sebep olan
aşırı derecede ufalmış, küçülmüş toprakların da gerçekçi bir işletmeciliğe göre
düzenlenmesi yapılacaktır.
Türkiye'nin problemi büyük toprakların,
büyük mülk sahiplerinin var oluşundan ziyade, toprakların gayri iktisadî
işletmeciliğe yol açacak şekilde parçalanmış, bölünmüş olmasıdır. Yıllardan
beri yurdumuzda toprak reformu sözleri söylenmiştir.
Milletler de ulu ağaçlar gibidir. Ulu bir
çınarın toprağın üzerinde gövdesi ne kadar yükselmişse. toprağın altında da o
kadar derinliğe inmiş, geniş kökleri vardır. Ulu bir ağacın köklerini kesecek
olursak o ağacı yaşatmak, toprağın üstünde dik olarak tutmak mümkün olmaz.
Bunun için milletin kökleri de kendi millî tarihidir, kendi binlerce yıllık
yaşayışı içinde meydana getirdiği kültür hazineleri, manevî değerleridir. Millî
gelenekleridir.
İnsanlar yaratıldıkları günden beri daima
içinde bulundukları durumla yetinmemişler daha iyi yaşamak, daha güzel bir
durum elde etmek, daha olgun sonuçlara varmak için çırpınmışlardır. Bunun için
biz bu duygu ve bu zihniyeti bir ilke olarak zihnimize koymuş bulunmalıyız.
İnsanlar tabiat kuvvetlerinin tutsaklığından kurtulmak, tabiat kuvvetlerinin
kendileri için yararlı olacak şekilde kullanılmasını sağlamak ihtiyacını,
düşüncesini yeryüzünde, yaratıldıkları ilk günden beri düşünmüşler, bunu
sağlamaya çalışmışlar, bunun için çare aramışlardır. İşte bu da, gelişmeciliğin
bir diğer önemli faktörüdür. Yani tabiat olaylarının, tabiat güçlerinin insanlara,
insan toplumlarına zarar vermesini önlemek, buna karşılık tabiat güçlerinden
tabiat olaylarından insanların, toplulukların mümkün olduğu kadar büyük ölçüde
yararlanmasını sağlamak gelişmecilik ruhunun, gelişmecilik düşüncesinin güç
aldığı önemli bir kaynaktır.
Bunun için, bütün Türk milleti adına daima
daha iyiyi arayacağız. Daha olguna
varmak için tedbirler düşüneceğiz, çalışmalar yapacağız. Gece uyumadan gündüz
oturmadan ölesiye bitesiye çalışarak her şeyin en güzelini, en iyisini, en
olgununu elde etmek için uğraşacağız. Bunu hem kendi yaşayışımızda, kendi
mesleğimizde, işimizde sağlamak için çırpınacağız hem de milletimizin
vatanımızın, devletimizin hızla, bir an önce en yüksek seviyeye çıkarılması, en
ileri bir duruma gelmesi için uğraşacağız. Kendimizi bu güzide milletin, seçkin
insanların hizmetçisi kabul ederek iş göreceğiz.
Eğer insanlar elde ettikleriyle yetinseler
ve "Bu bize yetiyor" deselerdi medeniyetler olduğu gibi kalır,
gelişemezdi. Hâlbuki görüyoruz ki bundan kırk yıl önceki durum bugün yoktur.
Bundan beş yıl önceki durum da yoktur.
Bundan beş yıl sonra da daima bugünkü durumdan daha ileri gidilmiş, daha birçok
yeni şeyler bulunmuş olacak; çünkü insanlar daima daha iyiyi araştırıyorlar,
daha mükemmeli istiyorlar. O hâlde kalkınmamızın ve yaşamamızın dayanacağı
temel ilkelerden birisi de daima elde ettiğimizle yetinmemek, daha iyiyi, daha
güzeli, daha mükemmeli araştırmak duygusu olacaktır. İşte bizim dayanağımız
ilke bu olacaktır.
Bugün dünya atom, hidrojen, uranyum, bor,
toryum, neptünyum, nükleer ve uzay çağına girmiş bulunmaktadır. İnsanlığın
hayatında endüstri, makine ve bilgisayar kablosuz cihazlar önemli yeri almış
bulunmaktadır. Türk milletinin 300 yıla varan bir dönem içinde uğramış olduğu
yenilgiler ve karşılaşmış olduğu felâketler, acılar, gelişen makine, endüstri
ve bilgisayar gücünün karşısında Türk milletinin kol gücüyle, hayvan gücüyle
yalın bir durumda kalmış olmasıdır.
Bugün bir toplumun güçlü olması her şeyden
önce modern sanayi kuruluşu olmasına, teknikte, endüstride bilişim dünyasında en
yüksek seviyeye çıkmış bulunmasına bağlıdır. Modern bir toplum olmak, güçlü bir
devlet, millet hâline gelmek için Türkiye'nin en kısa zamanda dünyanın en ileri
endüstri ve bilişim ülkesi hâline gelmesi gerekmektedir.
Bundan 100 sene önceki Türkiye ile 100
sene önceki ileri Avrupa ülkesi Amerika, İngiltere, Almanya veya Fransa
arasındaki geri kalmışlık mesafesini kapatmak mecburiyetindeyiz.
İnsanlık yeni bir çağa girdi. Bu çağ uzay, bilgisayar ve kablosuz bilişim çağıdır.
Bu ne ile mümkün olabilir? Teknik ile mümkün olur ve bir de milletlerin
endüstri sahibi, olmalarıyla mümkün olur. Endüstri de yine neye
dayanır? Tekniğe, ekonomiye dayanır. O hâlde teknik, ekonomik, elektrik ve
elektronik sahada en ön safta yer almak, yükselmek ve BÜYÜK TÜRKİYE RÜYAMIZI gerçekleştirmek zorundayız.
Bu uğurda DİNLENMEMEK ÜZERE YÜRÜMEYE KARAR VEREREK; GECE
UYUMADAN, GÜNDÜZ OTURMADAN, ÖLESİYE BİTESİYE ÇALIŞARAK GERÇEKLEŞTİRMEK ve TÜRK MİLLETİNE OLAN BORCUMUZU ÖDEMEK
MECBURİYETİNDEYİZ.
Gayret bizden, yardım Allah’tandır.Tanrı
TÜRK’ü korusun ve yüceltsin.
KAYNAKLAR
1)Türkiye."Stop."
Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
2)Türkiye."Evvel
Zaman" Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
3)Tuhvet'ül
Kibar..."Cihad-ı Ekber-ı Hayreddin Paşa".Katip Çelebi
4)Ömer Faik
COŞKUN Yaş: 64. KAYSERİ/Kocasinan
5)Türkiye."Stop."
Evvel Zaman .Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
6)Türkiye."Stop."
Evvel Zaman Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
7)Türkiye."Stop."
Evvel Zaman Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
8)İbni Sinâ
Dr.Cemal ARABACIOĞLU.Çukurova Ünv.Yay.No: 8.s.43
9)İbni Sinâ
Dr.Cemal ARABACIOĞLU.Çukurova Ünv.Yay.No: 8.s.43
10)İbni Sinâ
Dr.Cemal ARABACIOĞLU.Çukurova Ünv.Yay.No: 8.s.43
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder