TARİH TEKERRÜR EDİYOR…
(DÜNDEN BUGÜNE TÜRK DEVLET YÖNETİMİNDEKİ AKSAKLIKLAR)
Abdullah Çağrı ELGÜN
Türk Devletinin kuruluşundan beridir, Devleti Yönetmedeki Hatalar giderilememiştir.
Osman Bey’in Dündar Bey’i 1298’de öldürmesi; Yıldırım Beyazıt
Han’ın Timur Han’a yenilip ölümünden hemen sonra başlayan;
Hanedanlığa kimin geçeceği problemli olmuştur. I. Murat, tahtına göz
diktiği gerekçesiyle, oğlu Savcı Bey’in gözlerine mil çektirip, sonra
öldürmesi… I. Beyazıt’ın savaş meydanında kardeşi Yakup’u çadıra
çağırtarak boğdurması. Çelebi Mehmet’in oğlu Murat’ın
kardeşlerini öldürtmesi ve kendisiyle taht iddiasında bulunarak ordu gönderen
on üç (13) yaşındaki kardeşi Mustafa’yı da savaşta yenerek öldürtmesi.
Amcası olduğunu iddia ederek Düzmece Mustafa
adıyla, tahta geçmek için ordu toplayan Düzmece Mustafa’yı da öldürtmesi
devlette, kalıcı bir yönetim sisteminin olmadığını göstermektedir.
Osmanlı Hanedanlığında Veliaht, Şehzadelerden birinin, gücü ele geçirinceye kadarki
devrede, iktidar savaşları hakimdir. Devlet Yönetim Sistemindeki Hatalar;
ancak Fetret Dönemi, yönetenlerin gözlerini açmış ve “Yönetim Krizi” ortaya
çıkınca, Devlet Yönetim Sisteminin nasıl olması gerektiği, o zamanlar
düşünülmüştür!..
Yönetime, Hakanın oğullarından kim gelecek; veya devleti
hangi oğul yönetmelidir? Hatta, hangi Valide Sultan, Hangi Haseki Sultan,
Kadın Efendi, Gözde, Cariyenin (Odalık) veya Kölelerden doğma oğullardan, Devleti,
Kimin Yöneteceği Problemi, ilgililerin kafasını yormuştur… Fatih’in
getirdiği:
“Hükümdarlığa gelen, Devlet i Âli’nin selameti için
Hanedan Namzetlerini Katleder!” sistemi, büyük katliam ve acılara sebebiyet vermiştir. Daha on üç
(13) yaşında tahta çıkan I. Ahmet, babasının
Cenaze Namazına katılmadı!.. Şeyhülislâm’ın, Padişah I.
Ahmet’e yaptığı, Cenaze Törenine katılma
davetini, saltanata yeni oturmuş ve henüz çocuk denecek yaşta, “on üç (13)” olan
Padişah, Devlet Erkanını, şu ibretlik sözleri ile geri çevirmiştir:
“Taht
sahibi olmak için on dokuz (19) kardeşini ve bir oğlunu katleden bir adam,
babam da olsa katildir!.. Ben, katil bir adamın, cenazesini kılmam. Varın siz
kılın ve defnedin!..” Bundan sonra,
bu sistem kaldırılarak, yerine:
“Ailenin, aklı başındaki,
en büyük üyesi, Padişah olur!” kuralı konur! (21 Aralık 1603)
Bu yeni kuralın, Şehzadeler arasındaki rekabet, taht kavgaları ve kardeş katlinin önlenmesi açısından, büyük önemi vardır; fakat bu defa da Veliaht Şehzadeler için: “Kafes Hapsi” başlamıştır… Bu uygulama sonrası: “Psikolojik Bunalımlı, Hatta Deli Padişahlar” tahta oturtulmak mecburiyeti hasıl olduğundan, bu kuraldan da vazgeçilerek, Veliahtlara: “Payitahttan Uzakta Yapılmış, Saraylarda Yaşama”, modeli getirilmiştir!..
Bu modelde de Şehzadeler: Sakal bırakamıyor; çünkü sakal,
Padişahlık alâmeti sayılıyor… Uygun olan Cariyelerle cinsel ilişkiye
girebiliyor; fakat yasak olduğu için ondan bir çocuk sahibi olamıyorlardı!..
Hatta kazara bir Cariye gebe kalsa, çocuk mutlaka düşürttürülüyordu!..
Şehzadeler altın kafese kapatılmış bir kuş gibiydiler. Özgürlükleri yoktu!
Padişahlık için bilgi, deney ve tecrübeden de yoksun yetişiyorlardı!.. Hasbelkader tahta geçenlere, törenle sakal
bıraktırılıyordu!..
İşte böyle bir ruh hali içerisinde yaşayan, yetişen ve
daha sonra kendisine Padişahlık nasip olan bir kişinin, ülke yönetiminde: Tutarlı,
doğru, isabetli; akıl, mantık ve vicdana uygun kararlar verebileceğini düşünmek
mümkün gözükmüyordu!..
Padişah IV. Murad’ın Saltanatı’nda, bir odaya hapsedilen ve dünya ile ilgisi
kesilen, Şehzadeler, odasına yönelen her ayak sesinde, celladın
kemendini, boynunda hissederek yaşarlardı… Bunlardan Şehzade İbrahim, bu
psikolojik ruh haleti içerisinde bulunduğu bir sırada, tahta geçmesi için davet
etmek üzere, yanına gidildiğinde: İçine, kapatıldığı odaya gelen devlet
erkanını görünce paniklemiş, odadan çıkmak istememiştir. Öldürüleceği korkusuna
kapılan Şehzade İbrahim’i devlet erkanı, Padişah IV. Murad’ın
öldüğüne ikna etmekte, oldukça zorlanmışlardır…
30 Mayıs 1876' da on beş yıldır (15)
yıldır tahtta bulunan Padişah Abdülaziz, 21 Haziran 1867 tarihinde Avrupa
seyahatine çıkmış: Fransa ve İngiltere’yi ziyaretten sonra Belçika,
Prusya ve Avusturya’ya da uğrayarak 7 Ağustos 1867 günü İstanbul’a
geri dönmüştü.
Abdülaziz’in Bakanları tarafından
gerçekleştirilen bir darbe sonucu, tahttan indirilmesiyle, Padişah olan V. Murat, çok eğitimli ve donanımlı bir Şehzade olmasına
rağmen, tahta çıktıktan doksan üç (93) gün sonra “delirmesi”; Sultan I.
Mustafa tahttan indirildikten sonra, 20 Ocak 1639 günü, “sinir
hastalığından” vefat etmesi; III. Osman (1754 – 1757), Tahta çıktığı elli
altı (56) yaşına kadar, “Sarayda hapis hayatı yaşadığı için ‘sinirli bir
yapıya sahip’ ” olması; …vb.
Şehzade İbrahim, V. Murat, I. Mustafa ve III. Osman’ın nasıl bir ruh haleti ve bunalım içinde olduğu düşünülürse, bu ruhsal bunalımlı ortamda, odadan çıkmamaktaki direnişini ve delirmesini, sinir hastalığından veya vücudunda çıbanlar oluşarak ölmesini de o derece normal karşılamak gerekir… Böyle bir psikolojik ortam, ruhsal bunalım içerisinde bulunan Şehzadelerin, tahta çıktıktan sonra, iyi bir idareci meziyetlerini taşımasını beklemek, ne kadar mantıklı olur bir düşününüz!..
YENİLİKÇİ GENÇ OSMAN |
Bu kısıtlanmış hayatlar, ancak Abdülmecid Dönemi’nde
biraz gevşedi ve Şehzadelerin saray dışındaki törenlere katılmalarına izin
verilmiştir.
Şehzadelerin
Veliaht Olarak Atanma Sistemi, 1617 yılında: “En
uygun olanın tahta geçmesi” yerine, bu defa da: “Yaşça en büyük olanın tahta
geçtiği sistem (Ekberiyet)” ile değiştirilerek uygulanmağa başlandı…
17.
yüzyıldan bu yana, aniden ölen Sultanın
yerine, nadiren de olsa kendi oğlunun tahta oturduğu; fakat genellikle, amca
veya kardeşinin geçtiğini incelemelerimizle görmekteyiz… “Ekberiyet Sistemi”
19. yüzyılda alınan başarısız sonuçlarına rağmen, Osmanlı Saltanatının
sonuna kadar sürdürülmüştür.
“Kardeş Katli”nin devletin bütünlüğünü korumak için düzenlenmiş bir uygulama olması, onun doğru olduğunu göstermiyor; fakat sonuç olarak Osmanlı Devleti, diğer Türk devletleri gibi taht kavgası sebebiyle, bir bölünme yaşamamışsa da kargaşa her vakit olmuştur!.. Buna rağmen altı yüz otuz dört yıl (634) ayakta kalmayı başarıyor…
II. Mehmet’in on iki (12) yaşında tahta çıkarılışı ve çıkartıldıktan kısa bir süre
sonra babasını, tahtı alması için tekrar çağırması ve sonra on dokuz (19)
yaşında tekraren tahta çıkışı…
Yavuz,
daha Şehzade iken, Yeniçerileri arkasına alarak, babası Sultan
II. Beyazıd’ı öldürüp, tahta çıkması…
II. Osman’ı Yedikule Zindanları’nda boğdurulup, yerine, kardeşinin tahta
çıkartılması…
III. Selim’in alelacele kılıçlarla doğranarak, IV. Mustafa’nın onun yerine
payitahta çıkartılışı…
Boğulmaktan son anda kurtarılan II. Mahmut’un Alemdar Mustafa Paşa tarafından tahta oturtulması …vb. gibi birçok yanlış örnekler ve Osmanlı Tarihinde görülen olağan vakalardır. Bütün bunlar Padişah I. Ahmet’in getirdiği: “Ailenin, aklı başındaki, en büyük üyesi, Padişah olur!” kuralını da geçersiz hale getirilmiştir!..
Tek Adam Yönetiminden (Padişahlık, Monarşi), Meşrutiyet Sistemine
geçilmiş; fakat bunda da başarı sağlanamamıştır. III. Selim, II. Mahmut, I.
Abdülhamit, Abdülmecit, Abdülaziz ve en son da II. Abdülhamit din ve
devlet işlerinin (Şeyhülislâm’ın sık sık müdahaleleri sonucu) birlikte
yürümediğini görmüşlerdir… Şeyhülislâm ve birlikte hareket ettikleri Nakşi
Tarikatı Mensubu Yeniçeri Ocağı Ağaları, o devirdeki halk ve bürokratlar
üzerindeki ağırlığı sebebiyle, süratle
yükselmişlerdir. Padişahlar, “Dinî Siyasetin” gücünü,
kıramadıkları için gerçek bir demokrasiye, hiçbir vakit geçememiştir!..
(Şeyh Edebâli
ile bacanak ve bu münasebetle de Osman Gazi’ye akraba olan, Çandarlı
Kara Halil Paşa, Anadolu Ahî Teşkilâtına bağlı olması ve Şeyh Edebâli’nin
tavsiyesiyle Bilecik Kadısı oluyor. Sonrasında yine Kazasker oluyor.
Yeniçeri Ocağı’nı kurduktan sonra da Beylerbeyi (Ordu Komutanı)
oluyor!.. Vezirlik ile Ordu Komutanlığını üzerinde taşıyan ilk Vezir
ve Paşa unvanını birlikte kullanan ilk kişidir!..)
Padişahlar, her icraatlarında Şeyhülislam’dan Fetva almak zorunda
kalmış; ve Şeyhülislâm ile birlikte hareket eden, Nakşibendi Tarikatı
Mensubu Yeniçerililerin nefesini her daim ensesinde hissetmişlerdir!..
“Peygamber Ocağı”. Olarak da paye verilen Nakşi Tarikatı mensubu Yeniçeri Ocağı,
Padişahça yapılan bütün icraatlara karşı çıkarak, engellemiştir. Silahlı
Gücün, Şeyhülislâm’ı Şeyhülislâm’ın Yeniçeri Ocağı’nı
arkasına alarak Padişah’ın yaptığı bütün
icraatlara: “Kafirlik, Kafir İcadı: “Moskof oluruz
Nizam ı Cedîd olmayız!..”, “Kafir, zalim, gavur Padişah!..” olarak
görüp her fırsatta ayaklanması ve Padişah’ı indirmek için Payitahta yürümesinin
önüne geçilememiştir!..
Yeniçeriler kaynayan bir kazan gibiydi. Şeyhülislam’la bir olup softa ve
geri bir anlayışla İslâm Dini ile hiçbir alakası olmayan ve asla
bağdaşmayan, irticaî isyanlar ve başkaldırışlara sebep oluyorlardı… Bu durum,
halkın huzurunu, devletin güvenliğini tehlikeye düşürmekte ve düzeni sarsarak,
çeşitli Eyaletler ve Sancaklarda da ayaklanmalara sebep
olmaktaydı…
Şeyhülislam ya isyancılar içinde yer alıyor veya Padişahtan yana görünüp iki
yüzlü davranabiliyordu. Kısaca Şeyhülislamlık Makamı da entrikaların
çevrildiği bir Makam olmuştu. Bu sebeple: Şeyhülislamlık Makamı ve bu
entrikaların vuku bulduğu silahlı güç Yeniçeri Ocağı, ikisi birlikte kaldırılmalıydı…
Devrin en büyük inkılâpçısı Padişah III. Selim karşısında,
Yeniçeriler’i yeniliklere karşı kışkırtan da Şeyhülislâm, Topal Ataullah
Efendi ile Köse Musa Paşa idi!.. Yeniçeri
Askerleri, her şeyde bahaneler bulup, eğitime çıkmıyor; kılık ve
kıyafetleri değiştirilmiş, yepyeni ve düzenli bir ordu olan Nizam ı Cedid’e
karşı çıkıp, meydanlarda gösteriler yapıyor: “Moskof oluruz Nizam ı
Cedîd olmayız!..” diye bağırıyorlardı…
Edirne’den cepheye gönderilen: 13.000 Yeniçeri Askeri’nden firarlar sonucu, 1600 kişi kalmıştı!.. Kısaca: “Yeniçeri Askerleri, maaşlı ve ruhsatlı eşkıyaydı!..”
25 Mayıs 1807 ‘de asiler, Saraya yaklaştıkça,
mevcutları daha da artı. Sarayı tamamen kuşattılar. Maksatları III.
Selim’i tahtan indirip, yerine kendilerine daha yakın buldukları IV.
Mustafa’yı tahta geçirmekti. Bu hareket, yeni kurulmuş olan Nizami
Cedîd Ordusu’na karşı yapılan açık bir tepkiydi: “Moskof oluruz Nizam ı Cedîd olmayız!..”;
“Kafir, zalim, gavur Padişah!..”; “Moskof oluruz Nizam ı Cedîd olmayız!..” diye bağırıyorlardı!..
III. Selim, Sarayı kuşatan Yeniçeriler’in üzerine
asker gönderip, dağıtmak istedi. Bunun için Şeyhülislâm’a
danıştı!.. O da “Kardeş kanı dökülmesin!..” yolunda Fetva
verince, kararından vazgeçti…
Sultanın, bu ayaklanmaya karşılık
vermeyerek, pasif kalışını gören Yeniçeriler, işi daha da azıtıp, esasen
kendilerini destekleyen Şeyhülislam’dan aldıkları yeni bir Fetva
ile 29 Mayıs 1807 ‘de III. Selim’i tahtan indirip,
yerine: IV. Mustafa’yı Padişah ilan ettiler.
(IV Mustafa, Şehzade II. Mahmud’un üvey kardeşidir). Yeni Padişah,
isyancıların her dediğini yapabilecek karakterde birisi idi. Burada Sadrazam
Hafız İsmail Paşa gibi, Şeyhülislam’ın da iki yüzlü hareket
ettiği, açıkça görülmektedir…
IV. Mustafa Padişah olunca III.
Selim ve Şehzade Mahmud’u kafese kapattırdı. Kendisine
yardımcı olan Kabakçı Mustafa’yı da sarayda Turnacıbaşılığına getirdi.
(Yeniçeri Ocağında Padişahın Av Partilerini Düzenleyen Bir Sınıf) III. Selim ve Şehzade
II. Mahmut kafeste, 29 Mayıs 1807 ’den 28 Temmuz 1808’e
kadar kaldılar.
III. Selim: Geri kafalılık ve softa
görüşlülükle mücadeleye başlayarak, yenilikler üzerine yenilikler yapan, orduyu,
eğitimi, halkı uyandırmak, memleketi yeniden baştan inşa edip, Avrupa seviyesine
ulaştırmak için kolları sıvamış bir Padişahtı.
Şeyhülislâm, Nakşi Tarikatı Mensubu
Yeniçeri Ocağı Ağaları, Camideki İmamları, saf Mümin kalabalığı da yanlarına
alarak, her kılınan Cuma Namazı çıkışında, Padişah III. Selim’ın yaptığı bu
yeniliklere karşı, softa görüşlülük ve geri bir anlayışla ya ayaklanarak
gösteri yapıyorlar veya Saray’a yürüyorlardı… Halk Cami ve Tekkelerde
bileniyor; ve sokağa taşarak Devlet Erkanınca yapılan icraat ve yenilikler “Kafirlik”
olarak nitelendiriyor; ve Padişah, “Gavur Padişah” olmakla
suçlanıkyordu…
IV. Mustafa: (DoğumTarihi: 8 Eylül 1779, İstanbul), “29 Mayıs 1807 ‘de Kabakçı Mustafa İsyanı” sonucu tahttan indirilen amcası, III. Selim’in yerine tahta çıkarıldığında 28 yaşındaydı!.. Saltanatı, uzun sürmedi… III. Selim’in tahtan indirildiğini haber alan aydın ve yenilikçi Rusçuk Ayanı, Alemdar Mustafa Paşa, III. Selim’i, tekrardan tahta çıkarmak için ordusuyla Saraya geldiğinde, eski Padişah III. Selim’in, cesediyle karşılaşıyor. Derhal II. Mahmut’u bulduruyor ve tahta onu çıkartıyor…
II. Mahmut (Doğ.Tar.1785), 28 Temmuz 1808’de
yirmi üç (23) yaşında tahta geçiyor. (Tahtta otuz bir (31) yıl kaldı.) Bu
sırada Osmanlı Devleti büyük problemler yaşamaktadır!.. Doğu’da: Kars,
Ardahan, Sarıkamış, Batum… Batı’da: Yeşilköy’e kadar vatanı işgal
eden Ruslar ile savaş halinde olduğumuz nedametli bir dönemdir. Buna
rağmen, içinde çıkılamayan problemlere çözüm sağlamak, vatanı bir an önce
sükûnete kavuşturmak ve Avrupa Devletleri seviyesine çıkarmak için III.
Selim’in icraatıyla ortaya koyduğu:
Yeniçeri Ocağı’nı yavaş yavaş ve kademeli olarak kaldırmak, Nizam-ı Cedîd Ordusu’nu kurmak, İrad-ı Cedîd Hazinesini oluşturmak, Orduyu Eğitmek için Levent ve Selimiye Kışlaları kurmak, Avrupa Şehirlerinde Elçilikler Açtırmak, Okullara Yabancı Dil Eğitimi Getirtmek, Avrupa’da Yayınlanmış Eserleri Türkçeye Çevirttirmek, Paranın Değerini Koruma Kanunu Çıkarmak, Yerli Malı Kullanımı İçin Genelge Hazırlamak, Divana Katılan Vezirlerin Görev ve Sayılarını Belirlemek, Mühendis Okulları Açmak, Askerî Alanda Avrupa’dan Uzman Hocalar Getirtmek, Denizciliğe önem vererek, Gemi Dershânelerinin Gelişmesini Hızlandırmak, …vb. gibi köklü Islahatlara devam kararı alıyordu!..
II. Mahmut da, III. Selim’in Yolundan Giderek Birçok Yeniliğe İmza Attı:
Kızların okullara alınması, Kız ve erkeklerin aynı sırada birlikte oturmaları. Ülkelerde daimi elçiliklerin kurulması, 1830 yılında, ilk defa, Avrupa'ya eğitim için öğrenciler gönderildi. İlköğretim Zorunlu hale getirildi. Müslüman tercümanlar yetiştirme amacı ile Tercüme Odaları kuruldu. Askeri Okullarda Fransızca Dersi zorunlu hale getirildi. Yurt içine Geziler düzenlendi. Osmanlı Devleti'nin ilk Resmî Gazetesi olan “Takvimi Vakâyi” 1831'de yayınlandı. Batılı eğitim veren Rüştiyeler ve Mektebi Ulûm ı Edebiye gibi Orta Öğretim Kurumları açıldı. İlk Posta ve Polis Teşkilatı kuruldu. Kılık ve Kıyafette reformu yapılarak, Memurlara: Pantolon ve Fes Uygulaması getirildi.
III.Selim'in Kardeşi Hatice Sultan'ın Sarayı |
Sonra gelen II. Abdülhamit de ülkede Çarşaf
Giymeyi yasakladı!..
Rakı Fabrikasını
dahi törenle açtı!..
Müsadere Usulü,
yani devletin vatandaşların mallarına el koyma uygulaması, tamamen kaldırıldı.
Sağlık Örgütü ve İlk Karantina Sistemi oluşturuldu.
Devlet dairelerine, Padişah Portresi Asılması
Uygulaması başlatıldı.
Müslüman Tüccara Vergi İndirimi sağlandı…
II. Mahmut
tarafından Yerli Malı Kullanımı teşvik edildi.
İthal malların tüketimi sınırlandırılmaya çalışılarak ihracata önem verildi.
Yol yapımları hızlandırıldı.
Ordunun ihtiyacına yönelik olarak Feshane, Çuha Fabrikası ve Bezhâne gibi
pek çok, yeni tesis kuruldu.
Devletin gelirlerini arttırmak amacı ile Evkaf
Vekâleti (Vakıflar Müdürlüğü) kuruldu.
Divan
kaldırıldı, yerine Nazırlıklar/Bakanlıklar kuruldu.
Senedi İttifak imzalandı.
Memurlar: "İç
İşleri/Dahiliye" ve "Dış İşleri/Hariciye" olmak üzere
iki (2) gruba ayrıldı.
Askerî ve İdarî
İşleri düzenlemek adına Danışma Meclisleri kuruldu.
Sekban ı Cedîd, Nizam ı Cedîd, Eşkinci Ocağı, Vakâyi
Hayriye (Yeniçeri Ocağının
Kaldırılması: 40.Bin Yeniçeri Askeri İmha Edildi!..)
Darüşşura-yı Askeriye, Osmanlı Ordusu’nun temel
ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla açılan 1848 yılında Mekteb-i
Fünun-ı Harbiye (Erkan-ı Harbiye Mektebi) Sekban-ı Cedîd Ocağı’nın
kapanması ve Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması…
Asakiri Mansureyi Muhammediye (Peygamberin Ordusu: 1826), Mızıkayı Hümayun,
Meclisi Ahkâmı Adliye kuruldu.
Muhtarlıkların Açılması, …vb. gibi birçok yeniliklere imza attı…
Şeyhülislâm ve Yeniçeriler, arkasına taktıkları yobaz kalabalığı din
adına (Siyasî İslâmcılık) kandırarak, halkın refahı için yapılan yenilikleri
önlemeğe çalıştılar… Halka, yapılan bu yeniliklerin, geri bir anlayışla Gavur
İcadı (Kafirlilk) olduğunu, bunu yapanların dinden çıktıklarını, “Kafir”
olduklarına inandırdılar… Özellikle Nakşi Tarikatı’nın Ocağı durumunda
olan Yeniçeri Askerî Ocağı, Şeyhülislâm’dan Fetva alıp, sokaktaki
halkla birleşerek: “Moskof oluruz
Nizam ı Cedîd olmayız!..”, “Fes
giyeceğimize, ölürüz daha iyi”, “Kafir,
zalim, gavur Padişah!..” diye
bağırıyorlar; askerîyede ve ülke içinde yapılacak her türdeki yenilik hamlesini
engelleyerek; ayaklanıp, Sarayın kapısına dayanıyorlardı!..
II. Mahmut; Yeniçeriler’in tekrar tepkisini çekmemek için Yeniçeri Ocağı’na
bağlı olarak kurulan Nizam ı Cedîd kapatılarak, yerine, “Eşkinci
Ocağı” adıyla yeni bir Ordu kuruldu; ancak bu “Ocak” da
diğerleri gibi Yeniçerilerin hışmına uğrayarak, kapatılmak zorunda
kalınmıştı!..
Yeniçeriler, Şeyhülislam ile birlikte istediği adamını, istediği makamlara
getirmek için Padişaha baskı yapıyor, Padişah bu istekleri
yapmamakta her ne kadar dirense de sonunda, Şeyhülislam’ın ve Nakşi
Tarikatı Liderleri ve aynı zamanda Yeniçeri Ocağı Ağaları olan bu baskın
grupların, isteklerini kabul ediyordu!..
Alemdar Mustafa
Paşa'nın isteği ile kaldırılan “Nizamı Cedîd Ordusu”nun yerine Avrupa
tarzında eğitim yaptırılan “Sekbanı Cedîd Ocağı” kurulmuştu!.. Bu
ocak da Yeniçeriler’in tepkisini çekmiş olup “Kandıralı
İsyanı” sonucu kapatılmak zorunda kalınmıştı!.. Yenilikçi Sadrazam,
Alemdar Mustafa Paşa, fitnebaşı Şeyhülislâm Topal Ataullah Efendi ile Köse Musa Paşa’yı yakalıyor ve idam etmek için Padişahtan izin istiyor;
fakat II. Mahmut buna: “Fazla sert muamele
düşüncesiyle” müsaade etmiyor…
Alemdar Mustafa Paşa Yobaz takımı Yeniçeriler’in çıkardığı Kandıralı İsyanı sırasında,
Padişahtan yardım gelmediğini görünce, üzerine gelen ve çok kalabalık olan Yeniçeriler’den
kurtulamayacağını anlayınca, bodrum katında bulunan cephaneye doğru kaçarak,
arkasından gelenlerle birlikte cephaneyi patlatıp, altı bin (6.000)
Yeniçeri’yi de beraberinde öldürerek intihar etmişti!..
Osmanlı tarihinin önemli dönemeçlerinden biri, Yeniçeri Askeri Ocağının kaldırılması, ikincisi ise: 1876’da Birinci Meşrutiyet’in ilanıydı. Böylece Türk tarihinin ilk Anayasası olan Kanun-ı Esasi ilan edildi. Seçimle oluşan Meclis-i Mebusan çalışmalarına başladı; ancak hiçbir Padişah, 1789 yılında Fransa’da hayat bulmuş olan “Cumhuriyet Yönetimi” fikrini, saltanatları döneminde fiiliyata koymayı başaramamışlardır…
III.Selim ve Yeniliklei |
II. Mahmut, yenilikçi ve tamamen Batı yanlısı bir Padişah olması sebebiyle, Meşrutiyet Yönetiminin peşindedir; fakat Genç Osmanlılar (Jön Türkler: Namık Kemal, Ziya Paşa, Mithat Paşa…) halkın yönetimde söz sahibi olduğu, bir Meclis i Mebusan olması için “Anayasa”yı Abdülaziz’e sunmuşlardır. Padişah, hem Şeyhülislam’ın hem de halkın taassuplu yaklaşımı ve tepkisi sebebiyle, bu fikre olumlu bakmamıştır… Bunun üzerine 30 Mayıs 1876’da Abdülaziz tahtan indirilip yerine, Şehzade V. Murat getirildikten 93 gün sonra, psikolojik bunalımları baş gösterince, Mithat Paşa’ya: “Sadrazamlık verme ve Meşrutiyeti ilan etme” sözü veren II. Abdülhamit, tahta çıkarılıyor!..
Kanûn-i Esasi’yi hazırlatıp, 23 Aralık 1876’da
I. Meşrutiyet’i ilan edip Meşruti Sistem’e geçiliyor. Meclis’i
Mebusan açılıyor. Millet Vekillerinin seçimi yapılıyor. Kanûn i Esasi
halka özgürlük sunarken: “Egemenlik kayıtsız şartsız Osmanlı ailesinindir”
ifadesi ekleniyor. 14 Şubat 1878’de Osmanlı-Rus Savaşı’nı bahane
eden II. Abdülhamit, Meslis’i Mebusan’ı süresiz kapatıyor. Büyük
beklentilerle açılan bu Meclis: Bir (1) yıl 1ki (2) ay kadar
sürebilmiştir!..
Kanun-i Esasiy’e göre Padişah: Meclisi kapatma, kişileri sürgün etme ve çıkacak yasaları meclise gitmeden önce, denetleme yetkisine sahipti. Padişahın egemenlik haklarına bir kısıtlama getirmiyordu. Yürütme yetkisini tümüyle elinde tutan Padişah, Sadrazam (Başbakan) ve Vekilleri (Bakanları) istediği gibi atayıp, görevden alabiliyordu. Meclisin, Vekiller üzerinde denetim yetkisi yoktu!.. Padişah, savaş ve barış yapmak istediğinde, meclisi kapatma ve yeniden seçimlere götürme, yetkisine de sahipti. Ayrıca Padişahın, "Kamu yararı için" polis soruşturması sonucunda, kişiyi sürgün etme yetkisi vardı. Bu durumda halk iradesinin gerçekleşmesi engellenmiş olup, bu durum, hukuk devletine aykırı bir durumdu. Padişahın mutlak egemenliği tanınmış, Meclis üstünlüğüne yer verilmemişti...
III. Selim
ve II. Mahmut’un Meşrutiyet ve giderek
Cumhuriyet fikri hedefleri arasında olmasına rağmen, Meşrutiyet
fikrini birkaç kez denemiş ise de Şeyhülislamın yönetimdeki ağırlığı ve
baskınlığı sebebiyle, kellesi ve makamından korkmuş; görevden alınacağı
endişesiyle bu fikrinden vazgeçmiştir.
On beş yıl (15) saltanatta kalan Abdülaziz’e ise bu fikir: “Genç Osmanlılar” tarafından,
bir plan dahilinde sunulmuş olmasına rağmen, “Meşrutiyet’in ilan edilmesi
fikri” kabul görmemiştir!..
III. Selim gibi, 1826’da II. Mahmut da yaptığı yenilikler sebebiyle, “Kafir”likle
suçlandı. Adı: “Gavur Padişah”a çıktı. Halk sokaklara çıktı. Saraya
yürüdü: “Moskof oluruz Nizam ı Cedîd olmayız!..”, Askerin ve halkın
kılık kıyafetinin değiştirilmesine: “Fes giyeceğimize ölürüz daha iyi”,
“Kafir, zalim, gavur Padişah!..” suçlamalarıyla itham edilerek, avazı
çıktığı kadar bağırdılar…
II. Mahmut, Nakşibendi Tarikatı Mensubu Yeniçeri Ağaları (Yeniçeri Ocağı) ile iş birliği yaparak her
yeniliğe karşı çıkan “Şeyhülislamlık Makamı”nı kaldırmak istemiş. Din
ve Devlet işlerini birbirinden ayırmanın gerekliliğini görmüştür; ancak halkın
çok cahil olması, Şeyhülislam ve Yeniçeri Ağalarının atadıkları bürokratların
toplum üzerindeki ezici etkileri ve göstereceği tepkilerinden çekindiği için bu
teşebbüsü gerçekleştirmekten korkmuştur. Bu icraatını sonraki zamana
bırakmıştır; fakat bunu gerçekleştirmeye ömrü yetmemiştir!..
II. Abdülhamit’in tahta geçmesinden kısa süre önce Almanya ve İtalya ayrı ayrı
birliklerini sağlamış, Almanya Fransa’yı mağlup ederek Avrupa siyasetinde
üstün hale gelmişti. İngiltere ise dikkatlerini daha ziyade
sömürgelerinde yoğunlaştırmıştı. Bu arada Almanya ve İtalya’nın
katılımıyla sömürge savaşı şiddetlenmiştir. Bu dönem, hedefteki ülkelerden biri
de çok değerli toprakları kontrol altında tutan Osmanlı İmparatorluk
Coğrafyasıydı. Ortaya çıkan her meselede Osmanlı biraz daha
yalnızlaştırılarak topraklarının paylaşılması amaçlanmaktaydı…
Özellikle 1878 Berlin Anlaşması’ndan sonraki
gelişmeler gösterdi ki; Avrupa Devletleri’nin arasındaki bütün bloklaşma
ve uzaklaşmalarda asıl unsur, Doğu Sorunu (Şark Meselesi) idi. Yani “Osmanlı
İmparatorluk Topraklarının Paylaşımı Problemi”!.. Bu “paylaşma” Avrupa Devletleri ve
İttifakları’nın gizli ve açık diploması görüşmelerinin en önemli
konularından biri haline geldi…
Sultan II. Abdülhamit, bir taraftan Tanzimat’tan beri sürdürülen
reformları yenileyerek sahip çıkarken, diğer taraftan da Osmanlıyı paylaşmak
isteyen güçlerle baş etmeye çalışıyordu.
Bu çok yönlü politikalara ve mücadeleye rağmen, Osmanlı
Devleti: İttihat ve Terakki, Genç Osmanlılar, Jön Türkler adıyla bilinen
çoğu Avrupa’da yetişmiş inkılâpçı, aydın kesimi yetiştirmeyi başardı; ancak
ayakta kalamadı!.. Osmanlı İmparatorluğu ayakta kalmadı ise de III.
Selim ile başlayıp II. Abdülhamit’e kadar geçen zamanda içinde, çok
iyi derecede yetişmiş genç kuşaklar sayesinde, düşman tarafından tamamı işgal
edilen İmparatorluk coğrafyasının harabeleri içerisinde Kuvayı Milliyeciler’in
başlatığı Millî Mücadele ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin
temellerini atmayı başaracaklardır…
“Cumhuriyet” fikrini, İmparatorluğun son dönem Sadrazamlarından (Başbakan)
Batı yanlısı icraatlarıyla ünlü, yenilikçi Mithat Paşa’da yürürlüğe
koymak için girişimde bulunmuştur; fakat Mithat Paşa’nın bu fikri aşikâr olup Şeyhülislâm
tarafından duyulunca, çeşitli çeşitli iftiralar atılıp, dedikodular
uydurularak, Padişaha şikâyet ile Mithat Paşa, Padişah II. Abdülhamit
tarafından İstanbul dışına sürgününe yollanmıştır…
Özellikle son dönem Padişahları, Halifeliği ayırmak, Şeyhülislam’ın
devlet işlerinden ayrı tutulması (Devlet İşlerine Karışmaması Gerekirliği) gerçeğini
gördüler; fakat Şeyhülislâm’ın bürokrasi
ve halk içindeki baskın gücü sebebiyle, bu makamı kaldırmaya cesaret
edemediler.
Atatürk ve Arkadaşları vatanı düşman istilâsından kurtardıktan sonra, büyük bir
cesaret ve atılganlıkla, işgal edilmiş Osmanlı İmparatorluk
kalıntısından Türkiye Cumhuriyeti Devletini çıkarmayı başarabildiler.
Saltanatı kaldırarak, Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurdular.
Softa görüşlülükle Avrupa yeniliklerinin tamamına
karşı olarak bunları İslâm dininin inanç, görüş ve düşünüşlerine aykırı bulan
o, eskinin cahilane kafaları, yeniliğe ve Batıdan gelen her şeye yine
karşı çıktılar ve öğünden bugüne mücadeleye giriştiler…
“Gavur İcadı”,
“Gavur Padişah”, “Bu Kafirliktir” gözü ile bakan Şeyhülislâm
Taraftarları ve Nakşi Tarikatının Ocağı olan Yeniçeriler sürekli ayaklandılar…
O günden bugüne Türkiye Cumhuriyeti’ne ve onu kuran Vatan
Kahramanlarına kin tutup savaş açtılar… Bu Saltanat taraftarları, Şeyhülislâmlığı
yeniden getirip, Şeyhülislâmlığın Fetva Geleneğinin uygulanabilmesi
için harekete geçtiler…
Müslümanlar’ın Kitabı Kuran’da:
Körükörüne biat değil, düşün, akıl et, akledenler için,
akıl sahipler için ayetleri çokça yer alır:
“Siz hiç düşünmeyecek misiniz? Siz hiç akıl etmeyecek
misiniz? Biz size bunu düşünüp tutasınız diye indirdik!.. Allah düşünüp
tutasınız diye öğüt veriyor!.. (Akledesiniz diye Allah size âyetlerini böyle
açıklamaktadır.) [Bekara 242]; (Hâlâ Kur’anı düşünüp anlamaya
çalışmıyorlar mı? [Nisa 82]; Siz, hiç akıl etmiyor musunuz?” dedi.) [Enbiya
66-7]; Hicr
/ Ayet 75: Gerçekten bunda, düşünen keskin anlayışlılar için ibretler vardır;
Rad / Ayet 3: …Düşünecek olan bir kavim için bunda muhakkak ki,
ibretler vardır; 11. Hud / Ayet 30: …Siz hiç düşünmez misiniz?; 10.
Yunus / Ayet 3: …Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?; 8. Enfal / Ayet
22: Çünkü yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü anlamayan ve
düşünmeyen sağırlarla, dilsizlerdir.; 3. Ali imran / Ayet 103: …Allah’ın
üzerinizdeki nimetini düşünün…; 3. Ali imran / Ayet 7: …Üstün
akıllılardan başkası da derin düşünmez. 3. Ali imran / Ayet 118: …Düşünürseniz
diye, biz size ayetleri açıkladık. 2. Bakara / Ayet 219: …İşte böylece
Allah, size ayetlerini açıklıyor. Umulur ki siz düşünürsünüz!..” bu ve
bunlara benzer birçok ayetler vardır!
İmam Gazali, sadece
Hanefi Meshebi’ni kurmuyor, İmam Şafi'nin de Şafi Meshebi
(Şia) üzerinde müthiş bir etki sağlıyor. Gazali, dinde (içtihat)
yorumlama, yeni kural koyma, yeni hedefler gösterme kapısını kapatarak, dinin:
Akla, Mantığa, Bilime ve Vicdana Göre Yorumlanmasının ve Çağa Uydurulmasının
Önünü Kesiyor... Onu donduruyor; ve böylece İslâm Dinini, insanlığın tarihsel
yürüyüşünün önünde, ilerlemesini durduran demir bir perdeye, çelik bir bende
dönüştürüyor!..
İmam Gazali (1058- 19
Aralık1111): 53 Yaşında ölüyor:
İbni Sina'yı (980-1037: 57 Yaş.),
Farabi'yi (872-951:79 Yaş.), Birûnî (973-1048: 77 Yaş.), …vb.
gibi çoğu bilim adamlarını dinden çıkmak ve Kafirlikle suçluyor. İmam
Gazali'nin öğretisi, bugün Batı'dan geri ve Batı’nın kölesi olan İslâm
Dünyası’nı yaratan en geri ve en yobaz bin (1.000) yıldır!.. Halife,
Şeyhülislâm, Tarikat, Cemaat; Şeyh, Şıh, Seyyid, Pîr, Velî, Ermiş …vb.
ilişkiler içerisinde, terkedilemeyen bu anlayış; akıl, mantık, vicdandan
ve bilimden yoksun; fakat yöneticilerin ve Padişahın işini her devirde
çokça kolaylaştırdığı için vazgeçilememiştir!..
Atatürk Dönemi, bu
devrin kapandığı yıllardır. Atatürk Sonrası, Tarikât ve Cemaatler’e
kapı aralayan “Siyasî İslâm’ın” yeniden hortladığı, karanlık ve geriye
dönüş yıllarıdır!..
İmam Gazali'ye
en büyük itiraz yine İslâm Dünyası’ndan Hanefi-Sünni öğretisinin
içinden gelmiştir. Doğu'nun en büyük âlimlerinden, felsefeci ve yorumcu İbni
Rüşt (1126-1198), Gazali'yi İspanya, Endülüs'ten
eleştiriyor ve onun söylediklerine karşı çıkıyor!.. Onun görüşlerini mahkûm
ediyor. Aynı zamanda Kordoba Kadısı olan ve İspanya, Endülüs Sultanı Yusuf'a
danışmanlık yapan İbni Rüşt:
"Bilimin ve Felsefenin Kâfirlik olamayacağını,
insan aklının özgür bırakılması gerektiğini, Dinî Kuralların, “Akıl ve
Mantıkla” çelişmesi halinde, “Akla Göre” yorumlanmasının doğru olacağı..." görüşünü savunuyor; çünkü diyor İbni Rüşt:
"İnsan aklı da Allah vergisi bir
yetenektir!" ve bu nedenle akla
uygun olan, nakle de uygun olup (kutsal söz, vahiy) Kuran'a da aykırı
olamaz!..
İbni Rüşt, Kurtuba'da
(İspanya'nın bugünkü Kordoba kenti) Gazali'yi eleştiren ünlü
reddiyesi: “Tehatüfül Tehafül” (Tutarsızlığın Tutarsızlığı) adlı
kitabını, bu maksatla yazıyor...
“Sormayı, sorgulamayı” günah sayan; dini, bir biat unsuru, körü körüne itaatı kabul eden bu anlayışla hayat sürenler arasındaki amansız savaş, o dönemde olduğu gibi bugün de hâlen Hak ve Batılın Mücadelesi olarak, bin(1.000) küsür yıldır devam etmektedir…
Mustafa Kemal Paşa Tarablusgarp Cephesinde |
“Efendiler, biz Tekke ve Zaviyeleri
din düşmanı olduğumuz için değil; bilakis bu tip yapılar, din ve devlet
düşmanı olduğu, Selçuklu ve Osmanlıyı bu yüzden batırdığı için
yasakladık!.. Çok değil, yüz yıla kalmadan, eğer bu sözlerime dikkat
etmezseniz, göreceksiniz ki; bazı kişiler, bazı Cemaatler’ ile bir araya
gelerek bizlerin, din düşmanı olduğunu öne sürecek, sizlerin oyunu alarak başa
geçecek; ama sıra devleti bölüşmeye geldiğinde, birbirine düşeceklerdir!..”
diyordu!..
Atatürk ne kadar haklı çıktı:
Hangi iktidar din sömürüsüne dayanmışsa
mutlaka yıkılmıştır!
Cumhuriyet Halk Partisi (İsmet İnönü), din dersleri okullarda
konulmasından sonra 1950 de ağır bir yenilgi alarak yıkıldı!..
Demokrat Parti (Adnan Menderes), Said-i Nursi’yi önüne alarak şehir
şehir, ilçe ilçe, köy köy, kürsü kürsü dolaştırdı. Nur (Işıkçılar) Cemaatlerini
arkasına taktı!.. “Nur Risaleleri’nin okullarda okutulması için Cemaatler’in
baskısına boyun eğdi. Nihayet yıkılıp gitti…
Süleyman Demirel: (1960) Nurcu,
Süleymancı, Nakşilerle İmamhatipleri kendisine arka bahçe yapmaya
başlayınca, seçimleri kaybetti, Çekilip gitti…
Turgut Özal (1983), Köşkte Cemaat
Liderlerine verdiği İftar Yemeklerinden sonra, Mecliste ve bürokraside
gelişen Tarikat, Cemaat, Ticaret ve Hac Seferleri Düzenlemelerine
takıldı, yıkılıp gitti…
Halk, din ile sömürüyü affetmiyor.
Sonunda iktidarları sırtından atıyor; fakat onlardan
oy alarak iktidar olan siyasilerin “Diyet Borcu” sebebiyle Cemaat,
Tarikat ve Ticaret üçlüsü, bunların yakasını, asla bırakmıyor!..
Osmanlı
Atatürk sonrasında özellikle: Ali
Adnan Menderes, Said i Nursi’yi, 1950 Seçimleri’ni kazanmak için baş
tacı yaptığı ve her vilayette, kendisinden önce kürsüye çıkarıp
konuşturduğu için “Tarikat, Ticaret, Siyaset” (Siyasî İslâm) üçlüsü yeniden
boy göstermeydi!..
Cemaat ve Tarikatları, siyasette basamak olarak
kullanan, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Fethullah Gülen, Necmeddin
Erbakan, Abdullah Gül ve Erdoğan Dönemlerinde “Siyasal
İslâm”, erişebileceği en yüksek zirveye tırmandı… Bu anlayışla bugün
geldiğimiz sonuç ortadadır.
Cumhuriyetin getirdiği demokrasiden, “Partili
Cumhurbaşkanlığı Sistemine” geçilerek Cumhuriyetin kazanımlarının üstüne
sünger çekilmek istenmesi, (Demokrasi, din ve vicdan hürriyeti, serbest
teşebbüs hürriyeti, seyahat hürriyeti, adalet, kuvvetler ayrılığı) dengelerin
askıya alınması demek olup, bu anlayış geriye, “Padişahlık Sistemi”e
dönüşün ayak sesleridir…
Atatürk Döneminde kapatılan Tekke ve Zaviyeleri açtırmak için Tarikatlar,
Cemaatler ve bunların Şeyh, Şıh, Seyyid; Derviş ve Pîrleri siyasîleri
kullandılar…
Adnan Menderes döneminde Şeyhler, Şıhlar, Dervişler harekete geçerek, Siyasî İslâmcılığı
tekraren hortlattılar. Onu devleti otuz üç yıl yöneten Süleyman Demirel
takip etti. O da Siyasal İslâmcıları kullanıldı. Oy toplamak ve tekrar
tekrar iktidara gelebilmek için Tarikat ve Cemaatler’e yardım ve destek
verip ve karşılığında bunlardan oy alarak iktidara taşındılar.
İktidarı ele geçiren siyasîler, Tarikat ve
Cemaatler’e sıkı sıkı yapıştılar. Bunu Turgut Özal
ve Fethullah Gülen (FETO) takip etti… Abdullah Gül, Recep
Tayyip ERDOĞAN döneminde “Siyasî İslâmcılık” zirveye tırmandı!.. FETO,
hortladı, ayaklandı!.. 15 Temmuz 2016 Kalkışması” ortaya çıktı… Sorumlular:
“Ne istediler de vermedik!..” dedi!.. “Recep Tayyip Erdoğan
Kürsüden: “Aldatıldık, Kandırıldık!.. Ey milletim beni affedin!” dedi;
fakat istifa edip çekip gitmedi!.. Milletten “af”fını istedi, bitti mi?
Elbette, hayır!..
FETÖ ile mücadele kapsamında 15
Temmuz 2016´dan bugüne kadar: Tahmini 15 Milyona yakın dosya,
savcılığa gitmiştir. 99.066 operasyon yapılmış, 282.790 gözaltı
ve 94.975 tutuklama gerçekleştirilmişti. Halen FETO’dan tutuklu olan
kişi sayısı: 25.912, bu zaman zarfında işlem yapılan şahıs sayısı
toplamı: 597.783 ‘dir, kaçan 22.001 kişi hakkında ise yakalama kararı
bulunuyor!..
AKP Dönemi’nde “Siyasal İslâmcılık”
sırtını iktidara dayadıktan sonra, şımarıklığın bataklığında, zamanın
virüsü “Covit 19” gibi herkese bulaştı… Türkiye’deki ailelerin yarısı bu
olaydan dolaylı dolaysız etkilendi!
Aklı, mantığı, bilimi ve hatta vicdanı yok sayan,
itirazı, sorgulamayı soru sormayı günah olarak gören ve körü körüne itaatı,
biatı cahil halka kalbul ettiren; sümüklü salyalı, donu sidik kokan FETO,
Sümüklü Kadir, Cübbeli, …vb. leri söz ve Fetva sahibi olarak, televizyon
ve gazetelerde boy gösterdiler.
Meshepleri birbirlerine kışkırtıp, halkı tahrik edip
çatışmaları körükleyen bahtsız bilim adamı çıktı. Prof. Dr. Hayrettin
KARAMAN: “Sunnî Meshebinde olanların Âlevilerden biri ile
evlenemeyeceği…” Fetvasını verdi. Yetmedi: “Devlet memuru rüşvet
alabilir!..” diyebildi. İyi
mi?..
Bir lider, tarihin asla unutmayacağı Millet İttifakına: “İllet, Zillet, Bozgun, Şer İttifakı”, halkça seçilmiş bir belediye başkanına: “Ülkücülerin nefesi ensende olacak!” diyerek tehdit etti!..
FETO Kalkışması, Sarıklı, Cübbeli,
Kara Çarşaflı, Kara Bayrak ve Filamalı, İmam kılıklı yüzlerce insanın: İstanbul,
Diyarbakır, Kars, Iğdır, Rize, Konya şehirlerinde: “Şeriat isteriz!”
yürüyüşleri perde arkasından sinsice alkışlandı!.. III. Selim, II. Mahmut
ve sonra gelenler döneminde yaşanılanlara softa görüş ve anlayışa geri
dönüldü… “Şeriat İsteriz!” ; “Gavur
gibi olmayacağız !..” diyenlerin çığlığı III. Selim, II. Mahmut’a “Kafir!” , “Gavur Padişah!” diyenleri hatırlattı.. Eski karanlık günlere
adeta çağrı yapıldı!..
Başörtüsü takmayan, mini etekli ve
şortla gezen, metroda oturanlara “kendilerini cinsel olarak tahrik ettiği
iddiasında bulunarak” saldırılarla, mobbik uygulamalar gerçekleştirildi.
Yetiştirme yurtları ve öğrenci evlerinde kalan çocuklara yapılan, cinsel taciz ve istismara: “Bir defadan bir şey çıkmaz!..” diyebilen TBMM’sinin şanlı Meclisinde Bakanlık yapanlar çıktı… Böylece istismar, sokaklara taşındı…
Kurtuluş Savaşı Kahramanlarının
değersizleştirilmesi.
Vatan hainlerinin TV ve Medyada boy
göstermeleri.
İşgal günlerinden kalma İngiliz,
Fransız, ABD artıklarının “Mandacılık isteyen hezeyanları” ve
onların torunlarının, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Kahramanları’na
düşmanlığı.
Millet “Kurtuluş Savaşı” verirken
Fetva vererek onları “Vatan Haini” ilan edenler ve onların torunları,
iktidarca mükafatlandırılıp, itibarları iade edilip, hasta yataklarında ve
mezarlarında ziyaret edilerek, alkışlandı…
İstiklâl Marşı’nın Bestesinin
değiştirilmeye kalkışılması ve bazı okullarda okutulması…
Mecliste Millî Marş okunurken
Mecliste oturma eylemi yapan hainler!..
Meclis Kürsüsü’nden Millet Vekili
Yemini’ni “Kürtçe” etmeğe kalkışan densizler…
“Türk” adının dağlardan, Resmi Kurum ve Kuruluşlardan
kazınmaya çalışılması ve şimdi de Diyanet eliyle, Cami tabelâlarından silinme
kararı…
Kızılay Maden Suyu Şirketi’nden dahi kaldırılan “Türk
ve Türklük” sembolleri
“Türk ve Türklük” ten rahatsızlanarak: “Bana Türklük ile
de gelmeyiniz!” diyen, tarih bilmeyenler!..
Türkiye adını tartışmaya açan hadsizler!
“Türk
Andı”nın okunmasını yasaklayıp kaldıranlar.
Devlet Bahçeli’nin sorusuyla: “KCK’ya Kriptolu Telefon”
dağıttıranlar.
YPG’nin Türk Ordusu gözetiminde sınırdan
uğurlanmasına onay verenler.
Habur Sınır Kapısına, Çadır Mahkemeleri
Kurarak PKK Liderlerini bayraklarla karşılayıp salıverenler…
Barzani, Şivan Pervez, …vb. ünlü şarkıcı ve
Türkücülerle: “Beraber Yürüdük biz bu yollarda” türküsüne eşlik edenler…
Millî Bayramlarda, tersten asılan Atatürk
posterleri.
Mllî Bayramlarda hastalanan yetkililer.
Usulen kutlanan Millî Bayramlar,
“Türkiye Bağırsaklarının temizliyor.” diyen,
edep yoksunları.
2015 yılındaki "Altı
yüz yıllık (600) yıllık İmparatorluğun doksan (90) yıllık reklam arası sona
erdi!.." diyen, iktidar vekilleri…
“Ben bu davanın savcısıyım!” diyerek savcılara talimat
verenler.
“Beraber yürüdük bu yollarda” türküsünü şakıyarak:
FETOCULARI yargıya, emniyete, askeriyeye, üniversiteye taşıyan, kendi
listesinden milletvekili yapan; bakan, vali, kaymakam, rektör yapanlar…
“Birkaç Şehit için Meclisi toplayamayız!” diyenler…
“Nota verelim!” diyenlere: “Müzik notası mı vereceğiz?”
Askere: “Kelle!”
“Askerse asker! Ölmek için maaş alıyorlar!” diye
bağıranlar.
Musul’da İŞİD tarafından rehin Alınan Türk Konsolosluk
görevlileri ve Özel Harekatçılar!..
Başına çuval geçirilen Türk askerleri!..
“Cumhuriyet gitti, artık Halifelik dönemi
başladı!” diyen soysuzlar.
İnadına BOP başkanlığı diyenler.
“Allah Amerikan askerlerini korusun!”
Mecliste adı bile okunmayan Millet Vekilleri.
Deniz Feneri,
YİMPAŞ,
TÜRGEV.
Rıza ZARRAF Rüşvetleri.
Milyarlık Saatler.
Kurban Paraları.
Ayakkabı Kutuları,
Para Sayma Kasaları.
Kürtler’den oy almak için TRT’ye çıkarılan
PKKlı Öcalan,
Olso.
Helsinki.
Dolmabahçe Sarayı.
İmralı Görüşme ve Ziyaretleri.
Çözüm Süreci.
Akil İnsanlar Heyeti
Şehir ve İlçe Meydanlarına Anıt, Heykelleri
dikilen PKKlılar…
57 Kez gönderinden indirilen Türk’ün Al
Yıldızlı Bayrağı,
Türk Silahlı Kuvvetlerindeki:
25.728 Subayın % 58 ‘i
64.555 Asstsubayın % 27’si,
112. 540 Uzman Er ve Erbaşın %
62’si, 15 Temmuz 2016 sonrası, iktidara yakın seçme komisyonlarınca (SADAT,
ASDER, REDER…vb. lerinden) temin edilmesi…
Buna karşılık, en üzücü ve düşündürücü olan ise Türk
Silahlı Kuvvetlerinin savaş tecrübesi olan (1.817) Albayın emekliye sevk
edilmiş olması…
Sonra: Ayasofya'da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın katıldığı programda, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk'e: "Zalim ve Kafir" diyen İmam Mustafa Demirkan, Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Yekta Saraç'ın kayınpederi çıktı!.. İyi mi?..
Tam 17 Aralık 1927'de Mustafa Kemal Atatürk
TBMM’de Mecliste şunu diyordu:
''Efendiler ve ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti: Şeyhler, Dervişler, Müritler, Meczuplar memleketi olamaz!.. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur! Medeniyetin gerektirdiğini yapmak, insan olmak için yeterlidir!'' (1925 Kastamonu)
Önce Atatürk’ün heykellerini kırarak başladılar. Stadyumların,
Semtlerin, Mahallelerin, hatta Okulların adından Atatürk’ü
sildiler. Millî bayramlarda Posterlerini baş aşağı astılar!..
Siyasal İslâmcıların yönettiği Ekonomiyi, Yönetime
gelecek Bürokratları, hatta Bakan Atamalarında Tarikat, Cemaat; Şeyh, Şıh,
Seyyitler’in sözlerinin geçtiği, yukarıya emrettiği, bunlardan referans
kağıtları gittiği… Her Yükselme ve atamada Tarikatların Üyeliklerinin
arandığı… AKP Kadroları ve Gençlik Teşkilatlarının, iktidardan gitmemek,
yukarıdakilerin de iktidarı günü geldiğinde teslim etmemek için kıvırdığı,
dümen suyunda tekne yüzdürmeye devam ederken:
Dünden Bugüne, Türk Devlet Yönetimindeki Aksaklıklar ile tarih tekerrür ediyor!..
KAYNAKLAR:
https://odatv4.com/guncel/iste-cozum-surecinin-kronolojisi-1108151200-79963
https://www.google.com/search?q=R%C4%B1za+ZARRAF+R%C3%BC%C5%9Fvetleri.+Milyarl%C4%B1k+Saatler.&oq=R%C4%B1za+ZARRAF+R%C3%BC%C5%9Fvetleri.+Milyarl%C4%B1k+Saatler.&aqs=chrome..69i57.20336j0j4&sourceid=chrome&ie=UTF-8
https://www.mevzuatdergisi.com/2005/04a/05.htm
https://www.hurriyet.com.tr/gundem/90-yillik-reklam-arasi-bitti-27979061
https://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/yilmaz-ozdil/darbenin-elebasi-1317949/
https://haberalpturk.com/iste-en-son-aciklanan-feto-bilancosu/
https://gzpolat2.blogspot.com/2014/01/kara-carsafin-kokeni.html
https://www.milliyet.com.tr/molatik/galeri/en-uzun-sure-tahtta-kalan-padisahlar-87138/10
https://www.google.com/search?q=Rehin+Al%C4%B1nan+Irak+il%C3%A7ili%C4%9Fimiz&oq=Rehin+Al%C4%B1nan+Irak+il%C3%A7ili%C4%9Fimiz&aqs=chrome..69i57j33i10i160l2.9974j0j15&sourceid=chrome&ie=UTF-8
https://tr.wikipedia.org/wiki/Osmanl%C4%B1_padi%C5%9Fahlar%C4%B1_listesihttps://www.cumhuriyet.com.tr ›
baris-pehlivan
https://www.takvim.com.tr/galeri/yasam/osmanlida_taht_kavgalari/3
https://t24.com.tr/haber/ataturk-e-atfen-zalim-ve-kafir-diyen-imam-yok-baskani-sarac-in-kayinpederi-cikti,955664
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder