ARİF NİHAT ASYA’da BAYRAK ve VATAN SEVGİSİ
Abdullah Çağrı ELGÜN
Edebiyatımızda bayrak şairi olarak ün yapmıştır. Millî Mücadele ve Cumhuriyet Dönemlerini gördü. Türklük ve Vatan aşkı ile şiirler yazdı.
Adana Şehrimizin kurtuluş günü olan 5 Ocak heyecanı ile “Bayrak Şiiri”ni yazarak BAYRAK ve VATAN şairi olarak isim yaptı.
Şiirlerinde hece, aruz ve serbest nazmın bütün şekillerini denemiştir.
Son şiirlerinde ise İslâm duyuş ve düşünüşü olan MİSTİZME yöneliş görülür.
Şairin şiirlerinde, sürekli bir yenilik vardır.
Türk şiirinde Tanzimat’tan bu yana edebiyat alanında yapılmak istenen DEĞİŞİKLİK ARZUSU şairde dikkat çeker. Arif Nihat ASYA, kendine has bir şiir tarzı deneyerek, çok renkli bir şiir dünyası meydana getirmiştir.
Tarihimizin, şanlı sayfalarını şiirleştiren şairin BAYRAK ve VATAN aşkı onun mısralarında doruk noktasına ulaşmıştır.
AĞIT Şiirinde:
“Caber yok, Tiyanşan yok, Aral yok!..
Ben nasıl varım? Diyerek kendi kendine sorar.
...
Şu yakın suların”
Kolu neden bükülmez?
Fırat niçin, Dicle niçin, Aras niçin?
Benden doğar, bana dökülmez?.. Derken içi kanamakta, gözleri yaşarmaktadır.
Ben ki ateşle konuşurdum, selle konuşurdum
İdil’le, Tuna ile, Nil’le konuşurdum.
Diyerek vatan hasretini, Türk olan, Türk kokan yerleri anlatarak, VATANA olan hasretliğini dile getirir. Sitem eder, yakınır.
“FETİH MARŞI” şiirinde:
Sen ki burçlara BAYRAK olacak kumaştasın,
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın. Derken Türk’ün AL BAYRAĞINI kale burçlarına diker.
“ALPASLAN II” şiirinde:
Torunlarım, dört yana, kol kola gitsin;
Malazgirt’ten İstanbul’a yol gitsin. Derken de Malazgirt’te aklı ve ruhu kalmıştır.
“KUBBELER” Şiirinde:
...
Burda kubbe, kemer ve mihrap olmuş
O kıvrak şekli ki serhadde yaydı;
Atlas BAYRAKLARIN dalgalarında
Rüzgarla öpüşen ince bir aydı.
Söyleyin ey nazlı haber kuşları:
Tuna Boyları’ndan müjde geldi mi?
Şehzade, Lâleli, Haseki Sultan
Hepsinin Üstünde Süleymaniye
Süleymaniye’den Ayasofya’dan
Yollar iner, dal dal Yeni Camiye...
“DUA” adlı şiirinde:
Bizi sen sevgisiz, susuz havasız,
Ve VATANSIZ bırakma Allah’ım
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız, bırakma Allah’ım
“YOĞUZ” Şirinde:
Yoksa şu yaprakta Yavuz,
Yoksa şu sayfada Oğuz,
Biz de yoğuz biz de yoğuz.
O, millî hislerini, kahramanlık duygularını, heyecanlı ve mert bir şekilde ifade eder. Atalarının mührü, Türk’ün, İslâm’ın ve Onun Bayraktarlığını yapan Oğuz ve Yavuz’un bu topraklarda yokluğunda bizim de olmayacağımıza dikkat çeker.
“MARŞ” şiirinde:
Gök mavi, başak sarışın,
Tadı ne güzel barışın;
Fakat senin on savaşa,
Değer, ey, YURT bir karışın...
Vatanın bir karış toprağının, on kez savaşmaya değeceğini belirterek YURT kıymetini anlatır.
“TANIMADI” Şiirinde Arif Nihat Asya:
Türk’üm müjdeydi ülkeye,
Gezdim söyleye söyleye
Bir gün söylemedim diye
Türk’üm beni tanımadı.
...
Daha dün sözleştik şurda
Düğün hazırladım YURDA
Eller beni tanıdı da;
Sözlüm beni tanımadı... Yurdunu sözlendiği genç bir kız benzeterek, sınırlarımız dışarısında kalanlar için, kendisine küstüğünü bu sebeple kendisini tanımadığından yakınarak sitem eder.
BiR BAŞKA Şiirinde:
Kutsal konuları inananlara bırak,
Onlar, senin maskaran değil.
MEMLEKET imanı, senin yaygaran değil.
Kitabımı yırtmışsın, kitabım senin maskaran değil.
Şehitlerden söz etme,
Onlar senin kadavran değil.
Temiz eller kurmuştur bu MEMLEKETİ,
Senin zembereğini kuran değil.
Arif Nihat’ın kitabındaki, Orhan Şaik GÖKYAY’a hitaben yazdığı “ONLAR” isimli şiirinde:
YURDA, baş dedikleri bir.
Ağır odakla geldiler,
Ve şu BAYRAKSIZ dünyaya;
BAYRAKLA geldiler.
Kopardılar ayı gökten,
Bir ipek dala astılar.
YURT dediler gölgesine,
Ayaklarını bastılar.
Derken, vatanseverlik, millî hakimiyet, millî değerlere bağlılık BAYRAK ve VATAN, her şeyden önce gelmektedir. Şair özellikle VATANA dair şiirlerinde İDEALİZMİ ve MİLLî DUYGUYU seslendirmiştir. Şairin milliyetçiliğinde, Türk bayrağını her yere dikmek isteyen cihangirlik ideali vardır.
“Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor”
SONUÇ OLARAK:
Arif Nihat ASYA, ELVEDÂ, ŞEYH ŞAMİL, FETİH MARŞI, BAYRAK, BİR BAYRAK RÜZGAR BEKLİYOR, DUA, AĞIT, KUBBELER, YOĞUZ, DAĞLAR şiirleriyle okuyan ve dinleyenlerin gönüllerinde daha hayattayken, yaşarken taht kurmuştur.
Türkçü, Turancı, Milliyetçi, Memleketçi bir şairdir. Bütün Türk dünyasını tek tek şiirlerinde işlemiştir. Batı Trakya, Balkanlar, Orta Asya İdil, Tuna, Nil, Tunca, Sakarya, Aral, Caber, Tiyanşan, Fırat, Dicle, Aras, Kıbrıs’a kafa yormuş fikir yürütmüştür.
Bu konular, Arif Nihat ASYA’nın vazgeçemeyeceği meselelerdir. Arif Nihat ASYA, BAYRAK ve VATAN şairidir... Sade bir milliyetçi değil, hiç kimsenin vermediği hazları ve heyecanları yüreklerimize koyarak, yüreklerimizde bir meşale yakmış ve bir başka heyecan yaratmıştır. Bu heyecanları diri ve canlı tutan, yürekli, bir şair hepsinden önemlisi bir Türk KAHRAMANIDIR.
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER:
ELVEDÂ
Karım benim;
Sevdası içimde tomurcuklanan,
Baharım benim.
Sakın içlenip söylenme!
Daha dün havalar ne hoş ne güzeldi.
Bu ayrılık da nereden geldi deme!..
Batı’da bir dram oynanıyor açıldı perde,
Açıldı perde;
Ölümü çarmıha gereceğiz karıcığım,
Çelik süngülerle...
Bu sevda başka sevda,
Yurt aşkı derler buna,
İnan kişiden önce onundur.
Neyse bütün varım,
Bundan böyle boş kalan yastığıma,
On aylık oğlum koysun başını;
Ve sen ona;
Adından önce öğretmelisin, karıcığım;
İstiklâl Marşı’nı...
Dudaklarımda şanlı bayrağımın izi,
Gözlerimde, yurdun engin denizi.
Sallanan kızım sorarsa de ki:
Dün deden yurt için ölmüştü,
Bugünse baban;
Aynı yolun daha şereflisine düştü
Gerçi bu yollar şimdi,
Meriç kıyılarında bitiyor;
Fakat onun gözlerinde :
Yeşil Tuna, Sarı Tunca tütüyor...
Böyle söyle!
Böyle de!
Böyle yaz!
Çünkü karıcığım;
Yurt olmayınca, hiçbir şey olmaz...
Arif Nihat ASYA
ŞEYH ŞAMİL
Şamil, Kafkas dağının hürriyet güneşidir.
Şamil, Atatürk’ün öz be öz kardeşidir.
Şamil’i bilmeyenler atasını ne bilir?
Şair diyor ki:
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır;
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”
Ben de diyorum ki:
Benim vatanımın sınırları,
Karstan başlayıp Edirne’de bitmez!
Hazar’ımın: “Hürriyet! Hürriyet!” diye doğduğu,
Kıyılardan başlar; taa Viyana’da biter...
Kur, Aras coştukça,
Tuna, Volga taştıkça,
Benim türkülerim söylenecek.
Benim şiirlerim okunacak.
Hazar dalgalandıkça,
Benim ay yıldızlı bayrağım dalgalanacak...
İşte: Taa oralardan gelen rüzgarın getirdiği bir oyun.
Esaretin düşmanı,
Cesaretin timsali Şeyh Şamil...
Sormayın, kimlerdenem, haralıyam a dostlar?
Gönülden fırtınalı icralıyam a dostlar!
Kızıl bir kurşun yedim, yaralıyam a dostlar!
Ağlama ey, gözleri bulutlu yâr! Men bilirem:
Senin de eyninde kanlı bir libasın var...
Bu şarkılar türküler; Türk’ü söyler türküler!
Taşar kalpte ÜLKÜLER!..
Bu ses, kartal sesidir, bu ses BOZKURT sesidir!
Bu ses, Demir Perde’yi damla damla eriten
Rus generallerine apolet söktüren sestir.
Katerina, Petro’yu çılgına çeviren sestir...
Bu ses, taa Kafkaslardan gelen;
Şeyh Şamil’in sesidir...
Arif Nihat Asya.
FETİH MARŞI
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çektiriler, kalyonlar çekilecek;
Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek
Yürü, hala ne diye oyunda oynaştasın?
Fatihin İstanbul’u fethettiği yaştasın.!
Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden....
Senin de destanını okuyalım ezberden...
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden...
Elde sensin, dilde sen, gönüldesin baştasın...
Fatihin İstanbul’u fethettiği yaştasın.!
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fendini...
Göster: Kabaran sular nasıl yıkar bendini?
Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Fatihin İstanbul2u fethettiği yaştasın.!
Bu kitaplar Fatihtir, Selimdir, Süleyman’dır.
Şu mihrap Sinânüddin, şu minare Sinan’dır.
Haydi artık uyuyan destanını uyandır.!
Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın
Kızım, sen de Fatihler doğuracak yaştasın.!
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
Yürüyeceksin... Millet yürüyecek arkandan!
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasandan....
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın;
Fatihin İstanbul’u fethettiği yaştasın.!
Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin!
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın...
Yürü, hala ne diye kendinle savaştasın?
Fatihin İstanbul’u fethettiği yaştasın.!
BAYRAK
Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği,
Şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım!
Senin destanını okudum,
Senin destanını yazacağım!
Sana benim gözümle bakmayanın;
Mezarını kazacağım.
Seni selamlamadan uçan kuşun,
Yuvasını bozacağım...
Dalgalandığın yerde ne korku ne keder,
Gölgende bana da bana da yer ver.
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar?
Yurda ay yıldızının ışığı yeter!
Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün,
Kızıllığında ısındık.
Dağlardan çöllere düşürdüğü gün;
Gölgene sığındık.
Ey, şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalı,
Barışın güvercini, savaşın kartalı,
Yüksek yerlerde açan çiçeğim.
Senin altında doğdum,
Senin dibinde öleceğim.
Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim...
Yer yüzünde yer beğen;
Nereye dikilmek istersen,
Söyle; seni oraya dikeyim.
Arif Nihat Asya
Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor!
Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor!
Şehitler tepesi boş değil,
Biri var bekliyor.
Ve bir göğüs, nefes almak için;
Rüzgar bekliyor.
Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye;
Yattığı toprak belli,
Tuttuğu bayrak belli,
Kim demiş meçhul asker diye?
Destanını yapmış,kasideye kanmış.
Bir el ki; ahretten uzanmış,
Edeple gelip birer birer öpsün diye faniler!
Öpelim temizse dudaklarımız,
Fakat basmasın toprağa temiz değilse ayaklarımız.
Rüzgarını kesmesin gövdeler
Sesinden yüksek çıkmasın nutuklar,kasideler.
Geri gitsin alkışlar geri,
Geri gitsin ellerin yapma çiçekleri!
Ona oğullardan,analardan dilekler yeter,
Yazın sarı,kışın beyaz çiçekler yeter! Söyledi söyleyenler demin,
Gel süngülü yiğit alkışlasınlar
Şimdi sen söyle söz senin.
Şehitler tepesi boş değil,
Toprağını kahramanlar bekliyor! Ve bir bayrak dalgalanmak için;
Rüzgar bekliyor!
Destanı öksüz, sükutu derin meçhul askerin;
Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye
Yattığı toprak belli,
Tuttuğu bayrak belli,
Kim demiş meçhul asker diye? ...
Arif Nihat Asya
AĞIT
Ağlayın, parmakları nur
Sularından kınalı kızlarım
Ağlasın Meraga göklerinden
Meraga'ya bakıp yıldızlarım
Yollara Kürşadlar uzanmış ölü
Ağlasın Akülke, ağlasın Sütgölü
Yiğitlerim uyur gurbet ellerde
Kimi Semerkant'ta bekler beni
Kimi Caber'de
Caber yok, Tiyanşan yok, Aral yok
Ben nasıl varım?
Ağla ey Tanrı dağlarından
İndirilmiş Tanrım
Şu yakın suların
Kolu neden bükülmez
Fırat niçin, Dicle niçin, Aras niçin
Benden doğar, bana dökülmez?
Ben ki ateşle konuşurdum, selle konuşurdum
İdil'le Tuna'yla Nil'le konuşurdum
''Sangaryos''u ''Sakarya'' yapan
''İkonyom''u, ''Konya'' yapan
Dille konuşurdum
Arif Nihat Asya
DAĞLAR
Çekmece'den Maltepe'den ileri
Gitmemiş Sâdâbâd çelebileri
Alem tepesine Alemdağ derler...
Böyle bilmiş böyle yazmış eserler.
Dağlar var karanlık, dağlar var beyaz.
Korka korka eteğinden öper yaz;
Ağrıdağ, Babadağ, Gâvurdağ, Ilgaz
Kubbelerdir...dolaşır, aşılmaz.
Tendürük'te, Kop'ta Palandöken'de
Kurtların payı var gelip geçende...
Ki alırlar vermek istemesen de!
Dağlar var, tahtından inmeyen sultan
Dağlar var, yapılmış bundan, buluttan...
Dağlar var ki Bingöl, Binboğa, Süphan,
Medetsiz'ler, Mor'lar, Nur'lar, Yıldız'lar;
Karalar, Kızıllar, Bozlar, yağızlar...
Karla dolar 'İmdat' diyen ağızlar;
Yollar kesen, haraç alan dağlar var.
Bolkarda çamların sakızı damlar...
Ve bir yıldız düşer, tutuşur çamlar...
Bir kızıl şehrâyin olur akşamlar...
Tacı olan, tahtı olan dağlar var.
Tüter Sarıçiçek, burcu burcudur,
Akşamlar ya mor, ya turuncudur.
Ve kışın dünyanın öbür ucudur...
Sarkarken Cudinin karları dal dal
Bağdaş kuradursun yollara Karhal!
'Ferman padişahın, dağlar bizimdir;'
Dedi yerde bir kurt, gökte bir kartal.
Dönmez misiniz ey yolda kalanlar;
Yolcular, garipler, garip çobanlar;
Allahüekberde tekbir alanlar?
Ovalar, konaklar, yollar aşırı
Birbirini selamlayan dağlar var.
Dağlar var, batının yangınında kor...
Dağlar var; adları Nemrut, Balahor...
Kayışdağ kim, alemdağ kim oluyor?
Lakin ufukları görünce yoksul
Dağ yerine kubbe yapmış İstanbul;
Kurşun şamdanlarda mumlar fildişi...
Ki pırıltıları sularda pul pul.
DUA
Biz,kısık sesleriz...minareleri,
Sen,ezansız bırakma Allah’ım!
Ya çağır şurda bal yapanlarını,
Ya kovansız bırakma Allah’ım!
Mahyasızdır minareler...göğü de,
Kehkeşansız bırakma Allah’ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız bırakma Allah’ım!
Bize güç ver...cihat meydanını,
Pehlivansız bırakma Allah’ım!
Kahraman bekleyen yığınlarını,
Kahramansız bırakma Allah'ım!
Bilelim hasma karşı koymasını,
Bizi cansız bırakma Allah'ım!
Yarının yollarında yılları da,
Ramazansız bırakma Allah'ım!
Ya dağıt kimsesiz kalan sürünü,
Ya çobansız bırakma Allah'ım!
Bizi sen sevgisiz, susuz,havasız;
Ve vatansız bırakma Allah'ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız bırakma Allah'ım!
YOĞUZ
Yoksa şu yaprakta Yavuz
Yoksa şu sayfada Oğuz
Bizde yoğuz bizde yoğuz
Elimizden siz tutunuz
İmdadımıza koşunuz
Daha çoğuz daha çoğuz
Kervanımız dizi dizi
Bırakma Yarabbim bizi
Bizler yalnız sana kuluz....
KUBBELER
Dün başlar seferber, eller seferber;
Kurşun eritildi, mermer çekildi.
Bunlar, bu kubbeler, bu minareler
Akçayla olacak işler değildi.
Böyle bir gemide yendi suyu NUH.
Ve bu yelkenlerde kanatlandı RUH.
Taşıtıp kalyonla pırlanta, inci
Abide haline koydu sevinci
Gergefle işleyip bir inci sultan
Ki çiçek verirdi saksıya koysan,
Bulabildinse ey yolcu yerini
Hepsinin alnında altından bir ay.
Seyret İstanbul’un camilerini
Minare minare, kubbe kubbe say!
Açılır masmavi burda gökyüzü,
Gümüşten sütunlar üstünde durur...
Kimin gölgesi dinlenir yerde,
Kiminin beyazı sulara vurur.
Allaha giden yol buralardadır,
Kapılar açılır şerefelerden,
Burdan uğurlanır mubarek aylar,
Bayram burda başlar arifelerden.
Mihraplar, kemerler, kubbeler yapmış,
Sultanı, çerisi, piri, veziri,
Nesilden nesile götürsün diye
Kanatlar üstünde şanlı TEKBİRİ.
Nice başbuğların açtığı yerde:
Biri yardan geçmiş,öteki serden,
Yolcular gidiyor yarına doğru,
Kafile kafile bu köprülerden.
Kuşun uçuş, gülün açış saati,
Tanrının fermanı yüce kubbede
Duyulur uyanık Fatihin 'Uyan!'
Dediği uzaktan Sultan Ahmet’e.
Diken dikmiş, yakan yakmış mumunu,
Şamdanlar şamdanlar, ulu şamdanlar.
Ki aydınlığıyla, asırlar boyu
Yolunu bulurdu yolda kalanlar.
Burda kubbe, kemer ve mihrap olmuş,
O kıvrak şekli ki serhadde yaydı;
Atlas bayrakların dalgalarında
Rüzgarla öpüşen ince bir aydı.
Kimi yıkanırdı şadırvanlarda
Tekbire HU HU katıyor kimi;
Beyazıt önünden güvercinlerin
İncidir yemi... Söyleyin ey nazlı haber kuşları:
Tuna boylarından müjde geldi mi?
Uzaklarda kırık minarelerden
Gökte bir kapıyı vurur leylekler;
Bir gün açılacak o büyük kapı
Ve kanatlar yere inmeyecekler.
Taraf taraf, kol kol şu yamaçlardan
Açtıkça fetihler tarihi Türkün
Kubbeler erecek bir gün murada
Ve minareler dal verecek bir gün.
Geçerken altından bu loş kemerin
Menekşe menekşe gül güldür içi..
Kapanmaz kapısı Allah evinin
Ki beş vakit gürül gürüldür içi.
Çiniler çiniler taze çiniler:
Boyası göz nuru, fırçası kirpik...
Ey sanat ' Kuruyan dallarımıza
Bir yeşil yaprak ver ' demeye geldik.
Biri hattın; biri mermerin, tuncun,
Kurşunun sırrını aramış bulmuş;
Yesârî elinde 'Lafza-i Celal'
Sinan'da kubbeyle minare olmuş.
İşte bir kubbe ki söyler saati...
Yolcu ilk, dalgalar son cemaati,
Mavidir çinisi, yenidir adı;
Mermerini sisler karartamadı.
Şahzade, Laleli, Haseki Sultan...
Hepsinin üstünde Süleymaniye...
Süleymaniye’den, Ayasofya’dan
Yollar iner dal dal Yeni camiye.
Yelken yelken, seren seren geiler;
Yamaçta, kıyıda, yolda Camiler,
Bu Horasan, mermer kurşun dağları
Omuzunda taşıdığı çağları.
Taşıyacak daha çağlar boyunca
Ve yer çekmeyecek, yere koyunca.
Yolları arkada bırakan hızla;
Kanatlarımızla, atlarımızla
Aşarken toprağı, taşı, denizi
Bu kurşun memeler emzirdi bizi.
Böyle bir gemide, yendi suyu NUH...
Ve bu yelkenlerde, kanatlandı RUH...
TANIMADI
Türküm müjdeydi ülkeye
Gezdim söyleye söyleye
Bir gün söylemedim diye
Türküm beni tanımadı
Onlar bacım,onlar ağam
Onlardır sevincim tasam
Ahmet’im, Mehmet’im, Suna’m
Güllü’m beni tanımadı
Elimde doğmuş kuzular
Bir gün benden soğudular
Sordum ne oldunuz ne var
Sürüm beni tanımadı
Daha dün sözleştik şurda
Düğün hazırladım Yurda
Eller beni tanıdı da
Sözlüm beni tanımadı
Yine sizinleyim dedim
Nasılsam öyleyim dedim
Çıkıp da söyleyim dedim
Karım beni tanımadı
Hırpalanmak ne kelime
Didik didik lime lime
Götürülürken ölüme
Ölüm beni tanımadı
MARŞ
Gök mavi, başak sarışın...
Tadı ne güzel barışın.
Karları ılık olacak
Yarın yuvalarda kışın.
On altı yaş kucağına
Koşabilir yirmi yaşın
Kanatları üzerinde
Aşkın, dileğin, alkışın.
Gök mavi, başak sarışın...
Tadı ne güzel barışın!
Fakat senin on savaşa
Değer, ey yurt, bir karışın!
BAŞÖRTÜSÜ
Ne demekmiş
“Yasak! ”
İşiniz mi kalmadı
Yapacak?
Ne diye karışırsınız
Saçımıza-başımıza,
Bizi oyuncağınız mı sandınız
Bakıp yaşımıza?
Sebebini anlatamayacağınız
Çocukça bir devrin hevesinden
Karşınızdaki en güzel portreleri
Mahrum ettiniz çerçevesinden!
Kim demiş, ki:
“Başörtüsüydü o! ”
Başımızın -renk renk-
Süsüydü o!
Altında saçlarımız,
Arkadan, ne hoş sarkardı;
Kimimizde -örgü örgü- sarmaşıklaşır...
Kimimizde, su olup akardı!
Şu, bu nâmına “Yasak! ” demiş
Bulundunuz, tezelden;
Ne olurdu, anlasaydınız biraz da,
Güzellikten, güzelden!
Siz, bizden değilsiniz,
Tanımıyoruz hiç birinizi,
Çekin başımızdan
Ellerinizi!
Bir gericilik tutturmuşsunuz;
Gericilik değil, Türk'ün köy modasıdır bu...
Üstelik, ninemizin başımızda
Taşıdığımız hatırasıdır bu!
Dediniz: “Çıkacak başınızdan
Başörtünüz! ”
Alın -öyleyse- onunla
Yüzünüzü örtünüz!
VATAN
Ezanımdan alışıp tekbîre,
Buldunuz mutluluk, imanımla...
Vatan ettim sizi ey topraklar
Beş vakit damgalayıp alnımla.
KUBBE-İ HADRA
Kimi, boşlukta sızar asude;
Kimi, bekler gecelerden seheri..
Farkı yoktur gecenin gündüzden,
Ne çıkar yanmasa ufkun feneri
Tunç taslarda içerler kaderi
Bu ecel şerbetinin bekrileri.
Kim bilir, belki giden yolcuların
Bu sefer son seferi
Sisli gözlerde cihetler silinir,
Kimsenin kimseden olmaz haberi
Ne semavatı görürler, ne yeri
Bu ecel şerbetinin bekrileri.
İçlerinden biri vardır ki aba
Bilerek sırtına çekmiş kederi
Alparslan-II
Torunlarım dört yana, kol kol, gitsin;
Malazgird'den İstanbul'a yol gitsin!
Gelip sana çarpan gücü, yavaştan
Anlamazsa, haritadan sil, gitsin!
Şehidlerim, Tanrı'ya, al al, gitsin,
Yaralıma su verene bal gitsin!
Taclarını bir şey sanan gururlar
Tahtlı gelip, taclı gelip kul gitsin!
Fakat, harp bu: kalmak da var, ölmek de;
Esir olup kalmaktansa öl, gitsin!
Şehidlerim uçmağa, al al, gitsin,
Yaralıma su verene bal gitsin!
Çekilirmiş gibi davran merkezde
İki yandan sağ yürüsün, sol gitsin!
Olsa da son saatin son dakkası,
Senden aman dileyeni sal, gitsin!
Şehidlerim, Allah'a, al al, gitsin,
Yaralıma su verene bal gitsin!
Ve gönlünden kopup, bize bir yaprak,
Bir tomurcuk gönderene gül gitsin.
Düğünlerde tadı gelsin barışın:
Kızlarıma duvak gitsin, tel gitsin!
Şehidlerim Huzura, al al, gitsin,
Yaralıma su verene bal gitsin!
YOLLAR
Varsın biraz da yollar çeksin benim cefamı
Artık verin çocuklar, artık verin asamı!.
Bir başka kâinata, bir başka yurda yol var;
Siz örtünün garipler siz örtünün abamı!
Yorgun düşüp uzandım altında asumanın;
Gölgende buldum ey dal bir anne ihtimamı.
Şahane manzaraydı dünya sınırlarında
Bir kubbenin rüku’u, bir zirvenin kıyamı.
Yükseklerinde ömrün dağlar, sular kovuklar:
Yükseklerin diliyle tekrar edin nidamı!
Dağlar lisana geldi, gökler lisana geldi;
Şerh oldu Mesnevi’den yıldız
Şerh oldu Mesnevi’den yıldızların kelamı.
Şeffaf mavinizden abdest alıp el açtım
Artık yakındayım, ey gökler, duyun duamı!
TEPELER
Çadırtepe, Dumlupınar,
Türbetepe, Adatepe...
Ki üstlerinden bir bulut
Geçti güller serpe serpe.
Türbe, otağ. kubbe, eyvan...
Adları Dicle'de Seyran,
Fırat yollarında Aslan,
Çukurova'da Kurttepe.
Kültür, Tınaz, Dua, Fikir...
Say sayabilirsen bir bir
Kemerlerdir, kubbelerdir
Bir yeni imana gebe.
Uzar sınırlar aşırı
Tepelerin kervanları;
Biri mordur akşamları,
Biri şafaklarla pembe.
Süslemişler yurdu yer yer...
Ki çocuğun geçer gider
Rüzgârlar alnını, seller
Eteğini öpe öpe.
Lâle, Menekşe tepesi...
Fakat hepsinin kubbesi
Allahüekber dağında
Allahüekber tepesi.
SAN'AT
Sen, mermi yaratırsın;
Ben, ondan saray yaparım!
Suya ektiğin kamışı
Keser, biçer ney yaparım!
Yuvada Havvâ'ya gelin,
Âdem'i güvey yaparım!
Şu manâsız mesafeyi
En yaparım, boy yaparım!
Yeter ki sen... ver ben ondan
Mutlaka, birşey yaparım!
Bir yalıncık gönderirsin;
Tarar, süsler bey yaparım!
Gökteki öksüz dilimi
Bayrağıma ay yaparım!
MARŞ
Gök mavi, başak sarışın...
Tadı ne güzel barışın.
Karları ılık olacak
Yarın yuvalarda kışın.
On altı yaş kucağına
Koşabilir yirmi yaşın
Kanatları üzerinde
Aşkın, dileğin, alkışın.
Gök mavi, başak sarışın...
Tadı ne güzel barışın!
Fakat senin on savaşa
Değer, ey yurt, bir karışın!
NAAT
Seccaden kumlardı...
Devirlerden, diyarlardan
Gelip, göklerde buluşan
Ezanların vardı! .
Mescit mümin, minber mümin...
Taşardı kubbelerden tekbir,
Dolardı kubbelere “amin”..
Ve mübarek geceler dualarımız;
Geri gelmeyen dualardı...
Geceler ki pırıl pırıl
Kandillerin yanardı..
Kapına gelenler ya Muhammed,
- uzaktan, yakından –
Mümin döndüler kapından...
Besmele, ekmeğimizin bereketiydi,
İki dünyada aziz ümmet;
Muhammed ümmetiydi.
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtiha’lar, Yâsin’ler!
Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi...
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi...
Nerde kaldın ey Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi?
Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Mü’min’lerin vardı...
Ve bir gün, ki gaflet
Çöller kadardı,
Halîme’nin kucağında
Abdullah’ın yetimi
Âmine’nin emaneti ağlardı.
Hatice’nin goncası,
Aişe’nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği
Göklerin Resûlüydün...
Elçi geldin, elçiler gönderdin...
Ruhunu Allah’a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, yâ Muhammed?
Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar
“Ebu Leheb öldü” diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed
Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!
Neler duydu şu dünyada
Mevlid’ine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi, ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kâbe’ne siyahlar
Yakışmamıştır, yâ Muhammed
Bugünkü kadar!
Hased gururla savaşta;
Gurur, Kafdağı’nda derebeyi...
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği...
İyiliğin türbesine
Türbedâr oldu iyi.
Vicdanlar sakat
Çıkmadan yarına,
İyilikler getir, güzellikler getir
Âdem oğullarına!
Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir...
Fethedemedik, yâ Muhammed,
Senelerdir.
Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi...
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi...
Günahın kursağında
Haramların peteği!
Bayram yaptı yapanlar;
Semâve’yi boşaltıp
Sâve’yi dolduranlar...
Atını hendeklerden -bir atlayışta-
Aşırdı aşıranlar...
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selman’lar!
Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı...
Yere dökülmeyecekti, ey Nebî,
Yabanların gözünde kalacaktı!
Konsun -yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itrî, bestelesin Tekbîr’ini;
Evliyâ, okusun Kur’ân’lar!
Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın
Kayışzâde Osman’lar
Na’tını Galip yazsın,
Mevlid’ini Süleyman’lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!
Gel, ey Muhammed, bahardır...
Dudaklar ardında saklı
Âminlerimiz vardır...
Hacdan döner gibi gel;
Mi’râc’dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!
Bulutlar kanat, rüzgâr kanat;
Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Âyetlerini ezber bilen
Yapraklar kanad...
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilâl-i Habeşî sustuysa
Ezânlarını Dâvûd okusun!
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Kaynaklar:
1. http://www.bagcilar.bel.tr/Content.aspx?ContentID=4732&CategoryID=174
2. http://www.antoloji.com/bayrak-sairi-arif-nihat-asya-hikmet-okuyar-siiri/
3. http://tr.scribd.com/doc/12578632/Arif-Nihat-Asya
4. http://umrarifnihatasya.meb.k12.tr/
5. http://www.docstoc.com/docs/4377658/arif_nihat_asya
6. http://www.haznevi.net/icerikoku.aspx?KID=5580&BID=66
7. Şiir Kitapları: Heykeltraş (1924), Yastığımın Rüyası (1930), Ayetler (1936), Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor (1946), Rubaiyyat-ı Arif (1956), Enikli Kapı (1964), Kubbe-i Hadrâ (1956), Kökler ve Dallar (1964), Emzikler (1964), Dualar ve Aminler (1967), Aynalarda Kalan (1969), Kanatlar ve Gagalar (1946), Kıbrıs Rubaileri (1964), Avrupa´dan Rubailer (1971), Kova Burcu (1967).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder