GENÇLİK NASIL YETİŞTİRİMELİ?
Abdullah
Çağrı ELGÜN
Gençlik
bu, deyip sorumluluklarına omuz silken, gözlerini yuman, kulaklarını tıkayan,
dilini bağlayan liderler ve ona önderlik eden eğitimciler, yetiştirdikleri ve
veya yetiştirecekleri bu gençlikle, toplumun kaderini kendi elleriyle yazan
kapkara bir lekedir…
Her
karışı binlerce şehidin kanıyla sulanmış bu aziz vatan toprakları, bir ana gibi
şefkatli kollarını açarak, bizleri bağrına basmıştır. Böylesine kıymet değeri
olan bu toprakları korumak, kirli emellere sahne etmemek boynumuzun borcudur. Vatan
ve bayrak uğrunda, canını bile seve seve veren, sayısız şehitlerimizin
kemiklerini sızlatmamak, gençliğin omuzlarında taşıdığı, en ağır, aynı zamanda
en şerefli, en kutsal mesuliyettir.
Bu
yükün altında ezilerek aciz kalmak, onlara umut bağlayan gönülleri incitmekten
başka işe yaramaz. Anlamsız umutsuzluk, gençlerin başarılı haberlerini işitmeyi
bekleyenleri, hüsrana uğratır. Karamsar, çaresiz düşüncelere iter, başarı
yolunda atılmış bunca gayreti sekteye uğratır ve boşa çıkarır…
Gençlerin boş sözden çok yaşayan
örneğe ihtiyacı vardır. Gençliğin, gelip geçici ferdi zevklerden, sorumsuz
tavırlardan ibaret olmadığını anlayacak, anlatacak ve bunu tavır ve eylemleri
ile örnek davranış olarak gösterecek, önderlere şiddetle ihtiyaç vardır. Bu
önderler, Ailede: Dede, Büyük anne, büyük baba; eci, ebe; baba anne, ağabey
abla; amca, amaca çocukları; dayı, dayı çocukları; bibi(hala, ame) ve çocukları;
teyze, teyze çocukları; enişte, enişte çocukları, elti, görümce, gayın bilader
ve onların çocukları. Okullarda idareciler, öğretmenler; bir üst sınıftaki
ağabeyler, ablalar. İllerde Kaymakamlar, Bölge Komutanları, Belediye Başkanları,
üst düzey bürokratlar; mahallede muhtarlar. Ülkede Cumhurbaşkanı, Başbakan,
Bakanlar, Millet Vekilleri, Üst düzey Bürokratlar ve bunların hayat tarzlarıdır…Yine
bunların hayata bakışları yaşayış biçimleri, haklılık ve haksızlık karşısındaki
tavır, duruş ve sergiledikleri davranış biçimleridir… Bu örnek şahısların sergiledikleri
tavır ve davranışları, görüntüleri kültürümüzü, yaşama biçimimizi, hayata
bakışımızı, hayatı algılamamamızı, gençlerimizin yetişmesi algılarının gelişme,
olumlu ve olumsuz biçimde değişmesini sağlayan, gençlerin hafızalarına, dimağlarına
altın harflerle kazınan ve etkileyen en önemli unsurlardır…
Olayların,
durumların bizlerde meydana getirdiği hasar, gençlerde ise üç, hatta dört kat
daha fazla olmaktadır. Bunun için:
“Umursamamak, öyle bir kurttur ki insan gövdesinde, kemire kemire koca bir
gövdeyi devirir de insan, nasıl devrildiğini bilemez…”
Peygamberlerimizden Hz. Süleyman
Cinler’e yaptırdığı bir binanın yapımı esnasında hakkın rahmetine kavuşuyor;
fakat Cinler onun öldüğünü fark edemedikleri için çalışmalarına devam
ediyorlar… Bir güveği böceği Peygamberimiz Süleyman’ın bastonunu yavaş yavaş
yeyip bitirdiğinde baston kırılıyor ve Peygamberlerimizden Süleyman’ın gövdesi
yere devriliyor.
Bu öyle bir şey ki bastonun
güveğiler tarafından yenilip bastonun kırıp yere düşmesine kadar geçen zamanda,
Cinler binanın yapımını tamamlamış; fakat Peygamberin öldüğünün bile farkına
varamamışlardır. Peygamberlerimizden Süleyman’ın bastonunun kırılıp, gövdesinin
yere devrildiğini fark ettiklerinde ise bina da bitmiş bulunmaktadır…
“Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım!..
- Boğamazsın ki!
- Hiç olmazsa yanımdan
koğarım.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak nâmına
haksızlığa, ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, âşıkım istiklâle,
Bana hiç tasmalık
etmiş değil, altın lâle!
Yumuşak başlı isem,
kim dedi uysal koyunum?..
Kesilir belki; fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
“Adam, aldırma da geç git!” diyemem, aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma
severim mazlumu...
İrticâın şu sizin
lehçede mânâsı bu mu?..”
Her büyük başarı, her büyük felaket umursamadığımız;
ve fakat ilk önceleri önemsiz gibi görülen hareketlerle başlar!.. Sonra büyük
başarılara ve çok büyük felaketlere götürür… Evet! “Umursamamak, aldırmamak!” sözlerinin insanların, ailelerin,
cemiyetlerin, toplumların milletlerin ve devletlerin başlarına ne büyük
felaketler açtığı deney ve tecrübelerle
sabittir…
Tecrübe, yenilen kazıkların bileşkesidir. Yine Mehmet Âkif şiiriyle yolumuzu
aydınlatıyor ve diyor ki:
“Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!..
Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
Tarihi, tekerrür diye tarif ediyorlar,
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?!..”
“Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!..
Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
Tarihi, tekerrür diye tarif ediyorlar,
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?!..”
Devlette
görev yapan hiç kimse, baki değildir. Devlet adamları gelir geçerler, gençlerin
üzerinde kalıcı iz bırakanlar, onları yetiştiren aile; anne ve babalar,
yakındaki büyükler; öğretmenler, roman kahramanları film artistleri, şarkıcı, türkücüler,
yazarlar, şairler, siyasetçiler ve onların ideal olarak tuttuğu devlet
adamları, devlet liderleridir. Bunların söyledikleri lafa değil:
“Ayinesi iştir kişinin, lafa
bakılmaz.
Şahsın, görünür rütbe-i aklı
eserinde!.. Ziya Paşa” yaşayışlarında
gösterecekleri örnek tavır ve davranışlara, vatan için millet, toplum
fertleri için yaptıkları fedakârlıklara, katlandıkları eziyet ve cefalara
bakılacaktır… İşte bu tavır ve davranışlar yaşanılan, zorluk ve fedakarlıklar
toplumun kurtulması, kurtarılması yönünde atılan, en önemli adımlardan biridir.
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.”
sözü, her halde bunun için söylenmiş olmalıdır. Sadece, şu birkaç örnek dahi
gençlerimiz ve geleceğimiz için yolumuzu ve ufkumuzu aydınlatan Müslüman Türk
olmaktan gurur, sevinç ve öğünç duyacağımız onlarla ve veya devirlerinde
yaşamak istediğimiz kahramanlardır:
Göktürk
Kağanlarından Çuluk Kağan’ın küçük
oğlu Kürşat Ayaklanması (630), otuz dokuz kişi(39) ile Çin Sarayı’nı Basması…
(Biğe
Kağan Kültiğin, Vezir Tonyukuk(7-8.y.y) “Gece uyumadım, gündüz oturmadım
Türk milleti yok olmasın diye, ölesiye bitesiye çalıştım!.. Ey Türk Milleti bu
sözümde yalan var mı?!.”,
Malazgir Meydan Savaşı Komutanı,
Selçuklu Kağanı Alp Arslan(26 Ağustos 1071);
Timuçin(Cengiz Han) Kağan (1162, 18 Ağustos 1227),
Kosova Savaşı, Komutan Osmanlı Hakanı
I. Murat (Murat Hüdavendigar), (15 Haziran 1389),
Niğbolu Savaşı Komutanı Yıldırım
Bayezit(25 Eylül 1396),
Çaldıran Savaşı Komutanı I. Selim
Han(Yavuz Sultan Selim Han) (23 Ağustos 1514),
Merc i Dabık Savaşı Komutanı Yavuz
Sultan Selim Han (24 Ağustos 1516),
Ridaniye Savaşı, Yavuz Sultan Selim
Han(28 Ağustos 1516);
Mohaç Savaşı, Kanunî Sultan
Süleyman Han(26 Ağustos 1526),
Preveze Deniz Savaşı Komutanları
Kaptanı Derya Barboros Hayrettin Paşa “Seydi Ali Reis, Sinan Reis, Turgut Reis,
Salih Reis, Murat Reis, Şaban Reis, Cefer Reis ve oğlu Hasan Reis(Hasan Paşa),
(28 Eylül 1538)
Kanije Kahramanı Tiryaki Hasan
Paşa(1601),
Silistre Kahramanı Topçu Feriki
Musa Paşa(1854);
Plevne Kahramanı(Osman Nuri Paşa) Gazi
Osman Paşa(1877-1878),
Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa, (Ben
size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum!),(1881-1938) Atatürk ve diğer silah
arkadaşları; Mustafa Cemiloğlu; Nene Hatun, Gördesli Makbule, İzmirli Ayşe,
Nafize Hanım, Kayserili Kara Fatma, Adile Onbaşı(Tarsuslu Kara Fatma), …vb.
sayılamayacak ölçüde örnek kahramanlar…
Bizde
gençlerimizi yetiştirirken, her türdeki sporlardan an az birini bilen Judo, Taek Wando, Karete sporlarında en
az siyah kemer sahibi, Kılıç ve bıçak oyunlarında usta, bilgisayar gözü kapalı
açan kapatan yazan çizen, ekonomi, tarih, coğrafya ve başta ana dil Türkçe olmak üzere Çince, Rusça, Arapça, Farsça ve İngilizceye vakıf; devlet
yönetimi, siyaset bilimi, uluslar arası ilişkiler, ekonomi, iktisat
konularında ders almış, sadece bu konuları veren bir fakülte ülke
yöneticilerini yetiştirmede basamaklık yapabilir. Ordunun profesyonel
askerleri, Belediye Başkanları, Millet Vekilleri öncelikli olarak bu okul
çıkışlılardan seçilmelidirler…
Bunlar
da ölmeden önce idealini yapmayı, yaşatmayı gaye edinmiş ülkenin, devletinin felsefe
ve inancı doğrultusunda yetişmiş, gözünü budaktan esirgemeyen, vatan için
ölmeyi şereflerin ve payelerin en büyüğü sayan, korkusuz kahramanlardır.
Bu devletin
bütün fertleri bilirler ki savaşlarda ölenler şehit, kalanlar gazidir.
Ülküleri
Kızılelma’dır…
Devlet-i âli
(Büyük Devlet) Topraklarında güneşin batmadığı devlete sevdalıdırlar.
Devlet-i ebed
müddet(Ölümsüz Devlet)in temsilcileridirler.
Hilâfet-i rûyu
zemin(Yeryüzünün Halifesi)dirler.
Hakanül
Bahreyn( Denizlerin Sultanı)dırlar
Devletin ve
yetkilerin kendisine Allah tarafından verildiğine inanırlar…
Yedi iklim ve
diğer topraklar ile kürre-i arzın mutlak sahibi olduklarına inanırlar... Bu
görülesi rüya ile yatar bu gerçekleşmiş rüya ile uyanırlar. İlâhi kelimetullah
nizamını, yeryüzünün bütününde hakim kılma rüyası hiç bitmeyen bir sevda gibi
gönüllerinde yaşatıp dururlar. Böylece, yeni yetişen gençlerin ve vatandaşların
heyecanları her daim diri ve canlı durur. O insanları kandırmağa kimsenin aklı
yetmez, devleti yıkmağa kimsenin gücü yetmez…
Zihnî
ve fikrî açıdan sağlıklı olan gençlik, bedenen de sağlıklı olmalıdır. Bunun
için büyük lider, Gazi Mustafa Kemal Atatürk: “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur!..” demiştir.
Gençlerimizi sağlıklı, gürbüz, sporcu, kötü alışkanlıklar ve eylemlerden uzak
tutacak, her türlü ortamı, imkanı ve mekanları sağlamak; onları her türdeki
sosyal etkinlikler ile oyalayıp, geliştirmek ve yetiştirmek, her devlet
adamının, iktidarın, devletin boynuna borçtur. Mesuliyetin en büyük payı, kesin
ve mutlak olarak iktidarlarındır… Ülke geleceği: Sağlam kafalı, sağlam vücutlu, zeki,
çalışkan, kabiliyetli liderlerin kafalarında hayal edilir; fikir ve
projeleriyle ortaya konur, girişimleriyle eyleme dönüşür, uygulamaları ile ise
hayat bulur ve gerçekleşecektir…
Gelişmekte
olan sosyal ve endüstriyel faaliyetler,
her geçen gün ilerleme kaydeden Avrupa devletlerinin çalışmalarını takip
eden gençlerimizden ilham almaktadır… Kocaman çarkı döndürebilmek için, milliyetçi, mukaddesatçı, maneviyatçı,
medeniyetçi ve gelişmeci gençlere ihtiyaç vardır. Değerli önder, Atatürk: “Ey, yükselen
nesil! Cumhuriyeti biz kurduk, onu yaşatacak ve idame ettirecek sizlersiniz.”
derken, vicdanı hür, irfanı hür olan geleceğin umut ışıkları, genç nesillere
sesleniyor. Onların, nasıl bir insan olarak yetişmesi gerektiğini bizlere
gösteriyor.
Önce
Türk ve Müslüman; korkusuz, cesur, hakkı her yerde ve şatta savunan ve
gerçekleşmesi için gerektiğinde hayatını ortaya koyacak, adil, hür teşebbüse
saygılı, din ve vicdan özgürlüğünü her şeyin üzerinde tutan; din, dil, ırk,
renk ayırımı yapmadan, hakkaniyete hayatı pahasına bağlı kalacak yiğit, mert
gençliğe ihtiyaç vardır.
Bir
Çin atasözünde: “Tek
bir kişi koca bir tümene meydan okuyorsa bilin ki o Türk’tür!..”
der. Atatürk de: “Bir Türk dünyaya bedeldir.” diyecek kadar kendisine
güvenmektedir…
Eğer,
bu aziz vatanı kurtarmak istiyorsak, önce insanı sevdirmeliyiz; çünkü her insan,
başlı başına bir vatandır. Başlı başına bir dünyadır. İnsanı seven anasını
babasını; kardeşini bacısın sever. Dayısını, halasını; teyzesini, eltisini,
görümcesini, eniştesini, baldızını sever. Ebesini, ninesini, ecisini, dedesini,
büyük babası sever. Bunları seven vatanını sever. Kendisine verilen işi en iyi şekilde
yapar. Hileye hurdaya, yalana dolana sapmaz. Bilir ki her yaptığı alet, her ürettiği
eşya, her imal ettiği yiyecek annesine, babasına; kardeşine ablasına, velhasıl
kendi yakınlarına, milletinin ferdine gidecektir… Kötü malı üretmekten hicap
duyar, utanır, vicdanen Allah’tan korkar… Kendi uhtesine verilmiş
hiçbir şeyi yalancı menfaatlere değişmez;
ve onları asla satmaz… Yalandan dolandan,
haksızlıktan, hırsızlıktan ve hak etmediği, haram ve kendisine ait olmayan
şeylere el uzatmaz. Bütün yasak ve mübah olmayan gayri meşru şeylerden uzak
yaşar. Onu kimse hakkı olmadığı halde hiçbir paraya, makama, mevkiye getirmek
istese de kabul ettiremez. Olsa bile o şeylere kendi aklı, mantığı ve vicdanı
içerisinde bakar.. Onu kimse, ne rüşvetle ne parayla, ne kadın kızla ne de
dünya malı servet, ağırlığınca altınla kandıramaz, aldatamaz…
Türk milletinin içinden çıkan ve her şeyi
insanlık için düşünen milletin öğünç ve kıvanç duyduğu lidere bakınız: Türklerin
vatan sevgisi ile dolu göğüsleri, düşmanların melun ihtiraslarına karşı daima
bir duvar gibi yükselecektir”
(http://www.webokur.net/forum/konu/ataturkun-vatan-millet-ve-insan-sevgisi-ile-ilgili-kisa-yazi.38982/#ixzz43d2k25qh)
(http://www.webokur.net/forum/konu/ataturkun-vatan-millet-ve-insan-sevgisi-ile-ilgili-kisa-yazi.38982/#ixzz43d2k25qh)
“Benim naciz
vücudum bir gün elbet toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet ve
payidar olarak yaşayacaktır!”
“Benim, Türk Milleti için yapmak istediklerim
ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler,
bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevî
mirasçılarım olurlar”
(http://www.webokur.net/forum/konu/ataturkun-vatan-millet-ve-insan-sevgisi-ile-ilgili-kisa-yazi.38982/#ixzz43d3LCc65)
(http://www.webokur.net/forum/konu/ataturkun-vatan-millet-ve-insan-sevgisi-ile-ilgili-kisa-yazi.38982/#ixzz43d3LCc65)
“Ne
mutlu Türküm diyene”
Hiç şüphesizdir ki
her insanın şana, şöhrete; makam, mevki; paraya pula da ihtiyacı vardır… Bununla birlikte iyiyi
iktidara getirmek, iyiyi hak sahibi yapmak, hak etmişlere değerlerini teslim
etmek, layık olsalar bile olanlar arasında en çok hak edeni, en çok layık olanı
seçerek bir günlük kıdemi, bir dirhemlik fazlalığı ayırt ederek, hakkaniyete
önem ve değer vermek, gerekli ve elzemdir… Aksi durumda layık
olmadıkları halde makamlarda mevkilerde yer bulmuş, liyakat, kariyer, hizmet
yılları, başarıları, emek ve alın teri bertaraf edilmiş, böyle bir ülke ve
dünyada, kimseden de haklı olmasını, adalete uymasını, hırsızlık, soygun, adam
dolandırma, gasp etme, doğ olması ve doğru kalmasını, hırsız olmamasını, yalan
söylememesini isteyemezsiniz, bekleyemezsiniz… Bu
ülkelerin insanları, her daim çatışma ve kargaşa içinde birbirlerini yemekle
meşgul olmaktan asla geri durmazlar…
Yalan
dolan, her türlü ahlâksızlıkla mayalanmış, milletin ve başkalarının menfaatini
kendi menfaatlerine, çıkarlarına satan, üç kuruşa insanlarını ve değerlerini pazarlayan
insan, ne iyi bir vatansever ne de düzgün bir vatandaş olamaz…
Yetiştirdiğimiz
her genç; önce insan sevgisiyle donatılmamış; sonra millet, bayrak, vatan ve kutsal değerlerimizle
mayalanmamış, sevgilerimizle büyütülmemiş, merhametimiz ile tanıştırılmamış ise
ondan hiçbir şey olmaz.. Ondan hiçbir şey de beklenilemez.
Ondan
nasıl bir meyve beklenebilir?.. Alınsa bile bu alınan meyveler gerçek tadında
mı olacaktır? Elbette hayır!.. Bu meyveler, çevreye tat yerine zehir
saçacaktır. Böyle bir gençliğin oluşturduğu topluma da güvenle bakmak, bir
şeyler beklemek kadar mânâsız bir şey şüphesiz olamaz... İşte bunun içindir ki ülkelerin,
milletlerin ve devletlerin kalkınması, dünyamızın barış ve huzur içinde hep
birlikte yaşayabilmemiz, insan odaklı insan yetiştirmek ile mümkündür… Sosyal,
kültürel, ekonomik,…vb. alanlarda elle tutulur, gözle görülür bir başarı
kaydetmesi, yeniliklere açık, görüş ufku geniş, millî çıkarları kişisel çıkarların
üstünde tutan, bütün insanlığı ayırt etmeden seven, vatan perver, milliyetçi ve
mukaddesatçı, sadece kendi insanını değil bütün mahlûkata bir göz ile bakabilme
yeteneğini kazanmış, insan sevgisiyle dolu, sağlıklı, dinamik bir gençliğin
yetiştirilmesi ile mümkündür.
Gençlik
bu, deyip sorumluluklarına omuz silken, gözlerini yuman, kulaklarını tıkayan,
dilini bağlayan liderler ve ona önderlik eden eğitimciler, yetiştirdikleri ve
veya yetiştirecekleri bu gençlikle, toplumun kaderini kendi elleriyle yazan
kapkara bir lekedir…
KAYNAKLAR:
8) https://tr.wikipedia.org/wiki/Ni%C4%9Fbolu_Muharebesi_(1396)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder