28 Eylül 2020 Pazartesi

DİNÎ KAMUFLAJ (SİYASÎ İSLÂM ve ÜMMETÇİLİK); Abdullah Çağrı ELGÜN

DİNÎ KAMUFLAJ

(SİYASÎ İSLÂM ve ÜMMETÇİLİK)

Abdullah Çağrı ELGÜN

Millî ve yerli olduklarını söyleyerek tarımda: Tütün, pancar, ayçiçeği, çay, toz ve küp şeker ile iktisadi hayatı ve dış politikayı bitirmiş; sıfır düşmandan politikasından, sıfır dost politikasına gerilemiş; kamu mallarını “Özelleştirme” adı altında halaç pamuğu gibi yakın akraba, eş dost ve yandaşlara dağıtarak yağmalayan; dini kamuflaş ederek siyasî İslâm ve Ümmetçiliği alet edinip ülkeye dayatarak,” Türkiye Cumhuriyeti Anayasası”, “Üniter Devlet Yapısı”, “Cumhuriyet  İlkelerini”, harmandaki saman yığını gibi rüzgarda savurmuş bir iktidar, yönetim ve kadrosu ile karşı karşıyayız. Zaman zaman bunları iktidara biz mi taşıdık diye kendi kendimize sormadan edemiyoruz!..

Dini siyasette kamuflaj edip gizli ve sinsi emellerini yavaş yavaş sindire sindire kullanmıştır. Topraktan kopardığı köylü vatandaşlarımızı, “Kadrolu Seçmen” olarak şehirlerde TOKİ evlerine taşıyıp, çoğunu asgarî ücretli olarak, belediyeler ve yandaş şirketlere verilen işlerde istihdam etmiştir. Böylece tarımı çökertirken, iktidarda sürekli kalmanın “Seçimli Padişahlık”, “Seçimli Mutlakıyet” yolunu da açmış oluyordu… Bu usule ise yandaş partinin dışarıdan verdiği desteği ile “Türk Usulü Başkanlık” denilerek “Otoriter Bir Rejim” benimsetilmek, yutturulmak istenmektedir.

Yandaş medya ve siyasî gücüne dayanan iktidar, siyaseti dine alet edip, Siyasî İslâm ve Ümmetçilikle (Dini Kamuflaj) etmiş, kökeni İmam hatip, İslam Enstitüsü, İlahiyat olan ne kadar siyaset gönüllüsü varsa kadrosunda istihdam ederek devletin önemli yerlerine getirmiştir. Devlette dini öne çıkararak: Şeyh, Seyyit, Şıh, Cemaat, Tarikatlarla besleyip kolladığı ve ileri çıkardığı bunlara ait sosyal hayatı, gerçek hayat gibi halka sunup, İslâmiyet’i Arap gibi giyinip, Arap gibi yaşamak olarak görme bataklığına düşmüştür.

 Atatürk’ün Kılık Kıyafet İnkılabını fara kaldırarak, “Din ve Devlet İşlerini” birbirine karıştırmış, “Laikliği”: eline geçirdiği % 95’lik medyanın halka yaptığı propagandaları vasıtasıyla “Dinsizlik” olarak pazarlamış; Atatürk’ü de sarhoş, dinsiz, hatta “Cami ve Medrese Yıkan” din düşmanı olarak ilan ve teşhir etmekten çekinmemiştir. 

Arapçılığı, Arap Kavmiyetçiliğini (Ümmetçiliği) Müslümanlık zannederek Türk, Türkçülük ve Türkiye sözlerinden nefret ile “Atatürk posterlerini bayrakların yanında tersten astırarak”, Millî Bayramların kutlanmasını askıya alarak, gitmeyerek, değersisleştirmeye ve hiçleştirmeye kalkan, Kurtuluş Savaşı’nı yok sayan bir zihniyete ve 100 yıllık Cumhuriyete “Film Arası” diyenleri alkışlayan ve onlara kalkan olan bir yönetimle karşı karşıya kalınmıştır…

Atatürk ve arkadaşları ile Türkiye Cumhuriyeti halkının kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devletinin geleceğine ele koyulmuştur. Önderlerin, yol göstericilerin, yazarların, akademisyenlerin ve duayenlerin ne yaparlarsa yapsınlar ne yazarlarsa yazsınlar, bu “Siyasî İslâmcı İktidar”a yol göstermek çabası kadar aptalca bir uğraşı olamaz!..   

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sitemi’ne geçildikten sonra Sitem, “Saray”a bağlanmıştır. Saray’ın tek başına: Kendi bürokrasisi, askerî, sivil danışmanları, çeşitli konularda uzmanlarıyla, özel ve tüzel kendi muhafızları oluşturmuştur. Kısaca Türkiye Cumhuriyeti Anayasası rafa kaldırılmış ve AKP’nin yandaş ve Saray Anayasası uygulamaya girmiştir… Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sitemi’nde (CBHS) artık saray tek başına muktedir ve tek başına karar merciidir.

Kurduğu sistemler ve ülke içerişinde sahip olduğu medyanın, % 95’lik gücü ile ülkeyi tek başına yönetmekte ve tek başına karar merkezi olmaya devam etmek istek ve kararındadır…

Arada bir SAADET PARTİSİ, İYİ PARTİ, CHP ve diğer cılız sesleri de sahibi olduğu medyanın gücünü kullanarak ötekileştirmekte, düşman ilan ederek halkın gözünde hasım ve düşman (illet, zillet, şer, terörist sevici) ilan etmekten çekinmeyip hain damgası vurdurabilmektedir.

En çok da hedefinde muhalefetin en büyüğü CHP olmalı ki bunu aralıklarla karşısına alıp, bir boksörün kum torbasını döver gibi dövmedikçe, performansını yükseltemez, seçmenlerinin ötekileştirilmiş, dışlanmış diğer halka karşı nefretini çoğaltmak, bilenmiş dişini, kindar bıkışını, sinsi ve düşmanca tavrını, sıkılı yumruğunu ve nabzını diri ve canlı tutabilmenin en güzel yolu budur… “Bak bizim lidere!” dedirtebilsin… Ötekileştirilmiş halkı birbirine bileyen kadronun, bu yağlı ballı iktidarı gönül rızası ile bırakmaya da hiç mi hiç niyeti yoktur!..

Bunun için iç savaşı dahi göze alabilecek cüret ve cesareti göstermektedir. Eğer ileride çok çok zor şartlar olur ise iktidarı devretmek gibi bir isteği olsa olsa yargılanamamak garantisi karşılığında, bir yandaşa devredilebilir, düşüncesi olabilir… O bile şüphelidir.                                                   

Siyasî İslâm ve Ümmetçili  ği dinle kamufle eden iktidar, İstanbul Fatih’te Türk bırakmamış… Halep’in köylüsünden Lübnan’ın Dürzîsi’ne Iraklısından, Libyalısına, Tunuslusuna, Ürdünlüsüne, kadar Arap’ın her çeşidine (envâisi) çeşidine kadar yurt ve mesken sunmuş iktidar; bugüne kadarki “Demokratik Yönetim Sistemlerinde” dünyanın hiçbir yerinde olmayan: YASAMA, YARGI ve YÜRÜTME’nin tek adam elinde olduğunu görmek istememektedir. “Kurtuluş Savaşı” vererek tekrar aldığımız memleket ve şehirlerini, farkında olarak ve bilerek başkalarına vermişler… Türkiyemiz’in demogratif ve etnik yapısı geri dönülmez bir şekilde bu iktidar tarafından değiştirilmiş…

                                                 

İktidar, oturduğu koltuğun sağlamlığından emindir. Yandaşların da taltif, takdir ve sıvazlamaları ile daima haklı, daima doğru, daima en iyi bilen, daima en iyi düşünen ve daima en iyisini yapan olarak kendini bildiğinden, başka fikirlere, başka tekliflere, önerilere de itibar ve tenezzülü yoktur!.. Bu sebeple her şeyi “AKP Kadroları” dediği kendi kadrolarıyla istişare ederek yapacaktır. Bu sebeple muhalefete de ihtiyacı yoktur!..

Gelecek seçimlerde Mevcut Siyasi partilerden:

“SAADET PARTİSİ” bu işi götürebilir mi? 

Hayır!

“İYİ PARTİ” bu işi götürebilir mi?

Geçtiğimiz ilk seçimde başarısız oldu!.. Gizli hesaplar sebebiyle (CBHS) aday olmadı, adaylığa ikna edildi. Popülaritesini, itibarını, seçmen çoğunluğunu ve mevcut Millet Vekillerinden bir kısmını da küstürüp ayrılmalarına vesile olarak kaybetti…

CHP bu işi götürebilir mi?

Mümkün!

Durum öyle gözüküyor ki Cumhur Başkanlığı Hükümet Sistemi oylanırken Meral AKŞENER’e, CHP tarafından teklif edilen ve SP’since de desteklenen: “Sizi destekleyelim. Tek başına aday ol, kazanalım.” Sözünü dikkate almayıp, herkesin kendi partisinden aday olmasının doğru olacağını öne süren veya aday çıkarmasının daha iyi olacağını belirtenler hem halkın güvenini hem mevcut millet vekillerini hem de kendi seçmenini kaybettiler… Seçim sonrasında da iktidara hükmen mağlup oldular… “Tarih tekerrürden ibarettir diyorlar. Hiç ibret alınsaydı tarih, tekerrür mü ederdi?..”


Şimdi eğer bu partiler yine, gelecek seçimde de ayrı ayrı aday çıkarır ve birlik olmazlar geçmiş hatayı tekrar ederler ise bu defa Saray kazandığında, bu partilerin hepsini birden sıfırlayacağından emin olabilirsiniz. Bundan sonraki seçim kaybedilirse Türk, Türklük Türkiye Cumhuriyeti olmayacaktır!.. Göçmen olarak gelen ve bütün yurdu resmen işgal ve istilâ etmiş olanlar şimdiden ticareti ele geçirmiş, esnaflarımızı sollamış, ikinci ve üçüncü kuşak sonrası Türk Milleti olarak var olabilme garantimiz ortadan kalkmıştır!..  Yok olmamak için birleşemeyenler yarın rakip olmak şöyle dursun, grup kuracak vekil bile alamayacaklardır…

İlk seçimlerde CHP başarabilir. Mansur YAVAŞ, deneyimli tecrübeli ve oturaklı insandır. Başkente olması ve iktidara çok yakın ve herkesin her hareketini takip ediyor olmasına rağmen çok çok başarılıdır. Yaptıkları, yapacaklarının delilidir… Ekrem İMAMOĞLU da başarılıdır; fakat Başkentin başkanının bu işe daha çok yakışacağı ve başarılı olacağı aşikardır. Tek yol, birliği bozmamak ve TEK ADAY’da birleşebilmek ve bütün partilerin aday çıkarmadan CHP’den çıkacak ORTAK ADAY: “Mansur YAVAŞ” ı desteklemeleridir…

Bugün Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni Saray’a bağlayanlar, Kamuda özelleştirecek yer bırakmamışlardır. Yabancılara toprak satarak gelecek milyar dolarların peşine takılmışlardır. Ankara Büyükşehir Belediye Eski Başkanı Melih GÖKÇEK için Bülent ARINÇ’ın söylediği gibi Saray da aynı yöntemi kullanıp, memleketi parsel parsel bölüp başta Almanya (1.430.545.metrekare), Mısır (1 Milyon 721 Bin 409 Metrekare), İngiltere (1  Milyon 196 Bin 186 Metrekare), Katar (1 Milyon 139 bin 139 bin 875 Metrekare) İsrail, Suidi Arabistan, Libya, Suriyelilere olmak üzere, en çok tercih edilerek satılan topraklar ve iller arasında: Uşak (8 Milyom196 bin 580 metrekare); Yozgat (7 milyon 645 bin 433 metrekare), Denizli, Bursa, Konya, Antalya; İstanbul, olmak üzere satılmaya devam etmektedirler..

Necip Fazıl’ın Büyük Doğu dediği, ABD’nin BOP Eş Başkanlığında Büyük Ortadoğu Projesi ve hükümetin de: “Şam’da namaz kılmak” istek ve arzusunun ötesinde ihtirasından, güneyimizde Sünnî bir devlet oluşturmak ve Osmanlının eski Topraklarına dönme arzusu mu yatmaktadır?..

Çok isteriz!..

Keşke olsa; fakat bugün içeride alev alev yanan bir memleket ve bu memleket halkı, ufak bir kıvılcımda patlayacak duruma getirilmiş. İktidarın söylem ve tavırlarıyla ötekileştirdiği, özellikle de bu “Pandemi Döneminde” yarın ne yiyeceğini, borçlarını nasıl ve ne ile ödeyeceğini düşünmekten; halkın muhakeme, sorgulama ve akıl etme (düşünme) melâikesi ve kabiliyeti yok olmuştur!.. Millet ve evlatları geleceğini ve midesini düşünür olmuştur!.. Saygının sevginin ve muhabbetin bittiği; akrabaların birbirinden uzaklaştığı, gidip gelmediği; gidip gelemediği bir zamanda, kardeşin kardeşe bile hasım olarak bakar hale geldiği, hoşgörü, sabır ve sevgiden yoksun ve ötekilerin aç ve açıkta kaldığı ve bırakıldığı Türkiye!...


İçte bütünleşememiş, binlerce kutuplara ayrılmak istendiği halde nispeten yine sağlam kalabilmiş Türkiye ve baştakilerin yanlış iç ve dış politikaları ile bu ideal, ülkü gerçekleşemez!..

Önce Türk’üm diyeceksin!..

Türk değilsen de Türk milletindenim diyeceksin!

Türk gibi yaşayacaksın!

Türk’ü, Türklüğü ve onların değer verdiği millî kahramanlara düşmanlık etmeyeceksin!..

Atatürk’ü baş tacı edeceksin!

Millî kahramanlarımıza saygı duyacak ve Millî Bayramlarımızda hastalanmayacak günü geldiğinde gereğince kutlayacaksın!

Arap milliyetçiliği ve şovenizmini bırakacaksın!

Bu halkın yanına böyle çıkarsız menfaatsiz zenginleşmeden halktan biri gibi geleceksin!

Türk gibi giyinecek, Türk gibi yaşayacaksın. Halkın sevdiği liderleri sevecek, değer verdiği kahramanları sen de baş tacı edecek, millî bayramlarını yok saymağa çalışmayacaksın!..

Yeni ve farklı bir lider çıktığını fark eder, kabul eder.

Halk o zaman seni baş tacı eder…

Halkı sevmediklerine zorlayarak, “And”ını yasaklayarak, “Bayrağını” değiştirmeye kalkarak, “İstiklâl Marşı”nı kaldırarak, “Bestesini Değiştirerek”, “Türk, Türklük, ve “Türkiye” adına kin duyarak, “Millî Kahramanlarının ve Millî Liderlerinin Fotoğraflarını Kaldırarak”, duvarlardan, okullardan dağlardan sökerek, afişleri yırtarak, heykellerini kaldırarak adını okul ve kurum bina ismi olarak kaldırttırarak değil!.. Bu milletle barışarak gerçekleştirebilirsin… Tabii o zamana kalırsan!..

27 yıldır Sovyetlerden ayrılarak bağımsızlığını kazanmış “KAN, CAN, DİL, DİN, IRKI, KÜLTÜRÜ BİR” Türk kardeşlerimizle birleşememişken, Kurtuluş Savaşı’nda bizden ayrılıp düşmanlarla birlik olan, din kardeşlerimiz dediğimiz Araplar mı bizimle birlik olacak?.. O gün zor zamanda yanımızda olmayanlar bugün yanımızda hiç olabilirler mi?.. 


“Yüz yıl süren filme ara verildi!” diye tutturulan nağmeler söylemekle, Osmanlının eski topraklarına yeniden dönmek olmaz!.. Hilâfeti yeniden diriltmek ile de olmaz!..

Osmanlı Padişahları Halifeliği ilan etmiş olsalar da Halifelik Peygambere dahi verilmemişti. Yeryüzünün tek Halifesi vardır. O da İNSAN’dır… Halifeliği diriltmek ve halife olmak gibi bir mantıksızlık olamaz; çünkü Kuran’da da böyle bir makam ve mevki yoktur. Halifelik sonradan icat edilmiş bir müessesedir. Akla, mantığa, bilme de uygun bir şey değildir!..

İnsanları “Birliğe, Beraberliğe, Bütünlüğe” davet etmemiş yöneticiler, yönettikleri toplumları kamplara, gruplara, partilere, sınıflara ayırarak dünyaya hizmet edemezler… Barışa, gelişmeye, çağdaş bilime ve dünya barışına dayanan yakınlaşmalarla; insanın ve insanlığın huzurunu sağlayarak kurulacak sistemlerle; Müslüman Türkler, Kardeş İslâm Ülkeleri hatta gayri Müslümler, dünyada yan yana gelebilirler. BİR ve BÜTÜN olabilirler. İnsan huzurunu, mutluluğunu, kısaca insanı hedef almayan, hedefi insan olmayan, hiçbir plan, proje, sistem başarılı olamaz! Olamayacaktır!...

KAYNAKLAR:

1.        https://www.birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-360-nisan-2019-360-nisan-2019/9451/2019-yerel-secimleri-nde-akp-notlar-ve-degerlendirmeler/9461

2.        https://www.haberler.com/en-cok-toprak-kimin-doneminde-satildi-haberi/

3.        https://odatv4.com/akp-80-yilin-100-kati-kadar-satti-1801131200.html

4.        http://www.krttv.com.tr/gundem/yabancilara-115-milyon-metrekare-toprak-satildi-ilk-sirada-suudiler-h32032.html

5.       http://www.platform24.org/yazarlar/3140/secim-bulutlari-dagiliyor--hangi-parti--hangi-aday--ne-diyor

4 Eylül 2020 Cuma

İKTİDAR ERKEN SEÇİME HAZIRLANIYOR; Abdullah Çağrı ELGÜN

İKTİDAR ERKEN SEÇİME HAZIRLANIYOR
Abdullah Çağrı ELGÜN

Başkanlık Sistemini, küllenmiş ocağından çıkarıp, gündeme getirilmesini MHP Genel Başkanı Devlet BAHÇELİ’ye söylettiği gibi bugün de başka bir taktikle Devlet BAHÇELİ’ye: “İYİ PARTİ’ye yuvana dön!” çağrısını söyletiyor. Halbuki Cumhur İttifakı Üyelerinin İYİ PARTİ’ye saydığı sözleri kendileri unutmuş olsalar da medya asla unutmaz:

“Gayri Millî”, “Zilet”, “İllet”, “Şer İttifakı”, “PKK’lı”, “Kandil ile sözleşme imzaladı.”, “Yirmi dokuz (29) Belediye Meclis Üyesinin yirmi dokuzu da PKK’lı…”,  “Kandil ve Pensilvanya’nın güdümündedir.”, “Amacı terör örgütlerinin uzantılarını meclise ve bürokrasiye taşımaktır.”, “Mazluma Hoyrat, zalime müşfiktir. Millî ve ahlâkî değerlerden mahrum bu siyasî güruhun, ülkemize istikâmet çizme gayretkeşliği, çiğ bir tezgâhın, çirkin bir tuzağın varlığına açıkça delil teşkil etmektedir. Millete ve vatana özden mensubiyet duymayan, lekeli ve sicili karanlık yüzlerin, Türkiye’yi hedefine alan ihanet planları devamlı suretle güncellenip, gün ışığına çıkmaktadır. Demokrasi ve millet iradesine vahim bir suikast niteliği taşıyan bu ahlaksız teklifin, siyasetin saygınlığı ile birlikte Gazi Meclisimiz’in güvenirliğine kesif bir saldırı olduğu da tartışmasızdır (!..)”

    Bütün bu söylemlerden sonra iki lider de sözlerini yutmuş, tükürdüklerini yalamış ve şimdi hiçbir şey olmamış gibi kirli ve kokuşmuş siyaset ağzı ve siyasetçilerin çirkin üslûbuyla, İYİ PARTİ’yi AKP’ye destek vermesi için çağırıyor. Cumhur İttifakına katılması için  “Yuvaya Dön!” çağrısı yaptırıyor. Halbuki Meral AKŞENER, AKP’nin en eski kurucu üyelerindendir. Buradan Ayrılarak MHP’ye katılmış ve MHP’den millet vekili olduktan sonra buradan da diğer ayrılanlarla birlikte, İYİ PARTİ’yi kurmuştur. Aslında bu da bir tuzaktır…

Meral AKŞENER’in yuvası MHP’değildir!.. Olsa olsa İçişleri Bakanlığını yaptığı DYP veya kurucusu olduğu AKP olabilir. Mevcut iktidarın gizli emelleri için buradadır. Gereğinde AKP’ye ya dahil olacak veya destekçisi olacaktır… Millet İttifakında yer almış olması, ona puan kazandırmıştır. CHP ile ittifaka devam ederse ilk seçimde mevcudun yerinde, CHP olacaktır!.. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur YAVAŞ veya İstanbul Başkanı Ekrem İMAMOĞLU gelecektir. Mansur YAVAŞ’ın bu işe daha çok yakışacağı şüphesizdir…

AKP, kuruluşundan itibaren oynadığı Ali Cengiz Oyunları ile Büyük Birlik Partisini (BBP), Has Parti’yi (HASP) (Numan KUTULMUŞ) da avucuna almış, eski Doğru Yol Partisi (DYP) Genel Başkanı Süleyman SOYLU’yu da partisinden kopararak AKP’ye transfer etmişti. Son olarak da BBP genel Başkanı Mustafa DESTİCİ’yi ve MHP’nin Genel Başkanı Devlet BAHÇELİ’yi de “Cumhur İttifakına” dahil etmeyi başarmıştır. Yani beş (5) parti başkanını, büyük bir maharet, manevra, ikna(!) yöntemiyle kontrolü altına almayı başarmıştır… Böylece “Çok Partili Demokrasi Sistemi”ni de “iki kutuplu siyaset” iki partili siyaset, haline getirmiştir…

AKP, bu da yetmemiş gibi anne baba; erkek kardeş, abla, kız kardeş; dayı hala ve evlenen kızların eşine; evlendiği erkeğin de karısına (Biyolojik Eş) yakınlaşmayı, ten temasını mahrem sayan Tarikat ve Cemaatlerle dirsek temasına girmiş olması sapkınlığı tecavüzleri çoğaltmıştır…  Biyolojik eşe yabancılaşma sapkınlığı artırır… Bugün görülen kadın cinayetleri tecavüz, cinsel taciz ve sapkınlığın arkasındaki asıl gerçek budur…  

Tarikatlar, buralara giderek bağlanan gençlerimizi ve yetişkinlerimizi sevdiklerinden uzaklaştırıyor. Bugünün dünyasında aranması gereken gerçeğin yerine, ahire havale edilerek “Öbür Dünya” Cennet Hayaline daldıran Tarikatlar, “Gerçek Dünya”yı unutturuyor. İnsanlarımızı ve gençlerimizi aile bağından, aile sıcaklığından, aile ve yakınların, şefkat ve sevgisinden, muzicevi dokunuşundan mahrum bırakarak, tam anlamıyla itaat ve körü körüne bağlılığı öğretiyor.

Bağımsız düşünme yok! Sorgulama yok! Karar Verme ve itiraz etme tavır ve davranışını yok ediyor!.. Tam bir itaat ve bağlılık esas olduğundan “Tek Tip İnsan Modeline” dönüşerek insanlarımızı ve buralara giden ve yetiştirilen gençlerimizi Metafizik ve Hayal Âleminde hapsediyor!... Sevgi ve aile sıcaklığından mahrum; kız ve kadınların erkeğe körü körüne itaat ettiği, kadının eksik ve aşağı hatta ikinci, üçüncü sınıf, “Mehir karşılığı” (Para ve Altın) alınıp satılabilen meta olduğunun öğretildiği şizofronik tipler yetişiyor…  Böylece kadın cinayetleri, istismarlar günden güne artıyor. Çocuklara yatılı okullar, Çocuk Esirgeme Kurumları, Yurtlar; Cemaat ve Tarikat Evleri ile Kuran Kursları ve benzeri yerlerde cinsel tazizler suiistimaller giderek ve daha da artıyor.

BBP ve MHP hâlâ ayrı ayrı birer parti görünümünde olsalar da AKP ile ittifak içinde olmaları, onları AKP’nin içinde eritmiş “TEK PARTİ”lileştirmiştir. Bir ve beraber iş yapmaktadırlar. Bu sebeple de bu partiler halk gözünde AKP gibidir… AKP’nin doğrusu ve yanlışlarına ortaktır. Aynı kanunî sorumluluk içinde ve de altındadırlar!..

Bugüne geldiğimizde, CHP’nin iktidara yürüyen yolunu aşındırmak isteyen Erdoğan, yine aynı kurnazlık, maharet, manevra ve ikna(!) yöntemiyle CHP’den Cumhurbaşkanı adayı olan Muharrem İNCE üzerinde çok ince hesaplar yapmaktadır… Geçmişteki parti başkanlarına kanca attığı gibi Erdoğan, CHP Cumhurbaşkanı Adayı Muharrem İNCE üzerinde de ince hesaplar yapmaktadır!..

Muharrem İNCE, AKP’ye transfer olarak partisinden ayrılacak mı?

Yeni bir parti kurup CHP’yi bölerek CHP’nin iktidara yürüyen yolunu kesecek mi?

İNCE, (AKP)Erdoğan ve ekibinin kurduğu bu kapana düşecek mi?

Muharrem İNCE, daha başkaca oyunlara gelecek midir? Bunu yaşayarak göreceğiz!..

Meral AKŞENER, CHP ve SP‘sini ve kendisine bir “UMUT” olarak bakan halkın, umudunu bıçak gibi kesmiş, ittifak içinde olduğu partileri de oyuna getirmiştir. Yarın nasıl bir oyunun içinde olacağını ise şimdiden kestirmek mümkündür. Kendisi, CHP ve SP’nin teklif ettiği, ittifakın desteklediği “Tek Cumhurbaşkanı Adayı” olmayarak ve her partinin kendi adayını çıkartmasını istemiş halkın ona olan güvenini yitirmiş, “bütünü bölüp parçalamış” ve dostu, arkadaşı, eski kurucusu olduğu AKP Genel Başkanı ve Parti Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın çok rahat bir şekilde % 52 oy ile Cumhurbaşkanı seçilmesini sağlamıştır!..

Tek başına Meral AKŞENER ittifakın adayı olmayı kabul etmemiştir. Bu ince bir ayardır ve şu demektir: Her parti, kendi adayını çıkarır ve oylar, her partinin taraftar seçmenleri  adetince  dağılır. Muhalefetin hiçbir adayının seçimi kazanma şansı kalmaz!.. Tabii bu da sağ gösterip sol vurarak yapılan, bokstaki “nakavt!” oyunudur!..

Akşener, partisinin Cumhurbaşkanlığı Adaylığına bile gönülsüzken, üst yönetimce güç belâ, büyük tartışmalarla Cumhurbaşkanlığı Adaylığına ikna edilebilmiştir… Akşener, iktidara muhalefet rolünü çok iyi oynamıştır!.. Dün, Bahçeli’nin oynadığı gibi!..  “Millet İttifakı”nın “Tek Adayı” olarak düşünülen Akşener, ikna edilebilseydi, bugün Erdoğan bu makamda olamayacaktı!..  Kısaca, Meral AKŞENER Cumhurbaşkanlığı Başkanlık Sistemi Makamını, R.Tayyip ERDOĞANA’a altın tepsi içinde sunmuştur!..

İYİ bir taktik uygulayan Erdoğan, Sağ Parti Başkanlarını ya kendisine katmış veya kendisiyle birlikte hareket etmeye mecbur etmiş olduğu gibi ileride kendisine muhalif olabilecek MHP’yi ikiye bölerek küçültmüş, yeni oluşturduğu İYİ PARTİ’nin başına da AKP’nin eski, “Kurucular Kurulu Üyesi” ve sonradan AKP’den Erdoğan’ın isteği ile ayrılan ve kendisine sonuna kadar güvendiği ve zor zamanlarında AKP’yi destekleyecek, Meral AKŞENER’i getirerek MHP’nin iktidara açılan yolunu tamamen kapatmıştır!..  

Cumhur İttifakına katılan BBP ve MHP bilmelidir ki: AKP, gırtlağına kadar borç batağındadır. Batan, devlet kurumlarını baykuş yuvası gibi darmadağın eden, askeriyeyi vurduğu darbelerle kıpırdayamaz duruma sokan, kurumlardaki bina, arsa toprak ne varsa yağmalayan; eşe dosta peşkeş çeken; kamu arazilerini üzerine geçiren, en verimli kurumları yok fiyata satan, iflasın eşiğine gelmiş “millî ve yerli olmayan” bir partidir. Böyle birine kim destek çağrısı yaparsa, bilsin ki durum çok vahimdir!..

MEB Verilerine Göre, Özel Okulların Sayısı: 10.053’tür. Bu okulların tamamına yakını ve kalınnan yurtlar; bir Tarikat, Cemaat, Şeyh, Şıh veya Seyyit ile bağlantılıdır… Hizbullah Örgütü ile bağlantılı olanlar vardır… “TARİKAT ERASMUS”u kanallarıyla komşu ve bölge Tarikat Okullarına gönderiliyor… Bu kurumların tamamında çalışan Eğitmen ve Öğretmenlerinin çoğu Türkçe ve Türkçe’nin kurallarını hiç bilmemekte, düzgün resmî Türkçe ile konuşamamaktadırlar. Bu okulların yetiştirdiği gençlerin hepsi Türkiye’yi Darül Harp  (Küfür ve Savaş Ülkesi) ve alanı olarak görüyorlar. İstismara açık, kullanılmaya tam müsait olarak yetiştiriliyorlar. Hazineden bunlara yapılan yardım Bir katirilyon(Bir Milyar) liranın üstündedir. Bu gruplar bugün yirmi (20) yıla yakın AKP iktidarında ve Belediyelerinden alınan ihaleler ve sermayelerle büyüyerek, Çok Güçlü Sermaya Gruplarına dönüştüler.

Bunların hrmen hepsi havuzlu villalar, BMV, MERCEDES, OPEL, … vb. milyonluk arabalar ve ticarî ofislerde iş görmekte ve gereğinden fazla da silahlanmaktadırlar… MHP ve BBP’sinin ülkenin Tarikatleşen, Cemaatleşen ve Cumhuriyetin temellerine dinamit döşeyen bu grubu desteklemek ve iktidarda kalmasını sağlamakla, yaptıkları yanlışların vebalinden kurtulması mümkün olmayacaktır…

Bugün de AKP’ öğretmenleri yük görmekte ve bundan kurtulmayı planlamaktadır. AKP okullarda “Onlayn Sistem”e geçerek 66.849 Okulda görev yapan bir milyon sıfır yetmiş yedi bin üç yüz yedi (1.077.307) öğretmenden kurtulmayı hedeflemektedir… Özellikle de 66.849 okuldan, 36.000’ini arazisi ile birlikte satışa çıkararak ondan “1 Milyar Dolar” gelir elde etmeyi planlamaktadır.

“Halifelik” gündemini ağzından düşürmeyen AKP, okul arazileri içerisinde yer alan “Atatürk Büssü”nden de böylece kurtulmak istenmektedir… Bu tezgâhı bilerek ve isteyerek, planına almış gözükmektedir. 

Türk kelimesinden ürken, Türk’ten korkan bir iktidarın adı Türkiye olan bir devletin başında egemen olması Belediye Seçimleri ve öncesindeki geçmiş uzantılarıyla birlikte yaklaşık otuz (30) yıldır iktidar olması, Padişahlığı ve Halifeliği özlemesi ve gündemden düşürmemesini iyiye yormak mümkün müdür?.. Türkiye’nin, uyanma zamanı gelmiştir!..

Bugüne kadar ülkede iyi sayılabilecek bütün işler, Kamu Özel İşbirliği Modeli (KÖİ) ile DOLAR ve AVRO’ya bağlanmış: yandaş beş müteahhide peşkeş çekilmiştir. Cengiz Holding’in Milyarlık vergi borcu komisyon karşılığında silinmiştir. Zevat, Milletin anasına küfredilmiştir…

Uçuş Garantili Hava Yolları, Geçiş Garantili Köprüler, Geçiş Garantili Tüneller, Hasta Garantili Hastahaneler için yirmi beş (25) yıllığına yapılmış sözleşmeler, dövize bağlanmıştır!. Borçların dövize endeksi olması sebebiyle, sürekli artan Borç Ödemeleri” her geçen gün vatandaşın boğazını daha fazla sıkmaktadır…

1969’lardaSüleyman DEMİREL Hükümeti’nin son dönemlerinde asgari ücretli bir işçi aldığı: 585.TL ile bir ayda 33 adet çeyrek altın, bir yılda da 396 çeyrek altın alabiliyordu!..

Bugün aynı işçi üç çeyrek altın alamaz olmuştur!.. Bu durum, vatandaşı köle olarak  görmek ve vatandaşa, köle niyetiyle bakmaktır!..

Sürekli katlanarak artan borç yükü, şişen kredi kartı borçları, katlayarak artan döviz, faiz batağına saplanan ve kredi ile ev alan, işyeri alan, borçlanan her vatandaş, büyük bir çıkmazdadır…  Bu: “Yağma, vurgun, talan, yalan, hırsızlık ve rüşvetin sonu gelmemekte” ve üstelik bu düzenin devamı için yeni bir figüran, oyuncu aranmaktadır…

Mahşerin, bu üç atlısının, tarih önünde sorumluluktan kurtulması, mümkün olmayacaktır!

Önümüzdeki günlerde, halkın yoğun baskısı, ekonominin çöküşü, Dolar ve Avro’nun daha da artması, sürekli konan yüzde elli, bazı ürünlerde yüzde iki yüz, hatta üç yüze varan zamlar sayesinde halk nefessiz kalacaktır… Bir de korona etkisiyle, ödenemeyen krediler, borçlar, önümüzdeki yılın Eylül; veya Ekim aylarında seçimi kaçınılmaz kılacaktır… Bu sebeple iktidar, “Cumhur İttifakı” erken seçime hazırlanmaktadır. Durumun vahim olması sebebiyle de yeni ortaklar aramaktadır. İYİ PARTİ’ye çağrı yapıldığı gibi SP ve HDPye göz kırpıldığı ve gizliden görüşmeler yapıldığı aşikardır… 

KAYNAKLAR:

5)        (https://www.ntv.com.tr/egitim/meb-egitim-ogretim-istatistiklerini-acikladi,lShpxzBaC0mdXGSjqiOppg)
6)      (https://www.siyasetcafe.com/diyanetten-flas-gizli-tarikatlar-raporu-artik-kacinilmaz-oldu-53872h.htm)

1)  

29 Mayıs 2020 Cuma

VİRÜS DEĞİL, BAKTERİNİN ARKASINDAKİ GİZLİ PLAN ,Abdullah Çağrı ELGÜN

VİRÜS DEĞİL, BAKTERİNİN 
ARKASINDAKİ GİZLİ PLAN
                                                                 Abdullah Çağrı ELGÜN

Günlerdir, hatta aylardır eve kapandık. Bizi “Korana Virüs” korkusuyla terbiye etmeğe, kontrol etmeğe, hatta robatlaştırmaya alıştırıyorlar. Yarın bizden kolumuza, bileğimize, ensemize veya kafamızın herhangi bir yerine cip takmak için ikna etmeye çalışırlarsa asla şaşırmayınız.
İşte tam o zaman tasmalı köleler olacağız. Özgürlüğümüz, serbest teşebbüs hürriyetimiz, inanç serbestliğimiz, seyahat (serbest dolaşım) hürriyetimiz, ortadan kalkacak. Hiçbir gizliliğimiz kalmayacak. Evimizin en ücra köşesinde, yatak odamızda dahi gözetlenecek ve izleneceğiz. Kısaca insan olma özelliğimiz gasp edilecek ve Enstitü, Üniversite ve özel labaratuvurlarda denek, kobay olan tavşan, fare ve diğer canlılardan farkımız kalmayacak…
Fertler kendilerini güvende hissetmek adına hür kalmaktan ve hür olmaktan vazgeçip özgürlüklerini ikinci üçüncü şahıslara devredebiliyorlar. Geçmiş savaşalar bunların en bariz delilleridir. İnsanların zihinlerini yozlaşmış medya aracılığı ile ipotek altına alarak, onları kontrol etmek ve istedikleri gibi kullanmak isteyen durmadan tekrar edilen reklam dayatmaları, hitaplar, empozeler; Şirketler, Para Lobileri, Sağlık Adına Faaliyet Yapan Vakıflar hatta Devletler var. Bunlara izin vermek doğru mu? Hani insan hakları, hani bağımsız mahkemeler, savcılar ve olaya dur diyebilecek cesur adalet?..
Geçmiş ve bugün de körpe çocukların kanından istifade eden canavar güçler olduğu gibi onları istismar eden kuruluşlar da var. Ne yazık ki bunların çoğu da kendi adlarını taşıyan ve bunları korumak adına kurulmuş kuruluşlardır. Dünyanın birçok yerinde her yıl yüzlerce 0-5 yaş ve üzeri çocuk kayboluyor? Neredeler bunlar? Nereye götürülüyorlar? Ömürlerini uzatmak isteyen birkaç vampirin kısır ve hezeyan düşüncelerinin kurbanı mı oluyorlar?.. Sadece Türkiye’de (8) yılda on altı (16) ülkenin nüfusundan daha fazla çocuğun kaybolduğunu TÜİK Raporları bildiriliyor!.. Cinsel istismarın dışında organ kaçakçılığı ve taze kan içmek, (hücre yenileme, ömür uzatma) için olduğunu anmak bile istemiyoruz. Araştırdıkça içinden çıkılmaz bir hal alan Andrenochrom ve Çocuk Kurban Etme olaylarını kim araştıracak?..
Bir arınma, temizlenme, dezenfektan NPLgibi unsurlarla ve sürekli tekrarlarla duygusal bağlarımızı ve duygularımızı ve bütün insanlık hassasiyetlerimizi ve masumiyetimizi elimizden alarak, bizi kontrol etmek mi istiyorlar?  Bizim davaranışlarımızı onaydan geçirmelerine bizzat izin vermiş olduk. Yok birinci dalga, yok ikinci dalga şeklindeki korku ve korkutmalarla virüsten ölmüyoruz; fakat evlerde kapalı kalarak da ölüyoruz…
Şimdi masum çocuklarımız da çok büyük tehlikede!.. Onların okula gitme, oynama, dışarı çıkma hakları ellerinden alınarak köleliğe şimdiden alıştırılıyor mu? Yarın kollarına, bileklerine veya vücutların başka yerlerine takılacak ciplerle bunlar sanal toplama kamplarında köle gibi mi kullanılacak? Endişelerimiz gün geçtikçe ve virüs korkusuyla yaşamağa alıştırılmak istendikçe, bir misli daha artıyor…
Dijital kimlik oluşturulmasına karşı çıkmak gerekiyor. Modern köleler oluşturulmasına karşı çıkmak gerekiyor.  Bütün bu yapılanların amacı insanlar üzerinde mutlak kontrol sağlamak olmasın?.. Bunların hepsi insanlığa karşı işlenmiş en büyük suçlar ve cinayetler kapsamına girmez mi?..

İlaç Şirketleri, Kan Şirketleri, Sağlıkla İlgili Kuruluşlar, Huzur Evleri, Çocuk Bakım Evleri, Çocuk Islah Evleri, Öğrenci Yurtları, Öğrenci Evleri …vb. çok sıkı ve çok detaylı ve uzun süreli hatta sürekli denetim ve kontrol altında tutulmalı. Buralarda çalışanların secereleri ve gen haritaları çıkarılmalı, sosyal ve ekonomik yapıları detaylı bir şekilde araştırılarak sık sık gözden geçirilmeli diyorum…
Bunların hepsi sizlere, Finansal Kapitalizmi doyurmak için dünya sahnesinden oynanan bir oyundan başka bir şey değil gibi gelmiyor mu?..
Her şey küresel güçleri yöneten para babalarının kontrollerinde gerçekleşiyor. Bize kanunların da zoru ile hükümetler eli ile içeriye kapatıyorlar… İstediklerinde Salı veriyor istediklerinde kontrollü serbest bırakıyorlar.
Devlet arasında bir hesaplaşma mı yaşanıyor? Küresel güçlerin gazabına mı geldik? Çin ile anlaşma imzalayan İsrail’deki Çin’in Telaviv Büyükelçisi Du Wei, evinde ölü bulunuyor… Hem de ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun İsrail’de, İsrail’e: “Çin ile yaptığınız bu anlaşmayın bozun!” diyen ziyaretinden hemen sonra…
Du Wei, büyük elçi ve Çin devlet adamı olarak ünlü bir isimdi. 2013’te Urayna’da görev yapmış ve Ukrayna’dan üç milyon hektar (3.Milyon) toprak kiralamak için anlaşma imzalamıştı… ABD bu anlaşma sonrası Ukrayna’da ayaklanma başlattı!.. Hedef Başkan Victor YANIKOVİÇ Rusya’ya kaçtı. Anlaşma iptal oldu. Dijital para piyasaya girdi ve ilk olarak Çin, İsrail dahil olmak üzere yirmi dört ülke ile dijital para anlaşması yapmıştı… Kağıt para Yen’in yerini, dijital paraya bırakacağı belli oldu.
Amerika derin devleti Çin’de “Du Wei istihbarat birimlerinin saha ajanları kadar operasyonel aklı olan ve kendini koruyabilen” üç kişiden biriydi…  Ukrayna’da ABD’nin pazarlık yaptığı Motor Sich‘i de araya girerek Çin Şirketine satın aldırdı. Büyük arazi anlaşması Amerika’ya rağmen tekrar imzalanmıştı!. Amerika, Çin’den Du Wei öldürmekle ve tek virüsle, küresel sermayede gücüne güç katan Çin’den hesap mı soruyor?..  ABD, bugüne kadar önüne geleni indiren bir hamle gerçekleştirirken bugün Corana’nın Covit 9‘un gereğinden fazla abartıldığını yazıp çizen ve bangır bangır bağıran birçok ilim adamı var. Aşı uygulamasına gidilmesi ve İlaç Şirketlerinin kazancının düşmesi aşı yapımını ve geliştirilmesini mecburî mi kılıyor? İnsan ve insanlıkla dalga mı geçiliyor?
Corana’nın arkasında İlaç şirketleri var. Çin, İran ve İtalya’daki virüsler farklı mı ki oralarda hastalar biraz tedavi sonucu çabucak iyileşiveriyor?..
Yılan zehri, Aspirin ve Apronak ile kan pıhtılaşmasını gideren her şey Covid 19‘u yanebiliyorsa, ölülerin bedenlerini niçin yakıyorsunuz? Neyi bizden saklıyorsunuz?.. Yoksa aşı geç bulunsun, hatta hiç bulunamasın diye mi bütün uğraşları?.. WHO, birçok ölümü örtbas ettiği ve dünyada birçok ülkede ekonomiyi çökerttiği için dava edilmeyecek mi?..
KAYNAKLAR

25 Nisan 2020 Cumartesi

YÜZÜNCÜ (100) YILI KUTLARKEN,Abdullah Çağrı ELGÜN

YÜZÜNCÜ (100) YILI KUTLARKEN
Abdullah Çağrı ELGÜN
“Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?” 
Büyük Selçuklulardan sonra kurulan Osmanlı İmparatorluğunun “Hasta Adam” ilan edilerek ve yıkılışından sonra kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisinin Açılışı ve 23 Nisan Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramının Yüzüncü (100) Yılına ulaşmış olmasının sevinç ve coşkusunu yaşıyoruz. Gururluyuz, muyluyuz! Bu kutlamaları “Korana Virüs” sebebiyle evlerimizde yapmış olmaktan, kırık ve buruğuz…
Bugünlere nasıl geldik? Birinci dünya Savaşı niçin başladı? Sorusunun cevabına gelindiğinde, birçok sebep sıralanabilmekle birlikte, en önemli sebepler şunlardı:
Büyük Biritanya adı ile anlan İngiltere, kabına sığmıyor ve yeni sömürge devletler ararken karşısında, Büyük Cermen İmparatorluğu, Almanya da aynı hayalle yanıp tutuşmakta ve aralarında müthiş bir rekabet yaşanmaktadır. Fransızlar ise “Alsas-Loren” adıyla bilinen bölgeyi, Almanlar’ın elinden alabilmek için fırsat kollamaktadırlar…
Fransa’da 1789 İhtilâli’nden sonra baş gösteren “Vatan, Millet, Milliyetçilik ve Hürriyet” düşünceleri ve bu akımın, koloni milletler arasında hızla yayılışı, büyük devletlerin yeni sömürge ve ham madde arayışları, Rusya ve Avusturya - Macaristan İmparatorluklarının, Osmanlının kısa bir süre önce terketmek zorunda kaldığı topraklardaki bağımsız; fakat güçsüz devletçiklerin, güçlü devletler tarafından ele geçirilmek istenmesi sebebiyle gizliden yapılan çıkar çatışmaları ve Ruslar’ın ezelî ve ebedî  hayali Osmanlı İmparatorluk Türkiyesi’nin topraklarına sahiplenerek sıcak denizlere inme (Akdeniz) arzusu…
Osmanlı Türkiyesi içinde yaşayan halkların 1789 Fransız İhtilâli ile “Vatan, Millet, Milliyetçilik ve Hürriyet” düşüncelerinin büyüsüne kapılarak taraftar toplaması… Azınlıkların İmparatorluklar içerisinde, sürekli dile getirdikleri: “Vatan, Millet, Millyetçilik, Hürriyet” duygu ve düşünceleri, rakip ve düşman devletler tarafından kaşınarak eylemlere, baskınlara, baş kaldırmalara ve isyanlara dönüştürüldü. Osmanlı Türkiyesi “Hasta Adam”a dönüştürüldükten sonra, yıkılarak bağımsız, birçok küçük devletçiklerin ortaya çıkarılmasıyla, her karış toprağı bir bir işgal edilip el konularak, parça parça paylaşıldı… İşte, kokoca İmparatorluk Türkiyesi’nden (Osmanlı) düşman çizmeleri altından kurtarılabilen topraklarda, yaşama hakkı elde edebilmek için mücadele vermiş, ölümleri göze alabilmiş bir avuç kahraman vatanseverlerin, kendi adlarıyla kurdukları devlet, Türkiye Cumhuriyeti’dir…
Birbirleriyle rekabet eden imparatorluklar arasında savaş başlamıştı. Bu savaşta Büyük Cermen (Alman) İmparatorluğu diğerlerine göre kazanma açısında daha şanslı gözüküyordu. Osmanlı İmparatorluğu ise iç kargaşa ve savaşlardan zaten bıkmış, daha dün Berlin Anlaşması (13 Temmuz 1878) ile neredeyse topraklarının yarısını kaybetmişti… Bu sebeple hem savaşmak için gücü yok hem de yeni çıktığı yenilgiler ve iç karışıklıklar sebebiyle yorgun ve bitkindi…
Galip olacak ittifaklardan birine dahil olabilirse, kaybettiği topraklara yeniden kavuşma şansı vardı. Bunun için Lider İngiltere’ye baş vurdu ise de “İtilaf Devletleri” safında yer alamadı. Bu sebeple “seferberlik “ilan ederek tarafsız olduğunu dünyaya ilan ediyordu… Bunun için savaş dışında kalmayı yeğliyordu; fakat ittifak ve itilaf devletlerinin sayıları her geçen gün artıyordu.
Almanlar, daha önceden Enver ve Talat Paşalara birlikte olmayı teklif etmişlerdi… Osmanlıyı yanlarına almak için değişik manevralar yapılıyordu. Bu arada Osmanlının İngilizler’e sipariş ettiği parası ödenmiş iki zırhlıyı “Reşadiye ve Sultan Osman” zırhlılarını getirmek için mürettebat İngiltere’ye varmıştı; fakat İngiltere parası ödenmiş ve yola çıkmağa hazır, bu zırhlıları Osmanlılara “Ulusal Güvenlik Sebebiyle” veremeyeceğini duyurdu. Bu arada İtilaf Devletleri’nin Donanması Sicilya açıklarından beri kovaladığı Breslau ve Goeben Zırhlıları’nın Çanakkale Boğazın’dan geçerek Marmara Denizi’ne sığınıyordu!..  Gemilerin geçişinden sonra Çanakkale boğazı kapatılıyor ve Osmanlı Devleti bu iki Alman Gemisini satın aldığını duyurarak gönderlerine Osmanlı Bayrağı çekiyordu… Daha yeni otuz altı (36) yıl önce “1877-1878” (Doksan Üç Harbi) çıktığı savaşlarda topraklarının neredeyse yarısını kaybetmiş olan Osmanlı İmparatorluk Türkiyesi, yorgun ve güçsüz, olarak Almanlar’ın yanında “İttifak Devletleri” safında yer alarak devlerin savaştığı takımlarda yerini alıyordu…
İttifak Devletleri: Cermen İmparatorluğu (Almanya), Avusturya, Macaristan, Bulgaristan ve Kokoca İmparatorluk Türkiyesi de kaybolan topraklara yeniden kavuşmak ve esarette olan kardeşlerini kurtarmak ümidiyle bu savaşa katılmaktaydı… Bu savaş, o güne kadar, dünyanın görmediği bir savaştı…
İtilaf Devletleri lideri İngiltere Birleşik Krallık ve İrlanda idi.  Avusturya (4 Ağustos 1914), yanına kattığı Fransa Cumhuriyeti ve Katılan Sömürge Güçleri (2 Ağustos 1914), Rus İmparatorluğu (1 Ağustos 1914), Amerika Birleşik Devletleri (6 Nisan 1917), Sırp Kırallığı (29 Temmuz 1914) , Güney Afrika, Hindistan, Yeni Zelanda (Nevfouland), Kanada, Karadağ Kırallığı (5 Ağustos 1914), Japonya Kıralığı (23 Ağustos 1914), İtalya Kırallığı (23 Mayıs 1915), Portekiz (9 Mart 1916), Romanya Kırallığı ( 27nEkim 1916), Yunanistan (27 Haziran 1917), Rusya: “1917 Bolşevik İhtilâli” ile birlikte İtilaf Devletleri Gurubundan ayrılarak savaştan çekildi;
İtalya ise İngiltere’nin isteğiyle İttifak Devletleri Gurubundan İtilaf Devletleri tarafına geçti; fakat İtilaf Devletleri’ne bundan başka katılanlar da oldu:
Liberya (4 Ağustos 1914); San Marino (3Haziran1915), Çin Cumhuriyeti(14 Mart 1917), Küba (7 Nisan 1917); Panama (7 Nisan 1917), Brezilya (11Nisan 1917), Bolivya (13 Nisan 1917), Taylant (22 temmuz 1917); Kosta Rika (21 Eylül1917), Peru (6 Ekim1917), Uruguay (7 Ekim 1917), Ekvator (8Aralık 1917), Guatemala (23 Nisan 1918), Nikaragua (8 Mayıs 1918), Haiti (12 Temmuz 1918), Honduras (19 temmuz 1918), Ermenistan (1918), Çekoslovakya (1918), Andora, Lamaika, Dominik Cumhuriyetleri olmak üzere onlarca devlet bu savaşta yer almıştı… Bu devletlerin (1914-1918) yılları arasındaki Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri ve yardımcı kuvvetleri olmak üzere toplam asker sayısı tahminen ve bunların sadece bir kısmı savaşan askerlerdir:
Rus Çarlığı : 13.000.000, Büyük Biritanya İmparatorluğu: 9.904.500, Avusturya: 300.000, Kanada: 619.632, Hindistan: 161.000, Yeni Zelanda: 100.000, Fransa: 8.410.000, İtalya: 5.615.000, ABD: 4.355.000, Romanya:750.000, Sırbistan: 707.000, Yunanistan: 300.000, Belçika: 267.000, Portekiz:100.000, Karadağ: 50.000 Asker olmak üzere İtilaf Devletleri Toplamında: 42.569.436 Asker cephelerde savaş halindeydi…
İttifak Devletleri ise: Almanya (11.000.0009 Avuturya-Macaraistan (7.800.000), İtalya ve Osmanlı İmparatorluğu (2.900.000), Bulgaristan (1.200.000) bulunuyordu; fakat savaşın başlamasıyla birlikte İtalya (27 Aralık 2018) İtilaf Devletleri gurubuna geçmiştir… İttifak Devletleri Toplamında ise: (22.900.000) olmak üzere (65.469.436) asker çeşitli cephelerde savaş halindeydi. O güne kadar, dünyanın hiçbir yerinde böylesine dev güçler, karşı karşıya gelmemiş, böyle bir insan seli görülmemiş ve böyle bir savaş hiç olmamıştı…
Savaş sırasında Osmanlı İmparatorluğu, Alman İmparatorlu ve Rus İmparatorluklarının parçalanacağı ve her devletin büyük topraklar kapacağı düşüncesi yerleşince, yeni katılımlarla, İtilaf Devletleri Grubu iyice genişleyip güçlendi.
“İtilaf Devletleri” savaşı kazanınca “İttifak Devletleri” topraklarını işgâl ettiler.  Başta Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu olmak üzere işgâle uğramış topraklarda işkenceler, katliamlar, kanlı çatışmalar ve vahşice ölümler; yangınlar; acı gözyaşı; açlık, sefalet ve mecburî göçler başladı… 
Osmanlının içerisinde yaşayan Latin, Slav, İtalyan, Bulgar, Ermeni, Yahudi, Arap, Fars, …vb. soyundan grupların “Milliyetçilik” duyguları kabarmış, “Hürriyet ve İstiklâl Aşkı” bu azınlık gruplar arasında patlayan ve hiç bir türlü söndürülemeyen volkana dönüşmüştü. Bunların akıl almaz, mantık kabul etmez baskınları, kendilerinden ve kendilerinden olmayan meskûn halka yaptıkları baskı, zulüm, işkence, isyan ve yöre halkını kuşatma altına almaları; dinmek, tükenmek bilmez istek, arzu, hatta ihtirasa dönüşmüştü… Bir taraftan Osmanlının her cephede yürüttüğü savaşlar belini bükerken, diğer tarafta da Osmanlı İmparatorluk Türkiyesi Topraklarında gözü olan yabancı devletlerin, içerideki ayrılıkçı hain gurupları kışkırtıp, isyana teşvik ederek silah, cephane ve para konusunda desteklemeleri ülkeyi daha da karıştırdı…
 İçeride asayiş bozulmuş, halk fakir, gençler askerde, vatandaş köyünde ekeceği biçeceği tarlasını, ekinini, mahsulünü kaldıracak ve hayvanlarını otlatacak genç bulamazken, azınlıkların başkaldırışları ve halka yaptığı baskılar bir tarafa; bir de asker kaçakları, eşkıya ve bozguncu çetelerin musallat olduğu kızlar, gelinler, köylüler ve meskûn halkın feryat ve figân ettiği çeteler ve eşkıya grubuyla uğraşmak durumunda kalıyordu… Osmanlı İmparatoluuğu Birinci Dünya Savaşında (28 Temmuz 1914) girerken, 1877-1878 (93) Harbi sonrası yapılmış olan, "Berlin Antlaşması (1876)" gereğince, terk etmek zorunda kalınan vatan topraklarının bir kısmı ve savaşmak zorunda kaldığı cepheler şöyleydi:
1) Kafkas Cephesi, 
2) Süveyş Kanalı Cephesi,
3) Hicaz ve Yemen Cephesi,
4) Irak Cephesi,
5) Suriye ve Filistin Cephesi,
6) Çanakkale Cephesi olmak üzere, altı (6) cephede birden savaşa girdi. Kaybedilen cephelerde ve savaşlarda:
"Bosna-Hersek imtiyazlı Vilayet haline gelmiş,
         Doğu Rumeli 
imtiyazlı Vilayet haline gelmiş,
Bulgaristan Prensliği Kurulmuş,
Kıbrıs Sancağı, İngiltere'ye kiraya verilmiş,
Niş Sancağı Sırbistan'a bırakılmış,
Teselya Sancağı Yunanistan'a (1881) bırakılmış,
Kars, Batum, Artvin, ve Ardahan Sancakları Rusya'da kalmış, 
Dobruca Sancağı, Romanya'ya bırakılmış,
Bunların dışında bir kaç Kaza da Karadağ'a bırakılmıştı...
Van'ın doğusundaki Kotur yöresi, İran'a verilmişti. İşte bu dönemde de Osmanlı tahtında II.Abdülhamit Han vardı. İşte bütün bunlar, bugün televizyonlara çıkıp Atatürk'e hiin diyebilecek kadar küçülen, alçalan bunamış hainlerin dedikleri gibi olmayıp, Atatürk henüz (Doum Tarihi: 19 Mayıs 1881) doğmadan yaklaşık dört (4) yıl önce gerçekleşmiş hadiselerdi...
1877-1878(93) Harbi'nde  görülen ve gerçekleşmiş hadiseler: "1876,Berlin Antlaşması" gereğince terk edilmek zorunda kalınan vatan topraklarının bir kısmıydı. 
1914 yılına gelindiğinde: Sarıkamış, Kars, Batum, Ardahan, Artvin şehirleri Rus Ordusu tarafından  otuz altı (36) yıldır işgal altındaydı... 
İngiltere, Fransa ve Rusya; Osmanlıyı sıkıştırma, baskı altına alma ve parçalama politikalarına devam ediyordu... Azınlıkları kışkırtarak. "Bağımsızlık, İstiklâl" konularında her türdeki yardımı yapıyor; silah, cephane ve paradan kaçınmıyordu...

“28 Temmuz 1914-1918” arasında gerçekleşen I. Dünya Savaşı’na gelindiğinde Anadolu’da dahi düşman işgaline uğramamış çok az bir yer kalmıştı…
İttifak Devletleri olarak savaşın kaybedilmesiyle birlikte başlayan ülke işgallerinden Osmanlı Türkiyesi de nasibini aldı… Düşman, Anadolu içlerine kadar girdi… Vatanın her karış toprağına bir bir el koydu!.. Kaybedilen savaşla birlikte, azınlıkların sevinçten ağızları kulaklarına varıyordu…  Bu fırsatı öteden beri kollayan azınlıklar, bağımsız devlet kurma arzusuyla dopdolu olduklarından, yabancıları ülkemize davet ediyorlar. İşgalleri tamamlama konusunda bunlara rehberlik ediyorlardı… Ülkemizi işgal etmiş yabancı güçler de azınlıkların ayrı devlet kurma isteklerini kamçılayıp, her türde “silah, cephane ve para” konusunda destek sunup, onları silahlandırmaları, arka çıkıp kollamaları, Osmanlı Türkiyesi’ne karşı ayaklandırmaları affedilir cinsten değildi…
Hak, Hukuk, Adalet, özellikle de “Hürriyet ve Milliyet Düşüncesi” ile yola çıkanları durdurmak ülkenin, İmparatorluk Türkiyesi’nin çöküşüne engel olmak için ortaya atılan “dört fikir” vardı:
1)      Osmanlıcılık: Bütün bu devlet ve eyaletleri yeniden organizasyonla Osmanlı içinde tutabilme…
2)               İslâmcılık: Farklı dinden olanların ayrılmasına bir şey demeyelim. Onları kendi hallerinde serbest bırakalım. Biz İslâm ülkelerini yanımızda tutarsak az bir zaiatla İmparatorluğu kurtarabiliriz…
3)     Türkçülük ve Milliyetçilik: Bu görüşü benimseyenler; artık bu devlet ve milletlerin Osmanlı İmparatorluk içinde kalmalarının imkân ve ihtimali kalmamıştır; öyleyse vatanperver kimselerden oluşturulacak Türk ve Milliyetçi her kim varsa, onlarla bir ve beraber olarak bir mücadele başlatalım ve vatandan geri kalan parçayı düşman çizmesi altından kurtaralım diyorlardı…
4)      Kimileri de tam bir ümitsizliğe kapılmış, Amerika veya İngilizlerin Mandalığında (Himayesinde) sömürge bir devlet” olarak kalmanın daha iyi ve uygun bir fikir
olduğunu savunuyorlardı…   
İşte vatanın kurtarılması için öne sürülen dört fikirden üçüncüsü olan “Türkçülük ve Milliyetçilik” kimi İmparatorluk fertlerince taraftarlık bularak, vatanını kurtarmak isteyenleri yan yana getirerek Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yolu açılıyordu…
Azınlıkların kışkırtılması ve bu başkaldırma isyan ve işgaller sonrasında bağımsızlık isteyen azınlıklar, imparatorluktan kopardıkları parçalarla birer birer devlet kurdular.
İşte bu üçüncü grup “Türkçülük ve Milliyetçilik” fikrini benimseyenler ülkelerinin, anne vatanlarının böyle ateşler ve kanlar içinde, her bir uzvunun parça parça edildiğini görüp, dayanamayarak harekete geçtiler. Bu bir avuç serdengeçti, korkusuz kahramanlar, başta askerlikten istifa ederek sahaya atılan Mustafa Kemal ve Arkadaşları olmak üzere, Anadolu’nun fedakâr ve vefalı vatansever köylülerini uyarmak için Anadolu’ya gelerek:
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?..” derken, Erzurum’a, Sivas’a, oradan da bütün vatana dalga dalga yayılan bu sese kulak verdiler… Yüreklerine bir hançer gibi işleyen bu sese kayıtsız kalamazlardı. Bütün ülkenin dağı taşı, ovası, yaylası; bağı bahçesi; kurdu, kuşundan yükselen, büyük ve bu yüce ses, ağustos sıcağında pişmiş, kavrulup yanmış yüreklere, Erciyes Dağı’nın buzulları gibi inerek, onları serinletti, yüreklerine su serpti:  
“Vatanın bağrına düşman, dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak, bahtı kara maderini!..” diye hep bir ağızdan seslendiler… Bu seslenen, büyük ve asil Türk Milletiydi!..
Bu sese karşılık Mustafa Kemal: “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır ve bu satıh, bütün vatandır!..” diyerek: “Vatanın mukadderatını yine vatanın evlatları kurtaracaktır.” dedi. Öyle de oldu. Memleketin her bir köşesinden evlatları anne vatanlarını düşman pençesinden kurtarmak için önderleri Mustafa Kemal ve Arkadaşları ile birlikte   harekete geçtiler. Dudaklarında mırıldandıkları Marş onlara güç ve kuvvet verdi…
Dağ başını duman almış,
Gümüş Dere durmaz akar.
Güneş ufuktan şimdi doğar,
Yürüyelim arkadaşlar…

Sesimizi yer, gök, su dinlesin!
Sert adımlarla her yer inlesin!..
Sesimizi yer, gök, su dinlesin!
Sert adımlarla her yer inlesin!..
İnlesin!...
Çanakkale, Tınaztepe, Dumlupınar, Sakarya, İnönü, Büyük Taarruz ve yine büyük liderin sesi gürledi: “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri!..” Son düşman ülkeden kaçarken kimisi denizde boğuldu kimisi dipçik darbeleri altında can verdi. Teslim olanlar, bir müddet sonra salıverilerek memleketlerine gönderildiler. İşte Türk’ün savaşan düşmana bakış açısı böyleydi.
Atatürk Çanakkale Savaşı’nda; evlatlarını kaybederek Çanakkale’de evlatlarını naaşlarını görmek için ziyarete gelen annelere söylediği söz, dünya durdukça insanı ve insanlığı hayrete düşürecek, ibretlik, insanın içine kurşun gibi saplanıp asla çıkmayacak sözlerdendi:       

G.M. K. ATATÜRK; 1934 yılında, Anzak Askerleri için:

Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar!..
Burada bir dost vatanın toprağındasınınz.Huzur ve sukûn içinde uyuyunuz!.. 
Sizler Mehmetçiklerle yan yana koyun koynundasınız. 
Uzak diyarlardan evlatların harbe gönderen analar, gözyaşlarını dindiriniz! Evlatlarınız bizim bağrımızdadır! Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır!.. 
Onlar bu topraklar içinde canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır!.." demişti.

Koca bir İmparatorluğun, parça parça edilişinden kalan bir bölüm, Osmanlının küllerinden yeni bir millet doğdu. Bu millet “Türk Milleti” vatanları ise “Türkiye Cumhuriyeti” idi… Bu millet Türkiye Cumuriyeti’ni kuran halktı ve onların adı Türk Milleti idi!..
Düşman denize dökülüp vatan tamamen kurtarıldığında: İzmir Yunanlılar tarafından yakılıp yıkılmıştı… Halkın ağzında ise yine bir Marş vardı:
İzmir’in dağlarında çiçekler açar,
Altın gümüş orda sırmalar saçar.
Bozulmuş düşmanlar yel gibi kaçar!

Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa!
Adın yazılacak mücevher taşa!..
Sonra bir bir inkılâplar başladı. Yurdu çepe çevre kuşatan: Fabrikalr, Okullar, Sağlık Ocakları, Hastahaneler, Köy Enstitüleri, Üniversiteler… Atatürk’ün çocuklara (23 Nisan Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı), gençler bıraktığı (19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı)  Bayramlar. Gençliğe Hitabe! (Ey Türk Gençliği!..), (Onuncu Yıl Nutku), Başlı Başına “Nutuk” Adlı Kitabı ve daha nice hazineler…
“Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet ve payidar yaşayacaktır.” Diyordu…
Bu yiğit ve eşsiz dehanın ölümünden sonrasında uygulaması zaman alacak; fakat adım adım sessizce ve sinsice bir plan ortaya konuldu: “Türkiye Cumhuriyeti”ni yıkma planı… Bu karar, taa 1930’larda alınmıştı. Bu adamlar, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne düşmandılar. Çağdaş ve modern bu Cumhuriyeti ve taraftarlarını: “Din Düşmanı”, “Hilâfet Düşmanı” olarak algılatmak için ellerinden geleni arkalarına bırakmayarak, filmler, senaryolar, kitaplar, piyesler, hatta uyduruk belgesellerle halkın ve sade din mensubu, bütün sadeliği ile dindar kardeşlerimizin de beyinlerini yıkamaktan, onları kandırmaktan geri durmadılar…
Yazılan Kitaplar, senaryolar; yapılan piyesler, oynanan tiyatrolar, Cumhuriyet’in din düşmanlığını, liderlerinin vatan haini olduklarını, ataist olduklarını pompalayıp durmaktan geri kalmıyorlardı… Halbuki Atatürk daha sekiz yaşında Kuran’ı hatmetmiş, birkaç kişiden birisiydi.  Dedesi Bölge Müftüsü, babası ve annesi Hafız, Mustafa Kemal’in kendisi de Camilerde vaaz verebilecek derecede dinî bilgiye sahip, tertemiz ve dini bütün bir Müslümandı…
Osmanlının içini bu şekilde boşalttıkları gibi yüz yıla yaklaşan projeleriyle Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin en ileri gelen adamlarını değersizleştirerek, Cumhuriyeti ve taraftarlarını din düşmanı ilan ederek, planlarını gerçekleştirmek istiyorlardı…
"Ermeniler, Süryaniler, Yahudiler, Gürcüler, Araplar, Kürtler, Harunîler, Laventanler, Zerdüşiler, Rumlar...vb. hepsi birden Osmanlı sayılıyordu..."
"Sen misin Rum, Ermeni, Süryani, Yahudi, Gürcü, Arap, Rum'a Osmanlı diyen! Bunlar azınlıktı ve özlerine döndürülmesi gerekiyordu. "Özünüze dönün!" dediler.
  "Milliyetçi olun" dediler. Hepsi kaşındı, kışkırtıldı. Para verildi. Beslendi, palazlandırıldı, kışkırtıldı. Adamlar tez vakitte bu oltaya  takılıp özleri için mücadeleye başladılar. "Biz Osmanlı değiliz. Sıpız! Bulgarız, Rumuz, Ermeniyiz, Arapız, Farsız,Yahudiyiz!..." dediler. Bunu gören Osmanlı: "Yapmayın! Etmeyin!.. Ne istediniz de vermedik?.. Sakin olun! dediiyse de dinletemedi. Osmanlı başladı "Fermanlar"  (Tanzimat Fermanı; Gülhaney i Hat ı Hümayun); "Tanzimat ı Hayriye"  çıkarmaya, açılımlar yapmaya, "Islahat Hareketlere"  azınlıklara yeni haklar vermeye... Yeni haklar alınca daha da azan azınlıklar,  daha fazla haklar isteyip meydanlara çıktılar, özgürlük, bağımsızlık, ayrı devlet istediler.... Sonra bir Cuma günü Namaz'a giden II.Abdülhamit Han'a suikast düzenlediler... Hakan, kıl payı ölümden döndü!..
İşte Cumhuriyet yönetimli bu mevcut çakılı, molozu eledikten sonra geriye kalanları tutup herşeyi Türk, Türkçe yapmıştır!
Bu konuda öyle titiz davranmış ki memuriyete, polis, özellikle asker olacaklarda  yedi (7) göbek Türk olmayanı  askere dahi almamış, poli, devlet memuru yapmamıştır. Bu moloz artıkları, Atatürk'ü asla sevmezler. Nasıl sevsinler ki 100. yılın kini içlerinde bir yılan zehirine dönüşmüştür.
          Bugün yine  aynı terare var!.. Ben Türk değil diyenler, "TBMM' ine kadar girmiş.  "Türküm! Doğruyum! diye başlayan "AND" yasaklanmış. Devrin en üst kademesindeki şahıs: "Bana Türklük ile de gelmeyin!" diyebilmiştir... Bunu gören ayak takımı da: "Ben Rum'um, Ermeniyim, Kürdüm, Cerkezim, Lazım, Gürcüyüm, Arap'ım,...vb."  demekten utanmamışlardır!.. Her şey de; fakat  sakın Türk'üm deme!.. "Bana Türklük ile de gelmeyin!.. Milliyetçiliği ayaklar altına aldım. "And" kaldırıyorum. Her sabah Türk'üm demekle Türk olunmaz!..." 
Terane aynı terane...  Lakırtı ve fısıltılar aynı... Ülkeyi bölme, kamplara ayırma, ayrıcalıklardan beslenme, uydu devletçikler kurma!...
 
Yüz yıla ramak kala biri çıkacak ve iktidarı şu ya da bu şekilde ele geçirecek ve yedi düvelle girişilen savaşları, kurtuluşu, başarıları ve Kurtuluş Savaşı Kahramanlarının yaptıklarını, fedakârlıklarını insanüstü cesaretlerini küçlteek, önemsiszleytirip küçümseyecek…  
İnsanları kamplaştırıp, taraftar yaparak, saman altından gerçekleştirdikleri haksızlık ve usulsüzlüklerin üstünü örtülerek karunlaşmanın yolunda devam edilecek!.. 
ABD’nin ve onun piyonu İsrail’in peşine takılacak, BOP’un başkanı olduğunu ilan edecek, ABD’nin verdiği 800 Milyar Dolara kanarak, geçiş garantili otoban, yol, köprü, tünel, havayolu; hasta garantili, hastahane yapacak; aldıkları komisyonlarla müteahhitlerine, milletin anasının bilmem neyine koyduracak;
Vatandaş geçse de geçmese de gitse de gitmese de o yolun parasını ödeyecek ve vatandaş soydurulacak,
Devlet olarak şirketlere yaptırdığın işlerin parasını ödeme; fakat beş müteahhittin parası tıkır tıkır öde; seksen üç (83) milyon insanı beş şirkete çalıştır, hangi şirkete hangi işi kaç liraya yaptırdığın ve oralardan ne kadar komisyon götürdüğün eninde sonunda ortaya çıkacak…
Hava Limanı İnşaatından kot farkından 2.5.Milyar EURO götürt, yirmi (20) tane Şehir Hastanesi yaptır, 400 milyon olsa 8 milyar yapar, sen atmış yedi (67) Milyar Hazine garantisi ver… Tüyü bitmedik yetimlerin hakkını vatandaşın gözünün içine baka baka yedir… Kaç liralık işi kaç liraya yaptırıyorsun kimse hesap soramayacak mı sanıyorsun?..
“Korana Virüs Salgını” sebebiyle, vatandaşın cep telefonundan 10 lira “Bağış” iste!.. “Biz bize yeteriz Türkiye!” de…
TL’nin şeklini beğenmeyerek “Yeni Türk Lirası” yapacak, Türkiye adını beğenmeyip “Yeni Türkiye” olarak değiştirecek, Kurum ve kuruluşlardan, sendikalardan “Türk” adını kaldıracak,
Kurtuluş Savaşı Kahramanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün heykellerini, adı ile faaliyet gösteren stadyumları yıktıracak, tablolarını resmî dairelerden indirtecek,
Türk Bayrağını değiştirmeye yeltenecek, dağlara kazılmış Türk adını silmeye çalışacak, Andımızı kaldıracak, İstiklâl Marşı’nı bestesini değiştirip Marşı Kaldırmağa kalkacak,
Ülkede Terör Örgütlerine “Açılım Süreci” başlatarak, teröristlere üç yıl boyunca operasyon yaptırmayacak,
Otonom veya Federe Devlet kurdurmak için girişimde bulunacak, Cemaat ve Tarikatlara gereğinden fazla ilgi göstererek FETO denilen örgüte: “Ne istedilerse verecek”;
Atatürk‘ün Türk Milletine armağan ettiği Millî Bayramlarımıza: 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 23 Nisan Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramını, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı,  Törenlerine katılmayarak, her bayramda hastalanıp rahatsızlık geçiren bu adamlar, Türk Milletinin millî bayramlarından rahatsızlık duyuyor…  
Atatürk’ün 10 Kasım ölüm yıl dönümlerine bahane uydurarak gelmeyecek ve bütün bunların hepsini tanımayacak,
İlmi rafa kaldıracak, hurafeyi, tahsilsizliği, bilgisizliği paye yapacak, cehaleti, okumamışlığı oy potansiyeli olarak görecek,
Ebedî iktidarda kalmayı garantileyeceğini sanarak, en güzel tabiat güzelliklerini barındırdığı Türkiye‘nin Deniz koylarında 400 personelin çalışacağı üç yüz konuğu aynı anda ağırlayabilecek 300 odalı yazlık saraylar (Marmaris/Gökova, Otluk Koyu, Bitlis/Ahlat ve kendisine göre 1150; Ankara Mimarlar Odası Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan’a göre 2250 oda ile Saray, dünya şampiyonu)  yaptıracak,
Arada bir halk arasında dolaştığı için halk gibi yaşadığını bangır bangır bağırarak “2020” lira alan asgarî ücretliye. “Şükredin!” tavsiyesinde bulunacak,  
Milleti etnik gruplara ayırarak, kutuplaştırarak; böl, parçala, yönet taktiğini kullanarak, Millet İttifakı’na (İllet, Zillet, Şer İttifakı) gibi yakıştırmalar yaparak halkı birbirlerine düşürecek,
Yandaşların, “Karun” olduğu, Kamu arazilerinin yandaşların üzerine geçirildiği, Kamu bankalarından, karşılıksız çektirilen kredilerle,  işletme garantisi verilerek kamu mallarının ve fabrikalarının satın aldırıldığı, demokrasi, hukuk ve adaletten uzaklaşılarak tek adamın yönetiminde damat, kız, arkadaşları; akraba, eş ve dostların, vatandaşın dişinden tırnağından artırarak ödediği paralarla maaşlarını ödendiği ve alınan komisyonlarla nemaların paylaşıldığı, dediğim dedik, tek adamın yönettiği ceberut bir Türkiye’ye gelinmiştir…
Vatandaşına yardım etmek için harekete geçen Büyükşehir Belediyelerinin yaptıkları yardımları durdurup, hesaplarına el koydurarak bunlara: “Devlet içinde devlet olmaz” denilmesi, “yaparsam, ancak ben yaparım! Benden başkası yapamaz!”, diyerek tilki kurnazlığına yatacak…
23 Nisan Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Açılışının Yüzüncü (100) Yılında, Millet iradesinin üzerinde hiçbir gücün ebediyen sürüp gidemeyeceğini, tarih bize göstermiştir. Bugün de Türk Milletinin iradesi tek bir kişinin arzu ve emellerine terk edilemez…
23 Nisan Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Açılışının Yüzüncü (100) Yılında, Korana Virüsü sebebiyle buruk ve evlerde kutlasak da sevinç ve coşkumuz büyük, gelecekten ümit varız… Nice yüz yıllara büyük coşkularla…
SONUÇ OLARAK:
Yüz yılın sonunda, İslâm’ı yeniden keşfettiğimizden, Müslüman olduğumuzu bize hatırlatan bir iktidar ortaya çıktı. (Bu iktidardan önce bilmiyorduk!..)  
Cuma günlerinde, mesaj atmayı öğrendik. Kurtuluş Savaşı unutulup ülkeyi, BOP Başkanlığı yetkisiyle, ABD ve Israil’in kucağın itenler çıktı. Adeta Osmanlının Kapitilasyonlar Dönemi hortladı...
Ayrılıkçı Çetelere Osmanlıda olduğu gibi imtiyazlar sağlayan (Açılım, Çözüm Süreci, Çeşitli Mutabakatlar ve ayrıcalıklar) verilen imtiyazlarla, azınlıklar daha da şımardı, azgınlaştı!..
Yüzüncü yılın kıvanç ve sevincini yaşarken ve BOP Başkanlığı ve sahte OSMANLICILK hayalleri peşinden koşanlar yüzünden biraz da buruk kutlarken: Bayrağımız, İstiklâl Marşımız, Türkiye’nin adı, Andı, Türk Lirası, Lideri Atatürk, Türk, Türkçülük, Milliyetçilik, Türkiye Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti’ni Kuranlar, Cumhuriyet’in her türlü değerleri ve kazanımları, 10 Kasım ve 19 Mayıs, 29 Ekim, 23 Nisan Millî Bayramları ile problemi olan bir iktidar ve yöneticileri ile karşı karşıya kaldık…
KAYNAKLAR:


Translate