13 Ocak 2022 Perşembe

SEÇİM ve İKTİDARIN BARIŞ İÇİNDE DEVRİ; Abdullah Çağrı ELGÜN

SEÇİM ve İKTİDARIN BARIŞ İÇİNDE DEVRİ                                                                              Abdullah Çağrı ELGÜN

Mustafa Kemal Paşa, ATATÜRK

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir. İşte bu memleket Cumhuriyeti kuran Türk Halkınındır!.. “Adalet” devletleri ayakta tutan tek dayanaktır. Adalet odur ki kim kanunsuzluk yapmışsa, hesabını vermek ile gerçekleşir; fakat bazı durumlar vardır ki hesap zamana bırakılabilir; veya hiç verilmez!.. Şöyle ki:

Osmanlı İsyanlarını duymayanlarımız yoktur! Bunlar içinde, yüz yıl sürenler (Celâli İsyanları) olduğu gibi kısa sürede bastırılanlar da olmuştur!..

Osmanlı Politikalarında ayaklanan kimi beyler affedilerek, Ayanlıklarda, Valiliklerde, Sancaklarda, daha üst veya daha alt görevlerde görevlendirilmiş oldukları tarihen sabittir!.. Sonuçta ülke duruluyor, isyan edenler sakinleşiyor, halk huzur ve sükûnet buluyor.

Burada hatırlanması gerekenlerden birisi de hiç şüphesiz Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve Oğlu İbrahim Paşa’nın Devlete isyan ederek İstanbul yakınlarına kadar gelip otağ kurup Saraya isteklerini kabul ettirmek için baskı yaptığı ayaklanmadır.

Bu ayaklanmada Kavalalılar ile anlaşmaya varılamadığı için Saray korkuya kapılır.  Önce Fransızlar’dan yardım isteniyor. Cevap gelmeyince İngilizler’den, onlar da cevap vermeyince: “Denize düşen yılana sarılır!...” misâli Ruslar’dan yardım istenmiştir!..  

Ruslar’ın Yeşilköy’e kadar gelerek burada kamp kurması ve burada devvâsa bir anıt dikmesi, Fransız ve İngilizler’i bir araya getirdi; çünkü M.Ali Paşa yayılmacı bir politika ile Hindistan’a giden yolu kapatma eğilimindeydi…. (Bu arada Ruslar ile “8 Kasım 1833” “Hünkar İskelesi Anlaşması” yapılmıştı.) Üç (3) devlet, daha sonraki katılımlarla da beş (5) devlet, birleşerek Mehmet Ali Paşa ile II. Mahmut’u anlaştırmak için girişimde bulundular; ama birçok eyaletimize de özerklik verilmesi, bağımsız olması yolunda özellikle Rusya bastırmaktadır!..

III.Selim 

III. Selim Tahta çıktığında ülke büyük bozgun ve savaşlarla boğuşuyordu. III. Selim kargaşayı kucağında bulmuşu… Ufku açık, yenilikçi bir Padişahtı. Softa görüşlü geri düşünceli makam ve mevki düşkünleri ile Şeyhülislâmın da desteklediği Bektaşî Tarikatı Mensubu Yeniçeriler ayaklandılar. III. Selim’i bu, Kabakçı Mustafa’nın başını çektiği isyanda görevden alarak IV. Mustafa Tahta çıkardılar; fakat Mustafa’nın tahttaki ömrü “on dört (14) ay” uzun sürmedi.

III. Selim İktidarında yapılan yeniliklerine direnen Yeniçeriler, sokaktaki halkı arkasına katıp Şeyhülislâm’dan fetva da alarak: “Gavur Padişah!.. Moskof oluruz, Fes giymeyiz! Nizam ı Cedîd olacağımıza Moskof oluruz daha iyi!..” diyerek sık sık ayaklanıyorlardı. III. Selim’den sonraki yenilikçi Padişah II. Mahmut Döneminde de aynı nakaratlar tekrarlanarak birçok kez yapılan yeniliklere karşı çıktılar. Din ve İslâm ile hiçbir alâkası olamayan, sadece hurafeye dayalı isyanlarını devam ettirdiler.

İsyancılar sokaklarda yakaladıkları genç ve masum Nizam ı Cedîd, Er ve Subaylarını ya kılıçtan geçiriyor veya boğazını keserek öldürüyorlardı… Yeniçeriler’in ellerinden kaçabilenler köşe bucaktaki evlere saklanıyorlar veya Rusçuk Ayanı’na sığınıyorlardı!.. Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa, yeniliklere açık ve Padişahı yürekten destekleyen bir paşaydı. Kendisine sığınan Nizam ı Cedîd Askerleri, isyancıların tahta geçirdiği IV. Mustafa’yı tahtan indirip, III. Selim’i tekraren tahta çıkarmak için, Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa’yı ikna etmeyi başarıyorlar…  

Yeniçeriler, Nizam i Cedîdcilerin ileride kendi yerlerini alacaklarını bildikleri için yeni kurulan bu Askerî Birliği kıskanıyorlar ve istemediklerini de Padişaha karşı ayaklanarak gösteriyorlardı!..

Rusçuk Ayanı Alemdar Paşa, kendisine sığınan birkaç Nizam ı Cedidciler ve 15 bin kişilik ordusuyla yola çıkıyor. Yolda Yeniçerilerle Ülemâ İttifakının Üyeleriyle isyancıların bir kısmı ve isyancı başı Kabakçı Mustafa, öldürülüyor!.. Alemdar Paşa’nın bildiği olayın asıl arkasında olanlar: Şeyhülislâm Topal Âtaullah Efendi, Sadrazam Hafız İsmail Paşa, Sadaret Kaymakamı Köse Musa Paşa; Kadı ve Bektaşî Tarikatı Mensubu Yeniçeri Ağaları, İbrahim Hilmi Paşa, … ve benzerlerine henüz dokunmuyor…

II.Mahmut

Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa’nın Saray’a hareket ettiğini duyan IV. Mustafa, tahtın tek varisi kalabilmek ve Alemdar’ı çaresiz duruma düşürmek amacıyla, Alemdar Paşa henüz gelmeden, amcası III. Selim ve kardeşi II. Mahmut’u öldürmeleri için cellatlarına emir veriyor. Bu sırada Kafes Sistemi ile kapatıldığı Sarayda her şeyden habersiz olan III. Selim, yanına gelenlerden şüphelenerek durumu kavradığından, kılıcını çekerek karşı koymuş; fakat orada parça parça edilerek, cesedi Sarayın avlusuna getirilip bırakılmıştır.

Alemdar Paşa, Arz Odasının Kapısı Önünde III. Selim’in cesediyle karşılaşınca gelişini açık etme hatasını anlayarak, hiddetle: “Başka kim varsa getirin?” deyince, Cevri Kalfası tarafından cellatlara atılan hamam külleriyle, cellatları oyalayarak, hamamın penceresinden zar zor kaçırılan Şehzade II. Mahmut, Alemdar Mustafa Paşa’nın önüne getirilince, hemen orada Padişah olarak ilan edilmiştir… II. Mahmut da buradaki ölümden kıl payı kurtularak tahtı kendisine sunan Alemdar Mustafa Paşa’yı Sadrazam ilan etmiştir…

Alemdar Mustafa Paşa iktidarda kaldığı üç aylık bu sürede Padişah’ın yeniliklerine karşı isyan başlatanları bulup hepsini öldürdü. Şeyhülislâm Topal Âtaullah Efendi, Sadrazam Hafız İsmail Paşa, Sadaret Kaymakamı Köse Musa Paşa; Kadı ve Bektaşî Tarikatı Mensubu Yeniçeri Ağaları, İbrahim Hilmi Paşa, … ve benzerlerini de tutukladı. Padişaha: “Bunları idam edeyim!” diye izin istedi ise de Padişah bu muamelenin “fazla sert” olduğu düşüncesiyle, Alemdar Paşa’ya izin vermeyerek tutuklananlar serbest kaldı; fakat bunlar, Âlemdar Mustafa Paşa’ya diş bilediler.

Bu arada Mısır Ayaklanması devam etmektedir. II. Mahmut, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın isteklerini kabul etmez!.. Hem ülkede yaptığı yenilikler hem de Kavalalılar ile çok uğraştı ise de bir çözüme kavuşturamadı!..

Alemdar Mustafa Paşa

Kavalalılar bu sırada İstanbul yakınlarına kadar gelmiştir… Tam o sırada II. Mahmut vefat eder. Yerine oğlu Abdülmecit geçer. O da yeniliklerden yana Batı taraftarı bir Padişahtır. En çok da tutucuların İstanbul’da çıkardığı isyanlarla ve henüz çözüme kavuşturulamamış Kavalalı Ayaklanmaları ile uğraşır… Tanzimat Fermanı’nı ilan eder.

27 Temmuz 1839’da beş büyük devletin temsilcileri, ortak bir nota ile Padişah Abdülmecit’ten Osmanlıların “Kavalalılar Konusunda” kendilerinin haberi olmadan herhangi bir fiiliyat yapmamalarını ve kendilerinin yapacakları girişimlerin sonucunu beklemelerini isterler…

İşte bu tavır ve durum, Osmanlının Batı’ya tam olarak teslim olduğu ve Osmanlının Avrupa karşısında itibarının kaybolduğu dönemdir!..

Osmanlı, İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya Temsilcileri tarafından “Londra Antlaşması” imzalanır. (15 Temmuz 1840). Bundan sonra gelen Padişahlar ülkeyi düzeltebilirler miydi?  -Evet! 

“Enderun Mektebi” nin eski eğitim sistemi bitmiş ve devlete sadakatle bağlı olarak yetişen süper beyinler azalmış ve olmasın gereken makam ve mevkilerde yoktur!..  Devleti, Şeyhülislâm Kadı ve Bektaşî Tarikatı mensubu Yeniçeri Ağaları’nın tavsiye ettiği veya dayatarak makamlara getirdiği cahil, çoğu eğitimsiz, siyasal İslâmcılar ele geçirmiştir… Halk Eğitimsiz!.. Körü körüne ve cahilce, bir din anlayışı hatta dinle, hiçbir alakası olmayan kara bir taassubun peşinde koşmaktadır!..

İmam Gazali’nin: “İslâm Dini: Akıl, mantık ve ilim dini değildir! İslâm Dini, itaat ve biat dinidir. Soru sorulamaz! Düşünce belirtilemez! Yorum yapılamaz! Ona sorgusuz sualsiz biat ve itaat gereklidir!..” düşünüşüydü. Bu anlayış ise ilme, ilerlemeye sed çekiyordu!.. Şeyhülislâm, Kadı ve Ulema da itirazsız, sorgusuz sualsiz, körü körüne itaatı kabul ederek icraat gerçekleştiriyorlardı… Bu görüş, cahil; fakat dindar görünümlü sözde ülemâ takımı ile Şeyh, Şıh, Seyyid, Cemaat, Tarikat, Tekke ve Zaviyedekilere ve onların mensuplarına büyük imkân ve paye sağladığından, onları vazgeçilmez kılıyordu…

Kavalalı Mehmet Ali Paşa

2000li yılların FETOCULARI gibi. “Ne isteseler veriliyor, Devletten istedikleri makama anında getiriliyorlardı!..” buna rağmen Türkiye’de 15 Temmuz 2016’da gerçekleştirilen “FETO Kalkışması” gibi ne isteklerin ne de ayaklanmaların sonu gelmiyordu!.. Bunlar da bu imkânı sonuna kadar kullanarak, dışarıdaki provokatörlerin de kışkırtmaları sonunda, meydana gelen ayaklanmalar, gün geçtik arttı. İmparatorluk birliğini koruyamadı!.. Avrupa’nın her alanda çok çok gerilerinde kaldı!..

Ordu Teknolojiden yoksundu… her yenilenmek istendiğinde Yeniçeriler ayaklanıyordu!.. Matbaa henüz Osmanlı Türkiyesi’ne girmemiş, Gazete basılamıyor; okuma oranı yüzde 2-3’tü!.. Yeniliklerin hemen hepsine “Gavur İcadı” gözüyle bakıldığından cahil halk, yapılan her yeniliğe itiraz ile ayaklandırılarak, Padişah’ın Sarayına yürünüyordu.

İmparatorluk Türkiyesi’nde gerekli sanayi kurulamıyor, ordu donanımı ve halk için gerekli teknoloji sağlanamıyor, Avrupa’ya yetişilemediği için hemen her savaş, Avrupalıların üstün teknoloji, silah, cephane ve üstün bilgileri karşısında kaybediliyordu. Birçok alanda yapılması gerekli ilerleme ve hamleler gerçekleştirilemiyordu!.. Ekonomi çökmüş dış borçlar ülkeyi sıkıştırıyor, hatta boğuyordu. Buna rağmen tahta yeni geçen her Padişah bir öncekinden daha kapsamlı birçok yenilik yapmışsa da halkı, yeterli ölçüde eğitemediklerinden hamleler başarısız kalmıştır…

Şeyhülislâm Ataullah Efendi

Islahat Fermanları, Duyun u Umumiye, Tanzimat Fermanı, Kapitilasyonlar, Saray tarafından yapılan aşırı lüks harcamalar; buna karşı asker ve bunların harcamaları için alınan iç ve dış borç ödenemiyordu!.. Son dönemin 110 yıllık iktidarında bulunmuş padişahlar, bu ağır yükten kurtulamadılar… Buna sebep: Çoğu genç ve dinamik, yenilikçi; reformist Avrupa’ya yetişmek isteyen Padişahlara rağmen,Devlet Yönetimini” işgâl eden; fakat Devleti bir adım ilerletmemek için direnen, ulema sınıfıdır. Bunlar, eğitim ve dinle zerre kadar ilgisi olmayan, batıl inanç sahibi, cahil, tutucu ve isyankâr güruhtur!.. İlme ve gelişmeye ve atılımlara sed olmuş devleti ilerleme ve gelişmeden alıkoymuşlardır.  Sorgulama, itiraz etme! İtaat et, düşünüşüyle yetişmiş, gruplar  olup yaklaşık altı yüz elli (650) yıllık İmparatorluk Türkiyesi’nin yıkımını hazırlamışlardır; çünkü:

Şair Fuzûlî’nin de söylediği gibi. Dokuz Akçelik maaşını almak üzere evkafa gidince, bürokrasiyi, yozlaşmayı, rüşveti ve devletteki çürümüşlüğü görür, durumu anlatan, eleştiren “Şikâyetneme” adlı şiirini Padişaha arz edişinde söylediği gibi:

 “Selâm verdim rüşvet değildir, deyü almadılar,

Hüküm gösterdim, faydasızdır deyü itibar etmediler.” (Padişah’ın bile hükmü “Ferman” geçmediği devre şahit oluyoruz…) Başka bir kıssada ise şöyle deniliyor:

“Devlet i âli Osmaniyye’de terfi ve temayüz:


İlim ve irfan ile olmaz!

Ya olacak kuvvetli iltimas,

Ya olacak madeni has,

Ya da olacak ten ile temas.” Kıssa, durumu izah etse de Türkiye, bundan farklı mıdır?..

Yenilikçi Padişahlar bu sebeple: Çarşafı yasaklamış, Kılık Kıyafetti değiştirmiş, Sakalları kesmiş, Rakı Fabrikası kurmuş, birçok Okullar (İlk, Orta, Lise, Yüksekokul) açmış, Kız ve Erkeğin aynı sırada oturmasını sağlamış, İlköğretimi okumayı mecburi tutmuş, Orduyu yenilemiş, Hukuk, Tıp, Maliye Baytarlık, Mühendis okulları açmış; fakat dış ve iç borçların altında ezilmişler, vatandaşlarını bu ülemâ sınıfının dinî taassubundan kurtaramamışlardır… İmparatorluk Türkiyesi, refah düzeyi, eğitim ve teknoloji bakımından, Avrupa seviyesi veya onu aşan hamleleri gerçekleştirememiştir.

1808 - 1839 II. Mahmud (İnkilâpçı , Gazi) 31 yıl tahtta kalmıştır.

1839 - 1861 Abdülmecid (Tanzimatçı, Gazi) 22 yıl tahtta kalmıştır.

1861 - 1876 Abdülaziz (Bahtsız, Şehit ) 15 yıl tahtta kalmıştır.

1876 - 1876 V. Murad (Deli) 93 gün tahtta kalmıştır.

1876 - 1909 II. Abdülhamid (Gazi) 33 yıl tahtta kalmıştır.

1909 - 1918 V. Mehmed (Reşat) 9 yıl tahtta kalmıştır.

1918 - 1922 VI. Mehmed (Vahideddin) 4 yıl tahtta kalmıştır.

1922- 1924 II. Abdülmecid (Son Osmanlı Halifesi) 2 yıl olarak taktta kaldığı, tamı tamına. Yüz on (110) yılık saltanatlarında, Osmanlı İmparatorluk Coğrafyası I. Dünya Savaşı ile yanında yer aldığımız Almanya’nın (23 Mayıs 1915)’te savaşa girmiştir. Almanya’nın yenilmesiyle birlikte Sevr Antlaşması'nı imzalamak üzere Paris Barış Konferansı'na gönderilen Osmanlı Heyeti içinde:

Damat Ferit Paşa,

Şura-yı Devlet Reisi Rıza Tevfik Bölükbaşı,

Maarif Nazırı Bağdatlı Mehmed Hâdî Paşa ve

Bern Sefiri Reşat Halis Bey yer alıyorlardı. “Sevr Anlaşması”nın imzalanmasıyla ülkenin hemen bütün toprakları işgâl edilmiştir…

Bu arada memleketi kurtarmak isteyen Osmanlı İmparatorluk Coğrafyası mensuplarında şu üç fikre sarılanlar çıkıyor:

1.Osmanlı Birliği (Osmanlıcılık)

2.İslâm Birliği (İslâmcılık)

3.Türk Birliği (Türkçülük)

Bunlara sarılanlardan sadece Türkçüler: Anadolu’da başlattıkları Millî Mücadele ile Kuvayı Milliye ruhu bir araya gelerek, Türk Birliği’ne sıkı sıkıya sarıldılar. Padişahın adamları tarafından imzalanan ve kabul edilen “Serv Antlaşması” nı Parçalayarak, Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmayı başarabildiler (29 Ekim 1923) …

Osmanlı Halifeliği Türkiye Cumhuriyeti Döneminde devam etmiş ve (1922- 1924) II. Abdülmecid (Son Osmanlı Halife) 2 yıl tahtta kalmıştır. Halifelik hiçbir şekilde kaldırılmamışsa da son Son Halife’nin yurt dışına sürgün edilmesi ile o müessese de bugüne kadar yok hükmünde görülmüştür…

Kısaca bu Dinî Taassup (Siyasî İslâm) körü körüne itaat, tabiyet ve biat usulü, hem Selçuklu Devletini hem de Osmanlı İmparatorluğunu parça parça etmiştir… Son Padişah Vahdeddin de “Serv Antlaşması” ’nın paylaştırdığı bu haritayı ve yenilgiyi kabul etmiştir!.. İngiliz Generaline, İstanbul’un anahtarının gülerek teslim ettiği videoyu, üzülerek izlemeğe devam ediyoruz!..

İşte bu teslimiyetle, biz her şeyimizi kaybettik!.. Çekildiğimiz topraklarda, Hicaz, Yemen, Mısır, Suriye’de esir olan kardeşlerimiz toplama kamplarına götürüldüler. Yunanistan, Makedonya, Sırbistan, Karadağ, Arnavutluk…vb. gibi yerlerden binlerce vatandaşımız göç yollarında ve esir kamplarında telef oldu!..

Aslında savaşta yenilmemiştik; fakat Almanlar’la birlikte yenilmiş sayıldığımızdan bütün topraklarımız işgal edildi… Atatürk gibi bir öncü ve onun arkadaşları kadar kahraman, yiğit Türk evlatları olmasaydı, teslim olup arabasına binerek giden, Padişah gibi olur, bizi de toplama kamplarında zincirlerle bağlar, en vahşi bir yaratıkmışız gibi ölüme mahkûm ederlerdi!..

Bugünün Türkiyesi’nde Anlaşmaya Varılacak!..

Fikirlerimiz ayrı olsa da hepimiz kardeşiz. Farklılıklarımızı bir zenginlik olarak görüp kucaklaşacağız. En erken zamanda da seçime gideceğiz. Yaklaşık 75 yıldır, Siyasî İslâm Söylemleri ile halktan oy alıp, şu anda iktidarda bulunanlar bizi yönetiyor… Hatta buna seksen (80) yıl diyebiliriz. İşte rakamlar ve ispatı:

Menderes                     : 10 Yıl


Demirel                        : 30 Yıl

Milliyetçi Cepheler     :   5 yıl

Özal                              : 15 Yıl

Erdoğan                       : 20 Yıl

Toplam             : 80 Yıl’da ne dünya birincisi, ikinci veya üçüncü sırada yer alamamışız…

Bugün ise bütün varlıklarını satmış, gelir garantili Hastane, Hava Limanı, Tüp Geçit; Oto Yol, ve  en ağır vergileriyle torunlarına kadar borç batağına batmıştır. Türk Lirası’nın değeri düşmüş, Kamu Arazileri Yağmalanmış, Fabrikaları Talan edilmiş, Sahilleri Yabancılara Peşkeş çekilmiş, Halkı 36 Etnik Gruba ayırmak için ne varsa yapılmıştır.

“İllet, zilet şer”; …vb. ağza alınmayacak kelimelerle birbirlerine saldırıp hakaret etmeler, siyasetçiye ve makamlara yakışmıyor… Siyaseten gruplara bölünmüş olan ülkenin, yöneticilerinin ülkeyi 36 etnik gruba da bölmeden, iktidarı diğer kardeşlerine devretme zamanı gelmiştir…

İktidarı devralanlar: Gelirlerdeki dağıtım adil bir şekilde gerçekleştirilecek. Tahsil seviyesi yükseldikçe maaşı artacaktır.  Ön Lisans, Lisan, Yüksek Lisans, Doktora; Doçent; Profesör seviyesindekiler de kariyer süresinin Yılı Oranında ilave ücret alarak, bu sisteme tabi olacaklardır!.. Hizmet yılı, başarı ibresi, liyakat, uzmanlık alanlarına göre değerlendirilecek ve maaş alacaklar… Halk, işçi, memur, esnaf, tacir,…vb. üstüne yüklenen vergilerden tamamen arındırılacak! Çok kazanandan çok, az kazanandan da az vergi esası getirilecek!.. Özelde çalışanlarla, aynı zamanda iş verenlerin karşılıklı olarak hakları korunacak!

En başta Üniversite Hocaları; Milli Eğitimdeki Okulların Yönetimi: Okul Müdürü ve Yardımcıları, Rektör, Dekan, Enstitü Müdürü ve Yardımcıları, seçimlerini okullar gerçekleştirecek… Bunların Maaşları Milletvekili Maaşlarından daha fazla olacak; veya harcamalar için açık çek sistemi getirilecek!...

Adalet, Eğitim, Maliye, Sağlık, Tarım, …vb. politikalara yeni çözümler getirilecek!.. Okumuş tahsil yapmış kalifiye elemanlar, sadece kendi branşlarında değerlendirilerek verimli hale getirilecek. İşsiz hiçbir genç kalmayacak! Böylece gençlerimizin yurt dışına çıkışı da önlenecek!

Adaletin olmadığı yerde hiçbir işin normal yürüyemeceğinden hareket ile buna bağlı olarak da bütün sistem, yeniden gözden geçirilecek. Denetleme, teftiş ve yaptırımlar konacak… Her kurumun, kendi kendini denetlemesi, kendi yöneticisini belli kıstaslar dahilinde kendilerinin seçmesi de hizmetteki verimi oldukça artıracaktır!..

On sekiz (18) yaşını geçmiş bütün vatandaşlara sigorta sistemi getirilecek!

İnsanlarımız Devletin Garantisi altında olarak kendilerine GÜVEN duyacaklar. Hastalandığında Sosyal Güvenlik Kurumundan yararlanması için Özel ve Devlet Hastanelerinde yaralanmaları ücretsiz ve engelsiz olacak!.. Randevu Alma Sistemi hastayı öldürmek için değilse herhalde “Felç Etmek, hatta kötürüm duruma düşürmek için mi konmuş?..” Randevular iki, üç ay sonrasına veriliyorsa hasta ölsün deniliyor demektir…Bacak kemiği kopma noktasına gelmiş bir hastaya rontgen filmi çekimi için bir ay sonrasına gün verilemez!.. Bu “Sitem” derhal değiştirilmeli. Anında muayene sistemine geçilecek ve telefonla randevu alan kişi ve hastaneye önce gelmiş kişi sıralamasıyla hasta muayeneleri, yapılmalıdır … ADALET kesin olarak ülkede oturtulacak!..

Bugünkü Kazakistan’ın 30 yıllık kazanımı sonrası gelinen noktada, gözlerimiz artık açılmalıdır: “Su uyur, düşman uyumaz!” sözü adeta bizim için söylenmiş. Bu ibretlik, ders verici hadise olmalıdır!.. Topraklarını Bağımsızlık Savaşı vererek, birçok kırımda, ölerek kazanmış Kazaklar, Ruslar’ın yeniden mi kölesi olacak?..

Bunu biz ister miyiz?

Kurtuluş Savaşı vererek zor güç bela kurtardığımız bu kutsal vatan topraklarının 36 etnik gruba bölünmüş, halkının sürülmüş; kan, göz yaşı ve çaresiz çırpınış ve ağlama sesleri ister miyiz? O zaman karşılıklı farklılıklarımızı bir tarafa bırakarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ve gelecek seçimi kazanacak olan Türkiye halkına kim gelirse gelsin yönetimi, tereddütsüz devredeceğiz!..

 

16 Kasım 2021 Salı

KAVALA OLAYI, SON OLSUN! Abdullah Çağrı ELGÜN

KAVALA OLAYI, SON OLSUN!

Abdullah Çağrı ELGÜN

Terkib-i Bend -Ziya Paşa


Ziya Paşa
(Tanzimat Dönemi Sanatçısı)

Pek rengine aldanma felek eski felektir.
Zîrâ feleğin meşreb-i nâ-sâzı dönektir!..

 

Yâ bister-i kemhada ya viranede can ver.
Çün bay u gedâ hâke beraber girecektir.

 

Allah`a sığın şahsı halimin gazabından.
Zîrâ yumuşak huylu atın çiftesi pektir…

 

Yakdı nice canlar o nezâketle tebessüm.
Şîrin dahi kasdetmesi cana gülerektir!..

 

Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma?
Zer-dûz palan ursan eşek yine eşektir!..

 

Bed-mâye olan anlaşılır meclis-i meyde.
İşret güher-i âdemi temyize mihektir.

 

Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir,
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir!..

 

Nâ-danlar eder sohbeti nâ-danla telezzüz.
Dîvânelerin hem-demi dîvâne gerektir!..

 

Afv ile mübeşşer midir ashâb-ı merâtib.
Kânûn-ı ceza âcize mi hâs demektir.

 

Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efrâz.
Birkaç kuruşu mürtekibin câyı kürektir…

 

Îmân ile din akçadır erbâb-ı gınâda.
Nâmus u hamiyyet sözü, kaldı fukarada…

Osman KAVALA Olayı

İstiklâlimiz ve İstikbalimizi tehlikeye açık bırakmak akla ve mantığa uymaz! Kavala Hadisesi Uluslararası bir Problem haline geldi… Avrupa Devletleri’nin Elçilerinin ülkeden kovulması ve istenmeyen Adam ilan edilmeleri ile “Güçlü ve Otoriter Devlet” olduğumuz da ortaya çıktı!..

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde bürokratların: “Ne şiş yansın ne kebap!” mantığı ile hareket ettiği, mevcut kanunlara göre değil, “Aman yukarıdaki ne der?” siyasetçi korkusu ile insiyatif kullanamadığı da açıkça görüldü!..

Adaletin işlemediği, yolsuzluklara engel olunamadığı, enflasyonun düşürülemediği, işsizler ordusuna üniversitelerini yeni bitirmiş aydın ve dinamik geçlerin katıldığı, öğretmen, doktor, hemşire, İmam; ve EYTlilere vaad edilen sözlerin sürekli olarak ertelendiği, TL'nin değeri düşerek son birkaç yılda 1.TL’nin 12 EURO; 1, Dolar’ın 10.TL’yi geçtiği, halkın alım gücü yok olduğu döneme girilmiştir…

Halk kendisine yüklenen ÖTV, KDV, Gelir vergileriyle bunalmıştır. Elektrik, Gaz ve Suyun neredeyse bedava olduğu çoğu ülkelere bakıldığında, Türk Halkı yolunacak kaz olarak görülmüştür.

Dövize bağlanarak halkın sırtından soyulan gömleğin, iç çamaşırın vergileriyle ödenen “Gelir Garantili” yatırımlar toplumun büyük kesimini felç etmiş belini bükmüştür!..

“Göçmenler” meselesi ayrı bir yaradır. “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” çökmüştür! Acil olarak eski siteme dönüş bir elzemdir.

Türk Halkının üstüne üstüne gidilmektedir. Bu ise halkı huzursuzluğa, kargaşaya ve her an patlayacak bir bombaya dönüştürmüştür! Hükümet bunu mu istenmektedir?.. Maksat nedir?..

“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ile işlerin daha hızlı ve pratik çözüleceği düşünülürken, bugün tam çıkmaza girdiği ve yürütülemediği; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminden çark ederek Sistemin eski rotasına döndürülmesinin kaçınılmaz ve elzem olduğu ortadadır.

Yurda Yerleşen Göçmenler Kırizi

Hiç şüphesiz Türkiye ne II. Mustafa (1695-1703 zamanında 1699 Karlofça Antlaşması ile başlayan Gerileme Devrinin Yönetimi ne de Hasta Adam ilan edildiği III. Selim (1789-1807) ile başlayan günlerdeki gibi arızalı değildir!.. Bununla birlikte 2013’te yaşanan Büyükelçilerin karşılıklı olarak istenmeyen adam ilan edildiği dönemin Faturasına bakarak, gelecekte çıkabilecek Faturayı ödeyip ödeyememe gücümüzü hesap edebiliriz. Rusya’nın düşürülen uçak Krizini unutmak ise büyük gaflet olur…

ABD’nin Papazı’nı derhal hapisten alıp serbest bıraktığınız gibi kuyruk dik durmamaktadır… Kavala’nın derhal serbest bırakılmasını isteyen on (10) ülkenin Büyük Elçilerinin: ABD, Fransa, Almanya, Hollanda, İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka, Kanada ve Yeni Zelanda diplomasi kaidelerinden uzak mektubu, tam bir efelenme, kabadayılıktır!.. Bu mektubu Devletlerinden izinsiz, irtibatsız, Büyük Elçiler kaleme alabilir mi?

Mümkün değil!

O zaman bu devletlerin başkanlarının istişare ile “ortak” bir bildirisidir.

Öyleyse?..

Susup bekleyecek miydik?

Elbette hayır!..

Millî haysiyetimize yakışan cevap verilecek; ama bütün ipleri kopararak olmamalı… Diplomasi, ve arabuluculuk motoru çalıştırılmalı idi. Hâlâ bu konuda diplomatik ikna yönteminden vaz geçilemez!..

Gereken cevap muhataplarca alınmıştır; ancak Batı bunu: yeyip içip, yutmayacaktır!..

Avrupa’da beş (5) hatta 6-7 milyon aktif çalışan ve iş yeri sahibi olmuş insanlarımız var! Diplomatik çözümleri geri ardı ederek Avrupa’nın bizden bekledikleri ve bizim Avrupa’dan taleplerimizi gözardı ederek bunca kazanımlarımızı heba edemeyiz… Her iki tarafın da birbirlerine ihtiyacı var!..

Avrupa bu olay üzerine bizim yaptığımızın aynısını yapabilir mi?..

İçeride ve dışarıda bunca problemle boğuşurken bir de Avrupa ile kapışmak aklı ve mantığı bir kenara bırakmak olur!..

Bugün özellikle Suriye, sonra İran, Irak, Göçmenleri ve Afganistan hatta yarın Çin’den gelebilecek Uygur Göçmenleri Türkiye’nin kırılgan ekonomisi hesaplanınca, zarar ve kârın hesaplaması yerinde olacaktır.  

Ayrıca siyasî, Diplomatik bir araç varken, bütün bu çıkmazlara ve bataklığa saplanıp kalamayız. Bu işi halletmenin başka başka yolları da var!.. Onları A,B,C Planları gereğince aranmalıyız.

En büyük temennimiz: Kavala olayı son olsun!

İki Dönemdir Seçim vaadleri ile halka verilmiş olan sözler ERTELEMEDEN tez vakitte yerine getirilsin!

Bütün ülke halkı için kalıcı çözümler getirecek:

TAHSİL YILLARI, ÖNCELİK SIRASI, MESLEK RİSKLER, KARİYER, YABANCI DİL BİLME, HİZMET YILLARI, DENEY ve TECRÜBE, ÜNVANLARIN VERİLMESİ, (adama göre iş değil; işe göre adam) kıstasına göre Kurumların kendi yapacağı sınavlar ile işe alım ve atama modeli ile yerinde tesbit, “Geçinebilme Standarttı ile başlayan ve artarak devam eden ücret” açısından değerlendirilmelidir…

21 Ekim 2021 Perşembe

İMAN GAZALİ ve İBNİ RÜŞT; Abdullah Çağrı ELGÜN

İMAN GAZALİ ve İBNİ RÜŞT

Abdullah Çağrı ELGÜN

İslâm dünyası uzun bir Ortaçağ'ın içinden büyük acılar ve sancılar içinde kıvrana kıvrana geçiyor. Bu dönem, bin (1.000) yıla yayılan uzun, acılı ve kanlı bir çağdır. Bu çağda Mazlum ve mahsun Müslümanlık Dünyası sadece bu fikirlerin etkisinde olmakla bu bin yıllık dönemde, bin yıllık kavgada büyük acı yaşamıştır.

İmam Gazali'nin (1058-1111) Bağdat Nizamiye Medresesi Müderrisliğini terk edip, Mekke'de iman tazeledikten sonra, İslâm'da içtihat kapısını kapatmasıyla başlayan karanlık bir bin yıldan bahsediyoruz...

İmam Gazali'nin ünlü risalesi: 'Tehatüful Felasife' yani "FelsefeninTutarsızlığı" adı ile yazdığı kitap ile başlattığı "Tutuculuk Çağı"... Kutsal kitaplar dışında, hiçbir eser, insanlık tarihinde bu kadar etkili olmamış ve trajik sonuçlar yaratmamıştır...

İslâm dünyasının yükselişini sonlandıran, bilimin ve felsefenin kâfirlik sayıldığı, insan aklının teslim alındığı büyük gericilik dönemi işte bu bin (1.000) yıldır!...

Aklın değil "Nakledilenlerin" esas alındığı bu kitap ile başlayan yıllar. Doğu Dünyasının ilk Siyaset Bilimi Kitabı olan "Siyasetname" 'nin yazarı ünlü Selçuklu Veziriazamı Nizamül Mülk'ün saraya davet ederek, Sultan Sencer'e danışman yaptığı Gazali: Ümmeti soru soran, eleştiren, itiraz eden bir kütle değil, itaat ve biat eden ve teslim olan bir topluluk olarak tanımlıyor...

Gazali sadece günümüze kadar gelen egemen İmam Hanefi’nin ortaya koyduğu Sünnî Teolojisini (Hanefi Meshebi) kurmuyor, İmam Şafii'nin de Şia öğretisi (Şafi Meshebi ) üzerinde müthiş bir etki sağlıyor... 

İçtihat (yorumlama, yeni kural koyma, yeni hedefler gösterme) kapısını kapatarak dinin akla ve bilime göre yorumlanmasının ve çağa uydurulmasının önünü kesiyor... Onu donduruyor ve böylece İslâm dinini insanlığın tarihsel yürüyüşünün önünde, ilerlemesini durduran demir bir perdeye, çelik bir sura dönüştürüyor!.. 

İmam Gazali: İbni Sina'yı, Farabi'yi Kafirlikle suçluyor. İmam Gazali'nin öğretisi, bugünün geri ve Batı'nın kölesi olan İslâm Dünyasını yaratan en geri ve en yobaz bin (1.000) yıldır terkedilemeyen ve yönetenlerin işini kolaylaştıran en katı anlayıştır...

İmam Gazali'ye en büyük itiraz yine İslâm dünyasından Hanefi-Sünni öğretisinin içinden gelmiştir.

'Doğu'nun en büyük âlimlerinden, felsefeci ve yorumcu İbni Rüşt (1126-1198) Gazali'yi İspanya, Endülüs'ten eleştiriyor ve onun görüşlerini mahkûm ediyor. Aynı zamanda Kordoba Kadısı olan ve İspanya, Endülüs Sultanı Yusuf'a danışmanlık yapan İbni Rüşt:

"Bilimin ve felsefenin kâfirlik olamayacağını, insan aklının özgür bırakılması gerektiğini, dini kuralların akıl ve mantıkla çelişmesi halinde akla göre yorumlanmasının doğru olacağı..."  görüşünü savunuyor; çünkü diyor İbni Rüşt:

"İnsan aklı da Allah vergisi bir yetenektir!" ve bu nedenle akla uygun olan, nakle (kutsal söz, vahiy) Kuran'a da aykırı olamaz!..

İbni Rüşt Kurtuba'da (İspanya'nın bugünkü Kordoba kenti) Gazali'yi eleştiren ünlü reddiyesi: 'Tehatüfül Tehafül' yani “Tutarsızlığın Tutarsızlığı”  adlı kitabını yazıyor...

İbni Rüşt, felsefenin ve felsefecilerin gerçeğin bilgisine ulaşmanın yolunu açtığını, tutarsızlığın buna karşı çıkmak olduğunu söylüyor.

Bu yazılı tarihin en önemli ve en büyük polemiklerinden biridir. İbni Rüşt, bu tartışmayı entelektüel ve felsefi düzeyde kazanıyor; ama siyasal planda kaybediyor; çünkü İslâm dünyasının Sultanları, Halifeleri, Şeyhleri, Tarikatları, Cemaatleri körü körüne biatı, itaatı ve teslimiyeti savunan Gazali'yi destekliyorlar. İbni Rüşt ise unutulmaya terk ediliyor...

Bugüne de öyle değil mi?..

Seçenlerin seçilmişlerine, Parti üyelerinin Parti liderlerine, memurıun amirine, işçinin patronuna körü körüne, sorgusuz sualsiz, itiraz etmeden, sorgulamadan biatı, söz söyletmemesi ve tabi olması, bu gelenek ve öğreti sebebiyle bizleri ve İslâm Dünyasını etkilemeye, ezmeye, ufalamaya ve geri kalmışlığa mahkûm ediyor.

Antik Çağ Grek bilimi ve felsefesi uzmanı olan, Aristo'dan Platon'a kadar çok sayıda felsefe ve bilim insanının eserlerine yorumlar yazan, onlara şerhler düşen İbni Rüşt'ün kitapları Latinceye çevriliyor.

Batı, unuttuğu Antik Çağın bilim insanlarını ve felsefecilerini, yeniden İbni Rüşt'ün eserlerinden öğreniyor... Bu eserler Arapçadan Latinceye çevriliyor ve Batı'da Rönesans'ı başlatıyor. Batı İbni Rüşt'ün, (Araştır, Sorgula, İtiraz Et!..) Doğu yani İslâm Dünyası ise İmam Gazali'nin (Araştırma, Sorgulama, Biat Et!..), öğretisinin yolundan gidiyor… 

 

Bu sebeple: İbni Rüşt, uzun bir zaman dilimi boyunca Orta Çağı yaşayan Doğu'da, 21. Yüzyılda bile FETO, İran Humeyni, Taliban, Suudiler, İŞİD Rejimi ve Örgütlerini Yaratan İslâm Dünyasında, sadece bir yerde, Türkiye'de kazanıyor!..

Bu topraklarda gerçekleşen 1908 Jöntürk ve 1923 Cumhuriyet Devrimlerinin tarihî ve felsefî anlamı budur.

İbni Rüşt

İmam Gazali'nin takipçileri yaklaşık yüz yıldır, son çözümlemede birer halkın aydınlanma hamlesi olan ve insanlık tarihinin ileri ve atılımcı kazanımları olan Atatürk ilke ve İnkılâplarını ortadan kaldırmaya, Atatürk'ün: "En hakiki mürşit ilimdir, fendir!" hakikatini. gölgelemeğe ve üstünü perdelemeye, insanlığın, "Araştırma, Sorgulama, İtiraz Etme!.."  hakkını elinden alarak, biatı, köleliği ve sorgusuz sualsiz itaati emrederek, serbest düşünme, din ve vicdan hürriyetini yok etme, dayatma ve “ille de benden olacaksın şartlanmışlığını devam ettirmeğe” çalışmaktadır...

Bugünkü siyasal kavgaların temelinde bu bin (1.000) yıllık anlayış yatıyor.

Kumandayı ele alarak geminin dümenine geçen ve gemiye yön vererek yürüten ve bu  öğretisiyle, toplumun büyük bir bölümünü  teslim alan bu akıl ve bu kavgadır. 

Bu mücadele,  tam yedi bin yıldır bu topraklarda yaşamaya devam eden, insan soyunun ve aklının özgürleşmesi mücadelesidir...

AKP gericiliği İslâm'ın yakın zamandır süren Ortaçağı içinde, sadece bir sonuçtur. Elbette tarihin akışına, insan doğasına, akla ve bilime karşı savaşanların uzun vadede kazanması imkânsızdır; ancak bilinmelidir ki, gericilik geçici de olsa (kısa vadede) amaçlarına ulaşabilir. Toplumu bir önceki çağın değerlerine yeniden iade edebilir. İran, Pakistan ve Mısır'ın acıklı serüvenleri bu olabilirliği, bütün boyutlarıyla gözler önüne seriyor.

İşte bu sebeple, II Mehmet'ten sonra Atatürk'ün de uyguladığı Din ve Devlet işlerinin bir birinden ayrılması ile gerçekleşen modern Türkiye'de İmam Gazali'nin bir kez daha kazanmasına izin vermemek gerekiyor...

29 Mart 2021 Pazartesi

NELER OLDU, NELER OLUYOR? Abdullah Çağrı ELGÜN

NELER OLDU, NELER OLUYOR?

Abdullah Çağrı ELGÜN

Son günlerde Türkiye’nin gündeminde “Anayasa Değişikliği” var! Eski Anayasada eksik olan ne var? Getirilmek istenen “Yeni Anayasada” nelerin olması isteniyor? 

16 Ocak 1998 yılında Refah Partisinin (RP), Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasıyla “Millî Görüş”  2002 yılında “Adalet ve Kalkınma Partisi” AKP adı ile partileşerek, 22 Temmuz 2002 seçimleriyle 365 milletvekili çıkararak tek başına iktidara geldi.

AKP Hükümetinin iktidara gelir gelmez uğraştığı konuların başında “Anayasa” yatıyordu. AKP, İnsan Hakları Mahkemesi’nin de baskısıyla, “Devlet Güvenlik Mahkemelerini” kaldırarak işe başladı. Her iki üç ayda bir “Anayasa”da değişiklikler yaparak “1982 Anayasası” 2002 yılından 2021’e kadar geçen AKP iktidarı döneminde, yirmi (20) yılda, on üç (13) kez değişikliğe uğradı…  

Devleti soyulabilecek muz kabul eden taraf; ve kim tarafından idare edilirse edilsin, hiç de umurunda olmayan taraftarlar; ancak ve sadece, seçimden seçime sandık başına gidip oy verdiği “seçim”i demokrasi zannetti… Aldığı iaşe, market kartı, aş evlerinden gelen hazır yemek, kışlık yakacak odun ve kömür; köylerden tarımdan koparılarak şehre getirilmiş ve maaşa bağlanmış binlerce seçmen… Nasıl olursa olsun, nasıl yönetilirse yönetilsin asla umurunda olmayan, umursamayan neme lazımcı bir halka dönüştürülüverdi…

Eskiden komşusundan borç almaktan utanan, karakolun önünden geçerim diye ürken, arlanan, böyle bir durumu namusuna leke sürülmüş sayan bu halk, sadece mahkeme kapılarında değil hakim ve savcı huzurunda, birbirlerine saldırır birbirlerini döver oldu…

Evde kullandığı en temel eşyalarını denetime gelen belediye görevlileri, Fak Fuk Fon Memurlarından kaçırarak maaş bağlanması ve ihtiyaçlarının sağlanması için utanmadan ve sıkılmadan komşularının gözleri önünde anbara, kilere, bodruma, odunluğa kilitleyerek denetim memurlardan kaçıran, aç gözlü, çıkarcı, yağmacı, arsız ve iki yüzlü ve bayağı seviyesizliğine geriledi!..

Bu halk sayesinde, rant getiren ve devlete ait en gözde ve can alışı kurum, kuruluş, en gözde arsalar, en can alıcı bina ve tesisler, fabrika, deniz sahilleri ve bunlara ait bütün tesis ve yan kuruluşlar, birlikler; herkesin gözleri önünde parsel parsel “Doğrudan Temin” veya “İhale” edilerek yandaşlara satıldılar. Kimsenin gıkı çıkmadı, iyi mi?..

Sonunda satılan bu tesislerin yerlerinde bilmem kaç kez el değiştirilerek birbirlerine satılmış arsalarda kurulmuş mahalleler, villalar ve yükselen gökdelenler görüldü…

Üniversite mezunları işsiz, fabrika çalışanları ekmeksiz kaldı… İşsizlik sayısı kayıtlı on milyon, kayıtsız on beş milyona yaklaştı…

Dolar 1.40. Kuruş’tan 8.TL’ye, EURO 1.12.Kuruş’tan 10.TL’ye çıktı. Kimsede ses yok!.. Vatandaş ekmeğe muhtaç! Esnaf aç, işsizlik diz boyu; fakat halk çok memnun olmalı ki her defasında bu yönetim, tekrar tekrar iktidar oluyor… Şaşırmıyor musunuz?..

Devletin bütün ihalelerini, “Doğrudan Temin Yoluyla” yandaş beş şirkete veren; bu şirketin kodamanlarına, vatandaşın anasına avradına küfrettiren; vatandaşın geçmediği köprüye, tünele, otobana; gitmediği hastaneye, haberi olmadan para ödeyen; halkın her aldığı gıda maddesi ve ihtiyaçlarına, otomobil ve diğer araçlara: KDV, ÖTV. GELİR VERGİSİ, KATMA DEĞER…vb. adlarla vergi üstüne vergi bindiren; kendisini donuna kadar soyan; kişileri tekrar tekrar iktidar sahibi yapıyor!..  Bunda bir gariplik yok mu?..

Eskiden hiç olmazsa “üçüncü dördüncü el”, iyi kötü bir araba alabilecek olan orta halli halk halk ortadan kayboldu!.. Bugün ufak memur, esnaf, vatandaş araba almak şöyle dursun, yakınından geçemiyor!.. Otomobiller ev fiyatlarını çok çok gerilerde bırakmış… Bunun adı da. “İyi Yönetim (?!.)” oluyor!.. Düşünebiliyor musunuz?..

Kısa bir fıkra:

“Stalin, “Komünist Parti Polit Büro Kurmaylarıyla” soğuk bir gece toplantında “Siyasî Gündem ve Halk Yönetimi” konuşuyorlarmış. Aralıklarla da masada bulunan “Rus Votkası” içiliyormuş. Herkesin çakırkeyif olduğu bir sırada Stalin, kadehinden son yudumu aldıktan sonra, masaya vurarak herkesin dikkatini kendisinde toplayarak kurmaylarına:

“Halkın, yönetime kayıtsız şartsız itaati ve liderin her dediğini onaylanması nasıl sağlanır?..” demiş.

“Çakır keyif halindeki kurmayları bir bir atılmışlar ortaya:

-Disiplin ve sertlik!

-Adalet ve eşitlik!

-Sürgün ve haklardan tam mahrumiyet!

Kimisi de:

-Kurşuna dizme, toplu katliamdan bahsetmiş!..

Stalin, bu cevapların hiç birisinden memnun kalmamış…

-Tez, bana canlı bir tavuk bulup getirin. Demiş…

Hemen tavuk bulunup getirilmiş.

Kurmaylarının şaşkın bakışları arasında tavuğun tüylerini, bağırta bağırta yolmaya başlamış. Tavuk çırpınarak, cıyaklamaya ve Stalin’in elinden kurtulmaya çabalarken, çırıl çıplak kalıvermiş…

Tüyleri tamamen yolunup, çırılçıplak kalan tavuk, üşümüş tabi…

Stalin, tavuğu bu haliyle dışarı bırakıvermiş ve kurmaylarına dönerek:

-Şimdi dikkatle tavuğu izleyin. Bakalım nereye gidecek? Demiş.

 

Zavallı tavuk, bu azaptan kaçıp kurtulayım diye can havliyle bırakıldığı yerden koşarak uzaklaşmağa başlar; fakat dışarıdaki soğuk daha beterdir… Tir tir titremeye başlar. Masaların altında ısınacak yer arar, Koşar, duvar diplerine saklanmak ister; fakat nafile!..

Tüysüz, teleksiz vücudu, kanatları, yara bere içinde kalır...

 

Şömineye doğru gelir, yaklaşır tüysüz derisi kavrulur...

Tavuk çar naçar biraz önce tüylerini yolan Stalin’in bacakları arasına girip sığınır… Stalin, cebinden bir avuç yem çıkarıp birer birer tavuğun önüne atar. Stalin’in elinden yemlenen tavuk, artık o, nereye yönelse, ardından gider...

Manzarayı hayretler içinde izleyen Kurmaylara dönen Stalin, gevrek gevrek güler ve şöyle der:

-Gördünüz mü?

Halk dediğiniz topluluk da bu “tavuk” gibidir… Tüylerini yolup al ve serbest bırak! O zaman, onları bir avuç yemle yönetmek, mümkün olur!”

Bir başka liderin de kendisini “çoban” halkı da “koyun”a benzettiğini günümüz basın ve yayın organlarında gürül gürül konuşurken dinlememiş miydik?..

 

Bu olay ne kadar doğru, bilmiyorum; ama bildiğim bir şey var ki; tarih boyunca bütün diktatörler, masum halk kitlelerini, hep tüyleri yolunacak tavuklar gibi görmüşlerdir. “Tüyleri yolunur. Kendilerinden başka sığınılacak bir merci bırakılmaz!..” Kendileri ve etrafı da, “Karun” kadar zenginleşirken, halka da ufak tefek ulufeler verilerek “itaati" sağlanır…

Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasası’nın İlk Dört Maddesi:

“Mad 1.Türkiye Devleti, bir Cumhuriyettir!..

Mad.2. Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.

Mad.3.Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağının şekli, kanunda belirtilen, beyaz, ay yıldızlı, al bayraktır. “Millî Marşı”: İstiklâl Marşı’dır. Başkenti Ankara’dır.

Mad.4.Anayasanın 1.Maddesindeki, devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2. Maddesindeki, Cumhuriyetin nitelikleri ve 3. Maddesi hükümleri, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez!..” Olarak geçiyor. İktidar:

“And” mızı kaldırdı.

“T.C”.’yi sildi.

“Türk” ve “Türkçülük” e tavır aldı.

“Milliyetçilik”i ayaklar altına aldı. Şimdi sıra, gayeye giden yoldaki engelleri kaldırmada!.. Yani ilk dört madde ve “Anayasa” nın tamamı değiştirilmeli…

ABD’nin bütün isteklerini Amerika’dan aldığı icazet gereği uygulamaya koyan AKP iktidarı: Irak’a asker göndermek için “Teskere”yi gündeme getirdi. Halkın galeyana gelip meydanlara çıkmasına aldırmayan AKP, ABD’ne kapıları sonuna kadar açtı.

Türkiye’deki bütün üs, askerî ve sivil limanlar, hava alanlarını yabancı askerlerin emrine sunuldu.

Teskere ile yabancı askerlerin Türkiye’ye gelmesi ve Kuzey Irak’a da Türk askerlerinin çıkması kararının “Tezkere” meclisten geçmesini istedi. Milletvekillerine: “Tezkereyi Onaylayın!” çağrısı yaptı; fakat Erdoğan’a rağmen “Teskere” milletin sesine onay vererek, meclisten geçmedi…

Anayasa değiştirilerek (76. ve 77.Mad.) Meclise giren Erdoğan, Meclise gelir gelmez yenilediği kabinede “Tezkereye” açıkça karşı olanların, hepsini kabineden uzaklaştırdı…

 Bundan sonra, önü açılan Erdoğan’ı kimse tutamadı. Yolsuzluğun ve yoksulluğun arkasında, büyük bir kalkan oluşturarak, yoksullara: “Devlette bir iş veya başka yerlerde imkân verebilmek varken, yerine”:

“Aş Evleri”, “Yoksullara Yardım ve Bağış” adıyla kurulan dernekler vasıtasıyla “İaşe Sağlama, Karneye Bağlama”, köyünden tarlasından koparıp getirdiği yurttaşı da “Asgari Ücretli Seçmen” haline getirerek, tarımı da yok etmeye devam etti…

Bakanlar ve Başbakanları dahil olmak üzere, 300’ün üzerindeki yolsuzluk dosyasını rafa kaldırma konusunda, büyük maharet sergiledi…

Tarım Arazileri, Orman Arazileri, Deniz Sahilleri … gibi kamuya ait tapulu tapusuz ne varsa, parsel parsel AKPliler tarafından kurulan yandaş dernekler ve vakıfların ellerine teslim edilerek, bizzat yabancılara kiralandı, devredildi veya yok fiyatına satıldı…

Hayalî Şirketler, Hayalî İhracat, Naylon Fatura, Deniz Sahillerinin Yandaşlar Tarafından Kurulan Vakıflara Devri, Maden Yataklarının El Değiştirmesi, Orman Vasfını Kaybetmiş 4B Arazilerin, Hısım Akraba ve Partililerin Üzerine Geçirilmesi, Kamu Mallarını Üzerine Konma, Şehir, İlçe ve Kasabalarda Merkezde Rant Sağlayan Devlet Okulları, Stadyumlar, Devlete Ait Binaların yıkımı ve Yandaşlara Pazarlanması, Devlet İhalelerinin tek elden “Doğrudan Temin” yoluyla beş şirkete verilmesi…

İhalelerin Verildiği Beş Şirket:

1.Liman (Türkiye)                 49        Milyar Dolar

2.Cengiz (Türkiye)                43        Milyar Dolar

3.Kolin (Türkiye)                  42.1     Milyar Dolar

4.SUEZ (Fransa)                   40        Milyar Dolar

5.EON (Almanya)                 38.5     Milyar Dolar

6.MNCa (Türkiye)                37        Milyar Dolar

7.KALYON (Türkiye)          36.6     Milyar Dolar

8.C.O.GAL VAO (Brezilya) 28.7     Milyar Dolar

Sözleşmeli Memur: sözleşmeli Asker, Öğretmen, Doktor, Hemşire, Sözleşmeli Sağlıkçıların önünü açılması… Böylece Taşeron Firmalarının, eleman olarak aldığı işçilerini “Köle” gibi kullanmasının ve bu taşeron elemanlarının başka iş alanlarında, “Kiralık” olarak “Alınıp Verilmesi”nin de önünü açtı…

İnsanın alın teri, kutsal olan emeği, çalışması hiçe sayıldı… İş garantisi ve iş güvencesinin hiçbir değeri kalmadı ve önünü tamamen kapatıldı…

Erdoğan’ın en büyük desteği Fethullah GÜLEN’in kurduğu Cemaat’ti. On iki yıl boyunca hemen her konuda en büyük ortağı ve icraat yürütücüsüydü.

Bunlardan başka: Menzilciler, Süleymancılar, İsmail Ağa Cemaatı Emniyet, Yargı ve Bakanlık kadrolarında en büyük payı alarak, teşkilatlandılar.

İkinci destekçileri “Sol Liberal Kanat”tı ki bu Deniz BAYKAL (7 Haziran Seçimlerini kaybedince hemen Köşke çıktı!):

Abdullah ÖCALAN (İmralı Notlarında: “Erdoğan’a söyleyin! İki kez onu kurtardık!..” diye özetliyordu. Doğrudan ittifak denilmese de “Kürt Oyları ve Hareketi” içerisinde pek derin ilişkilerde olduğu, rahatlıkla söylenecektir… Özellikle son seçimlerde iyice bunalan AKP: Abdullah ÖCALAN’ın mektubunu okuttu!..  Tatmin olmadı, Devletin televizyonu TRT 1’e Abdullah ÖCALAN’ın kardeşi Osman ÖCALAN’ı çıkartarak, Kürt halkından, oy devşirmek istedi… Tabii en son da Dr. Devlet BAHÇELİ’nin sınırsız yardımları, “Erdoğan İktidarı”nı her diz çöktüğünde yeniden yeniden omuzlayıp ayağa kaldırarak, iktidar yapmaktan bir adım geri durmadı…

 

“15 Temmuz Kalkışma Harekatı”yla tam anlamıyla bir deprem yaşayan “Gülen Harekatı İspiyoncuları”, gizli tanıklık yaparak, AKP’ye biat edenlerle, ceza evlerinde çürümeye terkedilenler haricindekileri de gizliden gizliye Abdullah GÜL, Ahmet DAVUTOĞLU’nun piyasaya çıkmasını ve talihlerini değiştirmesini beklemeye devam ede durdular…

Şerî Kuşatma:

İktidar “Şeriat Rejimi”ni getirmek istiyordu. Bunun için önüne çıkabilecek bütün engelleri tek tek ve yavaş yavaş kaldırıyordu:

Ordu / Ergenekon, Kumpas, Sarıkız…, Emniyet, MİT, Yargı, İş Dünyası, Muhalefetin bile istediği, tam olarak da buydu!.. Her dönem etkili Muhalefet etme!

İslâmî Düzene doğru yavaş yavaş kaplumbağa hızında; fakat etkin ve egemen güçleri tedirgin etmeden: “Karda yürüyüp ayak izini belli etmeden!”, “Saman altından” işleri yürüterek Şeriatın izleri, Şeyh, Şıh, Seyyid, Cemaat, Tarikat, Hoca, Hacı Dernek ve Vakıfları ve Cemaat Yurtları ve Cemaat Evleriyle inceden inceye dizayn ediliyordu!... Bunlara, hapisten çıkarılan Mafya Babalarının ardında gezdirdiği en az yirmi kişilik tehdit ve göz korkutma görüntüleri de vardı!..

Cemaat öğrencilerin, şehirlerdeki başı kapalı ve Cüpbeli, Fesli, Erhamlı, Bastonlu toplu yürüyüşleri de eklenince, amaç adım adım gerçekleştiriliyordu…

Milletvekillerinin ve Aydın diyeceğimiz bazı kesimin önde gelenleri, oy devşirmek ve oy avcılığı açısından televizyonlara çıkartılıp; “okumuşluğun, kariyerin, ehliyetliliğin, tecrübe ve birikim, hizmet yılın, hak etmişliğin değil”:

“Kasaba, İlçe, Şehir gibi yerlerin Gecekondu veya kenar mahallerinde yaşayarak Allah’tan isteme, Şükürcü, Teslimiyetçi, ve Tevekkülcü, Yoksulluğu, Okumamışlığı, Şükrediciliği, Kanaatkârlığı, Azla Yetinmeyi kendilerine gaye edinmişleri, devletin en üst makam ve mevkilerine getirdiler. Dünün ekmek bulamayan, kirasını ödeyemeyen, evi icra kağıtlarından geçilmeyenlerle, taksi şoförü, hayvanat bahçesi bakıcısı, değerlendirildi…” Makam ve mevkilere getirilenlerin hemen hemen çoğu iki, üç, dört maaşı cebine indirmekten, kardeşleri tek maaş alamzken bunlar daha da isterim demekten asla utanmadı!.. Bu buna benzer düşünceler, basın yayında yüceltilerek oy avcılığına soyundular:

“Biz, en çok oyu, lise mezunlarından veya hiç okumamışlardan alıyoruz!..” diyerek halkla  ve aydınlarla dalga geçtiler. Toplumu okumamışlığa ve cahiliğe özendirip yönelterek, kendilerince örgütleniyorlardı. Atanmışlıkta “Yakınlık Akrabalık Kriteri” ilk plana çıktı!..  Bunu da. "Allah akrabaya yardımı emrediyor!..” Bu durum bize: “: “Allah’ın bir lütfu, takdiri!..olarak nitelendirmekten çekinmediler.

Tarih teker ediyor ve bize Osmanlı Türkiye’sinin 1700’lü tarihlere gelindiğindeki, çöküş dönemindeki gaflet ve dalalet ve hatta ihaneti” hatırlatıyor olmasıydı:

“Devlet-i âli Osmanî’de Terfiyi Temayüz:

İlim irfan ile olmaz!..

Ya olacak kuvvetli iltimas.

Ya olacak madeni has.

Ya da olacak ten ile temas!..”

İşte, “Anayasa” 20 kez değiştirmiş olsalar da tam istedikleri gerçekleşmemişti… Şimdi “Partili Cumhurbaşkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” yetkisi ve “parmak kaldır, indir yöntemi” ile “Anayasa” da büyük bir operasyon, değişiklik peşindedirler…

KAYNAKLAR

http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2005-61-184

https://odatv4.com/referandumda-aslinda-neyi-oylayacagiz-0709101200.html

https://tr.wikipedia.org/wiki/Adalet_ve_Kalk%C4%B1nma_Partisi

https://www.evrensel.net/haber/166643/akp-nin-karnesi-cikardigi-yasalar

https://www.birgun.net/haber/turkiye-nin-17-yillik-yikim-tarihi-274931

 

Translate