4 Ağustos 2016 Perşembe

İŞGAL SONRASI DURUM Abdullah Çağrı ELGÜN

İŞGAL SONRASI DURUM
                              Abdullah Çağrı ELGÜN

 “ORDU MİLLET EL ELE!”
Çöp kamyonlarının askerî kışlaların önünde utanç verici bir şekilde durması: “Ordu Millet El Ele!” veciz sözümüzün anlamını sıfırlamamalıdır. Bu durum, silahlı kuvvetlerimiz için söylenmiş, güzel bir sözdür. İçi boşaltılmasın. Bu durum devam ederse, ordumuzun millet ile olan bağlarını koparır, onları değersizleştirir, itibarsızlaştırır, ordu ile millet arasında husumeti güçlendirir. Ülkemizin ezici ve vurucu gücü medarı iftiharımız, öğünç ve kıvanç kaynağımız ordumuz, halkımızın gözünde ötelenmiş, itelenmiş, aşağılanmış, değer kaybetmiş, işe yaramaz, morali bozulmuş, içinden çıktığı halkımızla karşı karşıya getirilmiş, araları açılmış vaziyette; sadece melun düşmanı sevindiririz... 
Bu görüntülerle Ordumuz hırpalanmakta, ezilmekte, rencide edilmekte, linç edilmekte, itibarsızlaştırılmaktadır. Bu uygunsuz görüntüler, (Gözlerimle gördüm ki Milli Savunma Bakanlığında görevli subaylarımız görev yerlerinden, asker kışlasından sivil kıyafet giyerek çıkmaktadır?!..) ordu, milletinden korkar, millet orduya kin ve nefretle bakarsa, askerimizdeki, asırların gelenek, bilgi görgü ve deneyimleri çürür, inancı bozulur, siyasete bulaşır ve ordu biter. Niteliksiz komutanlarla ülke, isyancılarla birleşerek memleket yeni bir kaosa sürüklenip bitirilebilirler. Panik halkta başlar, ordu ve polise geçer... Bunu uzak hedef olarak göremezsek, ülkemizin geleceğini, bekasını tehlikelere atabiliriz. Bu durumun, ne kadar tehlikeli olduğunu görmek, düşünmek mecburiyetindeyiz.
Operasyonlar ve yakalamalar yapılırken ordunun içinde hiçbir eylem ve işgale kalkışmamış, sadece emir komutanın verdiği emir ile hareket eden, o hain genarali vuran astsubay gibi “işin vehametinden habersiz, verilen emre kayıtsız şartsız ve mutlak itaat edenler” bir bölümünün tırpanlanmaması, sindire sindire, her tecrübeden yararlanarak acele; fakat geri dönüşü mümkün olmayan yanlışlıklara meydan vermeden, günahsızların da içine kin ve nefret ekmeden, kırmadan, incitmeden, küstürmeden yapılmalıdır. Bu köklü değişiklikler, operasyonlarla sürekli iltihaplanan ur, iltihaplı bölgeden keskin bir neşter ile alınarak, boşaltılması farz olmuştur… 15 Temmuz 2016’da bu darbeye şiddetle karşı olmamız ve sokakları meydanları doldurmamız boşuna değildir… Bundan sonra da Büyük Türkiye’yi kurma idealimiz, her geçen gün yeniden güçlenecek, Türkiye’nin kuruluşunun 100. Yılı, 2023’lü yıllarda, Türk milliyetçilerinin ideali gerçekleşecektir.
İŞGALCİ FETO ve AVANELERİ
İşgali durdurduk. Türkiye, FETO gibi sinsi, kendi halkına bomba ve kurşun yağdıran düşman ile karşı kalmıştır. Bu konuda iktidarın, MİT’in İSTİHBARATIN, çok büyük gafı ve ihmali olduğu su götürmez bir gerçektir; fakat bugün, bunun yeri olmamakla birlikte, geçmişte yapılan hatalardan da ders almadan, olmuşları görmemezlikten gelerek de yol alamayız… Zaman zaman gerilere gidip, geçmişe bakmak ve bizim, bu hale gelmemize sebep olan, yanlışlarımızı da gözden geçirmek zorundayız… Bu sebeple, hem bu konuları enine boyuna gözden geçirmek hem de bugün bu işgale karşı “Yüce Türk Milleti!..” ve onun iktidarda olan hümetinin, sonuna kadar yanında olduğumuzu belirtmek isteriz. Allah korusun, ülke ve insanlarımız, bu görünenlerin belki de bin katı geçmişlerde yaşadığımız, büyük bir kıyım, hapisler, zindanlar, Yassı Adalar, idamlar ve büyük infiallerle, karşı karşıya kalacak, ülke bilmem kaç yıl geriye gidecek, kalkınma sekteye uğrayacak belki de ülkemiz bölünebilecekti… İşin şakaya gelir bir tarafı olmadığını da görmek gereklidir.
Ülkemiz, çok büyük yaralar almış olmasına rağmen, bu ülke ve bu ülkenin mensupları da büyük bir millet olmanın verdiği öğünç ve gururla, fedakâr evlatlarının ellerinde, bundan sonra da geleceğin yüksek ufkundan, bir güneş gibi doğmayı başaracaktır.
İnanıyoruz ki: Büyük Türk milletin bekasına gönülden bağlı olan milletin evlatları, yerli ve millî duruşumuz, ayrılıkları kucaklayacak, farklılıkları harmanlayarak, Yüce Türk Milletin unsurları olarak, geleceğe daha emin adımlarla başı dik, alnı açık olarak yürümeye devam edecektir. 
 “BALYOZ”, “ERGENEKON” gibi uydurma kumpas ve operasyonları ile askerimiz büyük yara almış, İŞGAL ile de tam anlamıyla tırpanlanmıştır…
Türkiye, adı konmamış, ne olduğu tam belli olmayan, bir savaşla karşı karşıyadır. Millî güvenliğimiz tehlike içerisinde olup ve bu konu, cevabı aranan sorulardandır. ABD bu konuda çok sert cevaplar vermiş olup işgale kınamamış, karşı çıkmamıştır. Papa’nın Kardinaller ve FETO bağlantılarının yeni olmadığı FETO’nun Kırklareli Vaizi olduğu sıralardan bu yana, belgelidir. Bugüne kadar bunu bilenler, İstiklâl Marşı ile gırgır geçenler, Atatürk’ün Gençliğe Hitabı ile maval okuyan kendini bilmezler, bugün hiç şüphe yoktur ki kendilerine gelmiş ve bu milletin değerlerine yeniden sarılmanın ve sahiplenmenin gereğini hissetmişlerdir.
FETO’yu kim güçlendirdi? Kim onları bürokrasiye kafile kafile, gurup grup, cemaat cemaat, vagon vagon taşımıştır? Tüyü bitmemiş yetimin hakkını, ülke kaynaklarını, özel proje kapsamındaki orman ve vakıf arazilerini, millî ve yerli kaynaklarını, devlet bütçesini sonuna kadar açarak, onların kirli amaçlarının gerçekleştirmesine hazinedarlık  yapmış, milletin alın teri, göz nuru, emeğini, vergileri ile kıymetlendirilmiş her taşınmazı onlara sunan bakan, vekil, müsteşar, diğer bürokrat ve iş adamları kimlerdir, onlara bu imtiyazları kimler sağlamış, bir bir açığa çıkarılmalı, gereği yapılmadır?..
Ülkemiz üzerinde, karabulutların dolaştığı şu günlerde: “Türkiye’ye, dış güçler tarafından müdahale edilmesi için çağrıda bulunan, aklını kaçırmış bu Mezcup, Hoca kılıklı şaşkın!..”, Türk insanının cevherini de umutmuş görünmektedir.  Ülkemizde bütün bu olay ve durumlar olurken, gelinen bu noktada, kendi iç; ve öz cevherimize, öz kaynaklarımıza özümüze, tarihimize, millî benliğimize, bizi biz yapan büyük önderlerimizin görüş, düşünüş, tarihî deney ve tecrübelerin ışığında, bıraktıkları mirasa, ufuk açan söz ve demeçlerine, hitabetlerine, yeniden sarılacağız… İçerimizde kangren olmuş, kokuşmuş, “İşgal”i üreten ortamı ortadan kaldırmadan, yeni yeni işgalleri ve yeni yeni terörü de ortadan kaldıramayız.”
 2007-2013’e kadar gelen “Balyoz, Ergenekon” gibi ‘Kumpas’ davalarında ne kadar general varsa tasfiye edilmiştir. Bugün de durum farklı değildir. Tasfiye yapılırken çok dikkatli olunmalı, asker siyasetin oyuncağı yapılmamalıdır… Askerin Türk milletine, onun anayasasına ve ordusuna, sadakatle bağlı olduğunu bilmeyen yoktur. “Bu Operasyonlar Türk Silahlı Kuvvetlerini Bir Çökertme Hareketi Olabilir mi?” Yoksa uzak diyarlarda yazılmış başka başka senaryoların, taşeronlar eşliğinde uygulamaya konulması mıdır?..
FETO, bunu kendi başına mı yapmıştır? Yoksa bunu ABD mi organize etmiştir? Genel Kurmay Başkanı’nın, FETO ile görüştürülmek istenmesi de çok ilginçtir. ABD tarafından, FETO‘nun iadesinin derhal yapılmayıp, “İpe un serilmesi” de onun hâlâ geçerli bir akçe olarak kullanılabilir olduğunu göstermektedir. ABD'nin henüz FETO’dan beklentileri olup ondan vazgeçmemektedir?. Eğer, FETO’nun işi bitmiş olsa idi ABD, hiç şüphesiz, bekletmeden FETO’yu, derhal teslim ederdi… ABD, FETO’yu teslim etmiyorsa, Türkiye yapılan işgalin içinde ve arkasında, ABD'nin ve hatta Almanya ve veya başka devletlerin de olduğunu anlamak için, müneccim olmaya gerek yoktur... 
KENDİ CEVHERİMİZ, EHLİYET, 
LİYAKAT, SADAKAT
Bu millet, çok çekmiş çok yorulmuştur. Kendisini idare edecek kişileri seçerken, kendi cevherinden, kendi kanından olmasına mutlaka dikkat etmek gerektiği, bir defa daha tarih önünde ispatlanmıştır… Geçmiş tarih, bunun belgeleri ile doludur. İhaneti, her defasında bağrımıza bir hançer gibi saplayanlardan, kalleş ve sinsi düşmanlardan kurtulmamız gerekmektedir. Şimdilerde, en çok dikkat edilecek kıstas, hiç şüphe ve tereddüt yoktur ki: KENDİ KANIMIZ, KENDİ CEVHERİMİZ, EHLİYET, LİYAKAT, SADAKAT olacaktır.
ÇELİŞKİLERİMİZİ UNUTACAĞIZ

“14 Ekim 2009 Türkiye-Ermenistan Millî Maçı”nda Azerbaycan Bayrakları Stadyuma sokulmuyor, sokulanlar da tek tek ellerden alınıp stad dışına çıkarılıyordu…Yöneticilerimiz, Bursa’da Azerbaycan bayraklarını yasaklıyordu… (m.haber.com.spor,futbol. Azarbeycan bayrakları ne zaman yasaklandı?) Yaptığımız bu yanlışlarla, Ermeniler tahrik olmasın diye, hem Türkiye’de yaşayan kandaşlarımızı hem de kardeş ülke Azarbeycan’ı küstürüyorduk
(Hürriyet, 14 Ekim 209,Yazarlar Yılmaz ÖZDİL, “Bu Macı Vericez Başka Yolu Yok!.”)
Bu yetmiyor, 2002’ de sıfırlanan terörizm, on yıl sonra 2012’de şaha kalktı. PKK tahrik olmasın diye Atatürk resimleri ve Türk bayrakları yine bu yöneticiler tarafından indiriliyordu?..  5 Eylül 2012, (Ortadoğu Gazetesi, Yıldıray ÇİÇEK: “Türk askerini bayrak İndirirken Öven Sen Değil miydin?”), (4 Eylül 2012, Aydınlık Gazetesi: İsmet ÖZÇELİK: “AKP Açılımı, Bayrak İndirtiyor.”, “Ben de herkes gibi bunlara yardımcı oldum.”, Rıza ZELYUT”, Perşembe, 4 Ağustos 2016, Ülke TV konuşması”) 
Darbeyi üreten ortamı ortadan kaldırmadan, terörü ortadan kaldıramayız.” Kısaca her zaman tekrar ettiğimiz gibi düşmanı, dışarıda aramak yerine, içeriye bakmak, içeriyi hallettikten sonraki her vakitte, dıştakilerin hakkından geliriz!..
Türkiye Büyük Millet Meclisinde, kimi istiklâl Marşı’na karşı çıkıyor, kimileri de Marşımız söylenirken ayağa kalkmayarak oturmaya devam ediyor, kimi de Rabia selamı veriyordu…
Bizim yöneticilerimiz ya tarih bilmiyor veya tarihten ders almayı reddediyorlar; çünkü kapatılan kurumlar ve askeri okullarla sistemin düzeltilebileceği yanılgısı devam ediyor… Tarih’te Nizam-ı Cedit, Yeniçeriler, Askerî Alayların, sonrasında da nelerin olduğunu unutmuş onlardan sonra da çıkmış ve bastırılamamış isyan ve işgalleri görememişlerdir... 
“Tarihi tekerrürdür diyorlar; hiç ibret alınsaydı, o tekerrür mü ederdi?” sözünden de ibret almak ve ince eleyip sık dokumak; fakat meseleyi kökünden halletmek gerekmektedir…
Asker, siyasetin oyuncağı haline gelirse, cephede şevkle savaşacak kişi bulamamak endişelerimizi artırmaktadır. Askerin bu durumunu, hukuksal olarak da güvenceye almak, hukukî açıdan da düzenlemeye ihtiyacı vardır.
Bunca zaman yapılmış yanlışları ve çekişmelerimizi unutacağız. Gün, bir beraber olma, kenetlenme ve Türkiye’nin yanında olma günüdür. Bağrımıza ateş düşmüştür.
“SÖZLEŞMELİ PERSONEL ve TAŞERONLUK !..”
Son günlerin en gözde ve iktidarın iştiyakla uyguladığı program “Sözleme” dir. Kanaatimce “Sözleşme”: İnsanımıza vurulmuş en alçaltıcı kelepçe, milletin çocuklarını hiç sayan, değersizleştiren, güven eksilten, ezik ve ötelenmiş hissettiren en aşağılayıcı bir uygulamadır. “Ben size güvenmiyorum!” Ne demek?.. Size kim güvenecek?..
Millete giydirilen bu ateşten deli gömleği sözleşmeli öğretmen, sözleşmeli asker, sözleşmeli doktor, sözleşmeli hemşire, insanlarımızın geleceğe güvenle bakmasını engelleyen “Sana güvenmiyorum!”, “Sana güvenemiyorum!”, diye sırıtan, aşağılayıcı uygulamalar, derhal ve tez zamanda kaldırılmalıdır. Bu mesleklerin hemen hepsi sadece para ile değil, gönül zenginliği ile yapılacak mesleklerdir. Güvensizlik, güvenememek ne demektir? Nasıl bir tepeden bakış, aşağılayıcı telaffuzdur?!..  Bu mesleklerin değeri para ile asla ölçülemez. En yanlış uygulamalardan biri hiç şüphesiz “Sözleşmedir!…”
Sözleşme aynı zamanda adaletsiz bir uygulamadır. ÜÇRET, artı SÖZLEŞME, eşit MAAŞ toplamı kimi kurumlarda, otuz milyona yaklaşırken, hemen hemen aynı işi yapan Taşeronlar 1300TL’ya mahkum edilmektedirler. Eşit işe eşit ücret de değil sadece YANDAŞLARI KAYIRMA milletin öz evladını köleleştirmedir... Milletimizin çocuklarını kendine güvene güvene, göğsünü gere gere, ezilmeden, büzülmeden, anlı açık, başı dik olarak durdurmak gerekir.
İnsanlarımız, ülkesi için canı verecek kadar tanklara, savaş uçaklarının, makinalı tüfeklerin önüne kendini atabilecek kadar bu ülkeyi sevebiliyorlarsa onları “Sözleşme” ile küçültmek ve rencide etmek, değil; devletinin vatandaşına verdiği yüksek değer, sağladığı öz güven, vatanının ve milletinin sarsılmaz sinesinde olmanın, yüksek gururu, kıvanç ve sevinci içerisinde “Kadrolu” olarak bulunması ile mümkün olacaktır…
İNSANLARIMIZI, MİLLETİMİZİN ÇOCUKLARINI, GENÇLERİMİZİ, EN ALÇALTICI, KÜÇÜK DÜŞÜRÜCÜ ve GÜVENSİZ, DEĞERSİZ HİSSTTİREN BU UYGULAMALAR: “SÖZLEŞME ve TAŞERONLUKTUR…”
İKTİDAR, “SÖZLEŞMELİ, TAŞERON” GİBİ HAKSIZ VE USÜLSÜZ TAŞERONLAŞMAYA, DÜŞÜK ÜCRET, İŞ GÜVENCESİNDEN YOKSUNLUK DEMEK OLAN BU UYGULAMALARA, GEÇİCİ GÖREVLENDİRMELER, VEKALET SİSTEMLERİNE DERHAL SON VERMELİDİR. Bu adalet değil: İkiliktir, ayırımdır, haksız usulsüz ve keyfi uygulamalardır.
“Devletin aslî ve sürekli hizmetlerini, tarafsızlık ilkesi içinde yürütmek olan kurum yöneticileri, mesailerinin büyük çoğunluğunu personeli yıldırmak, liyakatsiz atamalara kılıf uydurmak, istemedikleri personeli geçici görevlendirme yoluyla uzaklaştırmakla geçirmektedir.” (Sedat YILMAZ: “Kamu Hizmetleri Nereye?”, KAMUTÜRK, KAMU-SEN Dergisi.Yıl 4, sayı:15.Şubat 2016, s. 7.Prg.7)
Dikkat! Dikkat!.. 83 milyona yaklaşan Türkiye’de, memur sayısı gelişmiş ülkelerde istihtam edilen memur sayısının, yarısından daha azdır… Bu konuyu iktidar sahipleri masaya yatırıp düşünmelidir…
Bugün, Demokrasi uğrunda şehit olmuşlara: 3.303TL. maaş ve yeterli oranda tazminat ödenirken, kıskanmıyoruz, hatta bunlara beş bin Türk lirası ödensin. Şahsen bundan pek memnun olur, onur duyarız; çünkü gelecek tehditlere karşı da hiç kuşkusuz, bu vatan evlatları devletinin arkasında ve devletini koruyacağının bir göstergesi olup teşvik edilir, inandırılırsa, Allah korusun, böyle ani başka bir tehlike anında, daha büyük müdafaalar ve başarılar yapmak mümkün olur…
Bunlar olurken hali hazırda çalışan ve master yapmış 36 yıllık akademik bir personele kamuda ödenen maaşa bakınca “Düz maaş: 2.150TL” bunu garipsememek hakkaniyetten bahsetmek mümkün değildir!.. Siz, yıllardır başarılarla koşmuş ve büyük emek ve sadakatle çalışan memuruna, bu aşağılatıcı muameleyi reva görürseniz, bunu hangi adalet ile bağdaştırabilirsiniz?  Kaldı ki gelişmiş ülkelere nazaran, nüfusu çok yüksek ve memur sayısı çok düşük olan Türkiye’de, bu rencide edici uygulamayı bir müddet belki sürdürebilirsiniz; fakat “Özelleştirme, Teşeronluk ve Sözleşme” uygulamasıyla, milletinin çocuklarına: “Sana güvenmiyorum!” diye onu aşağılayan, rencide eden devletin, millete rağmen, bu uygulamayı kabul ettirerek, uzun süre devam ettirebilmesi  mümkün değil hatta imkansızdır!..
“Türkiye’de, memurların iş güvencesi garanti ve sınırsız değildir. Bu hak ve ödevler, 657 DMK.ile sınırlandırılmıştır. Buna karşılık Dünyanın gelişmiş ülkelerinde Memurların hayat boyu iş güvenceleri bulunmaktadır. (Almanya, İtalya, Avusturya, İspanya, Kore…vb.) “TÜRKİYE KAMU-SEN, AR-GE MERKEZİ, “657’yi bileler Konuşsun,” Ankara, Ocak, 2016, s.10”
Yukarıdaki şema da göstermektedir ki nüfus yoğunluğuna göre, Türkiye’deki Memur İstihdamı gelişmiş ülkelerdeki memur istihdamından, daha düşüktür. Devlet bu istatistiki bilgileri dikkate alarak İlkokul mezunlarından başlayıp yaş sınırına bakılmaksızın, yeni memurlar almalı, işsiz vatandaşlarımıza da kapı açmalıdır...
Ülkeler Nüfus Yüzdesi    Milyon   Yılı       
Danimarka         34.9         5.605       (2013)
Norveç              34.6         5.214       (2016)
Çek Cuh.           34.0         10.512     (2013)
Letonya             31.2         2.013       (2013)
İsveç                  28..1        9.588       (2013)
Slovekya           27.2         5.424       (2016)
Macaristan        26.8         10.198     (2015)
Polonya             25.2         38.533     (2012)
Ukrayna             21.7         45.480     (2013)
Kanada              20.4         35.141     (2013)
Belçika               21.5         11.156     (2013)
Fransa                19.8         65.107      (2013)
Avusturalya      18.4           8.464     (2013)
İsviçre                18.0           8.058     (2013)
İtalya                  17.3         58.704     (2015)
İspanya             17.1         47.059     (2013)
Portekiz              16.4         10.562     (2011)
Türkiye             12.9         83.000     (2016)

“TÜRKİYE KAMU-SEN, AR-GE MERKEZİ, 657’i bileler Konuşsun, Ankara, Ocak, 2016, s.11”
ASIL FETOCULAR AKP’NİN İÇİNDEDİR

FETOCULAR, AKP’nin içinde elini kolunu sallaya sallaya gezmektedirler. Bakan, Belediye başkanı, Müsteşar, Genel Müdür, Kurum Başkanı, Daire Başkanı ve bunlarla iş bağlantıları ve ticarî alış veriş birliği içinde, büyük para transferlerini sağlayan, bankalarla olan irtibatları, finans kuruluşlarını ellerinde tutarak onları iş adamları ile ortak kullanan Bürokrat, İşadamı bağlantılı, FETOCULAR da  hâlâ işlerine devam ediyor, ellerindekilerini başkalarının üzerine, yakın eş ve dosta, elden ele bankadan bankaya transfer edip, naklediyor, değiştiriyorlar… Şimdi, bunlar ve uzantıları ya bürokrat-tüccar olarak devam ediyor; veya yeniden yeniden bu makamlara getiriliyorlar, bilinsin…
Hahambaşı veya FETO’yu arattırarak makam ve mevkie gelenler, belediye başkanlığında bir dönem daha kalmak için kılıktan kılığa giren bukelemunlar…Hâlâ yerlerindeler... Yarın bunlar ellerindeki güçle, başka işgallere kalkıştığında, meydanlarda Demokrasi Nöbeti Tutan Vatandaşları kim kurtaracak?
Bir zamanlar, İstiklâl Marşı söylemeyen ve söylettirmeyenler, Marşımız söylenirken ayağa kalkmayanlar, Marşımız’ın beste ve sözlerini değiştirmek, Marşı kaldırmak isteyenler... Türk’üm demeye utananlar, kimliğini inkar edenler, Türklüğü ayaklar altında çiğneyenler, içinde “Türk” geçen her kelimeden nefret eden, "Türk'e" düşman olanlar, bilsinler ki onları da: “Yüce Türk Milleti!” kurtarıyor. Bundan sonra da hâlâ kimliksiz, kişiliksiz. dolaşanlar varsa, akıllarına şaşmamak elde değildir….
Ülkeyi tam anlamı ile felç ettiniz. Doğudaki halkı, PKK, PYD, İŞİD, KCK…vb. teröristlerin kucağına ittiniz. Şimdi bunları toplamağa çalışıyorsunuz. FETÖCÜLERDEN için: “Ne istediler de vermedik?” diyerek, devletin bütün imkanlarını bunlara seferber eden de sizdiniz?
“Çözüm Süreci”, “Mutabakat”, “Demokratikleşme”, “Akil İnsanlar” masallarını anlata anlata bitiremeyen ve Karakolları kaldıran, PKK’ gocunur diye Türk bayraklarını toplatan da bu zihniyet değil miydi? Bugün bayraklarımız elde meydanlardayız!..  
Paralel Yapı’nın dershanelerinden geçmeyen okullarında okumayan kaç kişi kaldı?.. Meclisteki vekillerin çocukları dahi, hâlâ eğitimlerini oradan alıyorlar. Bundan sonra artık, asıl provokatörleri, devlet içinde çöreklenmiş, Bakan, Vekil, Belediye Başkanı, Bürokratlar ile İş Adamı ilişkilerine bakmak gereklidir. Bunların devletin banka, bütçe ve kaynaklarını nasıl kullandıklarını tespit ediniz. Para transferlerini gözden geçiriniz. Bunlar, Demokrasi Meydanlarında nutuk atmaya, hiçbir şey yapmamışlar gibi utanmadan, sıkılmadan, ellerini kollarını sallaya sallaya kürsüden nutuk atmalarına aldanacak mısınız ey iktidar?
Bu ÖRGÜT ve ELEMANLARI,  kendi menfaatleri uğruna memleketi satmış, memleketin menfatini  ayaklar altına almış, ülkeyi soyup soğana çevirmişlerdir. Tek tek tespit edilip temizlenmesi elzemdir.    
SONUÇ OLARAK:

Bu milletin Türk milleti olduğu,
Bayrağının ay yıldızlı bayarak,
Millî Marşı’nın İstiklâl Marşı,
Halkının Türk Halkı olduğudur.
Her türdeki demokrasimize vurulacak darbe ve işgallere geçit mermeyeceğimizi ve her durumda, kalkışanları ezip geçeceğimiz bilinmelidir.
Bunu yapan, yaptıran, bunlara çanak tutan, her kim varsa, bünyeden temizlenecektir.
Ülkeyi yönetmeye talip olacakların, bu milletin öz kanından öz cevherinden seçilmiş kişilerden olması gerektiği, bir kere daha belgelenmiştir…
Türkiye’yi sevmek, onu kurtarmak için: Kanı bozukların, vatan satıcıların, işbirlikçilerin, taşeron, çanak tutucu firma ve tüccarların, bu ülkeyi yeniden satmalarına fırsat ve yetki vererek, tam teçhisat, makam, mevki, para ve güç ile donatılmışlığından, arındırılarak ince elek, tel süzgeçten geçirilmesi, her türdeki mal varlıkları ve yetkilerinin ellerinden alınması, vatanını seven herkes için bir mecburiyet olmuştur… 
ŞİMDİ ZAMAN TEK OLMAK, BİR OLMAK ve BİRLİK OLMAK ZAMANIDIR. İŞGALCİLERE SONUNA KADAR: "DUR!" DİYECEĞİZ! BAŞKA TÜRKİYE YOKTUR!.. Salı, 2 Ağustos 2016, Ankara
KAYNAKLAR:
1.“14 Ekim 2009 Türkiye-Ermenistan Millî Maçı”
2.https://www.google.com.tr/webhp?sourceid=chrome-instant&ion=1&espv=2&ie=UTF-8#q(m.haber.com.spor,futbol.+Azerbaycan+bayraklar%C4%B1+ne+zaman+yasakland%C4%B1?)
3.http://bianet.org/bianet/siyaset/117637-bursa-medyasi-turkiye-ermenistan-macini-nasil-gordu
4.http://www.ensonhaber.com/ermenistanda-turkiye-ve-azerbaycan-bayraklarini-yaktilar-2016-04-24.html


4 Temmuz 2016 Pazartesi

İNFİAL ve ÇÖKERTME; Abdullah Çağrı ELGÜN

İNFİAL ve ÇÖKERTME
                                   Abdullah Çağrı ELGÜN

    Şanlı Urfa Suruç İlçesi saldırısı, Rusya gerginliği, Ankara Kumrular Sokak Bombalı Araç Patlaması, Ankara Gar’ında canlı bomba  saldırıları, Ankara İnönü Bulvarı Dikmen Caddesi Merasim Sokak,’ta Askerî  Servis Aracının Patlatılması,  Ankara Kızılay Bakanlıklardaki Canlı Bomba saldırısı, Bursa’da Ulu Cami saldırısı, Hatay Saldırısı, İstanbul'da Sultanahmet Veznecilerde, Çevik Kuvvet Arabasına yapılan bombalı saldırılar, Alman ve İsrailli turistlerin bombalanması, …vb. ülke içinde adı konmamış bir savaştır…
        Almanya'nın “Ermeni Soykırımı Yasası”nı bir çırpıda geçirmesi,  Güneydoğu bölgemizdeki iç savaş, ve en son olarak büyük İnfial ve Çökertme taktiği ile dünya gündemine oturan ve insanlığı derinden sarsan, İstanbul Atatürk Hava Limanı,  canlı bomba saldırısı ile … yüzlerce vatandaşımızın ölümü, ülkemiz üzerinde bilmediğimiz, bilemediğimiz kahpe oyunların oynandığını plan ve projelerin hayata geçirilmek istendiğinin açık bir delili, ispatlıyor… Bu hadiseler bize, aynı zamanda devlet içinde kamufle olmuş, kimi üst düzey yetkililerinin ve vatan hainlerinin el ele, koyun koyuna işbirliği halinde çalıştığını göstermektedir.
Bunların en kısa zamanda ve süratle bürokrasiden atılması, cezalandırılması, ve vatandaşın vergileri ile aldıkları maaşlarının kendilerinden derhal tahsil edilmesi, icracıların, başbakanın ve bakanların vatanî bir görevidir.
      Doğu bölgemizdeki hadiselere bakıldığında: Yerle bir olmuş ilçeler, Halaç pamuğu gibi dağıtılmış sokaklar, kazılmış tüneller, yıkılmış binalar, her gün üç beş şehit… Bana öyle geliyor ki bu işte devletin içine sızmış vatan hainlerinin ve işbirlikçilerin de parmağı ve eli var!..  El ele, kol kola birlikte hareket ediyorlar. Bunları kim, niçin gizliyor, ve veya görmek istemiyor?..
(http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/can-atakli/bu-terorun-sorumlusu-turkiyeyi-cihatci-otoyolu-yapanlardir-1297176/)
İsrail ile barıştık saldırı geldi, Rusya ile barıştık saldırı geldi, Mısırla hatta Suriye ile  barışırken daha dikkatli olmak gerekiyor?!.
“Yandaş, yalaka takımı çok memnun. Her terör olayından sonra neredeyse ambulanslar olay yerine gelmeden, “Yayın Yasağı” konuyor ya, bunlar havalara uçuyorlar. Neymiş efendim: “Ceset fotoğrafı mı görmek istiyormuşuz?”  Ya da: “Teröristin istediği buymuş propagandasını yapmayalım”mış. Bunların hepsi suçluluğun telaşıdır. Bir yılda patlayan (17) on yedi bombanın yarattığı sorumluluktan kaçma gayretleridir. Terörü önleyecek bilgi, yetenek ve kararlılığa sahip olamadıklarının oraya çıkmasının yarattığı korkudur. Her seferinde, aynı yönteme başvuruyorlar. Yayın yasağı koyarak, gerçekleri gizleyebileceklerini sanıyorlar.”
(http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/can-atakli/bu-terorun-sorumlusu-turkiyeyi-cihatci-otoyolu-yapanlardir-1297176/)
          İKİ İLEri bir geri politikalar ve  
bir SEÇİM ORTAMI İSTENİYOR OLABİLİR Mİ?


İktidar ve saray onca terör olayına karşı sanki hiçbir sorumlulukları yokmuş gibi davranıyor. Bunca insan hayatını kaybetmiş, bunca insan bedeninin birkaç uzvundan ayrılmış, ne vicdanî bir ıstırap duyan ne hayıflanan ne sorumluluk alan yok!..İstifa eden hiç yok!..  Öylesine bir pişkinlik ve kokuşmuşluk var ki önümüzü asla göremiyoruz… (Japonya’da iki bakan haklarındaki yolsuzluk iddiaları sebebiyle istifa etti. 21 Ekim 2014;  “http://www.aktifhaber.com/japonyada-2-bakan-yolsuzluk-iddiasiyla-istifa-etti-1063178h.htm”; Belçika'da 34 can 2 istifa, Türkiye'de binlerce can sıfır istifa 26 Mart 2016;

www.diclehaber.com/tr/news/content/view/507728?from=1815887918; “Ingiliz Bakan Hakkındaki Yolsuzluk İddiaları Sebebiyle Görevinden İstifa Etti “www.haberler.com › Haber; 9 Nis 2014” örnekleri çoğaltmak mümkün. Türkiye’de onlarca şehit, onlarca patlama, yüzlerce ölü; ama sıfır istifa?!.. Üstelik elinde tuttuğu medya ile beyin yıkar gibi bütün terör eylemlerini kendine prim olarak yazdırmayı da başarıyorlar.

Son olayda da “Dik duran Türkiye'nin başına bunlar gelecektir.” algısını yaymaya çalışıyorlar. İsrail ve Rusya ile kendi bozdukları ilişkiyi yeniden kurma çabalarını “ne zaman bir dış zafer kazansak, saldırıya uğruyoruz” diyerek yüceltmeye uğraşıyorlar…”
PROF.DR. ÜMİT ÖZDAĞ:
 “MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Gaziantep Milletvekili Muhalif Başkan adaylarından Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ, iktidarın terörle mücadele ve dış politikasını ağır bir dil ile eleştirdi: “Devleti ayağa düşürdüler. Ortadoğu politikası, ilkokul bilgisi ve lise heyecanlı ile sürdürülen, her türlü gerçekçi milli menfaat tanımlamasından noksan olan bir politikadır. Dış politikada satranç değil, tavla oynuyorlar” dedi.
         Gelişmeleri Odatv'ye değerlendiren Prof. Ümit ÖZDAĞ, bölgemizde çizilmek istenen yeni haritaları da anlattı:  Meclis'ten bölücü terör örgütüyle müzakere yasası dahi çıktı. Dolmabahçe mutabakatı imzalandı. Bunların öncesinde Oslo pazarlıkları yapıldı. Ne oldu da PKK 7 Haziran'dan sonra yeniden katliamlara, şehirlere yerleşip, halka zulme başladı? Ortada bir anlaşmazlık mı var? Varsa nedir? Ya da halkı, “özerklik” başta olmak üzere, “Yeter ki analar ağlamasın” diye yeni bir şeylere ikna “operasyonu” mu yürütülüyor?”
           MHP ve DEVLET BAHÇELİ
   Sn. Dr. Devlet BAHÇELİ, Alparslan TÜRKEŞ'in 4 Nisan 1997'de geçirdiği kalp krizi sonucu Ankara'da vefat etmesinin ardından 6 Temmuz 1997 tarihinde gerçekleştirilen MHP 5. Olağanüstü Kongresinde, 1193 delegeden 697’sinin oyunu alarak yeni Genel Başkan seçilmiştir.
      Sn. Dr. Devlet BAHÇELİ’nin MHP’ye Genel Başkan olmasının ardından geçen on dokuz(19) yılda: 
1) 1999 Türkiye genel seçimleri'nde %8,18 - oy oranını %17,98 çıkardı; fakat tek başına İktidar olamadı. MHP (21)yirmi bir yıl sonra hükümete sokarak, Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı. Ekin bir varlık gösteremedi.
2) 1999 Yerel Seçim, 21 ilin belediye başkanlığını kazandı; fakat tek başına Birinci Parti olamadı   
3) 2002 Türkiye genel seçimlerinde 17.98.oyu %9,62 düşerek baraj altında kaldı.
4) 2002 Yerel Seçim Yapıldı
Seçimlerin ardından yaptığı açıklamada Bahçeli: "Başarısızlığın tek sorumlu benim!" açıklamasını yaparak genel başkanlık görevinden istifa ettiğini açıkladı. 
5) 2003Ara Seçim Yapıldı
6) 2004 Ara Seçim Yapıldı
7) 2007 Türkiye Genel Seçimleri'nde MHP’nin oyunu %5.91 oranında artırarak  %14,27 oy aldı
8) 2009 Yerel Seçim Yapıldı
9) 2011 Türkiye Genel Seçimleri'nde %1,26 düşerek %13.01'e geriledi.
10) 2014 Yerel Seçim Yapıldı
11) 2015 Haziran Türkiye Genel Seçimleri’nde oyunu %3,28 oranında artırarak  %16,29'a getirdi.
12) 2015 Kasım Türkiye Genel Seçimleri’nde  %4,39 oy kaybederek  %11,90 oy oranına geriledi.  (http://www.mynet.com/haber/haberler/devlet-bahceli-5909/)
      DENİZ BÖLÜKBAŞI: 
    “Ben partinin bu siyasî yapısıyla devam edemeyeceğini düşünüyorum. Parti yönetim kadrosunun değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Devlet Bey’in kendi takdiridir ama bu yapıyla gitmeyeceğini kendisinin de gördüğünü zannediyorum. Özü değişmeden, yeni bir siyasî strateji ve söyleme ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Devlet Bey’in artık Balgat’taki binadan süratle çıkıp, Anadolu’ya gitmesi gerektiğini düşünüyorum.”
(http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/ahmet-hakan_131/mhp-bu-kaos-ortamindan-ancak-devlet-beyle-cikar_40065624)
     Sn. Dr. Devlet Bahçeli, 2004 yılında Atatürk Araştırma ve Eğitim Hastanesi'nde kalp ameliyatı olmuş tıkalı olan dört(4) damarına müdahalede bulunulmuştu. 16 Ocak 2016 yılında tekrar kalp ameliyatı olmuştur. Bunca yıldır MHP’si ve Ülkücülük faaliyetlerindeki hizmetleri kayda değer olup, bugün hem sağlığı bozulmuş hem de yorulmuştur.  Yukarıdaki belgelerle de görüldüğü gibi geçirdiği on iki(12) seçimde de MHP gibi bir aksiyon hareketini, tek başına iktidar yapamamıştır. Her defasında mağlup olmuş, kimi zamanda tam anlamıyla partiyi sendeletip diz çöktürerek baraj altına itivermiştir…
            Sn. Dr. Devlet Bahçeli,  ne MHP’yi birinci parti durumuna getirebilmiş ne de ikinci parti yapma beceri ve kabiliyetine sahip kılmıştır. Durum yukarıdaki verilerden de anlaşılmaktadır ki bir partide (19) on dokuz yıllık zaman, ve on (12) mağlubiyet, ve bunu körü körüne destekleyen biz dava adamları!.. Elli yıllık bir davanın hiçbir şekilde başarılı olamaması garip değil mi?.. Hiçbir akıllı kişi, lider, ille de ben koltukta kalacağım diyerek, milyonlarca idealistin ümit bağladığı bu parti ve partililere böyle bir zulmü reva göremez, görmez!      
             Görebilir mi?!.   
          Vebal var!.. Yüzlerce şehidin bu dava için akmış kanı, ceza evlerinde işkence çekmişlerin vebali,  ahı insanı boğar… Bu dünyada olmazsa öbür dünyada bilmem kaç el yakanızda olur. MHP’yi şimdi yönetenlerin, hiç biri, huzur ve rahat bulamazlar… DEĞİŞİM ŞART!


Sn. Dr. Devlet BAHÇELİ’nin kendisi de bunu bir ara 2002 seçimlerinde fark etmiş ve sorumluluk anlayışı ile :"Başarısızlığın tek sorumlu benim!"  diyerek yenilgisini kabul etmiş; ve geçirilen on üç seçimde de tam başarı sağlayamadığını, hezimet olmasa da başarısızlığı, defalarca tatmış, ve bu ıstırabı yüreklerinde hissederek istifa etmiştir.
Şimdi de kendisine yakışan şey: Alpaslan TÜRKEŞ gibi büyük bir liderden teslim aldığı bayrağı, ya göstereceği kendi adayına veya hiçbir şekilde tarafsızlığını bozmadan kendisi ve ülkücü camiaya yakışmayan Kurultay Bilmecelerinden, Ali Cengiz Oyunlardan vaz geçip, yeni MHP liderine teslim etmek olmalıdır.
Aksi halde: Bahçeli giderse talan olur, Ülkücüler sahaya iner, Ülkücüler sokağa çıkar” “Ben gidersem bu iş biter.”  Sözleri boş, beyhude ve yok hükmündedir. Geçmişte böyle düşünen ve diyenlerin çoğunun bugün, kabirlerini ziyaret ediyoruz. Taziye bulunuyoruz; fakat günümüz geçmişten çok daha iyi. Ne talan var ne de yok olma!.. 
        BASKIN SEÇİM OLABİLİR
        Sayın BAHÇELİ bu ısrarında diretecek olursa belki, muhtemelen kontrol AKP’nin eline geçebilir… Bu arada MUHALEFETİN yönetime gelemeyeceğinin anlaşılması ile de Saray’ın baskı ve kontrolüyle  Başkan olabilmek için gerekli ortamın ve yeterli meclis arikmatiğinin sağlanabilmesi  amacıyla dirsek teması ilk yeterli sayı: (330)’u bulmak amacıyla, “SEÇİM” e start verilebilir!.. 
          Yani şimdilerde iki ileri bir geri politikalarla yollardayız. İnşallah millet için, ebed i devlet için hayırlı olur…
        Türkiye, kendisini yalnızlaştıran, içeride ve dışarıda menfaat şebekelerinin bir ahtapot gibi sarmalayarak gözlerini iç ve dış dünyaya kapattığı uzun uykudan, birden bire uyanıverdi… “Yeni Türkiye”nin iliklerini kurutmak için saldırdığı bu dönemde, çağdaş politikaları devreye sokup, etrafındaki “KUŞATMAYI” bir huruç hareketiyle, yarmak, İsrail ve Rusya’dan sonra, Mısır hatta Eset ile de anlaşma yoluna giderek içine itildiği atalet ve anafordan, bir huruç hareketiyle kurtularak, geleceğine koşuyor
KAYNAK:
1).http://odatv.com/operasyonlarin-amaci-dolmabahceyi-pkkya-kabul-ettirmek-1401161200.html”
2).http://www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettinkaraman/islamda-din-adami-yoktur-2-2030116
3).http://www.yenisafak.com/yazarlar/yusufkaplan/ingilizlerin-iki-asirlik-oyunlarinin-merkezinde-neden-turkiye-var-2030124
4).http://www.yenisafak.com/yazarlar/yusufkaplan/ingilizlerin-iki-asirlik-oyunlarinin-merkezinde-neden-turkiye-var-2030124)
5).https://www.msxlabs.org/forum/soru-cevap/274042-akdenize-kiyisi-olan-ulkeler-hangileridir.html
7).(http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/can-atakli/bu-terorun-sorumlusu-turkiyeyi-cihatci-otoyolu-yapanlardir-1297176/)



18 Haziran 2016 Cumartesi

KURULTAY Abdullah Çağrı ELGÜN (MHP YA TAMAMEN BİTECEK; VEYA KÜLLERİNDEN YENİDEN DOĞACAKTIR.)

KURULTAY
Abdullah Çağrı ELGÜN
(MHP YA TAMAMEN BİTECEK; VEYA KÜLLERİNDEN YENİDEN DOĞACAKTIR.)
Peygamberlerin görevlerini tamamlayıp gittikleri gibi davaların da görevlileri vardır. Onlar da o davanın planlamacıları, kurucuları, önderleri ve liderleridirler. Büyük Ülkü Davasının da gelmiş geçmiş tek bir lideri vardır o da adı üzerinde olduğu gibi Başbuğ, Alpaslan TÜRKEŞ’tir.
Bu yalancı dünyada hiç kimse ebedî ve ölümsüz değildir. Liderlerden sonra o koltuğa oturanlar sadece davalarının temsilcileri ve sadece davalarının birer neferidirler…  Onlar da davayı liderlerinden, aynı aşk aynı misyon aynı sorumluluk duygusu ile alırlar ve yeri geldiğinde bir başkasına devrederek babadan oğula, oğuldan torunlara ve torunlardan giderek gelecek kuşaklara; omuzdan omuza, elden ele aktarılarak mukaddes bir sancak, gibi sonsuza kadar taşıyıp zamandan zamana kuşaktan kuşağa aktarıp giderler…   Bu kutsal emanet, davanın bayrağı asla yere düşmez; düşürülmez!.. Bu uğurda herkes, atsız bir nefer olarak çalışarak sadece ülkülerin yükselmesi için gayret eder nefes ve enerji harcarlar. Bu ülkü adamları için: “ÜLKÜ, denen nazlı gelin erde şan ister, büyük devlet kurmak için büyük kan ister…” şiarıyla yorulmadan, dinlenmeden Kızılelma’ya koşarlar. Bu ülkü devleri için ne makam mevki ne para, şan şöhret ve istikbal ne de çetin yollar, yıldıramaz; çünkü bilirler ki : “Yufka yüreklilerle; çetin yollar aşılmaz;
Çünkü bu yol kutludur; gider Tanrı Dağına!..” deyip;
…“Delinse yer çökse gök, yansa yıkılsa dört yan;
Yüce dileğe doğru yürürüz yine yayan… diye haykırarak gidilecek yolu bilirler…
Davayı yavaşlatan, itibarsızlaştıran, hedefe varmayı engelleyen hiç kimse vazgeçilmez değildir; ve asla vazgeçilmez de olamaz. Çeşitli türlerde bahanesi de hiç olamaz…  Bayrağı en yükseklerde dalgalandırabilecek her gönüllü ve her lâyık olana, yine arkadaşları tarafından bu kutsal görev, teslim ve tevdi edilirŞimdi, bugün bu aşamaya gelinmiştir. MHP’den aday olanların her biri, birer cevher olup kıratı paha biçilmezdir. Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ’nin başında bulunarak yirmi yıl boyunca(20) boyunca, hezimetten hezimete uğrattığı bu davaya, partisine yapacağı en büyük hizmet, seçime gidilen olağanüstü kurultayda, liderliğe aday olmamaktan geçer. Önce 2017 yılı deyip sonra da 10 Temmuz 2016’ya çekilmesi de Olağanüstü Kongrenin Kaçınılmazlığının bir ifadesi değil midir? Öyleyse davaya hizmet davada dik duruş sergilemekten geçer…
Muhalifler ilk kurultay toplandığında havaalanına varamamış olsalar bile açık alanda kurultayı toplayıp Kongreyi yapıp başkanı seçebilselerdi. Aslanlar gibi karşılanacak, babalar gibi ağırlanacak ve Türkiye bu kurultayı uzun yıllar unutamayacak, tarih sayfaları da bu kurultayı altın harflerle işleyecekti; fakat cesaretsiz davranarak sadece bildiri yayınlayıp çekip gittiler…
Bu dava adamlığıdır, büyüklüktür, davaya hizmetin en büyüğüdür.  MHP’ye lider olarak geçecek muhaliflerden kim kazanırsa kazansın parti yeni bir nefes ve yeni bir aşk ile devam edecektir; fakat bunca direnişe, koltuğu bırakmamak için kongreyi çağırmaktan imtina edinen, aday olarak ortaya çıkan dava arkadaşlarının her birine, bir yakıştırma ve suç isnat eden, partiden ihraç talep eden, parti disiplinine veren, mahkemeye taşıyan, haklarında dava açan, Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ kazanırsa, bu davanın bu kadar yükü kaldırmağa yeniden Devlet BAHÇELİ ile yürümeğe takati kalmamıştır. Mutat alınan kemikleşmiş oyların dışına çıkılamayacak, Devlet BAHÇELİ ve ekibi kendi kendini tatmin ile oyalanmağa devam edecektir. Belki de tarihin tozlu rafları arasına gömülecek ve unutulup gidecek AKP’de büyük bir cesaret ile yeni seçim takvimi belirleyecek, seçim sonucunda HDP ve MHP baraj altında bırakılarak iktidar büyük bir patlama ile istediği sandalyeyi kapacak ve yoluna devam edecektir. Sanırım Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ’nin isteği de AKP’nin elini yeniden güçlendirmektir… Belki de Liderinin eli ile MHP’yi dağıtıp, bu partinin gönül erlerini halaç pamuğu gibi dağıtmaktır… Bu durumda  yeni bir parti doğacaktır ki bunun da yeteri kadar taraftarları olmayacak, ülkücüler bölünerek dava param parça olarak gönüllere kırgınlıklar, küslükler yerleşecek ve davanın yiğit erleri kabuğuna çekilecek, büyük ülkünün büyük aracı olan MHP ya tamamen bitecek paramparça olacak; veya küllerinden yeniden doğacaktır.
MHP lideri Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ’nin bugüne kadar neyin savaşını verdiği asla bilinememiştir. Kaç kez seçim kaybetmiştir? Kaç kez yenilmiştir. Kaç kez üçüncü parti, dördüncü parti ve meclis dışı kalmıştır, bunu her ülkücü görmekte ve bilmektedir… Bu işin Sayın Devlet BAHÇELİ ile götürülemeyeceği defalarca anlaşılmıştır; fakat kimler niçin ve ne maksatla bu davanın iktidarını engellemekte, bu davanın partisini üçüncü sınıf, dördüncü sınıf ve hatta Meclis dışına iterek itibarını sıfırlamakta ve bu davanın gönül erlerini ölmeden görmek istediği davalarının iktidarını, onlara göstermeden birer birer ebediyete göçüp gittiğini hazinle seyretmektedir?!..
“Ölürsem görmeden millette ümit etiğim feyzi,
Yazılsın seng-i kabrime: “Vatan mahsun ben mahsun!.. ”diyen  Namık Kemal gibi akademik bir personel ve bu kadar kariyer yapmış Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ’nin bunu görmemesi, bilmemesi, görememesi, bilememesi mümkün değildir... Bu işte bir yanlışlık var… 
Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ, zaman zaman, yaşlı aslanlar gibi kükremekte, bu kükreyişi ile bütün ülkücülerin damarlarındaki kanı coşturmakta, hiç olmazsa bir UMUT ufkuna yelken açmak isteyen ülkücüler de yeniden heyecana kapılarak, liderlerinin gazına gelip MHP’ye omuz vererek ömrünün son deminde İKTİDAR OLABİLİRİZ hayaline kapıldıkları olmaktadır.
Hemen her seçimde, yörelerdeki aday belirlemedeki usul ve yöntemlerindeki yanlışlarla sürekli seçim kaybetmiş, hezimetini asla kabul etmemiş ve görememiştir. Unutulmasın ki iktidar olamamış parti seçimi kaybetmiş demektir. Sayın Dr. Bahçeli’nin liderliğini devraldığı UĞRUNDA BİNLERCE ŞEHİT VERDİĞİMİZ kutsal ülkü yolunda, kaybedilen yirmi yıl ve sayın Bahçeli’nin kaybettiği on yedi (17) seçimdir. Bu seçimlerin hiç birinde, iktidar olmak şöyle dursun, yüzde elli oyu dahi yakalayamamıştır. Kendisine yüz yılda bir gelmesi muhtemel Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı fırsatlarını defalarca elinin tersi ile itmiş, ülkücülerin iktidar aracını her defasında şarampula, uçuruma yuvarlamıştır...
Geçen yıllardaki seçimlerde, barajın altında kalan partinin sorumlulukları omuzlarına ağır gelmiş, şehitlerin bakışları rüyalarına girmiş ve ülkücülerin vebalinden korkmuş olmalı ki nihayet aklı başına gelmiş, partiden istifasını vermiştir. Sonra ne olmuşsa Sn. Dr. Bahçeli, yine, bu defa da zafer kazanmış kumandan gibi partideki saltanat koltuğu ona tatlı gelmiş, koltuğuna sıkı sıkıya sahiplenmiş, oradan kalkmamak için türlü bahanelere, mazeretlere  sığınmış ve yeniden koltuğa sarılmıştır… 
Hangi parti olursa olsun, liderleri de dava adamlarının ve parti üyelerinin hak ve sorumluluğu kadar, bir hakka sahip olduklarını, her daim unutmuşlardır. Böylece hiçbir ayrıcalığa sahip olmayan liderler, saltanat koltuğu kabul ettikleri ve misafiren, emanet olarak oturdukları, partilerinin koltuklarına sıkı sıkı zamk gibi yapışmışlar davayı, iktidar yapmayı, ülke ve bunca idealleri göz ardı ederek koltuk hevesi, koltuk sevdası, koltuk hırsı  ve giderek koltuk ihtirası başlarını döndürmüş ve bu hırs,  ihtiras ile etrafında olan bitenleri görememeyecek kadar tavuk karası olmuşlardır...
Sayın Dr. Devlet Bahçeli de bunlardan biridir.  Bu  durum, Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ için de hepsinden daha acı ve daha üzücü olmaktadır.  Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ’nin bu vebalden kurtulması, büyük ve ağır yükün omuzlarına yüklediği sorumluluktan kaçması, bugün olduğu gibi yarın da ilahî âlemde mümkün olmayacaktır… Halbuki bu bir nöbettir. Yapamayan gider, yapacak biri gelir. O yapamazsa o da gider. Her defasında taze kan gerekli ve elzemdir. “BEN GİDERSEM, TALAN OLUR!” diyenlerin hepsi bugün kabirdedirler; fakat ortada “TALAN OLAN” hiç bir şey yoktur; hatta eskisinden daha iyi bir teknoloji, ve iyi vasıtalar, uçaklar, jetler ve saatte 500 km yol alan hızlı tirenlerle uzaklar yakın olmuştur?!..
Şu hiç unutulmamalıdır ki bu davanın liderliğine soyunanlar, bu davanın içinde olanlar da en az Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ kadar ülkücüdür ve bu partide ondan daha fazla hak sahibidirler. Niçin ondan daha fazla diyorum; çünkü Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ’nin yirmi yıllık liderliğinde, yenilen güreşçiler gibi güreşe doymayarak ve bu partinin taşıdığı misyonu zaafa uğratarak ve partisini geçirdiği on yedi seçimde de iktidara taşıyamayarak, beceriksizliğini defalarca kanıtladığı halde, MHP koltuğuna bu kadar hırsla sahiplenmesi, (dava adamlığını!) ve orada lüzumsuz olarak kaldığı için diğerleri de en az o kadar yıllar o partide kalmaya hak sahibi oldukları için, hak sahibidirler… Kaybedilen on yedi seçimde de on yedi seçimin değerlendirilmesi (Birçok taraftarın, değerlendirmeleri ve eleştirilerinin yanında) bizzat tarafımdan yapılmış, bu değerlendirmenin bir raporu her defasında kendisine gönderilmiş. Yüz yüze konuşulmuş, Belge (1-2); ve, fakat asla dikkate alınmamış yanlış üstüne yanlış yapmağa devam edilmiştir.
İllerden gelerek seçim yenilgileri ve konu ile ilgili daha detaylı eleştirisel bilgiler vermek isteyen bu davanın üstadları, emektarları, ağabeyleri MHP’den ve bu liderlerinden aylarca randevu alamadığından yakınmışlardır. Özel kalem altı, yedi ay, bir yıla yakın bir türlü randevu vermemiş, İktidarda olamadıkları halde sanki iktidar olmuşlar da yoğun işler arasında görüşmelere fırsat yok, izlenimi vererek, kendisi ile görüşmeye gelen yüzlerce ülkücüyü bu olumsuz tavır incitmiş, küstürmüş ve kırmıştır!.. Şimdi onların çoğu ebedî âleme yolcu olmuşlardır; (Allah Rahmet Eylesin.) fakat Sayın Dr. Bahçeli bu yanlışlarında da ısrar üzerine ısrar etmiş, bu durum ve olayları görmemezlikten gelerek, kendisinin haberi var veya yok, partililerinin görüşmelerine kendilerini anlatmalarına engel koyduğu anlaşılmaktadır…
İstişare ettiği kişilere de: “Bu bize ihanet etti. O benim söylediğim adayı desteklemedi. Öbürü böyle yaptı. Diğeri şöyle yaptı.” diyerek dışlamış;  “alayını at gitsin!” diyerek bu partinin sadece kendisinin olduğu ve burada rahat saltanat sürebileceği kuruntusuna “BUGÜN OLDUĞU GİBİ” kapılmıştır…
Rahmetli Başbuğ’dan sonra, emaneti ve nöbeti devraldığı günden bugüne gelinceye kadarki, arada geçen yirmi yılda Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ’nin idaresinde ÜLKÜCÜLER kaç kez iktidara yaklaşabilmiş?  Birinci olmasa dahi, ikinci parti durumuna yükselebilmiş olduğunu göstermek mümkün müdür?.. Hep kaybedilen yirmi yıl ve geçirilen on yedi seçimde var gücüyle davasına ve  partisine yüklenerek varını yoğunu bu davaya bu partiye harcayarak stokunu tüketmiş, evini barkını, ticaret ettiği ekmek teknesini satmak durumunda kalmış yüzlerce işveren, iş adamı ve akademisyenler, emekliliği dolmuş memur ve işçiler, yüzlerce dava adamları artık bıkkınlığa, üzüntüye ve umutsuzluğa kapılmıştır… Rakiplerin uzun süreli iktidar nimetleri ve iktidar olmanın ezici kudretinin tazyiki, baskılar ve ağır ekonomik şartlar sebebiyle ya bu hareketin içinden çıkmak zorunda kalmış veya köşesine çekilmek zorunda bırakılmıştır…
Her seçim sonrası ise dağılmış partililer, yıkılmış ülkü devleri, büyük bir hayal kırıklığı yaşayan dava adamları… Büyük yenilgi ve hezimete uğrayan davanın lideri, yöneticisi ve dizginleri elinde bulunduğu halde atını koşturamayan süvari, Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ değilmiş gibi büyük bir pişkinlik ve eda ile yoluna devam ederek MHP’yi hemen her seçimde iktidara yaklaştırmak şöyle dursun, barajın altına dahi düşürmüştür. Durum böyle olunca, bu geminin  bu kaptan ile yol alması asla mümkün değildir. Yirmi yıllık, yarım asra yakın zaman da bunu tüm dava mensupları, halk ve Türkiye’ye göstermiştir. Değişim elzemdir.  Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ de bunu bilmekte ve görmektedir. Kendisinin sağlığı da zaten buna elverişli değildir. Büyük bir ağırbaşlılık ve olgunlukla aday olmamak ve aday olan Ülkücü liderlere yolu açarak yardımcı olmak, dava adamlığının büyüklüğünden ve davanın büyüklüğündendir… vesselam…
Değil ise Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ’nin isteği ve de eli ile AKP yeniden güçlenecektir. Bizzat lideri Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ’nin eli ile MHP, dağıtılıp yok  edilecek, bu partinin gönül erleri de halaç pamuğu gibi dağıtılacaktır… Bu durumda ya yeni bir parti doğacak ya eski MHP büyük sessizliğe bürünerek kış uykusuna yatacak veya bir avuç idealist MHP'li yan yana gelip görevi devralarak, küllerinden yeniden doğacaktır. Cumartesi, 18 Haziran 2016
KAYNAKLAR
1.İki adet geçmişe dönük yazı
2.http://www.turkcu.com/siir/kursad-marsi_atsiz.htm
3.https://www.google.com.tr/webhp?sourceid=chrome-instant&ion=1&espv=2&ie=UTF-8#q=Yufka+y%C3%BCreklilerle+%C3%A7etin+yollar+a%C5%9F%C4%B1lmaz.
4.http://www.sondakika.com/haber/haber-bahceli-izmir-de-iftar-programina-katildi-8538771/

Translate