30 Temmuz 2015 Perşembe

MHP, BU İŞİ DAHA İYİ YAPAR; Abdullah Çağrı ELGÜN

MHP BU İŞİ DAHA İYİ YAPAR
                                       Abdullah Çağrı ELGÜN
PKK’nın silahlı döneminin kapanması ve PKK, HDP’nin Türkiyelileşmesi, bin yıllık kardeşliğin yeniden pekişmesi; ancak MHP’nin iktidarında mümkün olabilir.
Bugün itibari ile AKP’nin sunnî projesi “Çözüm Süreci” fiilen sona ermiştir. Bunun sebebi HDP’nin seksen (80) milletvekili ile meclise girmiş olmasıdır. Eğer HDP meclise giremeyip, AKP tek başına iktidar olsa idi. Çözüm Süreci sunî proje “Çözüm Süreci” devam edecek, vatandaş yine vurulacak, halkın çocukları ölecek; fakat AKP iktidarı bu çözümü, (ç ö z m e ğ e !) devam ederek iktidarda kalacaktı…
Bugün tek başına iktidarı kaybeden AKP’nin, PKK ve HDP’ye savaş açmasının sebebi Kürtler’in tekrar oyunu alabilmek arzusunun bir ürünü mü, yoksa izlenilen politikaların başarıya ulaşamadığını görerek, hatadan dönmenin daha çok hata yapmaktan yeğ olduğunun, görülmesi sonucu mudur? Bugün yetkililerinin açıkça ilan edilmesinden belli olmuştur ki:  “Arınç: Politikamız yanlıştı, CHP ve MHP bizi uyarmıştı, dinlemedik. Biz yanlış yaptık.” diyerek itirafta bulundu.
Bu itiraf sonrasında iktidar, on üç(13) yıllık iktidarında birçok yanlışlar yaparak, masum vatandaşlarımızın ölümüne sebep olan, olay ve durumlardan sorumludur. İktidar, bir saniye dahi beklemeden, derhal istifa etmeli ve mecliste muhalefet görevine dönmelidir. Muhalefetin de gereksiz söz ve eylemleri bırakıp bekleyen sorunları gidermek, ülkede kangren olmuş hataları düzelmek için görevi derhal devralmalıdır. Aksi halde akacak kanın hesabını kimseye veremez. Muhalefet liderleri, tarih önündeki sorumluluktan, vebalden kendilerini kurtaramazlar.
2011-2014, Diyarbakır’da Dolmabahçe’de, Olso’da yaptığı MUTABAKAT, terör örgütlerine dokunulmazlık, tavizler terör örgütlerinin sırtlarının sıvazlanması ile palazlandırılan, büyütülen, silahlandırılan ve eğitilerek, özgürce yapılanmaları ve bunun sonucunda yaptıkları eylemler, iktidarın sorumluluğundadır… Suruç sonrası ortalık birden karıştı. Bu öldürülenleri, üzerine atılan örgütler kabul etmiyor. Biz öldürmedik diyorlar. Bunları kim öldürüyor? On üç yıldır  “Çözüm Süreci” çözülememiştir. Konu içinden çıkılamayan, kangren haline gelmiş bir yara durumuna dönüşmüştür. Halkımızı en iyi şekilde yöneteceğini söyleyen ve iddia eden iktidar, milletin dertlerine çare olmaktan ötedir. Birbiri ile sadece egoları sebebiyle uğraşan, kişiler, vatandaşları ile husumetli; komşuları ile küskün ve dövüşen, çatışmalı, elçilik dahi açamadığımız durumuna kadar getirmiştir...

Yetmemiş, teröristler bu süreçte tam anlamı ile organize olmuş ve hükümet, PKK, DEAŞ, HDP, KCK; PYD; İŞİD denilen belalar ile uğraşır; Kürt sorununu çözmek ister iken, Valiliklere gönderilen genelgede güvenlik güçlerinin operasyon yapmama talimatı verilmiş; Böylelikle: PKK askere alma şubeleri açabiliyor, şehirlerde vergi kontrolleri yapabilecek güce erişmiş; halktan vergi toplayan ikinci bir devlet durumuna gelmiştir. 17-18 yaşlarındaki çocuklar şehirlerde, ilçelerde sokaklarda yerleşip evlerde organize olmuşlar, eylem için, hazır kuvvet beklemektedirler. Haydi denildiğinde, hurra elleri silahlı, yüzleri maskeli her tür suç aletiyle sokaklara çıkıyorlar, eylem yapıyorlar ve  sokakları ateşe verebiliyorlar. Bu şekilde güçlenen örgütler: Diyarbakır, Bingol, Hakkari, Muş…vb. bir çok vilayetlerde yol kesebiliyor, insanlarımızı infaz ediyor, kaçırıyor ..vb. korkusuz ve cüretkâr hale getirilmiş…Hatta devletin yapacağı operasyonlarda kalkan jetlerimize taziz ateşi acıyor, daha jetlerimiz yerinden  kalkmadan Kandil’e haber uçuyor halde ise bunun sorumluluğu, bugüne kadar bunları güçlendiren bu tavizi verenler değil midir?..
29 Eylül’de Peşmergeler’in İŞİD’e saldırısı için Türkiye topraklarından geçmesine izin verdiğini gazeteler yazdı. Terör örgütleri dün de vardı, bugün de vardır. Terör örgütlerinin hangisi olursa olsun tamamen yok edilmesi gerekir, gerekmektedir.  Hükümet’e ne oldu ki on üç yıldır sarmaş dolaş olduğu “çözüm süreci” politikaları ile sevgi, hoşgörü ve sonsuz sabır göstererek palazlandırdığı, silahlanmasına bel bel bakıp valiliklere gönderilen genelgelerle “operasyon yapmama kararı” ile seyrettiği terör örgütlerine, hiçbir müdahalede bulunmamış, silahlı gücü ile taarruz etmemiş; ve ettirmemiştir.  PKK, DAEŞ, İŞİD, PYD, KCK örgütlerin Türkiye Cumhuriyeti Kaymakamını dağa kaldırmasına ses çıkarmamış,  ordunun kışlasına kadar girerek bayrak indirenlere müdahale etmemiş: “Diyarbakır toplantısı 2014 yılında: PKK, terör örgütü değildir. Hükümetimiz kararı gereğince; yapılan eylemlere daha müsamahakâr, yaklaşılması ve müdahale edilmemesi kararı aldık. Beşir ATALAY”  demesi, gelinen sonuçların delilidir?.. Muhalefet bu deliller karşısında ne yapar?..
Kısaca hükümet belki iyi niyetiyle; fakat gereksiz olarak, terör örgütlerinin sırtlarının sıvazlanması sonucunda bu hale getirip birçok insanımızın boşu boşuna ölmesi sonrasında, bugün rota değiştirerek yeni bir yola girmiştir…
Hükümetin, hem seçimi kaybetmiş olması sebebiyle hem de yapılan yanlış işler sebebiyle istifa ederek, derhal iktidardan çekilmesi gerekirken, hâlâ zafer kazanmış bir komutan edasında, iktidar koltuklarına yapışmış ve bırakmamaktadır. Seçim bitmiş hükümet iktidarını kaybetmiştir. Geçici bir hükümet kurulduktan sonra koalisyon görüşmeleri yapılabilir. Mevcut icraatları, yeni yapılacak ekibe devretmesi gereken hükümet, yeni kadrolaşma ile makam ve mevkilere çok miktarda atama yapabilmekte, iktidarı kaybetmiş olmasına rağmen, kadrolaşma ve yapılanmasını yıkılmayacak, sökülmeyecek derecede kendini yenilemektedir… Muhalefetin bu konuda tek sözü olmadığı gibi, birbirleri ile uğraşmakla vakit kaybetmektedirler. Hükümeti kurma süreci çoktan aşılmış, görev gerekli diğer partilere devredilememiştir.

Bugün önümüzde iyi ve güzel fırsatlar mevcut olup bu fırsatı çok iyi kullanmak ve HDP ve tarafların bu ülkenin vekilleri olduklarını asla unutmadan hassasiyet ile konuya yaklaşmaları, HDP’nin gereksiz istek ve düşüncelerinden feragat etmeleri gerekli ve elzemdir…
Her türdeki problem Mecliste çözülür. Hayvanlar koklaşarak, kuşlar ötüşerek, insanlar konuşarak anlaşırlar. Hangi konu çözülecek ise Meclise gelecektir. Parti kapatarak, siyasilerin hür ve serbestçe konuşmalarına imkan tanımadan, hangi konu olursa olsun, problemi çözülemez. HDP fikirlerini açıkça ifade edebilmek ve düşüncelerini hem taraftarlarına hem de halka duyurabilmek için Mecliste kalmalı; ve hatta MHP derhal ve vakit kaybetmeden, CHP’nin desteğini de alarak inisiyatifi ele almalı, Başbakanlığı üstlenmelidir… Geçmişte Ülkü Ocaklarının Kürt kardeşlerimiz ile ilgili plan ve projeleri olmuştu. Bugün de olacaktır. MHP Kürt problemlerine eğilmeli, Meclise kadar gelmiş ve kangren olmuş yarayı masaya yatırmalı, uru çıkarıp almalıdır. Bunu ancak ve hiç şüphesiz MHP yapar.  Aksi halde kendi egolarını tatmin için milletin canına, kanına el uzatmış ve egosu için her türde hileyi, düzeni, riski göze alabilmiş, ihtiraslı, hatta, haris inisiyatif sahiplerinin elinde bu halkın durumu ve halinin nice olacağını kimlerin nasıl öleceğini tahmin etmek dahi düşünmek istemezsiniz…
Bugün bir dönem silahları susturan AKP, şimdi silahları konuşturarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gücünü mü gösteriyor? Halktan oy mu elde etmek istiyor?.. Şuan ortalığı karıştıranlar kim? Kontrol dışında bir mekanizma mı var? İçeride ve dışarıdaki düşmanların uyuyan mihrakları bu süreçte uyandırıldı mı?.. Son gelinen noktada eski hataların düzeldiğine dair bir işaret görülebiliyor mu? Boş dağları vurmak, yerine bizi içeriden vuranların evleri, sığındıkları hücreleri, televizyon başında oturarak olanları seyredip kıs kıs gülenlerin yakalanması, hepsinden önemli değil midir? Olayları yapan eli kanlı katillerin yakalandığına dair hâlâ hiçbir haber gelmemektedir. Bugün de yapılmaya devam edilen bu hataları, siyasiler ve bütün bir millet olarak kabul edecek, masum vatandaşın kanının akmasını gözleri yaşlı seyir mi edeceğiz?
Bu güne kadar kangren olmuş, ve uzamış uzamasından nemalanan, kendilerine bu durumu menfaat aracı olarak kullanan kişi ve gruplardan da er veya geç hesap sorulmalıdır, sorulacaktır… Terörü, kökten çözmenin yolu, tarafların ve veya onun temsilciliğini yapanların yan yana gelip konuşmalarından geçer. Bu yer de Meclistir.
HDP’nin basın tarafından iddia edildiği gibi Meclise şaibeli girişi söylentileri dolaşmış olsa bile Mecliste yemin eden bu vekiller ile konuşularak ne istenildiği halkın gözleri önünde öğrenilmeli, Diğer partilerce de makul olabilecek görüş ve düşünceler derhal uygulamaya geçirilmeli, haksız ve usulsüz istek ve talepler var ise konu Yüce Divana taşınmalı, teklif edenlerin dokunulmazlıkları kaldırılarak vekillikleri düşürülmeli ve gerekli ceza ne ise derhal verilmelidir.   
Burada çözüm olmaz ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti çok güçlüdür… Hiç şüpheniz olmasın gereğini yapar. PKK, HDP’nin Türkiyelileşmesi, dağdakilerin düze inmesi,silahların tamamen bırakılması, bin yıllık kardeşliğin yeniden pekişmesi; ancak MHP’nin iktidarında mümkün olabilecektir.
HDP’NİN AKLINI BAŞINA ALMASI ŞARTTIR
HDP, PKK’nın siyasal temsilcisi olarak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Meclisindedir.  Siz ey aklını peynir ekmekle yemiş kardeşlerim! “Siz hiç akıl etmeyecek misiniz? Siz hiç düşünmeyecek misiniz?” Mecliste yemin töreni esnasında söylenen İstiklâl Marşı’nda ayağa kalkmayarak çok büyük bir saygısızlık gösterdiniz. Yetmedi kendinizi haklı çıkarma peşine düştünüz. Keşke hiç yapmasaydınız bu edepsizliği… Bu edepsizliği, ne Alman ne İngiliz ne Rus ne de Yunan yapıyor, siz niçin yapıyorsunuz?..
Ey HDP, Türkiye Cumhuriyeti milletinin Vekilisiniz. Başbakan Yardımcısı, Başbakan, Cumhurbaşkanı da oldunuz… Yani Türkiye bizim. Birlikteyiz, biz idare ediyoruz. Vatanın her karış toprağında gidemediğiniz, ticaret yapamadığınız, ibadet yapamadığınız bir karış yer var mı?.. (Var diyenin alnını karışlarım.) Öyleyse bu gereksiz istekler, bizi nereye götürecek? Düşünmeye davet ediyorum. Ölen kim? Öldüren kim? Ağlayanlar kim? Kim ne istiyor, kim ne alıyor?.. Yanlış yönde kürek çekenler, akıntının suyunda boğulurlar.
1997’de, 28 Şubat Süresince Özel Harekat dağıtıldı. DHKP derin devletin elinin olduğu bir örgüt görünümünde. Dün. ABD, bir dönem: “PKK için bizim Türkiye içindeki ordumuzdur.” diyor iken, bugün PKK için: “PKK bir terör örgütüdür.”diyor.  PKK, yaptığı müdahaleler ile HDP’nin külhanbeyliğini tamamen bitirmiştir.

Bugüne gelinen noktada AKP PKK’yı terör örgütü ilan ederek gerekeni yapmaktadır; fakat niçin ve hangi sebep ile politika değiştirmiştir ve hâlâ bu politikada bile ne derece ısrarlı, kararlı ve  bir denge kuramadığı söylemler ve basına yansıyanlardan anlaşılmaktadır. Bu politika da  “çözüm ile ilgili olarak” gel git durumundadır.
MHP iktidarı olursa İŞİD, PKK, DAEŞ, PYD, KCK…vb. örgüt ve grupların dünyanın en büyük ordularının karşısında ne gibi bir hükmü olabilir ki?!.. Yeter ki hükümet kararlılığını gösterip sağlam durabilsin. AKP yoldaki işaretleri görmeğe başlamış mıdır, buna inanmak isteriz. Trafik ışıklarının aydınlattığı yoldaki hedef bellidir. 
Milletin BİRLİK BERABERLİK ve HUZURA İHTİYACI VARDIR…
Kürt kardeşlerimiz ne istiyorlar, çok iyi tespit etmeli ve makul isteklerinin dışındaki istekler konusunda çok dikkatli olmalıdırlar. Türkiye’den bir toprak talebinin kendilerine ne büyük bir zarar verebileceklerini çok iyi düşünmeli ve torunlarının geleceğini tehlikeye, riske ve ateşe atmamalıdırlar…
Kürtler’in, Türkler’den  başka dostu ve kardeşi yoktur. Ne ABD ne İngiltere ne Israil ve Almanya onların dostu olamaz. Deniyorsa ahmaklık olur…Bugün tecrübeyle sabit olmuştur…
Meclis’teki konuşmalar ile bir çözüm olmaz ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti çok güçlüdür… Hiç şüpheniz olmasın gereğini yapar. PKK, HDP’nin Türkiyelileşmesi, bin yıllık kardeşliğin yeniden pekişmesi; dağdakilerin düze inmesi ve silahların bırakılması; ancak MHP’nin iktidarında mümkün olabilecektir.
SONUÇ OLARAK:
On üç yıldır iktidarda olan hükümet; CHP ve MHP’nin uyarılarına rağmen; yanlış politika uyguladıkları ülkenin bu duruma geldiğini, Türkiye Cumhuriyeti Meclisinde Vekillerin ve Halkın gözleri önünde itiraf etti.
Şimdi bu PKK, İŞİD, PYD; KCK; DEAŞ, Terör örgütleridir. Bunlar Türkiye’ye savaş başlatsa ne yazar, başlatmasa ne yazar? Türk ordusunun ezici gücü karşısında bunların veya başkalarının ne hükmü olabilir?
Türkiye’nin gösterdiği sonsuz hoşgörü, sonsuz sevgi ve sonsuz sabrını deneyenler kendilerine tanınan bu fırsatı farklı yönde kullanırlarsa çok üzülürler…
ABD’nin, Suriye’de İncirlik üssü gibi bir üst kurmak istemeleri, Irak’ta kurulan“Uçuşa yasak bölge” den daha kötüsü olur. Böylesi bir çıban, bizim başımızı her zaman kanatacaktır. Biz buradan çıkan “Kırk Harami” ile çok uğraştık. Bizi bugünlere getirdiler. Aynı hataya asla düşülmemelidir.
PKK’nın silahlı döneminin kapanması PKK, HDP’nin Türkiyelileşmesi, bin yıllık kardeşliğin yeniden pekişmesi; ancak MHP’nin iktidarında mümkün olabilir.
HDP fikirlerini açıkça ifade edebilmek ve düşüncelerini hem taraftarlarına hem de halka duyurabilmek için Mecliste kalmalıdır.
MHP, CHP desteğinde inisiyatifi ele alarak Başbakanlığı üstlenmelidir… Geçmişte Ülkü Ocaklarının Kürt kardeşlerimiz ile ilgili uygulanan plan ve projeleri olmuştu. Bugün de olacaktır. MHP Kürt problemlerine eğilmeli, Meclise kadar gelmiş ve kangren olmuş yarayı masaya yatırmalı, uru çıkarıp almalıdır. Bunu ancak ve hiç şüphesiz MHP yapar.  Halk huzur bulur.
MHP’nin, inisiyatif kullanabileceği iktidarı ele almadan, gireceği bir seçimde Millete rağmen(CHP, MHP ve HDP), iktidarı yeniden, bir on üç(13) yıl daha AKP’nin ellerine, altın tepsi üstünde sunacaklardır…
Arınç’ın Meclis’teki itirafı ile on üç(13) yıldır iktidar yürüttüğü hatalı politika sonucu: Tüyü bitmedik yetimin fakir fukara, emekli memur, işçi ve milletin vergisi ile alınmış, yapılmış taşınmazların(Resmi kurumlarının tahribatı, binalarının yakılması, millete ait okulların, camilerin, iş yerlerinin, kundaklanması, araçların, yol yapan dozerlerin yakılması, barajlara yapılan sabotajlar)   ile ülke zarar görmüştür. Bir çok masum halkın ölümüne sebep olmuş, devletin yanlış politikasının sonucu olduğunu, en yetkili ağızdan Meclis Kürsüsünden itiraf edilen bu durumda, iktidar derhal; istifa etmeli ve diğer üç parti, bir saniye daha beklemeden görevi devralmalıdır. (Perşembe, 30 Temmuz 2015, Ankara)

28 Temmuz 2015 Salı

YENİ GELİŞMELER ve YENİ UFUKLAR; Abdullah Çağrı ELGÜN

YENİ GELİŞMELER ve YENİ UFUKLAR
                                                                 Abdullah Çağrı ELGÜN
GELECEK KUŞAKLARA SAVAŞLARIN ZAFERLERINI ANLATMAKLA BIRLIKTE DAHA ÇOK: BURMA (ARAGON, MYANMAR), DOĞU TÜRKISTAN, IRAK, MISIR, LIBYA, SURIYE, AFRIKA, SENEGAL VE DAHA ONLARCA MASUM HALKLARININ HEM IRKÎ HEM DINÎ KARDEŞLERIMIZIN, HIÇ BIRI OLMAZSA BILE INSANIN, INSANLIĞIN GERIDE KALANLARININ DRAMINI; SAVAŞTAN KAÇANLARIN ISTIRABINI, ACILARINI, DUYGULARINI ANLAMAK, ANLATMAK VE DERTLERINE ÇARE OLABILMEK, INSANLIK ADINA YAPILAN ULVÎ, EN YÜCE VE EN BÜYÜK ZAFERDIR. BUGÜNÜN INSANININ TEMEL MESELESI BARIŞTIR VE ONUN DA ALTARNATİFİ YOKTUR…
BARIŞ,  her vakit güç ile sağlanır Gücün karşısında eğilmeyen baş yoktur… İnsanı yaşatmak için güç gerekli ise  devlet bu gücünü göstererek caydırıcılığını kullanacaktır. Bunun için  sefer zorunlu ise yapılacaktır; barışa yol açacak bütün seferler,  hayırlı ve de yararlıdır.
ATATÜRK DE : “YURTTA BARIŞ; DÜNYADA BARIŞ…”  DEMIŞTIR. BILINMELI VE INANILMALIDIR KI BARIŞ HER BIRIMIZ IÇIN BIR ISTEK BIR TUTKU BIR ARZU BIR IHTIRAS BIR MECBURIYET OLMALI… AKLI BAŞINDA HER INSANIN DA INSAN OLMANIN DA ÖLÇÜSÜ BUDUR. BU OLMALIDIR.
Avrupalının ezelden beri savaş çığlıkları yapan propagandaları ve Batı çılgınlığı insanları kasıtlı olarak savaş fikri ile uyuşturması megola manyakçılığı, yüz yılımızda bir tarafa bırakılmalıdır. Baştaki yöneticilerin kendi halkını, diğer milletleri yeryüzünden silerek, yaşayabileceği fikrine inandırmaya çalışmasından daha talihsiz, bedbaht ve ilkel bir düşünce yoktur.
İnsanları eşkıyalığa, çapulcuya, dilenciye, devşiriciye, uşaklığa sevk eden bu fikir, tarihte talihsiz ve zalimce, çağımızda aşağılayıcı, gülünç, komik, yüz kızartıcı, çağdışı; ve insan fıtratına aykırıdır.
Bundan uzun bir zaman önce Orta Asya bağımsız devletlere dönüştü; fakat kardeşler birleşemedi… Almanya bunu çarçabuk yaptı... Bir zamanlar tarihin en zor dönemleri başından geçen Türk, bağımsız topluluklar haline gelmiş olmasına rağmen, kısmî birliktelikler sağlansa bile, dilde BİRLİK, fikirde BİRLİK, işte BİRLİK, gönülde BİRLİK, ruhta BİRLİK tam olarak sağlanamadı… 
Bazan haberleşmenin tamamen kesilip kimin kim olduğunun, unutulduğu, koptuğu zamanlar oldu. Bugün Türk halkları için yepyeni bir devir açılmıştır. Haberleşmeğe, konuşmaya, selamlaşmaya, yakınlaşmaya, kavuşmaya, birleşip kucaklaşmağa fırsat doğdu… Hepimizi kucaklayacak ortak bir TÜRK DİLİ gerçekleştirmek için kaybolan fırsatları bir tarafa bırakıp, anı iyi değerlendirerek tarihi yeniden yazmalıyız…
Günlük hayat için gerekli olan pratikliği sağlamak ve Türk Şivelerinin müştereklerinden oluşan sözcüklerle konuşmaya başlamak ve ilkokullarımızda bunları hayata geçirmek için daha fazla zaman kaybetmemeliyiz... KAYNAKLARI BOL OLAN NEHİRLERİN SULARINDAN BESLENEREK, GÜR AĞAÇLI ORMANLARIN, RENGARENK YAPRAKLARINDAN FIŞKIRAN OKSİJENLE, GÜRBÜZ VE SAĞLIKLI BİR ŞEKİLDE ATİNİN UFKUNDAN, YENİ BİR GÜNEŞ GİBİ DOĞMALIYIZ... 
Ülkelerimizde ORTAK ve resmi dilin yanında, içimizde yaşayan azınlıkların kendi dillerinde eğitim yapmasına, okullar açmasına, ibadethaneler kurmasına kendi örf ve adetlerini büyük bir serbestlik, huzur, mutluluk ve güven içerisinde yaşamalarına önderlik etmeliyiz. Azınlıkların giyim kuşam, gelenek ve göreneklerini yaşama ve yaşatma serbestiyeti içerisinde, kanun önünde eşit olarak, korkusuzca yaşama; ve idamelerine; seçme ve seçilebilmelerinin önündeki bütün engelleri de kaldırarak,  birlikte yaşamağa ve huzura doğru yürümeğe ruhsat vermeliyiz.
Ülke içerisinde ırkî, dinî, ve meshepsel bencilliğe asla müsamaha etmeden, bunu başarmak mecburiyetindeyiz. Bunun için önümüze çıkan bugünkü fırsatı çok iyi değerlendirmek, zamanı iyi kullanmak ve ülkemizde geleceğe atılmış sağlam temelleri oturtmak mecburiyetindeyiz.
Geçmişle geleceği birleştiren köprüleri kurma zamanıdır. Bizim müşterek zenginliğimiz Türk dilidir. Bu ORTAK DİLİ besleyen: Edip Ahmet Bin Mahmut, Ali Şir Nevâî, Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip, Hoca Ahmet Yesevi, Dede Korkut, Altın Tiğin, Alp Urungu(Elegeş Anıtı), Bilge ve Kültiğin Kağanlar (Orhun Anıtları), Mevlânâ, Yunus, Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaş...vb  zengin ve emsalsiz kültür menbağımızdır.
BUGÜN ITIBARI ILE SURIYE’YE MÜDAHALE KONUSUNDA ÇOK GEÇ KALINMIŞ OLSA DA SURIYE'YE MÜDAHALE HAKKIMIZ DOĞMUŞTUR.  SURIYE’DE SUKÛNETI YENIDEN TEMIN ETMEK, MÜSLÜMAN, HIRISTIYAN, MUSEVI KARDEŞLERIMIZE ARAP, KÜRT, SÜRYANI, KELDANI, SÜMER VE TÜRKMENLER’E YARDIM ETMEK YURTLARINDAN, YUVALARINDAN ZORLA, TEHDITLE VE ÖLDÜRÜLEREK ATILAN, KOVULAN INSANLARA KOL KANAT GERMEK; HAKSIZLIĞI GIDERMEK VE SÜKÛNETI TEMIN ETMEK ÜZERE, SEFER MECBURIYETI HASIL OLMUŞTUR. BU SEFER VE SUKÛNET SONRASINDA VE BURADA KURULACAK  ORTAK BIR IDARENIN VARLIĞINDA TÜRKMENLER’E BAŞBAKANLIK TESLIM EDILEREK GÜVENLIK EBEDÎ OLARAK TESIS EDILMELIDIR. (ÇARŞAMBA, 01 TEMMUZ 2015, ANKARA)
***
KAYNAKLAR:

25 Temmuz 2015 Cumartesi

DÜNYANIN KALBİ ORTADOĞU; Abdullah Çağrı ELGÜN

DÜNYANIN KALBİ ORTADOĞU
                                                         Abdullah Çağrı ELGÜN
SURUÇ
Suruç’ta terörün neler yapabileceği, terörün akı, siyahı olmayacağı geçmişte olduğu gibi, bugün dahi defalarca teyit edilmiştir. Teröristlerce öne sürülen taleplerin hiç birinin masumane olmadığı, olmayacağı ve onlarla özellikle devletlerin pazarlık etmemesi gerektiği de yeniden tecrübe edilmiştir.
Siyaset gereği, devlet içinde iş gören kurumlara mensup, bazı kişilerin veya onların başlarının, askerin, JİTEM’in, MİT’İN, POLİS’in terörist çetelerle, çete başları, elebaşları ile sükûneti sağlamak, bölgelerdeki asayişliği gidermek için pazarlıklar yapabilir mi? Bir terörist çeteyi diğer bir terörist çeteyi çökertmek, yok ettirmek maksadıyla kullanabilir mi? Bunun için bir terörist çeteyi açıktan veya gizliden destekleyip karşı teröristler için kullanabilir mi? Bunun için izlenecek A, B, C planları nedir? Halkın böyle bir birlikteliği öğrendiğinde, tepkisi ne olur, rakiplerin tepkisi ne olacak, bunun için hangi tedbirler alınır, neler yapılabilir? Düşünülmelidir.  
Geçmiş tarihimiz dahil olmak üzere, Türkiye coğrafyasında yaşanmış, çetrefilli, binlerce deneyim ve tecrübeye ev sahipliği yapmıştır. Tarihin tozlu sayfaları bunun canlı şahididir.
Nedametli bir coğrafyada, yaşayan Türk milleti, yüz yıllık isyanlar, ayaklanmalar ile daha dün yaptığımız Kurtuluş Savaşı yıllarlında türeyen çete ve eşkıyalarla ilgili olarak, onları yakalamak, dağdan düze indirmek, dağa çıkışlarında etken olan olay, ve durumları ortadan kaldırmak, ülke içinde sükuneti sağlamak, halkı huzura kavuşturmak maksadıyla, eşkıya ve teröristlerle anlaşmalar yapmış, uyum yasaları hazırlamış, onlar için büyük af ve kanunlar çıkarmış ve dağdakiler veya isyancılarla anlaşma yolunu her zaman açık tutmuştur… Bugün de yapılabilir…
Türkiye devleti, dağa çıkan eşkıya ve bugünkü gibi teröristleri yola getirmek, onlarla anlaşmak, eşkıyayı dağdan indirmek, halkı huzur ve sükûna kavuşturarak, devleti huzur içinde yönetebilmenin gereklerini yerine getirmek için: Müşvik, affedici, engin tecrübe, hoşgörü ve sevgisini;  Ezici, Kahredici Gücünü (Devlet Gücü)  kullanır.
Geçmiş tecrübelere baktığımızda devlet: Hiçbir aşirete, Beylerbeyliği, Sancakbeyliği, Kadılık, Voyvodalık, Vidinlik, Vilayet…vb. ile Kürt Türk, Çerkez, Arap, Fars, Latin Slav, Ermeni, Yahudii ve benzerleri adlara imtiyaz tanımamış; ve onların ayrı bir devlet olarak organize olmalarına izin vermemiştir. PKK,KDK,KCK,PYD,DAYEŞ, İŞİD… vb. hepsi de terör örgütüdür, kelle kesenlerle kesmeyenlerin birbirlerinden farkı yoktur. Devlet, örgütlere ve bunların uzantılarına asla izin vermeyecektir, vermemelidir.
Terör örgütlerinin,  Doğu ve Güneydoğu vilayetlerimizde toprak talepleri, bu amaçla örgütlenme, örgüt kurma, kendilerince devlet içinde gayrı resmi devlet örgütleri ve yerel yönetimler, güvenlik güçleri ve askeri örgütler kurmasına müsamaha gösterilemez. (Bunların Türkiye Cumhuriyeti Savcısına celp gönderip onu sorguladıkları, Türkiye Cumhuriyetinin Belediye başkanını yargıladıkları, Doktorunu, askerini tutukladıkları ve kendi mahkemelerinde yargıladıklarını, Türkiye Cumhuriyeti içerisinde seyahat eden araçları durdurup yol kestikleri, kimlik sordukları, yolculardan devlet görevlilerini, askeri, orada anında infaz ettikleri, doktoru, öğretmeni...vb. dağa kaçırdıkları...vb . suçarı defalarca işlediklerini,  unutmak gafletine düşülemez… Ülkede bunlara bu tavizi kimler verdi?!. "Abdülhamit'i tahtan indirenlerden 40 yıl sonra bile hesap soruldu..." Bunlardan da Mutlaka Hesap sorulmalıdır. Bugün olmazsa da yarın bir günde sorulacaktır.)
Bu örgütler Doğu ve Güneydoğu şehirlerimizde, zorla; acı ve gözyaşları içerisinde, yöre halkımızın kız ve erkek çocuklarını, ailelerin gözleri önünde, ailelerinden kopararak kaçırmakta, yanlarından alıp dağa götürmekte, bu çocuklar bu durumu istemese de terörist olarak yetişmelerini sağlamaktadır... Bu yetmezmiş gibi Doğu halkına santaj, tehdit, ev, market, iş yerleri, fabrika, okul ve resmi binalarını içindekilerle birlikte yakılması ile halkı canından bezdirip korku ve dehşet salmaktadır. Devletin eli burada gevşektir, yürümemektedir. Kısaca Devlet burada “Yok!” hükmündedir. Bu yanlışlık giderilmelidir.
HDP lideri silahlanma çağrısı yapıyor, kendi güvenliklerini kendilerinin sağlayacağını iddia eden  sözleri basında yer alıyor. Doğu ve güneydoğudaki kaleşnikof marka silahların yanında, sadece Diyarbakır’da beş bin Glok marka tabanca dağıttığı, yerli basın tarafından dillendirilmektedir.
Talihsizliğe bakın ki Suriye’de Araplar, Kürtler’e karşı silahlandırılıp savaştırılırken, Türkiye’de de bin yıllık kardeşler, Türkler’e karşı Kürtler savaştırılmaktadır… Doğu vilayetlerimizde bir kısım vatandaşlarımız da çeşitli sebepler ile (Sosyal güvence eksikliği, açlık, parasızlık, ekonomi bozukluğu, yoksulluk, işsizlik…vb.)  bu oyunun bir parçası olmaya mecbur ettirilmektedir.  Görülmektedir ki Türkiye üzerinde sinsi; ve fakat acımasız oyunlar sergilenmekte, masum insanların kanı, canı, malı üzerinde düşmanların melun emelleri ve elleri dolaşmaktadır.
Milletimizin birlik ve beraberlik içinde olayları görüp anlayarak ve devletin de halkımızı, hiçbir terör örgütüne taviz vermeden, (PKK, DAEŞ, HÜDAPAR, İŞİD, PYD;  HÜDAPAR İŞİD’e saldırıyor vatandaş ölüyor;  İŞİD, HÜDAPAR’a saldırıyor, halkımız ölüyor; İŞİD, PKK’yı KOBANİ’de bütün ağırlıkları, çoluk çocuk ve ailesi ile öldürüyor; PKK, İŞİD halkı yanına alarak güç elde etmeğe çalışıyor… Yetki Türk Ordusunda, EMNİYETİNDE olmalıdır. Burada teröristlerin hiçbirine taviz verilmemelidir.), hiç bir terör örgütünün yardım ve insafına terk etmeden kararlı, azimli  BİRLİK ve BERABERLİK İÇİNDE ve DEVLET GÜCÜ ile bu şer odaklarını tarumar etmeli, yerle yeksen edip, ortadan kaldırılmalıdır.
TERÖR ÖRGÜTLERİNİN TOPRAK TALEBİ
 2011’de Türk Ordusu düzenli ordu yapılanmasından vaz geçip Operatif Devlet Yapısına yönelmişti. Bugün, bunun yanlışlığının farkına vararak düzenli orduya tekrar dönerek,  hatayı tamire çalışmaktadır.  Devlet yönetiminde hata zincir gibidir. Zincirin halkalarından birine yapışıp çekmeye başlarsanız diğerleri de tek tek size doğru gelip elinize düşer… Kırım, Ukrayna, Suriye, Irak, İran, Mısır, Libya politikalarında gelinen nokta, yapılan tek hatanın sonucudur…
Türkiye İŞİD’e harekat yapmakta Suriye ile anlaşmış, ABD ile anlaşmıştır. Rusya ile de durum kesin olarak konuşulmalı, bilgi ve zeka ile konu halledilmelidir. Bölge denklemi iyi kullanılmalıdır. Bu operasyonda çok ince ve kıvrak bir zeka ile kesin ve mutlak  çözüm ile, sonuca ulaşılmalıdır… Bunu başarı ile tamamlayıp, hiçbir teröristi, kıpırdayamaz duruma getirdikten sonra, Türkmen, Arap, Kürtler’den oluşacak hükümette, Türkmenler’in başbakanlığında Bayırbucak, dahil Akdeniz’de sonlandırmalıdır. (Tarih insanların yazılı belgeleri, hafızalarıdır; ve büyük dersler verir. Kıbrıs yanılgısı asla unutulmamalıdır.) Suriye’de Eset gitsin gitmesin orada hangi terör örgütü kalırsa kalsın Türkiye’nin yeniden düşmanı yapılacağı ve ileride bir gün Türkiye için kullanılacağı akılda tutularak sefer sonucu kesin olarak ve mutlak bir zafer ile bitirilmelidir. Sınırlara hendek kazmak, duvar çekmek, akıl işi değildir. Kardeşlerinden koparılmış Doğu Berlin, Kuzey Güney Kore,ve Israil-Filistin durumuna düşeriz... 
Tarihimizin çeşitli dönemlerinde gerçekleşmiş olan: Şeyh Bedrettin 1420 İsyanı (Çelebi Mehmet Dönemi); İzmiroğlu Cüneyt İsyanı (1414); Karamanoğulları İsyanı (1444); Şah Kulu Baba Tekeli İsyanı (1511, II. Beyazıt Dönemi); Hain Ahmet Paşa İsyanı (Mısır’da Bağımsızlığın ilanı ile, 1524); Yeniçeri İsyanları (1525); Celâli İsyanları (1500-1600), Şeyh Sait İsyanları (13 Şubat 1925)… vb bunlardan başkaca da irili ufaklı yüzden fazla isyan çıkmış, hatta yüz yıl devam eden isyanlar dahi olmuştur; fakat hiçbir toprak talebine, devletten toprak kopararak bağımsız devlet kurma taleplerine izin verilmemiş; hoş ve müsamaha ile bakılmamıştır.
SURUÇ’ta gelinen noktada, Türkiye devleti emperyalist güçlerin çemberine alınmak ve terör örgütleri ile kuşatılmak ve sıkıştırılmak istenmektedir. Türkiye: Suriye, Irak gibi komşu devletlerin durumuna düşürülmek istenmektedir. Tedbir alınmaz ve vahametin farkına varılamaz ise Türkiye'nin, düşmanlarının istediği batağa düşmesi an meselesi olur.
Devletin Ulaştırma Bakanı: PYD’ye hoş görünmek için: “PYD hiç olmazsa kafa kesmiyor…” diyerek bir yanlış söylemde bulunmuş; bir terör örgütünü, şirin ilan ederek, sırtını sıvazlamıştı… İŞİD’in, Suriye ve Türkiye toprakları içindeki yaptıkları görmemezlikten geliniyor. İstanbul’da göstermelik birkaç operasyon yapılıyodu. Hatta İŞİD’in Türkiye’ye kontrollü girişi sağlanıyor. yaralanan üyeleri hastanelerde tedavi görüyordu.
Tabii son gelinen noktada İŞİD’in iki yaralısı, getirildikleri hastahânede kabul edilmeyince, ipler koptu. Bunlar Suruç’ta iki polisimizi katletti ve Türkiye’ye mesaj verdi. Eğer sen beni hastahanene kabul etmezsen, ben de seni, kendi insanlarınla ülkende vururum. Diyor...
Kuzey Irakta, 1500 kişilik bir PKK ordusu, silahlı bir şekilde Türkiye’de bir yağmaya ve talana hazırlanmaktadır. Doğuda, İŞİD ile HÜDAPAR arasına sıkıştırılmış bir Türk halkı vardır. Ülkede ve sınırda oluşacak teröristleri bertaraf ederek bu halkımızın can ve mal güvenliği korunmalıdır. Halkımız, teröristlerin insafına terk edilemez; edilmemelidir.
DÜNYANIN KALBİ ORTADOĞU
9 Ağustos 2011’de Suriye ile Türkiye’nin görüşmelerinden bir sonuç alınamayınca Türkiye'nin Suriye'ye karşı politikası tamamen değişti. Bu değişim ile birlikte Suriye’de Esed’i indirme planları  devreye girdi.
Türkiye, Dünyanın Kalbi Ortadoğu, dünyayı besleyen, ısınmasını sağlayan, vasıtalarının hareketini gerçekleştiren gaz, petrol, uranyum, radyum, bor madenlerinin yatakları Dünyanın Kalbi Ortadoğu’da bulunmaktadır. İnsanlığın başlangıcı burasıdır. Dünyanın en kutsal mabetleri ve en büyük Peygamberleri burada doğmuş burada yaşamış ve burada Allah'ın dinini yayma görevini burada üstlenmişlerdir. Dünyanın en kutsal mabetlerinin olduğu Mekke, Medine, Kudüs Ayasofya  buradadır.  Bu çetin ve hareketli coğrafyada yaşamak, uğrunda ölmek, toprağa kan ile sulamadıkça dün olmamıştı, bugün de  mümkün olmayacaktır.
Dünyanın Kalbi Ortadoğu’da yaşamak ustalık, maharet ve uyanıklık ister: Zekâ ister, kıvraklık ister, ince siyaset ve harekat ister. Böyle olursa dimdik ayakta kalınır, aksi halde dişlilerin çarkında öğütülüp yok olunur.
Dünyanın Kalbi Ortadoğu,’da gereksiz müsamahalara yer yoktur.
Her zaman hazır ve tetikte bekleyen dağda, bayırda, düzde harekat edecek, Gerilla birlikleri olacaktır.
Her zaman hazır ve tetikte bekleyen Özel Donanıma sahip vurucu, indirici, kurtarıcı ve yok edici masuma şevkâtli, caniye şahinin pençesi gibi inen Özel Tim Birlikleri olacaktır.
Etrafımızdaki çember giderek daraltılmak istenirken, ülkemizde çok acil şunlar yapılmalıdır:
Halkın çoğunluğuna dayanan güçlü bir iktidarı çabucak çıkartılmalıdır.
Bütün şehir ilçe, mezra belde ve bütün yurt sınırları içinde halkımızın, misafirlerimizin, turistlerimizin, ülkemizde yaşayan bütün insanların ve dahi diğer canlıların güvenliği, alınacak çok ciddî, sıkı ve sert tedbirler ile korunabilir...
Eğer bu seçim sonucu ile bu partiler, birbirleri ile koalisyona yanaşmayacak, hükümet kurulamayacak ise Mevcut Hükümet, iktidarı kaybettiği için derhal istifa etmeli, seçime kadar muhalefette kalmış hükümetlerin vekillerinden oluşacak yeni ve “Geçici bir Hükümet” kurulmalıdır. Halkta olduğu gibi Vekillerin de birbirlerine inanması ve güvenmesi gerekli ve elzemdir... Kurulacak yeni hükümet, geçmişte yapılan yanlışlıkları telafi etmeli; ve millet çoğunluğunu tatmin edici icraatlara imza koymalıdır.
Ben gidersem işler durur. Benden başkası bu işi yapamaz. Ben gidersem tufan olur, diyenlerin çoğu, bugün öbür dünyaya göçüp gitmiş, mezarlarının üzerlerinde ayrık otları çıkmıştır; fakat ülkede hiç bir şey durmamış, ülkede tufan olmamış, aksine, ilerleme ve yol almaya devam etmektedir.
Ülkede kurulacak sağlam ve güçlü hükümet, bütün problemleri çözme gücüne sahiptir. Mevcut hükümetin koltuklarına sakız gibi yapışıp kalmaları ve asla bırakmak istememeleri makul karşılanamaz... İktidarda olan hükümetin on üç yıldır bu koltuklarda oturdukları ve milletin isteklerine tercüman olamayarak, iktidardan indirildiklerini unutmadan, koltuk derdinden kurtulup, memleket derdi, milletin derdi, dertleri olmalıdır.
Ülkeye, milletin içinden, millet evlatlarından çıkmış vekillere inanarak, güvenerek, hangi hükümet gelirse gelsin, DEVLETTE ASLÎ POLİTİKALAR DEĞİŞMEDEN yol almaya bakılmalıdır... A,B,C,D partisinin ülke için derdi aynı olmalıdır. Eskiden böyleydi, bugün de böyle olacaktır... Koltuklar hiç kimsenin malı ve kimseye baki değildir. Bu koltuklarda oturanlar burada misafir olduklarını unutmamalıdırlar.  Bunun için de her an bu koltuklardan kalkmaya ve bu makam ve mevkileri bırakmaya, terk etmeye hazır olmalıdırlar. Birileri gider; fakat bu işleri yürütecek başka birileri her zaman gelir; ülke ve ülke davaları yerinde kalmaz, yürümeye devam eder.
Kurulan yeni hükümet, seçimin güvenlikli ve huzur içerisinde yapılmasını sağlamalı, seçim barajını düşürmeli, halkın içinden seçilecek adayların meclise taşınabilmesine ortam hazırlamalı, aday adaylarının seçilmesinde parti başkanlara bağlı diktayı ortadan kaldıracak yeni ve ortak akılın görüşlerine dayalı kanunlar çıkarılmalı, bunun için de yeni objektif fikirler üretmelidir. Halkın ortak aklı ile seçme ve seçilebilme imkanlarını, ve ortamını sağlamalıdır.
Dışarıdan desteklenecek Azınlık Hükümetleri olabileceği gibi koalisyon da olabilir; fakat devlet hükümetsiz kalmaz. Dört parti yan yana gelebileceği gibi, muhalefetteki üç partinin kuracağı bir hükümet de bu işi seçime kadar götürebilecektir.
Başka bir seçenek de tek bir parti de anlaşılarak bu parti kim olacaksa bunun icraatlarının dışarıdan desteklenmesi mümkün olacaktır. Meclisteki seçilmiş vekillere güvenin, halka inanın halkın aklı ile dalga geçmeyi bırakın, bu kadarı yeter..
Ülke çapında "Genel Bir Af" çıkarılmalıdır. Halkımız birbirleri ile barıştırılmalı, devlet, ordu, polis, ve kamu kurumları halk ile barışık, halkını kucaklayan, onun bir tek tüyüne zarar verenin bin tüyünü koparacağını söyleyen ve yapan, yaptığını gösteren bir hükümete ihtiyaç vardır. Halkını, büyük bir hoşgörü, sonsuz bir sevgi ve sonsuz bir sabırla kucaklayan, bağrına basan halkının her desen ve rengini, inancını, dilini, dinini, ırkını benimsemiş ve onları kendinin bir uzvu, parçası kabul ederek, dertleri ile dertlenen problemleri ile ilgilenen bir hükümet olmalıdır. Bu konulardaki en ufak bir ayırımcı, ötekileştirici, sen ben, biz sizleştirici müsamahaya izin vermeyecek, bir devlet yapılanması acilen  gerekli, elzem ve hepsinden önemlisi bir mecburiyettir…
Bu ülke içerisinde yaşayan Iraklı, Suriyeli, İranlı, Arap, Fars, Yezidi, Süryani, Yahudi, Ermeni, Hıristiyan, Müslüman, Ataist, dinli dinsiz,  …vb. her kim ve: dil, din, ırk ve renkten olursa olsun kanun önünde eşit ve bir olduğunu, bu cennet ülkede hiç bir ayırımcılığa, haksızlığa  uğramayacağına düşünen ve buna inanmış; ve bunu her hal ve davranışlarında gösteren; ve bu ilke ve prensiple hareket eden, her insanı kucaklayan  bir yönetici kadrosuna ACİLEN ihtiyaç vardır…
SONUÇ OLARAK:
Doğu ve Güneydoğu bölgemiz halkı, huzura susamış, terör örgütlerinin her türünden rahatsızdır. Bu sorun kökten çözülmelidir. Bu da ezici ve caydırıcı GÜÇ ile olur...
Ortadoğu'nun tam ortasında bulunan Türkiye'de istikrar, Dünyanın Kalbi Ortadoğu'da istikrardır. Dünyanın Kalbi Ortadoğu, ve bunun kalbi Türkiye, Suruç'daki istikrarsızlık, kaos ve kan bir başlangıçtır. Önlem alınamaz ise devamı Gaziantep, Diyarbakır, Malatya, Kahramanmaraş ile devam ederek bütün yurtta hissedilecektir. Terör, neye, kaça, ve kimlere mal olursa olsun, kesin olarak, ve  mutlak bitirilmelidir.
Dünyanın Kalbi Ortadoğu, bir kavmin, bir aşiretin veya bir grubun ayrılmak bağımsız hareket etmek, toprak talep etmek gibi arzu ve isteklerine arenalık edemez... Rahat ve huzurdan yoksun olanların bir talebi olabilir. Ülke içinde rahat ve huzurlarının temini, işsizse iş talebi, açsa ekmek talebi, yoksulsa bağış ve devlet güvencesi talepleri makul, anlaşılabilir taleplerdir; ve  akla  da mantığa da uygundur, gerçeklerle bağdaşır. Aksi ise terördür, mazur görülemez... Diğer talepler bunların hakkı değildir. Bu terör grupları ve uzantılarının, dış güçlerin de yardımı ve desteğinde çeşitli sebep ve bahanelere sığınarak, ülkeyi kan gölüne çevirmelerine asla ve katiyetle müsaade edilemez. Gereği bin fazlası ile yapılmalıdır...Toprak talebi ve ayrı bir devlet asla mümkün değildir, olamaz, kimse aklından dahi geçirmesin...
Her türlü örgüt ile görüşülür, anlaşma devlet, memleket ve insanlarımız menfaatine olur. Terör örgütlerinin hayali istekleri doğrultusunda, onların anlamsız taleplerine ve menfaatleri için asla olmaz, vesselam...

27 Haziran 2015 Cumartesi

SURİYE, BAYIRBUCAK SEFERİ ve AKDENİZ; Abdullah Çağrı ELGÜN

SURİYE, BAYIRBUCAK SEFERİ ve AKDENİZ
       Abdullah Çağrı ELGÜN
Suriye Bayırbucak Türkmenleri, Güneyden Eset Güçleri, Doğudan PKK ve PYD teröristlerinin kıskacı alında, imha edilmenin eşiğindedir… Türkiye, bu kıyımı durdurmak için Kıbrıs’a girdiği gibi Suriye’ye girmeli; fakat Kıbrıs’ta yaptığı hatayı burada telafi etmelidir. Kurbağa Deresi’nden Akdeniz’e uzanan bir koridorda, Türkmenleri kurtarmak için, Suriye’ye girmelidir. Arap, Kürt, Türkmen olarak birlikte yaşarken birbirlerine kırdırlan ve Suriye’den   akın akın göçler ile Türkiye’ye sığınan iki milyondan fazla Mülteci, Müslüman kardeşlerine sahiplenmek ve onları geldikleri topraklarda yeniden iskan edebilmek için Suriye’ye girmelidir. Türkiye, tam teçhizatlı 30.bin kişilik kuvvetleri ile havadan, karadan ve denizden Suriye’ye girip huzuru temin ederek Akdeniz’den çıkmalıdır.
Türkiye’nin bahanesi sağlamdır: Katliamı durdurmak, bölge halkının huzurunu ve sükûnunu temin etmek, Suriye’den gelen Mültecileri geldikleri yerlere güven içinde yerleştirmek için acil olarak  havadan, karadan ve denizden Suriye’ye inmelidir.
Namazın bile kazası olur; fakat fırsatın asla kazası olmaz… Suriye, Bayırbucak’ Türkmenleri’ni korumak için Suriye’ye a girmeli, huzur ve barışı sağlayıp Akdeniz’de görünmelidir…   
Türkiye, zamanında Irak’tan ırak kalarak, Irak’ın bu duruma gelmesinde vebalde kalmış, hem kendine hem de Irak halkına yardım etmekten çekinerek zarar vermiş ve zarar görmüştür. Bu Suriye’deki gelişmeler Türkiye’nin çıkışı için son fırsattır. Üstelik Suriye Osmanlının oğlu Türkiye’nin topraklarıdır. İngiltere, Amerika, İsrail ve Almanlar’ın sınır ve kıtalar ötesinden müdahalesini, orada söz sahibi olmalarını da kesin olarak önlemiş olacaktır.
Bugün dış güçlerin kan gölüne çevirdiği dindaş, kardeş ve komşularımızın, içinde bulunduğu duruma müdahale hakkımız; ve tarihî sorumluluğumuzdur.
Türkiye, Kurbağa Deresi’nden Akdeniz’e uzanan bir koridorda, Türkmenleri kurtarmak için, Suriye’ye girecek Akdeniz’den çıkacak, Akdeniz’de görünecektir.   Ankara çok acil bir karar vermelidir. Suriye’de Bayırbucak Türkmenleri’ne sahiplenmek, Arap, Kürt, Türkmenler’den oluşacak bir hükümet kurarak başına Türkmenlerden bir başbakanı oturtarak huzuru sağlamalıdır.  Türkiye’ye, Suriye’den gelen iki milyon Mülteci, göçmenlere sahiplenmek ve onları geldikleri yurtlarında yeniden yerleştirmek, huzuru ve barışı tesis etmek için geç kalmamadan Suriye’ye girmelidir.
Suriye’de huzur ve sükûnet sağladıktan sonra yerleştireceği Türkmen ordusu ile güvenliği sağlamak ve buralarda bir daha kargaşaya fırsat vermemek üzere kalıcı olacaktır.
Ey Türk!  Ezelî ve ebedî olarak yüklendiğin misyonu yerine getirmek için harekete geçme zamanıdır..
Geç kalmak: Kendini yani Türk’ü tanımamaktır. Damarlarındaki asil kanı bilmemektir. Geç kalmak: Tarihin sana yüklediği yüce ve ulvî göreve sırt çevirmektir.
Geç kalmak: Aragon, Mısır, Irak, Ürdün, Suriye, Arap dünyası ve Müslümanların şuanda oluk oluk akan ve akacak olan, mazlum kanına seyirci kalmaktır.
Geç kalmak:  Türk’ün itibarını sıfırlamaktır.
Geç kalmak: Türkmenleri bulunduğu topraklardan silip atmak; işkence ve katliama maruz bırakmaktır.
Geç kalmak: Türkiye’nin geleceğini tehlikeye atmak; hatta o bölge de dahil olmak üzere Ağrı (Sion Dağı), Kenan Diyarı, Büyük İsrail, Nil’den, Dicle ve Fırat’a kadar olan bölgeyi Tevrat’ta adı geçen İsrail Oğullarına terk etmektir…
Yedi düvele ders veren, İlahî kelimetullah ülküsünü yeryüzünde hakim kılan, ebedî devlet sahibi, Allah’ın yeryüzündeki Halifesi Müslüman Türk, Türkiye!
Senin yer yüzünde yeniden görünmenin zamanı geldi de geçiyor. Görünen bu dünya kıtaları üzerinde hükmetmen YETMEZ!.. İlâhi EMİR, dünyaya sığmayacak kadar büyük ve kutsal bir davadır.  Elliden fazla devletin varisi olduğumuz gibi; beş kıtada kurduğumuz ve büyük saadet ve şereflerle yönettiğimiz yerküresinde, sadece Osmanlı Hanlığı yirmi üç (23) milyon kilometre kare, Cengiz Hanlığı(Timuçin) kırk dört (44) milyon kilometre kare olan:  Dört Atabeylik, otuz iki Beylik, on yedi Hanlık, elli dört Devlet, on altı İmparatorluk; ve on üç Cumhuriyet kuran, bir neslin de varisi olduğunu hatırla titre ve kendine dön!..
Karşımızda, geçmişte, Kurtuluş Savaşındaki gibi kurulmuş “İttifak Güçleri” nin  varlığını hatırla…Bugün de aynı şekilde İngiltere, Amerika, Almanya ve İsrail’in  sana karşı İttifak”  halinde olduklarını gör..
Ey Türkiye!.. Amerikalılar Batı Kürdistan’ı (Rojava) kurmak üzere kıtalar ötesinden gelerek PYD ve PKK’yı İŞİD’e karşı silahlandırıp eğitirken uyudun, görmemezlikten geldin… Dış ve iç düşmanlarının Müslüman’ı Müslüman’a öldürttürmesini, sınır belşrlemesini, haritalar çizmesini seyrettin… Şimdi kendine gelme zamanıdır.
Almanlar, Suriye’nin PKK’sı demek olan PYD’yi eğittiler. Kürtlerin ordusu demek olan PKK’ya ise hem İsrail hem İran hem de Amerika’nın destekleyip omuz vermesine ses çıkarmadın…  İŞİD palazlandırılırken de sustun… .Alayı da terör örgütü olan bu çapulculara: İngiltere, Amerika, İsrail ve Almanya; açıktan destek verirken ve en yeni silahlar ile donatırken, Ortadoğu Sınırları yeniden çizilirken NATO ve BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’in içinde olduğun halde, kafanı kuma gömdün….
Ey Türkiye!.. Suriye’deki Türkmenler’in varlığından yeni mi haberdar oldun?!.  Bir dönem Kerkük, Musul, Süleymaniye ve Telefer’in Türkmenler’den temizlenerek, buralara Kürt ve İsraillilerin yerleştirilmesini seyrettiğin gibi bugün de aynı oyunun Suriye’de sergilenmesine seyirci kalma… Suriyeli Türkmenler kıyıma uğratılmakta; imha edilmek ve vatanlarını terk etmeğe zorlanmaktadırlar.Acil müdahale şattır…
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” diyerek, yerinde oturamazsın. Suriye’ye girilip huzuru sağlayıp Türkmen, Kürt ve Araplar’dan oluşacak bir hükümette Türkmen bir başbakan ile  huzur içinde yaşayacakları yeni bir Suriye  oluşturulmalıdır.
Türkiye hem Avrupa hem de bir Asya devletidir. Osmanlı’nın varisi olan Türkiye, tarihin kendisine yüklediği misyonu devralmıştır, hakkını da verecektir. Bunu kabul etse de etmese de tarih, yaşanılan geçmiş ve üzerinde hayat sürülen bu çetin, nedametli, kutsal torakların bulunduğu ve onlarca Sahabi, Eren, Veli, Veliullah; Evliya, Evliyaullah ve Peygamberlerin Kabirlerinin bulunduğu bu coğrafya, Türkiye’yi buna zorlamakta ve hatta bu görevi Türkiye’nin üstlenmesini emretmektedir.
Mete Han (Oğuz Kağan) döneminde dünyanın bilinen tarihinin 3/3’ünün % 80 toprağını, 3/3’ünün % 90 nüfusuna hükmeden Türk, Cengiz İmparatorluğu döneminde, 44 Milyon kilometre kare; ve daha 1900’lü yılların başında elli dört (54) millet ve tek devlet (Osmanlı) olarak var iken, Türkiye Cumhuriyeti olarak 779.452 kilometre karelik küçücük kabuğunda, yüz yıla yakın bir zaman, büyük bir sabırla ve metanet ile bekledin. Yüzüncü yılını doldurmasına ramak kala, düşmanların tarafından sana biçilmek istenen kefeni yırtma zamanı gelmiş hatta geçmektedir…
On üç yıldır iktidarda kalmak, büyük bir mesuliyet ve önemli bir sorumluluktur… Komşu ve kardeşlerimiz ile birleşemediğimiz gibi aramızdaki gerginlikler de artmıştır… Buna derhal son verilmeli ve hatalar varsa düzeltilmelidir.
Yavuz tahtı devraldığı sekiz yıllık ikitidarında 2.375.000 km2 olan Osmanlı topraklarını sekiz yıl gibi kısa bir sürede 2,5 kat büyütmüş ve ölümünde imparatorluk topraklarının 1.702.000 km2'si  Avrupa'da, 1.905.000 km2'si  Asya’da 2.905.000 km2'si  Afrika’da olmak üzere toplam 8.877.000 km2'ye çıkarmıştır..
On üç yıl çok uzun bir zamandır. Bu zaman diliminde Irak, İran, Suriye, Mısır, Libya Ürdün, Arap Emirlikleri ve diğer kardeş ve komşuların huzuru kaçmış, birbirlerini boğazlayan bu Müslüman kardeşlerimiz ülkelerindeki savaş ve yıkımdan kaçarak Türkiye’de Mülteci durumuna düşmüşlerdir.

Suriye’de oluşturulacak üç ayrı grup kendi bölgelerinde, birlik, beraberlik ve huzur içinde yaşatılacaktır. Arap, Kürt, Türkmenler’den oluşacak ve içeride bağımsız, dışarıda Türkiye’ye dahil olarak yaşamaları sağlanacaktır.

Bu insanların ülküsü:
Devlet-i âli (Büyük Devlet) Topraklarında güneşin batmadığı devlet
Devlet-i ebed müddet (Ölümsüz Devlet)
Hilâfet-i rûyu zemin (Yeryüzünün Halifesi)
Sultan’ül Bahreyn (Karaların Sultanı)
Hakanül Bahreyn ( Denizlerin Sultanı)
Yedi iklim ve diğer topraklar ile kürre-i arzın mutlak sahibi... Bu görülesi bir rüya olacak. Bununla yatılıp bununla kalkılacak. İlahi kelimetullah nizamını, bütün yeryüzüne yayma rüyası görülüp durulacak. Böylece Büyük Türkiye’nin heyecanı diri ve canlı kalacak. 

 “Gafil hangi üç asır hangi on asır;
Tuna, ezelden beri Türk diyarıdır,
Asya’nın ortasında OĞUZ OĞULLARI,
Avrupa’nın Alplerinde OĞUZ OĞULLARI,
Doğudan çıkan biz, Batı’da yine biz,
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz…
…Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse; Musul, Kerkük ve adaları geri alacağım. Selânik de dahil Batı Trakya’yı Türkiye hudutları içine katacağım.                                                                                        
Türkler’in yaşadıkları her yer, misâki millî sınırları içerisindedir. (Mustafa Kemâl ATATÜRK)”
1517’de İslâm’ın kalbi olan Suriye’yi Arabistan’ı, Mısır’ı, Mekke ve Medine’yi ele geçirdiklerinde, Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa’yı Ortadoğu’ya bağlayan yolları denetlediği için Tuna Nehri’nden Nil Nehri’ne kadar ilerledi, Balçık Denizi ve Çariçin (Volgagrat)’a, Afrika ve Ekvator’u geçerek genişledi. İşte Türkiye’nin de diriliş zamanı gelmiştir. Geçmite böyleydi, gelecek de böyle olacaktır..
Kaşgarlı Mahmut, Peygamberimiz Hz Muhammed(sav) kıyamet alâmetlerinden bahsederken anlattığı bir hadisini naklederek: “Türk Dilini öğreniniz; çünkü Türkler’in uzun sürecek hakimiyetleri olacaktır.” demektedir. Ayrıca başka bir hadisinde de Hz.Muhammed: “Güneş yeniden Türk burçlarından doğacaktır.” demiştir. Bu bilgi, belge ve geçmişin tecrübelerinin ışığında, Türk Devlet Adamlarına ve Bürokratlarına çok asil ve ulvî bir görev düşmektedir. Bu görev bütün dünyada huzur ve sükûnu sağlamak, barışı sürekli hale getirmektir. 
Türkiye’nin bahanesi sağlamdır: Katliamı durdurmak, bölge halkının huzurunu ve sükûnunu temin etmek, Suriye’den gelen Mültecileri geldikleri yerlere güven içinde yerleştirmek için acil olarak  havadan, karadan ve denizden Suriye’ye inmelidir.
Namazın bile kazası olur; fakat fırsatın asla kazası olmaz… Suriye, Bayırbucak’ Türkmenleri’ni korumak için Suriye’ye a girmeli, huzur ve barışı sağlayıp Akdeniz’de görünmelidir…   
(Pazar, 21 HAZİRAN 2015, Ankara)

26 Nisan 2015 Pazar

UFUKLARIN EFENDİSİ; Abdullah Çağrı ELGÜN

UFUKLARIN EFENDİSİ                               

                               Abdullah Çağrı ELGÜN

14.yy. başlarında Anadolu’da dağ eteklerindeki küçük bir beylikti bu. Adriyatik’ten  Karadeniz’e kadar uzanan  Balkan Yarımadası, Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan ve Tuna  Nehri’nin kuzeyindeki  Eflâk ve Boğdan’ın  sözde pirenslikleri de dahil olmak üzere Bizans’tan arta kalanları fethetmeye  karar vererek ilerlediler. Adına  Osmanlı diyorlardı. 
1453 İstanbul’un fethi ile birlikte Kırım Tatarları’nın onlara boyun eğmesi, Karadeniz’in kontrol altına alınmasıyla tamamlandı.
1517’de İslâm’ın kalbi olan Suriye’yi Arabistan’ı, Mısır’ı, Mekke ve Medine’yi ele geçirdiler. Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa’yı Ortadoğu’ya bağlayan yolları denetlediği için  Tuna Nehri’nden Nil Nehri’ne kadar ilerledi, Balçık Denizi ve Çariçin(Volgagrat)’a, Afrika ve Ekvator’u geçerek genişledi.
İmparatorluk, o günlerde İslâmî, askerî, uygar ve hoşgörülüydü. Onun sınırları dışında yaşayanlar için İmparatorluk, rahatsız edici ve korku vericiydi. Kendi tabiyetinde olanlar içinse inalılmaz derecede enerjik, şevk dolu, istekli ve düzenliydi. Türk Hakanları: “Ülkemize girilmedikçe, teb’ama cefa edilmedikçe bizden kimseye zarar gelmez.” diyor;  ve ilâhî yardım gördüklerine inanıyorlardı.
17.yy. başlarına gelindiğinde Osmanlı sendeledi, sarsıldı. Akdeniz insanları ikinci mevkiye  geriledi. Batı ülkeleri kavgalı ve dağınıktılar; ama çekişmeleri canlı ve ilerletici oldu. Osmanlı  İmparatorluğunda İslâm dünyasındaki savaşlar çoktan kazanılmış, tartışmalar çoktan bastırılmış, yasalar, yazılmıştı ve Osmanlılar eskiye takılıp kalmışlardı.
İmparatorluk sonraki üçyüzyılda, yaklaşmakta olan çöküntünün  belirtilerine karşı direndi. Hizipçi ve derme çatma politikaları, yolsuzluklarla delik deşik olmuş, kızılelmaları unutulmuş, askeri bir tembellik hastalığı  sarmıştı. Sir Thomas Roe: “1621’de (Osmanlı İmparatorluğu) gençlik ve kuvvet kaynağı kaybolduktan sonra , geriye kalan ve birçok suistimallerle harap olmuş yaşlı bir vucuda benziyordu.”  diye yazıyor.
Harap olmuş yaşlı vucut, en büyük düşmanları Rus Çarı ve Habsburg İmparatorluğundan  da daha uzun, neredeyse, üçyüzyıl daha yaşadı.
Osmanlılar, 1878’e kadar Balkan devletlerini kucağında tutmağa devam etti. Bosna Türk ve Müslüman olarak yaşadı. Padişah’ın Mısır üzerindeki hakimiyeti en azından  ünvan olarak,  1882’ye kadar  sona erdirilemedi. Adiyatik sahilindeki Arnavutluk, Osmanlıların  15.yy. da  boyun eğmesini sağladıkları  en zorlu eyaleti; ama Arnavutlar 1909’da hâlâ İstanbul’daki Meclis’e, mebus gönderiyorlardı.
Tebasının birçoğu Müslüman olmamakla beraber, bu İslâmî bir İmparatorluktu. Doğu ile Batı adasındaki yolları denetimi altında tutuyor; ama ticaretle pek ilgilenmiyordu. Herkesin fikir birliği ettiği gibi bir Türk İmparatorluğu idi; ama yüksek rütbeli yöneticilerinin, subaylarının ve askerlerinin çoğu  Balkan Sılavlarındandı.
Genelde dinî açıdan  bağnaz değillerdi. Sunnî Müslümanlar olarak, Kuran’ın yorumunda  ılımlı olan Hanefî Meshebini izlerlerdi. Asıl tebanın Türk olduğu Osmanlıda her ırktan insanlar başarılarına bağlı olarak görev yapıyordu. Türk tam anlamıyla  ufukların efendisiydi. 
Türk efendi ne zamandan beridir sinsice izlenmekte, zenginlikleri Batının gözünü kamaştırmaktaydı. Fransız ihtilâli ile doğan yeni fikirler. Teb’ada milliyetçilik fikirlerini biledi, keskinleştirdi. 1905 li yıllarda bir çok adla Selanik’te çıkan dergilerden özellikle Ali Canip Yötem, Ömer Seyfettin, Ziya Gökâlp tarafından çıkarılan “Genç Kalemler”  bu ayırımı belirginleştirmişti.
İmparatorluk bünyesinde 700 yılı aşkın beraber yaşamış Arap, Fars, Latin, Slav, Ermeni, Yahudi…vb soyundan insanlar ayrılık  çığlıkları atar olmuşlardı. Bu karışık dönemde memleketi kurtama adıyla Osmanlıcılık, İslâm Birliği, Türk Birliği gibi yeni düşünceler ileri sürülmüşse de ilk ikisi tutmamıştı. Bunlardan  Türk birliği, Türkçülük ve milliyetçilik olarak gelişme götererek yeni bir cevheri doğuracaktı.
     1912 Balkan savaşları 1914-1915 savaşları 1918 Çanakkale, Mudanya, Dumlupınar, Sakarya, Tınaztepe, Kocatepe, derken yeni bir görünüşle yüzyıla yakın bir zaman uykuya yatacak sonra yine ufukların efendisi olacak yeni Türkiye doğuyordu. İşte bu cevher, yüz yıla yakındır toprağın altında kabuğunda olgunlaşıp bekledi. Sabır ve bilgiyle yoğuruldu. Onu yüzyıldan fazla hiçbir güç orada tutamazdı. Bu onun yaratılışına  aykırıydı. Nihayet çekirdeği patlattı.
         1945-1950 li dönemler Türk ekonomisinin atılımlar dönemidir. 1950-1960 ve 1960-1971 yıllarda da bu hamlelerin sık sık tekrarlandığı  ve atılımların peş peşe yapıldığı  dönemler.
     1980- 1990 lı dönem, ufkun açıldığı, paranın, yatırımın, kredilerin, işçi ve memurun altın çağını yaşadığı bir dönem oldu. Bu yeni Türklük ilimde, teknolojide, sanatta, yeniden filizlenip ÇINAR olmanın özlemiyle yanıp tutuşurken  müthiş bir ivme kazandı.  Türkiye yol, su, elektrik telefon, elektronik çağını keşfetti. Derken 2000’de dünyanın hemen bütün devletleri adından söz eder oldu. Yeni ufuklar önünde hızla açıldı.
    2005’ten 2015’e gelindiğinde şimdi Türk kabuğunu yırtarak yeniden doğruluyor. Liderini arayan Türk,  yeni hakanını doğurmak üzeredir.   Ey Türk oğlu, deden koynunda yattıkça senin olan ufuklara, açılma zanıdır. Güneşin doğduğu yer, güneşin battığı yer, agartalar, kara delikler, saman yoları, göğün yıldızlarla süslü katları… Bir günde, bizim yılımızla, 50 bin yıl yol alan, uzay gemileriyle, arşı âlem senin doğum sancılarını muştulamaktadır.
    Selam sana Türk oğlu!..
    Selam sana ufukların yeni efendisi!.
KAYNAKLAR
1)Türkiye."Stop." Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
2)Türkiye."Evvel Zaman" Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
3)Tuhvet'ül Kibar..."Cihad-ı Ekber-ı Hayreddin Paşa".Katip Çelebi
4)Ömer Faik COŞKUN Yaş: 64. KAYSERİ/Kocasinan
5)Türkiye."Stop." Evvel Zaman .Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
6)Türkiye."Stop." Evvel Zaman Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
7)Türkiye."Stop." Evvel Zaman Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
8)İbni Sinâ Dr.Cemal ARABACIOĞLU.Çukurova Ünv.Yay.No: 8.s.43
9)İbni Sinâ Dr.Cemal ARABACIOĞLU.Çukurova Ünv.Yay.No: 8.s.43
10)İbni Sinâ Dr.Cemal ARABACIOĞLU.Çukurova Ünv.Yay.No: 8.s.43
11) Nutuk Söylev ve Demeçler."Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi.
12) Uluğ Beg Akadimiyası. A.A.Abdurahmanov.Özbekistan/Taşkent.s.10
13) Uluğ Beg Akadimiyası. A.A.Abdurahmanov.Özbekistan/Taşkent.s.114

Translate