26 Nisan 2015 Pazar

JEOPOLİTİK TÜRKİYE

JEOPOLİTİK  TÜRKİYE                     

                                              Abdullah Çağrı ELGÜN


         Türkiye, jeopolitik konumu itibariyle dünyanın merkezi ve bu küçük gezegenin kalbini  oluşturmaktadır. Kalbi hasta olan bir insanın  yürümesi, koşması  hatta sağlıklı bir hayat sürdürmesi mümkün değilse, Jeopolitik konumu itibariyle dünyanın kalbi  olan  Türkiye’nin de çeşitli kırizlerle huzur ve sıhhatten yoksun bırakılarak gelişmesini sağlamak da mümkün olmayacaktır. Dünya huzuru ve sukûnu bu yüce ve ulvi milletin eli ile bulacaktır


         Bütün bilim adamları, strateji ve jeoloji uzmanları, Türkiye Toprakları’nın dünyanın merkezinde bulunduğunu onaylamaktadırlar. Prof.Friedrich Ratzel : “Devlet, gelişme ve yayılmayı arzu eder. Devletin yayılmacı politikası, ilkel ve küçük devletlere dışarıdan istilâ yoluyla mümkün olur.”  “… Bu küçük gezegende sadece, bir büyük devlet için gerekli yer mevcuttur.” demektedir. Bu görüş taraftar bularak öncelikle, Almanya’da kabul görmüş ve ihtiras haline dönüşen bu görüş, çok kısa sürede bütün Avrupa’yı sararak dünyaya I. Cihan Harbi’ni yaşatmıştır. Bugün sanayi inkılâbını da gerçekeleştiren Avrupa, “Avrupa Birliği”,”Auro” vb. girişimlerle dünya hakimiyetine soyunduğunu göstermektedir.

Ratzel’in fikirleri, jeopolitik görüşlerin çeşitlenmesine neden olmuş; fakat  bu görüş, kendisinden sonra gelen ilim adamlarını da oldukça etkilemiştir. Bunların başında Alman, Karl Haushofer2 gelir. Houshofer: “ Zeitscrift Für Geopolitik 1924” adlı dergide  devletin konum alanını,  en önemli güç unsuru olarak  görür. Bu görüş II.Dünya Savaşı’nda Hitler’in politikasında kabul görmüş ve etkili olmuştur.

Bundan sonra Housofer’in Çağdaşı, İngiliz Halford Mackinder3: “Kara Hakimiyeti Teorisi”ni ortaya atarak, 1919 da “Demokratik İdealler ve Gerçekler” adlı dergide yayınlayarak Dünya savaşlarının çıkışına yolaçmış, bu durum ise on iki milyondan fazla insanın ölümüyle neticelenmiştir.  

Bu görüşe göre: “Dünyanın ‘kalp sahasını’ Doğu Avrupa ile Sibirya Bölgesi oluşturmaktadır. Kalbin çevresindeki Balkanlar’dan Çin’e kadar uzanan saha, “iç veya kenar hilâl” ya da “kalp” kuşağıdır. Bunun dışında kalan  Amerika, Afrika, Avusturalya, Japonya hattı ise “Dış veya Kenar  Hilâl” veya  “ Dünya Adasının Peykleri” olarak kabuledilir.”

Mackinder, dünyayı bu şekilde tasnif ettikten sonra  teori oluşturan  görüşünü şu şekilde geliştirmiştir. “Doğu Avrupa’ya hükmeden bir devlet, “Dünyanın Kalbi”ne de hakim olur. “Dünyanın Kalbi”ne sahip olan bir devlet öncelikle  “İç Kenar Hilâl”e veya  “Kalp Sahası” na hükmeder. Sonra da “Dış Kenar Hilâl”e yani bütün dünyaya hakim olur.”

         “Kara Hakimiyet Teorisi” olarak bilinen  bu görüşte, Müslüman Türk Dünyası’nın yeri “İç veya Kenar Hilâl”  kuşağı içerisindedir. Haushpofer ve Mackinder’in görüşleri, özellikle Hitler tarafından kabul görmüş ve İkinci Dünya Savaşı ile uygulama sahasına geçirilmiştir. Daha sonra, Sovyet Rusya bu görüşü gerçekleştirmek için yetmiş yıl boyunca, Avrasya’yı kan gölüne çevirmiştir.


         Bu görüşlere benzer görüşler geliştirilmiş ve bu konuda  Amerika özellikle; “Kenar Kuşak Teorisi”ni, “Deniz Hakimiyet Teorisi”ni ve “Hava Hakimiyet Teorisi” ni  ortaya atmıştır. ABD. Yale Üniversitesi’nde Uluslararası ilişkiler Professörü Nicholas J.Spykman(1893-1943), J.SMackinder’in görüşlerine karşı bir başka görüş geliştirmiş ve “Kenar Kuşak Teorisi” ni ortaya atmıştır. Bu görüşle, hakim güç,  “Kalp” değil “Dış Kenar Hilâl”  üzerindeki ülkelerdir. Bunların başında ABD gelir; ancak “Kalp Sahası”na ulaşmak için “İç Kenar Hilâl” in yani Müslüman Türk Dünyası’nın ele geçirilmesi şarttır.


J.Spykman, Amiral Alfred Mahan(1840-1914)4 Hausy Scitaklian’ca Deniz Hakimiyet Teorisi ve Hava Hakimiyet Teorileri ortaya atılmıştır. İnsan gücüne dayanan bu görüşler de Amerika ve İngiltere tarafınan  uygulama alanına sokulmuştur. İkinci Dünya Savaşı ve Üçüncü Dünya Savaşı  adı verilen “Bölgesel Savaşlar”da da bugün, bu görüşler uygulana gelmeketedir.

         Bu görüşlerin doğrultusunda dünyaya hakim olmanın şartlarından biri hiç şüphesiz Türk Dünyası’nı ele geçirmek olmalıdır. Sovyet ve Sovyet sonrası bölgeye yapılagelen saldırılar ve işgallerde bu görüşlerin etkisi görülür.

Merkezi Türk Hakimiyet Teorisi:
Bu görüşlerin doğru olmadığını savunan Prof Dr.Ramazan Özey, Sibirya’nın dünyanın kalbi olamayacağını; çünkü dünyanın kalbinin merkezde bir yerde ve bütün tehlikelerden uzaklaştırılmış olması  gerektiğini söylemektedir. Sibirya ise Kutuplarda olup iklim şartları itibariyle insanların yaşamasına müsade etmeyen bir bölgede bulunmaktadır. İnsansız bir kalenin hiç bir anlam ifade etmeyeceğini belirtmektedir.

Halbuki “Anadolu Yarımadası” bütün bu belirtilen görüşlere uygun düşmekte ve dünyanın kalbi durumundadır; çünkü bu yarımada Asya, Avrupa, Afrika ve Amerika kıtalarının da  bitişme noktasındadır. Bu yarımadanın üç tarafı da denizlerle çevrilidir. Yükselti bakımından kıtaların en yükseği olan  Asya’dan ise  “ortalama yükseklik 1010m.”den  daha yüksektir; çünkü Türkiye’nin ortalama yüksekliği 1132 m.dir. Bu Yarmada Asya ve Afrika’ya bitiştiği bölgelerde ise aşılması mümkün olmayan sıra dağlarla çevrilidir. Bütün bu özellikleriyle Türkiye,  tam bir kaleyi andırmaktadır. Bu  kalenin Asya’ya açılan burcu Malazgirt;  Avrupa’ya açılan burcu ise İstanbul’dur.

 “Merkezi Hakimiyet Teorisi” adı verilen bu görüşe göre  Anadolu Yarımadası  “Kalp” kalbi çevreleyen  Balkan Yarımadası, Kafkaslar, İran, Arabistan ve Kuzeydoğu Afrika; kısacası Balkanlar ve Ortadoğu, dünya kalesini çevreleyen iç çemberi veya dünya adasını oluşturmaktadır.
Bu görüşe göre Anadolu’yu elinde bulunduran  bir millet,  iç çembere hükmeder. İç çembere hükmeden bir millet ise,  dış çembere yani dünyaya hakim olur.

Dünyaya hakim olma isteği yeni değildir. Bundan 1700 yıl. Önce Oğuz Kağan: “Daha deniz daha ırmak, gök tuğ olsun güneş mızrak”; Alp Er Tunga, Bilge ve Kültiğin  Kağanlar: “Ben Tanrı gibi gökte doğmuş Türk Bilge Kağan” nasıl ki Tanrı tekse, Bilge Kağan da tek ve birdir ve yeryüzünün hakimidir. “Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe ey Türk senin ilini ve töreni kim bozabilir?!.”  Atilla,  Cengiz,  Timur hep aynı ideale koştular Timur: “Gökyüzü üstümüze çökse biz onu mavi atlastan bir  çadır gibi mızraklarımızın uçunda tutardık.” Yavuz gibi Türk  hükümdarları da: “Dünyanın bir Türk’e dar geldiğini”  ifade eden sözler söylemişlerdir.

Osmanlının bütün hakanları fermanlarında: "Yedi iklim ve diğer, bütün toprakların ve de kürre-i arzın mutlak sahibi" diyerek başlamaktadırlar. Bunun gereğini de yerine getirerek tarihte onyedi büyük devlet kurmuşlardır.
Şüphesiz bir teorinin doğruluğu, ispatlanabilmesiyle mümkündür. İşte bu ortaya atılan teori tarih boyunca, üç kez ispatlanmıştır. Batı’ya açılan burcu  İstanbul ile Anadolu: MÖ.2.yy.ın otalarında MS.395’e kadar Roma, 395-1453 arası Doğu Roma ve  800-1071-1453-1923’e kadar da Osmanlı İmparatorluğu’nun 1923’ten bugüne kadar da Türkiye sınırları içerisinde yer almaktadır.

Bu topraklarda yaşayan devletler çok uzun ömürlü olmuşlardır. Dünyanın kalesi durumunda olan bu bölgede bugün, Türkler yaşamaktadır. Kalenin çevresi ise yine Türkler tarafından kuşatılmıştır. Konum olarak Müslüman Türk dünyası Avrupa ülkeleri ve Rusya’ya karşı  koca bir hilâl şeklinde  çevrilmektedir. Bu koca hilâl, aynı zamanda diğer İslâm ülkelerinin kuzeyinde Batı Avrupa ve Rusya’dan gelebilecek  her türlü tehlikeye karşı bir kalkan görevi görmektedir. Bu bakımdan Türkiye’nin jeopolitik önemi çok büyüktür. 20.yy.da dünyamızda  çok fazla sayıda  bölgesel savaşların yaşanması, dünya kalesi ve iç çemberde bir birliğin sağlanamamasından kaynaklanmaktadır.

Türkiye içeride böyle bir barışı ve sukûnu ne zaman temin ederse,  dünya barışı  da o zaman sağlanmış olacaktır.

Osmanlının yok oluşuyla ortadan kalkan dünyadaki bu sukûneti yine, Osmanlının oğlu  Müslüman Türkiye, yeniden ve tam anlamıyla bir hakimiyet kurarak tesis edilecektir.

Bugün meçhul askerlere karşı savaş açan Amerika’nın niyetinde nelerin olduğunu kimse tam olarak kestirememektedir. Bundan önce İngilizler, sonra Ruslar Afganistan’da yenildiler. İkiz kuleleri ve Ladin’i bahane eden ABD başarılı olursa, Afganistan’dan  sonra Irak, Suriye, İran, Pakistan ve sonra da Türkiye’yi kan, barut,  açlık, hastalık, sakatlık,  sefalet ve  gözyaşıyla buluşturmak isteyecektir.

Öyle gözüküyor ki 2010-2015 yıllarında süper güç olma yolunda ilerleyen Çin’in önünü kesmek isteyen ABD bu bahaneyi iyi kullanmaktadır. Kurtuş Savaşı  yıllarında da İngilizler Ruslar’a karşı Türkiye’yi koruma bahanesiyle, Osmanlı’ya  oyun oynayarak Fas, Ceyazir, Tunus, Libya, Mısır, Suriye, Kıbrıs gibi eyaletleri tek kurşun sıkmadan tereyağından kıl çeker gibi elimizden almıştı. Bu oyuna gelmemek ve dünyanın sonu demek olan üçüncü dünya savaşına meydan vermemek için Türkiye konumunu iyi kullanmalı, caydırıcı, engelleyici  rol üstlenmeli. Ortadoğu ve Balkanların tüm tapuları arşivlerinde kayıtlı olan Türkiye, Müslüman devletleri vurmak için Nato’ya bu konuda asla ve asla asker vermemelidir.

Türkiye millî heyecanları diri ve canlı tutmak, uyanık olmak ve çağın gereklerini bağımsız olarak kendi topraklarında üretmek ve savaşa başlamak veya savaşa son vermek için hazır ve tetikte beklemelidir. Yirmi dokuz  devletin kurulup dağıtıldığı bu çetin coğrafyada Cumhuriyet sonrası, yüz yıla yakındır dimdik ayakta durmakta olan Türkiye’nin dost ve düşman karşısında yumruğu her zaman sıkılı olmalıdır. En güvenli en kararlı ve en sağlam ülke Türkiye’dir.

Herşey, bu çetin coğrafya ,Türkiye’de düğümleniyor. Türkiye. Türkiye… Türkiye!..
Türkiye, jeopolitik konumu itibariyle dünyanın merkezi ve bu küçük gezegenin kalbini  oluşturmaktadır. Kalbi hasta olan bir insanın  yürümesi, koşması  hatta sağlıklı bir hayat sürdürmesi mümkün değilse, Jeopolitik konumu itibariyle dünyanın kalbi  olan  Türkiye’nin de çeşitli kırizlerle huzur ve sıhhatten yoksun bırakılarak gelişmesini sağlamak da mümkün olmayacaktır. Dünya huzuru ve sukûnu bu yüce ve ulvi milletin eli ile bulacaktır

        






2 Münih Üniversitesi Siyâsî Coğrafya ve Askerî Tarih Dersleri Hocası , “Zeitscrift Für Geopolitik Dergisi” sahibi (1869-1946).
3 Londra Üniversitesi Corafya Professörü ve İngiliz Kraliyet Coğrafya Cemiyeti İkinci Başkanı.
4 Hava Hakimiyet Teorisiyle ortaya çıkmış  deniz subayı ve bilim adamlarından biri

TÜRKÇE ve BİZİM ÜLKE

                          TÜRKÇE ve BİZİM   ÜLKE                           

                                        Abdullah Çağrı ELGÜN


Çok defa   üzerinde  konuşulan  konuların   başında  Türkiye ve konuşulan  dillerin başında da Türkçe  gelmektedir. Türkçe  sadece Türkiye'de  değil, dünyanın bir çok ülkesinde  konuşulan bir dildir. Bu dil Türkiye Cumhuriyeti'nin  dışında  otuzaltı Türk Cumhuriyeti,  komşu ülke ve akraraba topluluklarında da olmak üzere  Yüze yakın ülke ve cumhuriyetlerde  konuşulmaktadır. Türkçe   ırkî   olarak bakıldığında , en çok kullanılan    dillerin  başında gelir.

Bugün dünyanın birinci  dili  gibi  gözüken İngilizce'yi ırk olarak kullananların   sayısı    Türkçe'yi kullananların sayısından  daha fazla değildir.  Üstelik   Türkçe'nin dışındaki  dillerde   şive, lehçe ve ağız  özellikleri  Türkçe'nin yaptığı  mahareti  asla yapamaz.  Beş kelime  ile verdiğimiz şu cümleyi    kelimelerin yerlerini  değiştirerek en az, onbeş en çok yirmi beş  kez, cümlenin  anlam  ve ruhunu bozmadan yazabilirken   İngilizce,  Fransızca,  Rusça ,  Almanca,  Arapça,  Farsça  ve Çin dilleri bu mahareti asla gösteremez:   

" Otur oturduğun yerde kendini  tart"  cümlesine  bir bakalım:

"Oturduğun yerde otur kendini tart",
,"Oturduğun yerde tart otur kendini",
 "Oturduğun yerde kendini tart otur"
,"Oturduğun yerde otur tart kendini" ,
"Oturduğun yerde tart otur kendini" ,
"Tart kendini otur oturduğun yerde",
 "Tart kendini  oturduğun yerde otur",
"Tart kendini  otur oturduğun yerde",
"Tart otur oturduğun yerde kendini",
"Tart otur kendini oturduğun yerde",
“Tart oturduğun yerde kendini, otur", vb… Bu cümleler uzayıp  gider…

Türkçe dışındaki   dillerde de ağız özellikleri  değişik  yöre  ve   mahalleye göre  farklılık   arz eder. Buna   rağmen resmi  bir dilde  birleşmişlerdir. Hiçbir ülke  ve hatta birleşik  devletlerde  iki üç resmî  dile  izin  verilmemiştir. Ne   Amerika' da   ne  İngiltere'de  ne de Almanya'da  ikinci  bir resmi dile müsade olunmaz. Bununla   birlikte    yöreye    has ağız  özelliklerine    hiç   bir   kurum ve kuruluş  karşı  olmamıştır. Türkye'de de ikinci bir dile, resmî olarak izin verilemez…

Bugün İstanbul, Türkiye'nin her kesiminden öbek öbek  insanları tek bir çatı altında, tek kubbede toplayan büyük bir şehirdir. Dünyadaki on bağımsız ülkenin ayrı ayrı nufus ve toprak  genişliğinden daha fazla   olan bu şehirde, İstanbul Halkı,  İstanbul Ağız özelliğini(konuşmadaki  söyleyiş    biçimi)   kullanma konusunda  da birleşmişlerdir. Halbuki İstanbul'da Türk kültürünün çeşitliliğine, zenginliğine, her yöresinden öbek öbek insana minyatür olarak bulmak ve karşılaşmak mümkündür. 

Buradaki  insanlar;   geldikleri ve çocukluktan erişkinlik dönemlerine  kadarki  zaman içinde,  öğrendikleri ve kullandıkları yörelerine   ait   ağız özelliklerini İstanbul'a    gelince terkedip; İstanbul hanımları  ve  beylerinin    kullandıkları    medeniyet ve kültür dili İstanbul Türkçesi'ni benimseyip kullanırlar. İstanbul'a   yerleşmiş bulunan ve Türkiye'nin resmî yazışma dilini  de teşkil eden   İstanbul   Türkçesini kullanmayarak  kendi yöre ve mahalli ağız özellikleriyle konuşup, yazacak olsalar ,  kimse  kimseyi  anlamaz. Dildeki bu anlaşmazlık    insanların   birbirleriyle anlaşmazlığını da doğurur. Onun için sadece Türkiye'de değil;  ama bütün ülkelerde   ana dili   denen bir dil vardır ki   bütün resmî   yazışmalar ve diplomatik temaslar bu dillerle    yapılır.   Basında   ve  yayında bu dil kullanılır ve kullandırılır. Bu  dil ülke   ve   devlet dilidir. İstanbul Türkçesi'de böyledir.

Bugün Türkçe  oldukları   halde aşağıda vereceğimiz konuşmaları ancak o yörede yaşayan  halkın   anladığı,   diğerlerinin ise aynı ülkede yaşıyor olmalarına rağmen bu konuşmaları   ilk  anda anlamadıkları   görülecektir:

"Nöörüyoğ gı? Gadasını aldığım dağa gurbanığ olduğum kele…See büküşün başında görende serim fenikti, yöreğem telesidi.Yağannımı sekiye verip  gendimi gücülen zapdettiyidim."(Kayseri)Ne yapıyorsun kız?Günahını aldığım da kurbanı olduğum bacım…Seni köşede görünce şaşırdım, kalbim çarptı. Sırtımı  duvara  dayayıp kendimi firenledim.
"Gız Ayşa!.. Taksii önle gel  de… Pazza öncüü vaak…"(Burdur)Kız Ayşe, taksiyi  çağır   gel  de pazara  önce varalım.

Booon hara gedek de yemaaa harda yeek agaa.(Kars)Bugün nereye gidip de yemeği nerede yiyelim?

"Uyy kemençeçü  dayu, soktun çözümü yayu, çör etün çözlerümü, çöremeyüm dünyayu." (Trabzon) Kemençeci dayı soktun gözüme yayı, kör ettin   gözlerimi   göremiyorum  dünyayı.

Bir de bu fırsatçı Türkçe  düşmanları   var ki  Türkçe'yi bir çıkmaza sokmak bizi birbirimizle   konuşturmamak   ve  anlaştırmamak; Türk Cumhuriyetleri ve akraba topluluklarındaki kardeşlerimizle  olan bağımızı koparmak,  bizim   ve kardeşlerimizin bildiği bu ortak  kelimeleri unutturmak   için   durmadan  kelime  üretmekte  ve bizi bizden; bizi  onlardan koparabilmek   için   ellerinden    gelen bütün  gayretleri göstermekte   basın  ve  yayın  imkanları en   iyi  şekilde   kullanmaktadırlar. İşte bu maksatlı yayınlardan birkaçı:

"Orpeus nargius imgeleri büyük yatsıman imgeleridir. Bu   us görüşü, üretici olmaktan çok algıcıdır; aşamadan çok dolgunluğa yöneliktir. Haz ilkesine bağlı yeti ve  davranışlar  ise  kaygısal  bir gereksinmedir."
"Erek  bireylerin  ekinli olması koşulu ise  ulus olarak özveride bulunup köksel esintilerden  yararlanarak  belirli    ve doğurganlıklar  elde edilebilir."
"…Sürecin dayattığı, çağsal ödevleri kocaman bir öngörüyle ve esinle yadsıdı.o Oportünizim, tavsiye sürecini örgütü Avrupa metokpollerine çekme özverisiyle  dayattığı onursal  savaşımı  kavradı…"1

Oynanan tragetyayı görmemek için  aptal olmak gerekmiyor; herşey ayan beyan ortada… Türkiye bir  mozayikmiş, Türkiye   halkların  ve  ırkların karıştığı bir ülkeymiş doğrusu bu anlayışa şaşmak gerekir. Söylenen   yanlıştır.   Doğrusu  Osmanlı böyleydi(Latin,  Slav, Ermeni, Yahudi, Fars, Arap, İngiliz, Fransız…vb  halk birlikte yaşıyorlardı.); ama onun veliahtı  oğlu ve devamı olan Türkiye Cumhuriyeti'nde   asıl halktan (Türk)  başka azınlık gruplar  vardır,  o da yüzde  bir  veya  birden  daha azdırlar.Nufus  sayımlarındaki  veriler  de  bunu  ispatlamaktadır.
Atatürk Türkiye Cumhuriyeti'ni kurduğunda   bu gruplarla mübadele yaptı. Azınlık  gruplardan  köy  ve şehirlerde   yaşayanlar   ayrılıp   gittiler…

Kürtler   ise öz be öz Türk kavmidir. Tarihî  belgeler , Ortaasya'da   kurganlarda, kazılarda  ele  geçirilen   belge ve bilgiler de bunu ispatlamaktadır. Bugün  Rusya'nın  egemenliğinde kalan Kazak, Kırgız, Türkmen, Özbek, Karakalpak, Başkurt, Yakut, Tatar,  Gagauz, Uygur, Karaçay, Karaim, Balkar, Kumuk,  Nogay, Hakas, Kaşkay, Hamse, Tuva, Çuvaş …vb2 Türk guruplarını  bir  zamanlar nasıl koparmışlarsa  ve  bazıları  hâlâ   kendilerine   ben Türk değilim  (Kazak'ım, Kırgız'ım, Türkmen'im) diyebiliyorlarsa; Kürtler arasından da böyleleri çıkabilir. Tarihî gerçekler  ise böyle  demiyor:

"5.yy.da   Göktürkçe  ile  yazılı, Yenisey   Irmağı'nın bir kolu olan Elegeş Çayı Vadisi'nde bulunan ANIT MEZAR ABİDESİ'ndeki  yazıda
"Ben Kürt Türkleri Başbuğu Alp Urungu!..Kara budunum, gayret edin!.Ülke töresini  bırakmayın!..  Siz  ülkem, hanım…Kürt  Eli'nin Hanı Alp Urungu. Altınlı okluğumu  belime bağladım.Siz ülkem, hanım; otuzdokuz yaşımda ülkeme sizlere doyamadım. Hanım heyhat! Ülkemden ayrıldım."3

Yer neresi? Ortaasya; dil nedir? Göktürkçe… Zaman 5.yy. Ne diyelim:

 "Aslını inkar eden benden değildir." diyen Hz Peygamberimiz'in hadisleri gereğince başkalarının sözlerine inanarak dirlik ve düzenlerini bozanlara; bizden olmak istemeyenlere de bir diyeceğimiz yok… 

Yalnız İçtiğimiz suyu bulandırmasınlar. Gidip başka göletlerde çimsinler daha iyi olur… 
Yoksa Türk'ün yumruğu başlarına  öyle bir iner ki: " Irkmış,  dilmiş,  toprakmış, televizyonmuş, yayınmış" andıklarına anacaklarına  bin pişman olup dünya başlarına   zindan  olur…











1 15.10.1999 PKK'nın Yayın organı, Onursal Savaşım
3 Elegeş Anıt.(1897.W.Radlof(Rus Türkoloğu),Türkiye Azarbaycan Dostluk Derneği Yayınları
.No:11-A Tc.Ziraat Bankası ; Güney Sibirya,Elegeş Çayı Vadisi'nde bulunan bu Anıt Mezar
 Abidesi,Kürt Türkleri Hanı Alp Urungu'ya ait olup, Saka(Yakut,iskit,Saha) Hunları'nın
Göktürk Camiasından olduklarını belgeliyor

TÜRKÇE ve ANAM




  TÜRKÇE  ve ANAM                                                  
                                                   Abdullah Çağrı ELGÜN

Sevdim seni sevdim seni sevdim seni
Ateş esti yüreğimde sevdim seni...

Ben anamı sevdim; çünkü beni dokuz ay on gün karnında taşıyan, benim için sancılanan, beni dünyaya getirmek için evde, hastanede acı çeken anam, yetmedi... Beni dünyaya getirmek için çırpınırken vücudunu, kendini parçalayan ANAM...

           Kendi çırpındıkça, kendi gözyaşlarıyla  ıslandıkça, kendi üzüldükçe, kendi öldükçe, beni yaşatan  ANAM...
           Ben seni ebenin, ayaklarımdan tutup baş aşağı ettiğinde"ın ga!.." sesinde  bana bakışınla sevdim anam... Ben seni ben seni ANAM, kendin kan revan içinde, uzuvların parçalanmış haldeyken yaralı kaplan gibi yürekten: "Yavrum! Yavrum! Yavrum!..." çığlığı atışındaki sese meftun oldum sevdim.
           Anam anam ben seni; o vakur, o sevgili, o aşk dolu, gönülden uzanan kollarının arasına alışındaki mutluluk, muhabbet, sevgi, vakar dolu... görünüşünle sevdim.

           Ben, ilk  "A...na!..." diyende bana sarılırken söyleyişindeki "a...na!.."sözüne tutuldum.Türkçemin bu iki hecelik "a...na!.."sözünü, ana sıcaklığı ile heceleyişindeki güzelliğe aşık oldum anam. Ana dilimi,   ana dilim Türkçemi, Türkçemin seslerindeki büyüleyici âhengi sevdim. "A.. na... " sözündeki sıcaklığı,  samimiyeti, lezzeti, izzeti, "a...na" mı öğretişindeki inceliği, mahareti, zarafeti, doyumsuz sevgiyli sevdim...Yorulmaz, bıkmaz, usanmaz gücü; tükenmez, bitmez, eksilmez, dinmez aşkı; anamı, ana dilimi, Türkçemi Türkçemi sevdim.

           Türkçe söyleyip, Türkçe diyende  "ANA"  sesinin sıcak ve büyüleyici cazibesine kapılıp ona karşılık, sesime ses verişindeki maharete, canlılığa, güzelliğe hayran kalıp, anamı anamı sevdim. Ana dilimi ana dilim, Türkçe'mi  sevdim.

            ANAMIN Türk gönlünde, Müslüman vicdanında esen rüzgarların sıcak, ateşli  efsunuyla, başı dönmüş bir halde, dura kaldım, kala kaldım, yana kaldım.Türk gönlümün, Türkçe duyan gönlümün, Müslüman gönlümün, Müslüman ruhumun, BU ÜLKEYİ TÜRK EDİŞİNDEKİ, BU ÜLKEYİ MÜSLÜMAN EDİŞİNDEKİ  hazzı, lezzeti, izzeti; adı, tadı, kıvamı sevdim. bu toprağa sinmiş, bu toprakla hamurlanmış bu torrakla karılmış bu toprakla minareleşmiş Allah için yapılan duamı sevdim.  Türk'ü, Türkçeyi, Türk Milleti'ni, Türk'ün Müslüman gönlünü, Müslüman ruhunu sevdim.

           Türkçeyi sevdim. Ana dilim, ata dilim, dünya dilim Türkçemin kelimelerinde gizli azameti, haşmeti, iffeti, lezzeti, izzeti; dünyaya hükmedişindeki kuvveti...Kuvveti sevdim.Türk'ün  Türk'e has gönlünü, Türk'ün Türk gönlünü, Türk'ün Müslüman gönlünü, Türk'ün Müslüman ruhunu, anamı... Anamı ve ana dilim, Türkçemi sevdim.





        




24 Nisan 2015 Cuma

SOYKIRIMI YAPILDI !.. Abdullah Çağrı ELGÜN

        SOYKIRIMI YAPILDI !..
                           Abdullah Çağrı ELGÜN
 (Belgelerle Ermeni Günlüğü
 Kitabımdan Bir Bölüm)
Soy kırım yalan değil gerçektir. Bu kırım Osmanlı Rus Harbi yılları (1877-1878) başlayıp Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan günümüze kadar devam etmştir. Türkiye’de etmiştir!.. Adalarda etmiştir! Balkan Savaşında, Rumelide, Hocalı’da etmiştir!.. Kıbrıs’ta etmiştir!.. Kırım’da etmiştir!..  Çin’de etmiştir!..

Evet, Soy Kırım Yapılmıştır!..  “Yedi Düvel” ve onların Osmanlı içinde yerleşik Ermeni, Rum ve diğer çeteleri birleşerek, Türk ırkını yeryüzünden silmek için soy kırım yapmışlardır…
Türk’e soykırım yapılmıştır…


Osmanlının bir tebası (halkı) olan Ermeniler, ülkemizin “Yedi Düvel” tarafından işgalini fırsat kabul ederek, binlerce yıl birlikte yaşadığı Türk’ü, tabuta yerleştirmeyi, toprağa gömmeyi hayal etmiştir. Bunun için dışarıdaki işgal güçleri ile birleşerek Türk’e ve kendisinin de içinde yaşadığı ülkeye ihanet etmiştir.

İhaneti ile de kalmamış, vatanını savunmak üzere cepheye giden, aile reislerinin yokluğunu fırsat bilerek, önce ailelerin evlerine ve mallarına el koymuşlardır. Yetmemiş, yaşlıları öldürmüşler, çocukların ve kadınların ırzlarına geçmişler, o da yetmemiş, toplu olarak camilere ve okullara doldurup yakmışlar, o da yetmemiş, kucaktaki bebekler süngülere takılmış oda yetmemiş, hamile kadınların karınlarını deşerek doğmamış bebeklerini çıkararak vahçice çıkarılan bebekleri  annelerinin kucaklarına verip emzirmelerini istemişlerdir…
Böyle bir  İNFİALDE birlikte yaşamanın zorlukları göz önüne alınarak TEHCİR gerçekleşmiştir.

Evet, Soy Kırım Yapılmıştır!..  “Yedi Düvel” ve onların Osmanlı içinde yerleşik Ermeni, Rum ve diğer çeteleri birleşerek, Türk ırkını yeryüzünden silmek için soy kırım yapmışlardır…
Türk’e soykırım yapılmıştır…

Osmanlı Hükümeti’nin içine düşürüldüğü çıkmazlar ve savaşın bir çok çephede birden ve bir çok düşmanla devam etmesi, Ermeni Taşnaksütyun Komiteleri’nin önerdikleri hayâli ülke ve Ermeniler’in mağdurluk çığlıklarıyla  sığındıkları ve ittifak ettikleri devletler: Amerika, İngiltere, Rusya, İtalya, Fransa …vb. bir çok devletlerdi ki biz bunlara ”Yedi Düvel” dedik…

Akıl almaz yalan, iftira, Anadolu Toprakları’nda erkekleri “Seferbirliğe” çağırılan Müslüman Halka, Ermeni ve yandaşlarının uyguladıkları  kıyım,  işkence, akla ve hayâle gelmeyecek canavarlıklar … Ham hayâl peşinde koşan Ermeniler’in durmadan değiştirdikleri kurulacak Ermenistan Devleti sınırları, çıkmazlar ve Sevres Adlaşmasına imza koyan Osmanlı Hükümeti…
Kazım Karabekir Paşa’nın Rus Heyeti ile birlikte Doğu Anadolu Vilayetlerimizi dolaşarak Ruslar’ın çektikleri fotoğraflar, Türk köy, ilçe ve şehirilerinin  Ermeniler tarafından yakılması, katliam ve işkenceleri ile yine Kazım Karabekir Paşa’nın Amerika Heyeti’ne verdiği ibret dolu  ifadeler…

Bu rapordan bir bölümü Kazım Karabekir’in ağzından dinleyelim:

“8 Aralık 1917’de on gün için Ruslar ile savaşın durdurulması emri geldi. On gün sonra da Mütareke emri alındı. Ocak ayı içinde cephede Ruslar’ın çekildiği; ancak Mütareke Subayları’yla Ermeni Birlikleri’nin kaldığı anlaşılıyordu.
Ermeniler’in korkunç bir İslâm kıyımına başladıklarını, yağma ve ırza saldırılarının dayanılmaz hale geldiğini her yandan kaçıp gelenler anlatıyor, olayları, Rus subaylar da doğruluyordu. Bu nedenle cephe komutanları Vehip Paşa ile Odişelidze arasında uzun yazışmalar oldu. Bu durum IV. Kolordu Ali İhsan Paşa komutasında Van, Doğubeyazıt, I.Kafkas Ordusu, benim komutamda Erzurum, Erzincan, II.Kafkas Ordusu, Yakup Şevki Paşa komutasında Bayburt, Trabzon doğrultusunda hareket emrini aldılar.
Her taraf, karlarla kaplı olduğundan, yürüyüş epeyce güçtü. Özellikle Ermeni çeteleri, Erzincan Ovası’na inen geçitleri tutmuşlardı. Onun için, gece yürüyüşü ile 13 Şubat’ta Erzincan Ovası’na indik ve o gün akşama doğru Erzincan’a girdik.

Soy kırım yalan değil gerçektir. Bu kırım Osmanlı Rus Harbi yılları (1877-1878) yıllarında başlayıp Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna kadar devam etti. Sonra Balkan katliamı, Bosna Katliamı, Kafkas Katliamı, Çin katliamı, Hocalı katliamı Bulgarista Katliamı ve Kıbrıs Katliamı izledi…

Evet, Soy Kırım Yapılmıştır!..  “Yedi Düvel” ve onların Osmanlı içinde yerleşik Ermeni, Rum ve diğer çeteleri birleşerek, Türk ırkını yeryüzünden silmek için soy kırım yapmışlardır…
Türk’e soykırım yapılmıştır…


ERZİNCAN’IN KURTARILMASI

Erzincan’daki kıyım korkunçtu… Kimi güzel yapılar ateşe verilmiş, kimi binalar içine doldurulan İslâm halkla birlikte yakılmış, kuyular insan cesetleriyle doldurulmuştu. Bu dokunaklı görünüşler, Erzurum Yöresi’nde neler geçtiğini insana tahmin ettiriyordu. Rus subayları ile birlikte, bu kıyımlar, fotoğraflar ve raporlarla bir bir belgelendi.
23 milyon kilometrekarelik Türk Topraklarını parça parça edip bağımsız Bulgaristan, bağımsız Yunanistan, Bağımsız Ermenistan…vb. devletleri ortaya çıkaranlarTürk Milletine soy kırımı yaptılar.

Çanakkale’ye “Yedi Düvel” karşınında vatanlarını kurtarmak için öğrenimlerini bırakarak cepheye koşmak mecburiyetinde kalan 13-17 yaşları arasındaki çocuklarımızı kırarak yaptılar.  Dünyanın sömürge devletlerinden devşirerek eğittikleri donanımlı orduları ile ülkemize girenler, çocuklarımızı katlederek Türk’e soy kırım uyguladılar…

Evet, Soy Kırım Yapılmıştır!..  “Yedi Düvel” ve onların Osmanlı içinde yerleşik Ermeni, Rum ve diğer çeteleri birleşerek, Türk ırkını yeryüzünden silmek için soy kırım yapmışlardır…
Türk’e soykırım yapılmıştır…

Şahitler anlatmaya devam ediyor:

“Kış bütün ağırlığıyla sürmekte olduğundan hiç olmazsa, çevik bir müfrezeyle Erzurum’un yardımına koşmayı uygun buldum.
Müfrezemiz 22 Şubat’ta Mamahatun’u işgal etti. Burada sağ kalan kimse bulunamadı. Bütün ahali büyük bir çukura doldurularak öldürülmüştü. Aşkale, Yeniköy’den sonra 2 Mart’ta  Karabıyık Hanları işgal edildi. Burada Rus Menzil Teşkilatı’ndan kalmış iki yüz ton yiyecekle bir miktar konserve et, ele geçirildi.
9.Tümeni ve Kolordu ve Avcı Taburu’nu Erzurum’a doğru yürüttüm.  Kendim de Karargâhımla, Yeniköy’e geldim. 10 Mart’ta hazırlığımız bitti; ancak Vehip Paşa Erzurum müstahkem bir mevki olduğu için az bir kuvvetle taarruza geçmeyi uygun görmüyor, II. Kafkas Kolordusu’nun katılmasıyla taarruzu, ordu ölçüsünde gerçekleştirmeyi düşünüyordu. Bunu duruma uygun bulmuştum; çünkü geçtiğim yerlerde hayat kalmadığını görüyordum.

Alacaköy’de bulunan cesetler, insanın aklını oynatacak bir görünüşte idi. Bütün çocuklar süngülenmiş, yaşlılar ve kadınlar, samanlıklara doldurulup yakılmış, gençler baltalarla parçalanmıştı. Çivilere asılmış ciğerler; ve yürekler görülüyordu. Bütün bu acıklı görünüşler Erzurum’a en kısa sürede atılmaya ve oradaki zavallılara yardıma koşmaya bizi mahkûm etmişti…

Evet, Soy Kırım Yapılmıştır!..  “Yedi Düvel” ve onların Osmanlı içinde yerleşik Ermeni, Rum ve diğer çeteleri birleşerek, Türk ırkını yeryüzünden silmek için soy kırım yapmışlardır…
Türk’e soykırım yapılmıştır…


Ermeniler Müstahkem Mevki Hattı dışında geniş bir çizgi üzerinde, Ilıca’nın kuzey ve güneyinde bütün Ova Köylerini işgâl etmişlerdi. Ben de onları  geniş bir cephede işgâl ederek ve kuvvetleri şose üzerinde tutarak Ilıca, Gez, Erzurum doğrultusunda taarruz emrini verdim.
11 Mart 1918 sabahı karanlıkta yürüyüş başladı. Kısa bir çarpışmadan sonra Ilıca ele geçirildi. Gez’de akşama doğru süren bir direnme görüldü; fakat bunlar da bozularak tel örgülerinin gerilerine atıldı. Bir gece hücumuyla tel örgüler kesilerek siperlere girildi.

ERZURUM’UN KURTARILMASI

Ermeniler  bu durumda şehrin gerilerindeki Müstahkem Hat’ta çekildiler. Karasu’yun Kuzeyi’nde akşama doğru oyalama savaşları oldu. Haydarî Boğazı’nda ise Ermeniler ağır bir bozguna uğradılar.
Akşamüstü şehirde bir çok yangınlar başladı. Gece birlikler şehrin eteğine yaklaştırılarak, tan atarken hucuma geçildi ve saat beşte şehir işgal edildi.
Ermeniler’in çekilmesini sağlamak, yangınların söndürülmesine engel olmak için şehirde kalan Ermeni Çeteleri şuradan buradan kaçarak insan öldürmekten geri kalmıyorlardı.

Evet, Soy Kırım Yapılmıştır!..  “Yedi Düvel” ve onların Osmanlı içinde yerleşik Ermeni, Rum ve diğer çeteleri birleşerek, Türk ırkını yeryüzünden silmek için soy kırım yapmışlardır…
Türk’e soykırım yapılmıştır…

Hasankale’ye kaçan Ermeni Suvari Alayı’nı kovalamaya başlattım. Erzurum Savaşı’nda Ermeniler (6.000)altı bin, biz ise (5.000) kişiyle çarpışmıştık. Bizim yaralı ve şehit (150)yüz elli, Ermeniler’in ise (500)beş yüz,  kadar telefatı vardı.

Erzurum’da bir topçu subay heyeti ve (38)otuz sekiz Rus Subayı görüldü. Bunlar Ermeniler’in emrinde zorla savaştırıldıklarını söyleyerek özür dilediler… Bildikleri Ermeni kıyıcılığını bizimle birlikte bir defa daha gördüler.

Bu görünüşler insanı kendinden geçiriyordu. Halk gözyaşları içerisinde buradan şuraya koşuyor, kimi oğlunu, kimi babasını, kimi karısını yakılmış ya da süngülenmiş buluyor, saçlarını yoluyordu.
Kimi sokaklarda ise bir iz bile kalmamıştı. Yalnız son gece, 11-12 Mart 1918 gecesi (3.000) üç bin Müslüman’ı kestiklerini Yarbay Tverdo-Khlebof, Ruslar’a övünerek anlattıklarını anılarında açıklamıştır.

Hele tiren istasyonunda sanki bir mezarlık, ölülerini dışarı fırlatmıştı… Evlere doldurulup yakılanlar ise tüyler ürpertici bir görünüşte idi.  Hele Resul Bey’in Konağı başta olmak üzere, bir çok ev insanı şaşkına çeviriyordu.

16 Mart’ta Horasan’a geçildi. Burada Ruslar’a tutsak düşen ve Dekovil Hattı’nda çalıştırılan askerlerimizle  bir  çok köylü istasyona doldurulup bina ile birilikte  yakılmıştı.

Evet, Soy Kırım Yapılmıştır!..  “Yedi Düvel” ve onların Osmanlı içinde yerleşik Ermeni, Rum ve diğer çeteleri birleşerek, Türk ırkını yeryüzünden silmek için soy kırım yapmışlardır…
Türk’e soykırım yapılmıştır…

23 Mart’ta birliklerimiz 1878 Berlin Konferanası’nda belirlenen eski sınırına dayandı. Öte yandan Oltu yönüne emrime verilen II. Kafkas Kolordusu’ndan bir alayı sevk etmiştim. Bu Alay  17 Mart’ta Narman İlçe Markezi,  İd’i işgâl etti. Az sonra da sınırı geçerek  yörelerindeki Ermeniler’i kovup burada kendilerine göre bir şûra kuran Oltu Sancak Merkezi’ne girdi.

Türk Ordusu 5 Nisan’da Sarıkamış’a girdi. Koca Kasaba’da tek bir Rus Ailesi’nden başka kimse kalmamıştı. 25 Nisan’da Kars alındı. Şehirdeki Müslümanlar daha 1914’te şehri boşalttıklarından buradaki tutsak Türk askerlerinden kimisinin istasyondan, kimisinin de Baraj Gölü’nden ve Kars Çayı’ndan cesetleri toplandı.


Evet, Soy Kırım Yapılmıştır!..  “Yedi Düvel” ve onların Osmanlı içinde yerleşik Ermeni, Rum ve diğer çeteleri birleşerek, Türk ırkını yeryüzünden silmek için soy kırım yapmışlardır…
Türk’e soykırım yapılmıştır…

29 Nisan’da Arpaçay’ından geçen eski hududa varılarak Türk Toprakları Ermeni Çeteleri’nden temizlenmiş oldu.”

Kazım KARABEKİR gibi namus ve dürüstlüğü savaştığı komutanlarca da belirtilen bir kimsenin o günler hakkında Amerikan Heyetine sunduğu Rapor elbette bu anlatılanlarla  bitmiyor…
15 Mayıs 1919’da Ermeniler İngilizler’in korumaları ve yardımlarıyla yeniden toparlanmakta yedi-sekiz bin kuvvete kadar çıkmışlardı. Ayrıca bu ordu birliklerine Ruslar ve İngilizler son model telsizler, iletişim istasyonları ve teknolojik silahlarla, hatta uçak yardımı yaparak takviye  etmişlerdi. Bütün bunlara rağmen Kazım Karabekir Paşa bir emirle durdurulmamış olsaydı belki bugün bir Ermenistan  Devleti’nden de söz edilmeyecekti; fakat bunu İngiltere ve Rusya müsaade edecek miydi? Edecekti; çünkü İngilizler Fransızlar Ermeniler’in yalanlarından ve iftiralarından artık bıkmışlardı.
Ermeniler’in iftiraları ve yalancı nufus beyanları üzerine Erzurum’a gelen Amerikan Heyetini Kazım Karabekir Paşa’nın Ermeni Mezarlığını ve Müslüman mezarlığını göstererek:
“ Bakınız Ermeniler’in ölülerine bir de Müslümanlar’ın  ölülerine, aradaki farkı görünüz… Bu kadar çoğuz diye çığırtkanlık yapan Ermeniler ölülerini yutmadılar ya…” diyerek yabancı heyeti pratik olarak ikna etmişti.

Evet, Soy Kırım Yapılmıştır!..  “Yedi Düvel” ve onların Osmanlı içinde yerleşik Ermeni, Rum ve diğer çeteleri birleşerek, Türk ırkını yeryüzünden silmek için soy kırım yapmışlardır…
Türk’e soykırım yapılmıştır…

İngiliz ve Ruslar’ın tezgahladıkları oyunlar bitmiyordu. Ermeniler: “Buralarda bir tek İslâm kalmayacağını ve hepsini Aras Nehri ötesine atmaya karar verdiklerini söylüyorlardı.” Hatta Erzincan, Erzurum ve Van Şehirleri’nin ilçe ve Köyleri’nde bir canlı Müslüman bırakmamışlar, kendilerine direnen Türk gençlerinin ciğerleriyle yüreklerini çıkartarak kanca ve çivilerle duvarlara astıklarını yine Kazım Karabekir Paşa yanındaki Rus Heyeti’yle birlikte tesbit ederek fotoğraflarla belgelemiştir. Bugün bu belgeler Rus arşivlerinde mevcuttur.

İşte bu sebepledir ki Osmanlı Hükümeti aldığı tedbirlerin yetersiz olduğunu görerek ve Müslüman katliamların durdurulamadığını görerek: Ermeni Patrikliği, Ermeni Mebusları, Komite Rüesasına: Ordumuzun vatan müdafası ile meşgûl iken isyanlara, taarruzlara, imhalara devam olunduğu taktirde şiddetli tedbirler alacağını  bildirdi. Bu ihtara rağmen faaliyetlere devam edildiği görüldü. Bunun üzerine hükümet 11 Nisan’da evvelâ Ermeni Merkezleri’ni kapattı. Komite mensuplarını tevkif ettirerek şu kanunu çıkardı ki bu kanuna TEHCİR KANUNU adı verilmektedir:

Türkiye’de Baş Komutanlık yapan General Bronzart Schellendorf’un Doyce Algemayne Zaytung isimli gazetede yayımladığı makalesinde “Tehcir”le ilgili olarak:
“Türkler, kıyım için Ermeniler’e doğrudan doğruya  herhangi bir sebep ve vesile sormadılar. Bu itibarla hadise olan her şeyin mesuliyetini, kabahatini bizzat Ermeniler’e atfetmek yerinde olur. Türk Ordusunun  vaziyeti pek endişeli idi. Ordu müdafaa halinde bulunuyordu. Ermeniler’in tavır ve hareketleri de cesur istiklâl muharebelerine yakışır bir halde olmaktan ziyâde hainane ve kindarhane idi.
Ordu, gerisindeki tehlikeyi devamlı olarak bertaraf etmek için Türk Hükümeti, kati neticeli bir tedbire müracaatta bulundu.
Hükümet, bütün Ermeniler’i başka yerlere nakletti. Bu cebri tedbirler Ermeniler’e sert geldi; fakat bununla beraber bu tedbir Asyalılar için, Avrupalılarda olduğu gibi,  sertlik ifade etmez… Türkler’in bu tavır hareketleri taktir edilmelidir.”24

Evet, Soy Kırım Yapılmıştır!..  “Yedi Düvel” ve onların Osmanlı içinde yerleşik Ermeni, Rum ve diğer çeteleri birleşerek, Türk ırkını yeryüzünden silmek için soy kırım yapmışlardır…
Türk’e soykırım yapılmıştır…


FAYDALANILAN KAYNAK ESERLER
1.                     SONYEL. Salâhi R., “Büyük Devletlerin Osmanlı İmparatorluğunu Parçalama  Çabalarında Hıristiyan Azınlıkların Rolü”, Beletten, Ankara, C. XLIX. Sayı 195 (Aralık 1985), s. 649.
2.                     “ Türk Kabile İsimlerine Dair,” Makaleler ve İncelemeler, Ankara Türk Tarihi Kurumu, 1987.
3.                     ARMAOĞLU, Fahir, Siyasî Tarih (1789 – 1960) , 2. B.. Ankara,  Sevinç Matbası, 1973.
4.                     _, 20. Yüzyıl Siyasî  Tarihi (1914 – 1980), Ankara Türkiye İş Bankası, 1987.
5.                     ATAÖV, Türk kaya, A. Brief Glance at  the “Armenian Question”. Ankara, Sistem Ofset,  1985.
6.                     _, A. British Soruce  (1916) On the Armeian Question, Ankara Sstem Ofset, 1985.
7.                     BAYUR, Yusuf Hikmet, Türk İnkılâbı Tarihi, C. I, İstanbul Türk Tarihi Kurumu, 1940
8.                     BERKES, Niyazi, Türkiye’de  Çağdaşlaşma, İstanbul, Doğu- Batı Yayınları, 1978
9.                     BURÇAK, Rıfkı Salim, Türk- Rus- İngiliz  Münasebetleri (1791-1941) , İstanbul, Aydınlık Matbası, 1946.
10.                  DEMİRCİOĞLU, Halil, Roma Tarihi, C.I, Ankara Türk Tarih Kurumu, 1953
11.                  DIAKOV, V,ve Kolalev, S... İlkçağ  Tarihi , çev. Özdemir İnce, Ankara, Başarıı Matbaası, 1987.
12.                  ERZEN, Atif, Doğu Anadolu  ve Urartular, Ankara, Türk Tarihi Kurumu, 1984.
13.                  GROSS, Feliks The Seizure of politikal Power, New York. Phillosophical, 1956
14.                  GÜREL, Şükrü S., Kıbrıs Tarihi (1878-1960) : Kolanyalizm, Ulusçuluk ve Uluslar arası politika, C.I, Ankara  Kaynak Yayınları, 1984
15.                  GÜRÜN, Kâmuran, Ermeni Dosyası, Ankara, Türk Tarihi Kurumu, 1983
16.                  HERODOTUS,  The Histories, Çev, Aubrey  de Selin  court, London R, & R. Clark, 1972
17.                  HOCAOĞLU, Mehmet Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezâlimi ve Ermeniler, İstanbul , ER-TU Matbaası, 1976
18.                  HONIGMANN, Ernst, Bizans Devletinin Doğu Sınırı, çev., Fikret Işıltan , İstanbul, Ünüversitesi Edebiyat Fakültesi,1970
19.                  HOVANNISIAN, Richard G. Armenia  on the Roadto İndepence, Berkeley and Los Angeles, Üniversity of California,1967
20.                  İLER, Erdal, Ermeni Meselesi’nin Perspektifi  ve Zeytün  İsyanları (1780-1880), Ankara,Türk Kültürünü Araştırma enstitüsü. 1988
21.                  İnternanational Encyclopedia of the Soical Sciences C.XI., Newyork,  Macmillan & Free.Press1968.
22.                KARAL, Enver Ziya, Osmanlı İmparatorluğunda         Ermeni Meselesi, Ankara, Dışişleri Akademesi.1971
23.           Osmanlı Tarihi,C.VAnkara,Türk Tarihi Kurumu, 1947
24.                  Osmanlı Tarihi C.VIAnkara,TürkTarihi Kurumu, 1956
25.                  Osmanlı Tarihi,C.VIII,Ankara,TürkTarihiKurumu, 1962.
26.                  KURAT, Yuluğ Tekin, Henry  Layard’ın  İstanbul Elçiliği, 1977-1980 Ankara, Ünivertesi Basımevi,1968







Translate