26 Nisan 2015 Pazar

VATAN AŞKI, Abdullah Çağrı ELGÜN

VATAN AŞKI
                                                         Abdullah Çağrı ELGÜN
Değerli Vatan Evlatları!
Bir gün gelir, vatan toprağı tehlike içerisinde kalırsa, onu korumak uğrunda canım feda olsun. Vatan Aşkım beni kendime getirecektir. 

Ogün, rengini kanımdan alan Albayrağın altında toplanacağız. Tanrım beni Türk yarattığı ve içimize Müslümanlık denen Hak dinini attığı ve ruhumuzu İbrahim’in, İsmail’in, ishak’ın, Zekeriya, Yahya, Davut, Harun, Musa, Yusuf, Yakup, İsa(Mesih) ve Muhammed’in dininden bir nur, kendi nefsinden bir Ruh kattığı için Allah’a şükürler olsun.
Muhammed, Huneyn’de, Uhut’ta, Hendek’te ne yaptı ise vatanımın bütün fertleri, aynı aşkla Malazgirt, Mohaç, Çaldıran, Kosova, Niğbolu, Kocatepe, Tınaztepe, Dumlupınar, Sakarya ve Çanakkale’de aynı iman aynı ruh ve aynı vatan aşkı ile savaştı.

Bir gün, vatanın bana ihtiyacı olursa, bu can vatanıma feda olsun. Hiç çekinmeden ve asla korku duymadan, tereddüt göstermeden, vatan, millet, bayrak, Kur’an, ve Tanrı önünde and içerim ki vücudumun bütün azaları ve bütün vücudum vatana kurbandır. 

Türk milleti; ordu millet, bu bayrağın altında toplanın. Ne mutlu ki mensubu olmaktan şeref ve gurur duyduğumuz bir edebiyatımız, tarihimiz, coğrafyamız ve övünülecek bir geçmişimizle, yiğitlerin harman olduğu bir memleketteyiz. Ne mutlu ki serdengeçti kahramanlarımız ve bunların altın başaklar gibi boy verdiği bir ülke toprağımız var. İftihar ederiz... 
Yurttaşlarım!
Bu asil ve necip milletin bir geleneğidir ki evlenecek kızlar, kocalarına; askere giden delikanlılar, vatana; kesilecek koçlar Allah’a kurban olsun diye, kınalanır, süslenirler. İşte bu kınalanıp, süslenen yavrular, hiçbir tereddüt ve korku duymadan canını feda etmeye ahdederler. Ben de aynı toprağın hamuru, aynı nehrin suyu, aynı yağmur ve karın taneleri ve aynı geleneğin sahibi bu ülkenin evladıyım. Bu ülkenin ebedî geleceği için kurban olmaya hazırım. Ne mutlu bu ülkü ile yaşayan vatan sevdalılarına. 
Atam Bumin ve İstemi Kağanlar, milleti ve devleti akılları ve bilgeliklerinden süzülüp gelen hikmetle yönetmişler. Bilge Kağan ve Kültiğin Kağanlar ve Vezirleri Tonyukuk da aynı akıl ve bilgelikleriyle ülkeyi bir ve bütün hale getirmişler. Getirerek ülke topraklarında aç milleti tok, bakımsız milleti bakımlı, çıplak milleti giyimli hale sokmuşlar. Başlıya baş eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüşler. 
“ Ölecek milleti dirilttim. Giyimsiz milleti giyimli, yoksul milleti zengin kıldım. Az milleti çok ettim. Başka kağanlı başka ülkeliden üstün kıldım. 
Türk Oğuz Beyleri, Milleti İşitin!..
Üstte gök batmasa, altta yer delinmese, ey Türk senin ilini ve töreni kim bozabilir?!.İleri gün doğusuna, güneyde gün ortasına doğru; Batı’da gün batısına; Kuzey’de gece ortasına doğru, içindeki milletler hep bana tabidir. Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım… Ölesiye bitesiye çalıştım. 
Türk Milleti, bu sözümde yalan var mı?!.
Bu zamana oturan Türk Beyleri, milleti olarak mı yanılacaksınız? ” diyen Bilge Kağan;
“…Demir mızraklar bir orman, 
Avlakta yürüsün kulan,
Daha deniz daha ırmak
Güneş tuğ olsun, gökyüzü çadır 
Düşmanlarımı ağlattım,
Dostlarımı güldürdüm,
Tanrı’ya borcumu ödedim.” diyen Oğuz Kağan; 
Bir milyonu geçkin mısradan oluşan destanın kahramanı: 
“Ben Bahadır Manas! 
Karlı dağlarda yatıp mal buldum. 
Kanıkey mesut yaşasın diye.
Fakirlerim mesut yaşasın diye.
Kayalardan sürü aldım, 
Kırk corum(asker) da mesut olsun diye.” söyleyen Manas;
“Biz ki Turan mülkünün ve Türkistan’ın emiriyiz!.. Biz ki Türkoğlu Türk’üz! Biz ki milletlerin en eskisi ve en büyüğü olan Türk’ün başbuğuyuz. Gökyüzü üzerimize çökse, biz onu kılıçlarımızın ucunda, mavi bir atlastan çadır gibi tutarız.” diyen Timur Han;
Peygamberimiz Miraç`tan dönüşte yanındaki meleğe: Aşağıdaki beyaz atlı süvariler kim?" diye soruyor. Melek de:"El etrak`ül cindullah" yani Alah`ın süvarileri olan Türklerdir" diyor. “Türk dilini öğreniniz; çünkü onlar için, uzun sürecek egemenlik vardır.” 
“Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayınız.” diyen âlemlerin Perygamberi Hz. Muhammet(sav);
“Osmanlıya iki kıta üzerinde hükmetmek yetmez. Zira ilâhi kelimetullah iki kıtaya sığmayacak kadar büyük bir davadır. Selçukluların varisi olduğumuz gibi Roma’nın da varisiyiz.” diyen Orhan Gazi;
“Oğul, insanlar vardır şafak vakti doğar, akşam ezanında ölürler!.. Dünya senin gözlerinin gördüğü kadar büyük değildir… Bütün fethedilmiş gizemler, bilinmeyenler, görülmeyenler; ancak senin fazilet ve erdemlerinle gün ışığına çıkacaktır. Açık sözlü ol. Her sözü üstüne alma. Gördün söyleme, bildin bilme… Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler.” diyen Şeyh Edebâli;
“Dünya bir Türk’e dar.” diyen Yavuz;
“Cihanda Türk edebiyatının bayrağını dalgalandırmak suretiyle, Türkleri tek bir millet haline soktum. Hiç ordum olmadığı halde, Çin sınırına ve Tebriz’e kadar bütün Türk illerini, sadece Divan’ımı göndermek suretiyle fethettim.” diyen Ali Şir Nevâî;
“Gördüm ki Yüce Tanrı, devlet güneşini Türkler’in burçlarından doğdurmuş. Onlara Türk adını kendisi vermiş. Onları yeryüzünün hakanı kılmış ve cihan halkının dizginlerini onların ellerine bırakmış.” diyen Kaşgarlı Mahmut; 
“Tas kırılır, Tunç erir, ama Türklük ebedîdir.
“Gafil hangi üç asır hangi on asır;
Tuna, ezelden beri Türk diyarıdır,
Asya’nın ortasında OĞUZ OĞULLARI,
Avrupa’nın Alplerinde OĞUZ OĞULLARI,
Doğudan çıkan biz, Batı’da yine biz,
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz…”
“… Ben her şeyden önce Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim. 
Türk birliğinin bir gün hakikat olacağına inancım tamdır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum. Onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk birliği ile açacaktır. Dünya sükûnunu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk’ün varlığı bu köhne âleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek…” diyen Mustafa Kemal ATATÜRK gibi ufkumuz hep Batıdır.
Değişik zamanlarda ceddimin topraklarının yüzölçümü 44 milyon kilometre kare idi. Dünyanın bilinen topraklarının 3/3’ünün 2.80 nine; nüfusunun 2.90 hükmediyorlardı.
Atalarımızın bütün asırlar boyunca sarsılmayan azmi, bitmeyen sevdası, ülküsü ve inancı, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi; İlahî kelimetullahı yeryüzünde hakim kılmak; ebedî hükümranlık, ölümsüz devletin sahibi olduğuna inanmasıdır. 
Yeryüzünün halifesi, büyük ve ölümsüz devlet sahibi, karaların Sultanı, Denizlerin Hakanı, Yedi iklim ve küre-i arzın ve diğer toprakların da sahibi olan Müslüman Türk… Bu rüya hep görülüp durur. Bununla yatılır bununla kalkılır, zihinler bununla dolup, gönüller bununla heyecanlanır. Müslüman Türk’ün heyecanı diri ve canlı kalır… 
Allah’ın yeryüzündeki halifesi Müslüman Türk olarak kabul görmek; yeryüzünde Allah’ın emrettiği ilâhî adaleti tesis etmek, bizim Allah inancımız ve Allah’a olan borcumuzdur.. 
Elliden fazla devletin varisi olduğumuz gibi; beş kıtada kurduğumuz ve büyük saadet ve şereflerle yönettiğimiz yerküresinde, sadece Osmanlı Hanlığı 23 milyon kilometre kare, Cengiz Hanlığı(Timuçin) 44 milyon kilometre kare olan, dört Atabeylik, otuz iki Beylik, on yedi Hanlık, elli üç Devlet, on altı İmparatorluğun ve on üç Cumhuriyet kuran ceddimizin de varisiyiz.
“Büyük Türk milleti! 
On beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde, muaffakiyetler vadeden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki bu sözlerimin hiç birinde milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.
Bugün aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, millî ülküye tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu, bütün medenî âlem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. 10.Yıl Nutku M.K.Atatürk”
Bizde cepheye, her yaştaki kadın ve erkek dönmeye değil ölmeye gider. Bu sebeple yiğitlerin harman olduğu bu mukaddes toprağın bir metre karesinde, yirmi dört, yirmi beş kişi can verip kanlarını sebil etmiş, kefensiz şehit olarak yatmaktadır. Bunun içindir ki: 
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır;”
Bunun içindir ki: 
“Toprak, eğer uğrunda ölen varsa, vatandır.” Diyen şairin sözü gibi bu coğrafya bizlere vatan; veya, ancak mezar olur. 
Bizim inancımıza göre savaşlarda ölenler Şehit kalanlar Gazi olur. Hiç bir Türk görülmez ki cepheye gitmek için heyecan duymasın ve içinde orada şehit olmak arzusu taşımasın.
Milletimizin her bir ferdi kadın erkek topyekün bir ordudur. Şarapnelden yılmaz, gülleden korkmaz. Korkanlar karılarının yanlarına ihtiyarların yanlarına dönmek aşağılanmasının ezikliğinde yaşayamazlar. Hiçbir delikanlı analarının dizlerinin dibinde oturma onursuzluğuna katlanamaz. İhtiyarların yanına dönmek bedbahtlığında yaşamaz. Böyle gururu incinmiş olarak yaşamaktansa, şerefle ölmeyi yeğler.
Yiğitlerim!
Kahraman Tomris, Savle, Yirik Fatma, Kara Fatma, Nezahat Onbaşı, Adile Onbaşı, Halime Çavuş, Şerife Bacı, Nene Hatun, Hafız Selman, Makbule Hanım, Tayyar Rahmiye, Kılavuz Hatice, Emir Ayşe Çanakkale’nin Keskin Nişancı Genç kızları, Kastamonu, Kayseri Lisesinin son sınıflarını bırakarak Çanakkale`ye koşarak şehit olan korkusuz evlatlar... Vatan için uğraşa var mısınız?
Göğsümüz parça parça olmadıkça vatanın bir karış toprağına ayak bastırmayacağız. Göğsümüzün kafesi şarapnallerle kalbur gibi delik deşik olmadıkça düşman bir adım ileri geçemeyecek. 
Ölümlerden korkmayan Müslüman Türk!. 
Sıcağa, soğuğa, kara, ayaza, hastalığa, açlığa, susuzluğa direnmeğe var mısınız?
Korkmamaya, yılmamaya, atılmaya vatan için ölmeye var mısınız?
Karaya, denize, havaya, göğe Allah’a and olsun ki dönmeyeceğiz. Var mısınız? 
Öyleyse beni takip ediniz...
Büyük Türk Milletin Arslanları!
Şehit olup kefensiz yatmağa, bu vatan toprağını yastık yapmağa var mısınız? Geriye dönüp bakmamaya, düşenlere ağlamamaya, vurulup Şehit olmaya, yaralanıp Gazi olmaya hazır mısınız?
Öyleyse arkamdan gelin… 
Bizler vatanı savunmaya gidiyoruz. Allah da bizi koruyup savunacaktır. Allah inananlar ve kendine güvenenlerle beraberdir. Nereye gideceğimizi biliyoruz. Unutmayın şehitlik, en yüksek rütbedir. Size vaad edilen Cennet’in kucağında ve Tuğba’nın gülleri arasında olacaksınız... “Onlara ölü demeyiniz; çünkü onlar diridirler” âyeti gereğince sizler diri kalacaksınız.
Milletimizin cesur kahramanları! 
Annemizin kucağına gideceğiz. Annemiz bizim en kutsal varlığımızdır. Vatanımız da öyle değil mi?.. İşte Anne vatanın savunması için, ölmeye hazır mıyız?.. Sizler, bu anne vatanı savunmasız bırakırsanız vatan yaşayamaz, vatan yaşayamazsa vatanda hiçbir insan yaşamaz.
Sizler, yürekleri korku nedir bilmeyen yiğitler! 
Vatana and olsun, Allah’a ve Kur’an’a yemin olsun ki toprağımızın bir karışına düşman ayağı bastırmayacağız. Vatan aşkı için ölmeye hazır mısınız? Arkamdan ayrılmamaya Vatan, Bayrak, Kur’an ve Allah adına yemin eder misiniz?`` 
YEMİN OLSUN!.. 
YEMİN OLSUN!.. 
YEMİN OLSUN!.

KAYNAKLAR:
1) “Mhakemet’ül Lügateyn”, Şimdiki dile çeviren(İshak Rafet IŞITMAN), Ankara 1941
2) “Dede Korkut Kitabı”,Muharrem Ergin Devlet Yayınları,MEB İstanbul 1971
3) “Salur Kazan Destanı”, N. Yıldırım GENÇOSMANOĞLU,Ötüken Yayınları, İstanbul 1976
4) "Türk Dili”, Abdullah Çağrı ELGÜN, (Kayseri 2001, (Genişletilmiş İkinci Baskı) Laçin Yayın Dağıtım); 
5)“Mehmet Âkif”, Abdullah Çağrı ELGÜN, (İstanbul 1992, Kültür Basın Yayın Birliği); 
6)"Türk Dili”, Abdullah Çağrı ELGÜN, (Kayseri 1999, Geçit Yayınları
7)Nutuk M.Kemal Atatürk cilt 1,11. Ankara

VATAN AŞKIM

Bu canım toprağa fedadır benim
Kanımla, toprağı kar; vatan aşkım
Bir huzur içinde, yüce gönlümü
Diyardan diyara, sür, vatan aşkım

Toprak et bedenim, savur dağlara
Karışsın toprağa, can; vatan aşkım
Küllerimden, sınır yapın dağlara
Serhadlerde gözcü, kal; vatan aşkım

Vatan toprağına serilsin beden
Toprakla belensin, ten; vatan aşkım
Tanklar arkasına gerilsin beden
Vatan sevdasına, doy; vatan aşkım

Zincir kelepçede sürünsün beden
Akan kanlarımla dol; vatan aşkım
Başım toprağında, çarmıkta beden
Taştan yastıklara, doy; vatan aşkım

Tüm vatan sathında duyulsun ünün 
Gönüllere bir aşk, sal; vatan aşkım
Bir efsane olsun yaşanan günün 
Geleceğe destan, kal; vatan aşkım

Kanım, damla damla akıp, uğrunda
Yüreklerde bir iz, kal; vatan aşkım
Bilesin ki Çağrı senin uğrunda
Ölmeyip sürünse, az; vatan aşkım
                     Abdullah Çağrı ELGÜN

GELECEĞİN TÜRKİYESİ

GELECEĞİN TÜRKİYESİ
Abdullah Çağrı ELGÜN
En büyük müttefikimiz Amerikadır; ama Amerika PKK ve Irak konusunda bizim hassasiyetlerimizi anlamamıştır. Biz vaktiyle Suriye sınırında yaptığımız tehdidi Irak sınırlarında da gerçekleştiremeyeceğimiz anlamına gelmez.

Türk’ün üzerine fazla gidenin akibetinin hayırlı olmadığı tarihî bir gerçektir.
Amerika ile ileride bir savaş kaçınılmaz olabilir. Bunu Amerika ve bundan sonraki Türkiye’de tek başına iktidar olmuş muktedir hükümetler belirleyecektir.

Dışişleri Bakanımız geçenlerde, Türk kökenli yirmi üç Avrupu milletvekilini Ankara’ya davet etti. Şahane bir görüntü verdi. Gururlandık iftihar ettik.

BEYLERBEYLİĞİ (EYALET), SANCAK

Bu uzak görüş, seçimler sonrası Türkiye’de gelecek tek parti iktidarının, ekonomisinin rahat olduğu, reforma ayıracak parası olduğu bir dönemde çok çabuk bir hareketle gerçekleştireceği  bir yönetim tarzıdır.
Türkiye, Azarbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Kıbrıs eyaletlerimiz olacaktır.
Türkiye nasıl ki başkenten Ankara’dan yönetiliyor, atamalar Ankara’dan yapılıyorsa, Beylerbeyliği (Eyalet), Sancak döneminde de öyle olacaktır. Bunun aksini düşünenlerin kulağını çekecek veya boynunu vuracak kuvvetimiz, her zaman vardır. Aksi halde, bu milletin Müslüman Türk milleti olduğunu pas geçenlerin vay haline...

“SEV SENİ SEVENİ, YER ile YEKSAN İSE”

Gorbaçov, Boris Yeltsin, Vilademir PUTİN. Birisi Alkole düşkündü ve çizilen ufka bakamıyor, gemi yürümüyordu.
Putin Sporun dövüşçü kısmından ihtisasalıydı. Judo üstası olarak spor salonlarında  görüldü. Batı önce anlayamadı; ama kolay lokma olmalıydı.
Rusya’yı toparlamaya başladı. Eski Sovyet kolonilerine yöneldi.

1)                    Bağımsız Devletler Topluluğu (1992)
2)                    Entegre Devletler Topluluğu (1996)

Son üç yılda bütçesi sürekli fazla veren Rusya Paris Kulübü’ne olan 180 Milyar dolarlık borcunu tek kalemde ödedi. Akabinde iki yüz milyar dolara yakın silah ve mühimmata yatırım yaptı.

Putin iktidarında Rusya, siyasî, askerî, ekonomik alanlarda müthiş atılımlar yaptı. Bugün Devlet Başkanı  Medvedev ile Putin (Rusya) dünyaya meydan okuyor...
Amerika’nın Avrupu Devletlerine füze kalkanı yerleştirme programına karşılık Rusya, son teknoloji ürünü 185 milyar dolar  silahlanma paketinin uygulamaya koydu...

Vilademir Putin 43. Münih Güvenlik konferansında: “Amerika dünyanın efendisi olmak  istiyor... Amerika sınırları iyice aştı...” gibi sözler söyleyerek REST ÇEKİYOR...
BİRLEŞİK AVRASYA 
(Bİrleşİk Türk ve İslÂm Devletlerİ)

Asya ve Avrupu’da otuza yakın devletin başkanları Ankara’ya çağırılarak bu başkanların içinde yer aldığı Yüksek (Üst) Meclis kurulmalı. Bunlar Avrasya’nın Yüce Meclisi’nin üyesi olacaklar. Bu Meclise Türkiye Devlet Başkanı başkanlık edecek. Bizzat Seçimle ve oybirliği ile getirilecek. Bu devletlerde de Alt Meclise yeteri kadar milletvekili seçilecek. Her türdeki mesele bu meclisle görüşülüp tartışıldıktan sonra, onaylanarak Üst Meclise gelecek. Burada da görüşülüp tartışıldıktan sonra her kanun, yürürlüğe girmiş olacak.
Bu Beylerbeyliği veya Sancakların her birinden belirli  sayılarda millet vekili seçilerek  alt meclis oluşturulacak, bu alt meclisten de üst mecliste görev yapacak vekiller belirlenecektir. Devletler iç işlerinde tamamen serbest, dış işlerinde, ise Yüksek meclisin aldığı kararlara bağlı kalacaklardır. Ekonomi, ordu, ve Eyalet valileri ve komutanların atamalarını Üst Meclis yürütecek diğer meseleler Alt Meclis tarafından yapılacaktır.

DEVLETTE  ÜLKÜLER ve HEDEFLER

Birleşik devletlerin her ferdi doğar doğmaz, devlet güvencesinde olacak, her türdeki sosyal haklara ve statülere sahip bulunacak. Coğrafyada doğan her canlı Allah’ın kutsal bir emaneti kabul edilerek, koruma altında bulundurulacak. Doğan her fert, şartlar gereği kendini büyük davalar, büyük ülküler içinde bulmalıdır. Bu ülkülere erişmek onun  Kızılelma’sı olmalıdır. Devlet öyle isteyecek, öyle büyük ülküler;  ve uzak ufuklar hayâlerini süsleyerek yetişecektir. Bu devletin bütün fertleri bilecek ki savaşlarda ölenler Şehit, kalanlar Gazidir.


Devlet-i Âli (Büyük Devlet) Topraklarında güneşin batmadığı devlet
Devlet-i ebed müddet (Ölümsüz Devlet)
Hilâfet-i rûyu zemin (Yeryüzünün Halifesi)
Sultan’ül bahreyn (Karaların Sultanı)
Hakanül Bahreyn ( Denizlerin Sultanı)

Yedi iklim ve diğer topraklar ile kürre-i arzın mutlak sahibi... Bu görülesi bir rüya olacak. Bununla yatılıp bununla kalkılacak. 
İlahi kelimetullah nizamını, bütün yeryüzüne yayma rüyası, görülüp durulacak. Birleşik devletlerin heyecanı diri ve canlı kalacak. 


KAYNAKLAR:
1 Nutuk Söylev ve Demeçler."Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi.
2 Uluğ Beg Akadimiyası. A.A.Abdurahmanov.Özbekistan/Taşkent.s.10
3 Birûnî.  Uluğ Beg Akademisi.A.A.Abdurahmanov.  Özbekistan,Taşkent.s. 10
4 El Cebir. Uluğ Beg Akademisi.A.A.Abdurahmanov.  Özbekistan,Taşkent.s. 10
5.Horazmi, Ferganî, Gıyaseddin El Koşıy, Uluğ Bey, İbn-i Irak, Kamusıy: Uluğ Beg. Akademisi.A.A.Abdurahmanov. Özbekistan,Taşkent.s. 10-13
6.Al Hammer, Al Masıh.  Uluğ Beg Akademisi.A.Abdurahmanov. Özbekistan, Taşkent.s.10
7.Türkiye. 29 Ekim1999, Cuma. Kayseri
8. Türkiye. Stop. Muammer ERKUL. 29 Ekim1999, Cuma.Kayseri
9. Garp Menbağlarına Göre Eski Türk Seciye ve Ahlâkı. İskmail Hakkı
10.DANİŞMENT-LesVoyages Dusieur Du Lorie". s.189-190 . 1654  Paris
11. Tableau Général . Mouradgea d'Ohsson'un. C.4.s.304-305
12. La Turguie Acuelle. A.Ubucini.s.342.1855. Paris-Altınoluk. Ocak.1990.s 25. Ankara
13.Henri  Mathieu.La Turguie et ses Differans Peubles.2. Baskı.C.II.s.51 Meşhur Türk Düşmanıdır.

JEOPOLİTİK TÜRKİYE

JEOPOLİTİK  TÜRKİYE                     

                                              Abdullah Çağrı ELGÜN


         Türkiye, jeopolitik konumu itibariyle dünyanın merkezi ve bu küçük gezegenin kalbini  oluşturmaktadır. Kalbi hasta olan bir insanın  yürümesi, koşması  hatta sağlıklı bir hayat sürdürmesi mümkün değilse, Jeopolitik konumu itibariyle dünyanın kalbi  olan  Türkiye’nin de çeşitli kırizlerle huzur ve sıhhatten yoksun bırakılarak gelişmesini sağlamak da mümkün olmayacaktır. Dünya huzuru ve sukûnu bu yüce ve ulvi milletin eli ile bulacaktır


         Bütün bilim adamları, strateji ve jeoloji uzmanları, Türkiye Toprakları’nın dünyanın merkezinde bulunduğunu onaylamaktadırlar. Prof.Friedrich Ratzel : “Devlet, gelişme ve yayılmayı arzu eder. Devletin yayılmacı politikası, ilkel ve küçük devletlere dışarıdan istilâ yoluyla mümkün olur.”  “… Bu küçük gezegende sadece, bir büyük devlet için gerekli yer mevcuttur.” demektedir. Bu görüş taraftar bularak öncelikle, Almanya’da kabul görmüş ve ihtiras haline dönüşen bu görüş, çok kısa sürede bütün Avrupa’yı sararak dünyaya I. Cihan Harbi’ni yaşatmıştır. Bugün sanayi inkılâbını da gerçekeleştiren Avrupa, “Avrupa Birliği”,”Auro” vb. girişimlerle dünya hakimiyetine soyunduğunu göstermektedir.

Ratzel’in fikirleri, jeopolitik görüşlerin çeşitlenmesine neden olmuş; fakat  bu görüş, kendisinden sonra gelen ilim adamlarını da oldukça etkilemiştir. Bunların başında Alman, Karl Haushofer2 gelir. Houshofer: “ Zeitscrift Für Geopolitik 1924” adlı dergide  devletin konum alanını,  en önemli güç unsuru olarak  görür. Bu görüş II.Dünya Savaşı’nda Hitler’in politikasında kabul görmüş ve etkili olmuştur.

Bundan sonra Housofer’in Çağdaşı, İngiliz Halford Mackinder3: “Kara Hakimiyeti Teorisi”ni ortaya atarak, 1919 da “Demokratik İdealler ve Gerçekler” adlı dergide yayınlayarak Dünya savaşlarının çıkışına yolaçmış, bu durum ise on iki milyondan fazla insanın ölümüyle neticelenmiştir.  

Bu görüşe göre: “Dünyanın ‘kalp sahasını’ Doğu Avrupa ile Sibirya Bölgesi oluşturmaktadır. Kalbin çevresindeki Balkanlar’dan Çin’e kadar uzanan saha, “iç veya kenar hilâl” ya da “kalp” kuşağıdır. Bunun dışında kalan  Amerika, Afrika, Avusturalya, Japonya hattı ise “Dış veya Kenar  Hilâl” veya  “ Dünya Adasının Peykleri” olarak kabuledilir.”

Mackinder, dünyayı bu şekilde tasnif ettikten sonra  teori oluşturan  görüşünü şu şekilde geliştirmiştir. “Doğu Avrupa’ya hükmeden bir devlet, “Dünyanın Kalbi”ne de hakim olur. “Dünyanın Kalbi”ne sahip olan bir devlet öncelikle  “İç Kenar Hilâl”e veya  “Kalp Sahası” na hükmeder. Sonra da “Dış Kenar Hilâl”e yani bütün dünyaya hakim olur.”

         “Kara Hakimiyet Teorisi” olarak bilinen  bu görüşte, Müslüman Türk Dünyası’nın yeri “İç veya Kenar Hilâl”  kuşağı içerisindedir. Haushpofer ve Mackinder’in görüşleri, özellikle Hitler tarafından kabul görmüş ve İkinci Dünya Savaşı ile uygulama sahasına geçirilmiştir. Daha sonra, Sovyet Rusya bu görüşü gerçekleştirmek için yetmiş yıl boyunca, Avrasya’yı kan gölüne çevirmiştir.


         Bu görüşlere benzer görüşler geliştirilmiş ve bu konuda  Amerika özellikle; “Kenar Kuşak Teorisi”ni, “Deniz Hakimiyet Teorisi”ni ve “Hava Hakimiyet Teorisi” ni  ortaya atmıştır. ABD. Yale Üniversitesi’nde Uluslararası ilişkiler Professörü Nicholas J.Spykman(1893-1943), J.SMackinder’in görüşlerine karşı bir başka görüş geliştirmiş ve “Kenar Kuşak Teorisi” ni ortaya atmıştır. Bu görüşle, hakim güç,  “Kalp” değil “Dış Kenar Hilâl”  üzerindeki ülkelerdir. Bunların başında ABD gelir; ancak “Kalp Sahası”na ulaşmak için “İç Kenar Hilâl” in yani Müslüman Türk Dünyası’nın ele geçirilmesi şarttır.


J.Spykman, Amiral Alfred Mahan(1840-1914)4 Hausy Scitaklian’ca Deniz Hakimiyet Teorisi ve Hava Hakimiyet Teorileri ortaya atılmıştır. İnsan gücüne dayanan bu görüşler de Amerika ve İngiltere tarafınan  uygulama alanına sokulmuştur. İkinci Dünya Savaşı ve Üçüncü Dünya Savaşı  adı verilen “Bölgesel Savaşlar”da da bugün, bu görüşler uygulana gelmeketedir.

         Bu görüşlerin doğrultusunda dünyaya hakim olmanın şartlarından biri hiç şüphesiz Türk Dünyası’nı ele geçirmek olmalıdır. Sovyet ve Sovyet sonrası bölgeye yapılagelen saldırılar ve işgallerde bu görüşlerin etkisi görülür.

Merkezi Türk Hakimiyet Teorisi:
Bu görüşlerin doğru olmadığını savunan Prof Dr.Ramazan Özey, Sibirya’nın dünyanın kalbi olamayacağını; çünkü dünyanın kalbinin merkezde bir yerde ve bütün tehlikelerden uzaklaştırılmış olması  gerektiğini söylemektedir. Sibirya ise Kutuplarda olup iklim şartları itibariyle insanların yaşamasına müsade etmeyen bir bölgede bulunmaktadır. İnsansız bir kalenin hiç bir anlam ifade etmeyeceğini belirtmektedir.

Halbuki “Anadolu Yarımadası” bütün bu belirtilen görüşlere uygun düşmekte ve dünyanın kalbi durumundadır; çünkü bu yarımada Asya, Avrupa, Afrika ve Amerika kıtalarının da  bitişme noktasındadır. Bu yarımadanın üç tarafı da denizlerle çevrilidir. Yükselti bakımından kıtaların en yükseği olan  Asya’dan ise  “ortalama yükseklik 1010m.”den  daha yüksektir; çünkü Türkiye’nin ortalama yüksekliği 1132 m.dir. Bu Yarmada Asya ve Afrika’ya bitiştiği bölgelerde ise aşılması mümkün olmayan sıra dağlarla çevrilidir. Bütün bu özellikleriyle Türkiye,  tam bir kaleyi andırmaktadır. Bu  kalenin Asya’ya açılan burcu Malazgirt;  Avrupa’ya açılan burcu ise İstanbul’dur.

 “Merkezi Hakimiyet Teorisi” adı verilen bu görüşe göre  Anadolu Yarımadası  “Kalp” kalbi çevreleyen  Balkan Yarımadası, Kafkaslar, İran, Arabistan ve Kuzeydoğu Afrika; kısacası Balkanlar ve Ortadoğu, dünya kalesini çevreleyen iç çemberi veya dünya adasını oluşturmaktadır.
Bu görüşe göre Anadolu’yu elinde bulunduran  bir millet,  iç çembere hükmeder. İç çembere hükmeden bir millet ise,  dış çembere yani dünyaya hakim olur.

Dünyaya hakim olma isteği yeni değildir. Bundan 1700 yıl. Önce Oğuz Kağan: “Daha deniz daha ırmak, gök tuğ olsun güneş mızrak”; Alp Er Tunga, Bilge ve Kültiğin  Kağanlar: “Ben Tanrı gibi gökte doğmuş Türk Bilge Kağan” nasıl ki Tanrı tekse, Bilge Kağan da tek ve birdir ve yeryüzünün hakimidir. “Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe ey Türk senin ilini ve töreni kim bozabilir?!.”  Atilla,  Cengiz,  Timur hep aynı ideale koştular Timur: “Gökyüzü üstümüze çökse biz onu mavi atlastan bir  çadır gibi mızraklarımızın uçunda tutardık.” Yavuz gibi Türk  hükümdarları da: “Dünyanın bir Türk’e dar geldiğini”  ifade eden sözler söylemişlerdir.

Osmanlının bütün hakanları fermanlarında: "Yedi iklim ve diğer, bütün toprakların ve de kürre-i arzın mutlak sahibi" diyerek başlamaktadırlar. Bunun gereğini de yerine getirerek tarihte onyedi büyük devlet kurmuşlardır.
Şüphesiz bir teorinin doğruluğu, ispatlanabilmesiyle mümkündür. İşte bu ortaya atılan teori tarih boyunca, üç kez ispatlanmıştır. Batı’ya açılan burcu  İstanbul ile Anadolu: MÖ.2.yy.ın otalarında MS.395’e kadar Roma, 395-1453 arası Doğu Roma ve  800-1071-1453-1923’e kadar da Osmanlı İmparatorluğu’nun 1923’ten bugüne kadar da Türkiye sınırları içerisinde yer almaktadır.

Bu topraklarda yaşayan devletler çok uzun ömürlü olmuşlardır. Dünyanın kalesi durumunda olan bu bölgede bugün, Türkler yaşamaktadır. Kalenin çevresi ise yine Türkler tarafından kuşatılmıştır. Konum olarak Müslüman Türk dünyası Avrupa ülkeleri ve Rusya’ya karşı  koca bir hilâl şeklinde  çevrilmektedir. Bu koca hilâl, aynı zamanda diğer İslâm ülkelerinin kuzeyinde Batı Avrupa ve Rusya’dan gelebilecek  her türlü tehlikeye karşı bir kalkan görevi görmektedir. Bu bakımdan Türkiye’nin jeopolitik önemi çok büyüktür. 20.yy.da dünyamızda  çok fazla sayıda  bölgesel savaşların yaşanması, dünya kalesi ve iç çemberde bir birliğin sağlanamamasından kaynaklanmaktadır.

Türkiye içeride böyle bir barışı ve sukûnu ne zaman temin ederse,  dünya barışı  da o zaman sağlanmış olacaktır.

Osmanlının yok oluşuyla ortadan kalkan dünyadaki bu sukûneti yine, Osmanlının oğlu  Müslüman Türkiye, yeniden ve tam anlamıyla bir hakimiyet kurarak tesis edilecektir.

Bugün meçhul askerlere karşı savaş açan Amerika’nın niyetinde nelerin olduğunu kimse tam olarak kestirememektedir. Bundan önce İngilizler, sonra Ruslar Afganistan’da yenildiler. İkiz kuleleri ve Ladin’i bahane eden ABD başarılı olursa, Afganistan’dan  sonra Irak, Suriye, İran, Pakistan ve sonra da Türkiye’yi kan, barut,  açlık, hastalık, sakatlık,  sefalet ve  gözyaşıyla buluşturmak isteyecektir.

Öyle gözüküyor ki 2010-2015 yıllarında süper güç olma yolunda ilerleyen Çin’in önünü kesmek isteyen ABD bu bahaneyi iyi kullanmaktadır. Kurtuş Savaşı  yıllarında da İngilizler Ruslar’a karşı Türkiye’yi koruma bahanesiyle, Osmanlı’ya  oyun oynayarak Fas, Ceyazir, Tunus, Libya, Mısır, Suriye, Kıbrıs gibi eyaletleri tek kurşun sıkmadan tereyağından kıl çeker gibi elimizden almıştı. Bu oyuna gelmemek ve dünyanın sonu demek olan üçüncü dünya savaşına meydan vermemek için Türkiye konumunu iyi kullanmalı, caydırıcı, engelleyici  rol üstlenmeli. Ortadoğu ve Balkanların tüm tapuları arşivlerinde kayıtlı olan Türkiye, Müslüman devletleri vurmak için Nato’ya bu konuda asla ve asla asker vermemelidir.

Türkiye millî heyecanları diri ve canlı tutmak, uyanık olmak ve çağın gereklerini bağımsız olarak kendi topraklarında üretmek ve savaşa başlamak veya savaşa son vermek için hazır ve tetikte beklemelidir. Yirmi dokuz  devletin kurulup dağıtıldığı bu çetin coğrafyada Cumhuriyet sonrası, yüz yıla yakındır dimdik ayakta durmakta olan Türkiye’nin dost ve düşman karşısında yumruğu her zaman sıkılı olmalıdır. En güvenli en kararlı ve en sağlam ülke Türkiye’dir.

Herşey, bu çetin coğrafya ,Türkiye’de düğümleniyor. Türkiye. Türkiye… Türkiye!..
Türkiye, jeopolitik konumu itibariyle dünyanın merkezi ve bu küçük gezegenin kalbini  oluşturmaktadır. Kalbi hasta olan bir insanın  yürümesi, koşması  hatta sağlıklı bir hayat sürdürmesi mümkün değilse, Jeopolitik konumu itibariyle dünyanın kalbi  olan  Türkiye’nin de çeşitli kırizlerle huzur ve sıhhatten yoksun bırakılarak gelişmesini sağlamak da mümkün olmayacaktır. Dünya huzuru ve sukûnu bu yüce ve ulvi milletin eli ile bulacaktır

        






2 Münih Üniversitesi Siyâsî Coğrafya ve Askerî Tarih Dersleri Hocası , “Zeitscrift Für Geopolitik Dergisi” sahibi (1869-1946).
3 Londra Üniversitesi Corafya Professörü ve İngiliz Kraliyet Coğrafya Cemiyeti İkinci Başkanı.
4 Hava Hakimiyet Teorisiyle ortaya çıkmış  deniz subayı ve bilim adamlarından biri

TÜRKÇE ve BİZİM ÜLKE

                          TÜRKÇE ve BİZİM   ÜLKE                           

                                        Abdullah Çağrı ELGÜN


Çok defa   üzerinde  konuşulan  konuların   başında  Türkiye ve konuşulan  dillerin başında da Türkçe  gelmektedir. Türkçe  sadece Türkiye'de  değil, dünyanın bir çok ülkesinde  konuşulan bir dildir. Bu dil Türkiye Cumhuriyeti'nin  dışında  otuzaltı Türk Cumhuriyeti,  komşu ülke ve akraraba topluluklarında da olmak üzere  Yüze yakın ülke ve cumhuriyetlerde  konuşulmaktadır. Türkçe   ırkî   olarak bakıldığında , en çok kullanılan    dillerin  başında gelir.

Bugün dünyanın birinci  dili  gibi  gözüken İngilizce'yi ırk olarak kullananların   sayısı    Türkçe'yi kullananların sayısından  daha fazla değildir.  Üstelik   Türkçe'nin dışındaki  dillerde   şive, lehçe ve ağız  özellikleri  Türkçe'nin yaptığı  mahareti  asla yapamaz.  Beş kelime  ile verdiğimiz şu cümleyi    kelimelerin yerlerini  değiştirerek en az, onbeş en çok yirmi beş  kez, cümlenin  anlam  ve ruhunu bozmadan yazabilirken   İngilizce,  Fransızca,  Rusça ,  Almanca,  Arapça,  Farsça  ve Çin dilleri bu mahareti asla gösteremez:   

" Otur oturduğun yerde kendini  tart"  cümlesine  bir bakalım:

"Oturduğun yerde otur kendini tart",
,"Oturduğun yerde tart otur kendini",
 "Oturduğun yerde kendini tart otur"
,"Oturduğun yerde otur tart kendini" ,
"Oturduğun yerde tart otur kendini" ,
"Tart kendini otur oturduğun yerde",
 "Tart kendini  oturduğun yerde otur",
"Tart kendini  otur oturduğun yerde",
"Tart otur oturduğun yerde kendini",
"Tart otur kendini oturduğun yerde",
“Tart oturduğun yerde kendini, otur", vb… Bu cümleler uzayıp  gider…

Türkçe dışındaki   dillerde de ağız özellikleri  değişik  yöre  ve   mahalleye göre  farklılık   arz eder. Buna   rağmen resmi  bir dilde  birleşmişlerdir. Hiçbir ülke  ve hatta birleşik  devletlerde  iki üç resmî  dile  izin  verilmemiştir. Ne   Amerika' da   ne  İngiltere'de  ne de Almanya'da  ikinci  bir resmi dile müsade olunmaz. Bununla   birlikte    yöreye    has ağız  özelliklerine    hiç   bir   kurum ve kuruluş  karşı  olmamıştır. Türkye'de de ikinci bir dile, resmî olarak izin verilemez…

Bugün İstanbul, Türkiye'nin her kesiminden öbek öbek  insanları tek bir çatı altında, tek kubbede toplayan büyük bir şehirdir. Dünyadaki on bağımsız ülkenin ayrı ayrı nufus ve toprak  genişliğinden daha fazla   olan bu şehirde, İstanbul Halkı,  İstanbul Ağız özelliğini(konuşmadaki  söyleyiş    biçimi)   kullanma konusunda  da birleşmişlerdir. Halbuki İstanbul'da Türk kültürünün çeşitliliğine, zenginliğine, her yöresinden öbek öbek insana minyatür olarak bulmak ve karşılaşmak mümkündür. 

Buradaki  insanlar;   geldikleri ve çocukluktan erişkinlik dönemlerine  kadarki  zaman içinde,  öğrendikleri ve kullandıkları yörelerine   ait   ağız özelliklerini İstanbul'a    gelince terkedip; İstanbul hanımları  ve  beylerinin    kullandıkları    medeniyet ve kültür dili İstanbul Türkçesi'ni benimseyip kullanırlar. İstanbul'a   yerleşmiş bulunan ve Türkiye'nin resmî yazışma dilini  de teşkil eden   İstanbul   Türkçesini kullanmayarak  kendi yöre ve mahalli ağız özellikleriyle konuşup, yazacak olsalar ,  kimse  kimseyi  anlamaz. Dildeki bu anlaşmazlık    insanların   birbirleriyle anlaşmazlığını da doğurur. Onun için sadece Türkiye'de değil;  ama bütün ülkelerde   ana dili   denen bir dil vardır ki   bütün resmî   yazışmalar ve diplomatik temaslar bu dillerle    yapılır.   Basında   ve  yayında bu dil kullanılır ve kullandırılır. Bu  dil ülke   ve   devlet dilidir. İstanbul Türkçesi'de böyledir.

Bugün Türkçe  oldukları   halde aşağıda vereceğimiz konuşmaları ancak o yörede yaşayan  halkın   anladığı,   diğerlerinin ise aynı ülkede yaşıyor olmalarına rağmen bu konuşmaları   ilk  anda anlamadıkları   görülecektir:

"Nöörüyoğ gı? Gadasını aldığım dağa gurbanığ olduğum kele…See büküşün başında görende serim fenikti, yöreğem telesidi.Yağannımı sekiye verip  gendimi gücülen zapdettiyidim."(Kayseri)Ne yapıyorsun kız?Günahını aldığım da kurbanı olduğum bacım…Seni köşede görünce şaşırdım, kalbim çarptı. Sırtımı  duvara  dayayıp kendimi firenledim.
"Gız Ayşa!.. Taksii önle gel  de… Pazza öncüü vaak…"(Burdur)Kız Ayşe, taksiyi  çağır   gel  de pazara  önce varalım.

Booon hara gedek de yemaaa harda yeek agaa.(Kars)Bugün nereye gidip de yemeği nerede yiyelim?

"Uyy kemençeçü  dayu, soktun çözümü yayu, çör etün çözlerümü, çöremeyüm dünyayu." (Trabzon) Kemençeci dayı soktun gözüme yayı, kör ettin   gözlerimi   göremiyorum  dünyayı.

Bir de bu fırsatçı Türkçe  düşmanları   var ki  Türkçe'yi bir çıkmaza sokmak bizi birbirimizle   konuşturmamak   ve  anlaştırmamak; Türk Cumhuriyetleri ve akraba topluluklarındaki kardeşlerimizle  olan bağımızı koparmak,  bizim   ve kardeşlerimizin bildiği bu ortak  kelimeleri unutturmak   için   durmadan  kelime  üretmekte  ve bizi bizden; bizi  onlardan koparabilmek   için   ellerinden    gelen bütün  gayretleri göstermekte   basın  ve  yayın  imkanları en   iyi  şekilde   kullanmaktadırlar. İşte bu maksatlı yayınlardan birkaçı:

"Orpeus nargius imgeleri büyük yatsıman imgeleridir. Bu   us görüşü, üretici olmaktan çok algıcıdır; aşamadan çok dolgunluğa yöneliktir. Haz ilkesine bağlı yeti ve  davranışlar  ise  kaygısal  bir gereksinmedir."
"Erek  bireylerin  ekinli olması koşulu ise  ulus olarak özveride bulunup köksel esintilerden  yararlanarak  belirli    ve doğurganlıklar  elde edilebilir."
"…Sürecin dayattığı, çağsal ödevleri kocaman bir öngörüyle ve esinle yadsıdı.o Oportünizim, tavsiye sürecini örgütü Avrupa metokpollerine çekme özverisiyle  dayattığı onursal  savaşımı  kavradı…"1

Oynanan tragetyayı görmemek için  aptal olmak gerekmiyor; herşey ayan beyan ortada… Türkiye bir  mozayikmiş, Türkiye   halkların  ve  ırkların karıştığı bir ülkeymiş doğrusu bu anlayışa şaşmak gerekir. Söylenen   yanlıştır.   Doğrusu  Osmanlı böyleydi(Latin,  Slav, Ermeni, Yahudi, Fars, Arap, İngiliz, Fransız…vb  halk birlikte yaşıyorlardı.); ama onun veliahtı  oğlu ve devamı olan Türkiye Cumhuriyeti'nde   asıl halktan (Türk)  başka azınlık gruplar  vardır,  o da yüzde  bir  veya  birden  daha azdırlar.Nufus  sayımlarındaki  veriler  de  bunu  ispatlamaktadır.
Atatürk Türkiye Cumhuriyeti'ni kurduğunda   bu gruplarla mübadele yaptı. Azınlık  gruplardan  köy  ve şehirlerde   yaşayanlar   ayrılıp   gittiler…

Kürtler   ise öz be öz Türk kavmidir. Tarihî  belgeler , Ortaasya'da   kurganlarda, kazılarda  ele  geçirilen   belge ve bilgiler de bunu ispatlamaktadır. Bugün  Rusya'nın  egemenliğinde kalan Kazak, Kırgız, Türkmen, Özbek, Karakalpak, Başkurt, Yakut, Tatar,  Gagauz, Uygur, Karaçay, Karaim, Balkar, Kumuk,  Nogay, Hakas, Kaşkay, Hamse, Tuva, Çuvaş …vb2 Türk guruplarını  bir  zamanlar nasıl koparmışlarsa  ve  bazıları  hâlâ   kendilerine   ben Türk değilim  (Kazak'ım, Kırgız'ım, Türkmen'im) diyebiliyorlarsa; Kürtler arasından da böyleleri çıkabilir. Tarihî gerçekler  ise böyle  demiyor:

"5.yy.da   Göktürkçe  ile  yazılı, Yenisey   Irmağı'nın bir kolu olan Elegeş Çayı Vadisi'nde bulunan ANIT MEZAR ABİDESİ'ndeki  yazıda
"Ben Kürt Türkleri Başbuğu Alp Urungu!..Kara budunum, gayret edin!.Ülke töresini  bırakmayın!..  Siz  ülkem, hanım…Kürt  Eli'nin Hanı Alp Urungu. Altınlı okluğumu  belime bağladım.Siz ülkem, hanım; otuzdokuz yaşımda ülkeme sizlere doyamadım. Hanım heyhat! Ülkemden ayrıldım."3

Yer neresi? Ortaasya; dil nedir? Göktürkçe… Zaman 5.yy. Ne diyelim:

 "Aslını inkar eden benden değildir." diyen Hz Peygamberimiz'in hadisleri gereğince başkalarının sözlerine inanarak dirlik ve düzenlerini bozanlara; bizden olmak istemeyenlere de bir diyeceğimiz yok… 

Yalnız İçtiğimiz suyu bulandırmasınlar. Gidip başka göletlerde çimsinler daha iyi olur… 
Yoksa Türk'ün yumruğu başlarına  öyle bir iner ki: " Irkmış,  dilmiş,  toprakmış, televizyonmuş, yayınmış" andıklarına anacaklarına  bin pişman olup dünya başlarına   zindan  olur…











1 15.10.1999 PKK'nın Yayın organı, Onursal Savaşım
3 Elegeş Anıt.(1897.W.Radlof(Rus Türkoloğu),Türkiye Azarbaycan Dostluk Derneği Yayınları
.No:11-A Tc.Ziraat Bankası ; Güney Sibirya,Elegeş Çayı Vadisi'nde bulunan bu Anıt Mezar
 Abidesi,Kürt Türkleri Hanı Alp Urungu'ya ait olup, Saka(Yakut,iskit,Saha) Hunları'nın
Göktürk Camiasından olduklarını belgeliyor

TÜRKÇE ve ANAM




  TÜRKÇE  ve ANAM                                                  
                                                   Abdullah Çağrı ELGÜN

Sevdim seni sevdim seni sevdim seni
Ateş esti yüreğimde sevdim seni...

Ben anamı sevdim; çünkü beni dokuz ay on gün karnında taşıyan, benim için sancılanan, beni dünyaya getirmek için evde, hastanede acı çeken anam, yetmedi... Beni dünyaya getirmek için çırpınırken vücudunu, kendini parçalayan ANAM...

           Kendi çırpındıkça, kendi gözyaşlarıyla  ıslandıkça, kendi üzüldükçe, kendi öldükçe, beni yaşatan  ANAM...
           Ben seni ebenin, ayaklarımdan tutup baş aşağı ettiğinde"ın ga!.." sesinde  bana bakışınla sevdim anam... Ben seni ben seni ANAM, kendin kan revan içinde, uzuvların parçalanmış haldeyken yaralı kaplan gibi yürekten: "Yavrum! Yavrum! Yavrum!..." çığlığı atışındaki sese meftun oldum sevdim.
           Anam anam ben seni; o vakur, o sevgili, o aşk dolu, gönülden uzanan kollarının arasına alışındaki mutluluk, muhabbet, sevgi, vakar dolu... görünüşünle sevdim.

           Ben, ilk  "A...na!..." diyende bana sarılırken söyleyişindeki "a...na!.."sözüne tutuldum.Türkçemin bu iki hecelik "a...na!.."sözünü, ana sıcaklığı ile heceleyişindeki güzelliğe aşık oldum anam. Ana dilimi,   ana dilim Türkçemi, Türkçemin seslerindeki büyüleyici âhengi sevdim. "A.. na... " sözündeki sıcaklığı,  samimiyeti, lezzeti, izzeti, "a...na" mı öğretişindeki inceliği, mahareti, zarafeti, doyumsuz sevgiyli sevdim...Yorulmaz, bıkmaz, usanmaz gücü; tükenmez, bitmez, eksilmez, dinmez aşkı; anamı, ana dilimi, Türkçemi Türkçemi sevdim.

           Türkçe söyleyip, Türkçe diyende  "ANA"  sesinin sıcak ve büyüleyici cazibesine kapılıp ona karşılık, sesime ses verişindeki maharete, canlılığa, güzelliğe hayran kalıp, anamı anamı sevdim. Ana dilimi ana dilim, Türkçe'mi  sevdim.

            ANAMIN Türk gönlünde, Müslüman vicdanında esen rüzgarların sıcak, ateşli  efsunuyla, başı dönmüş bir halde, dura kaldım, kala kaldım, yana kaldım.Türk gönlümün, Türkçe duyan gönlümün, Müslüman gönlümün, Müslüman ruhumun, BU ÜLKEYİ TÜRK EDİŞİNDEKİ, BU ÜLKEYİ MÜSLÜMAN EDİŞİNDEKİ  hazzı, lezzeti, izzeti; adı, tadı, kıvamı sevdim. bu toprağa sinmiş, bu toprakla hamurlanmış bu torrakla karılmış bu toprakla minareleşmiş Allah için yapılan duamı sevdim.  Türk'ü, Türkçeyi, Türk Milleti'ni, Türk'ün Müslüman gönlünü, Müslüman ruhunu sevdim.

           Türkçeyi sevdim. Ana dilim, ata dilim, dünya dilim Türkçemin kelimelerinde gizli azameti, haşmeti, iffeti, lezzeti, izzeti; dünyaya hükmedişindeki kuvveti...Kuvveti sevdim.Türk'ün  Türk'e has gönlünü, Türk'ün Türk gönlünü, Türk'ün Müslüman gönlünü, Türk'ün Müslüman ruhunu, anamı... Anamı ve ana dilim, Türkçemi sevdim.





        




Translate