22 Temmuz 2017 Cumartesi

SİZİ 15 TEMMUZLARA BEN GETİRDİM!.. ,Abdullah Çağrı ELGÜN

SİZİ 15 TEMMUZLARA BEN GETİRDİM!..
Abdullah Çağrı ELGÜN

 İktidar sahipleri, hükümet ettiği günden buyana, FETO ile birlikte el ele, kol kola, aynı park, aynı havuz, aynı otellerde birlikte yatıp, birlikte kalkıp, birlikte icraat yapmadılar mı?  Birlikte planlamalar, birlikte projeler ile devlete ait her türdeki kamu arazilerini hisselerine geçirmediler mi? Vakıflar ve dernekler kurarak ve devlete ait kamu mallarını bu vakıf ve dernekler yolu ile yok fiyatına 49 yıllığına kiralamadılar mı? Madenler ve bunların yataklarını il başkanları ve başkan yardımcıları ile partililerin üzerlerine tapulayarak sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
TC’yi silme, Türk, Türklük, Türkçülük gibi kavramlardan nefret ile onları yok sayma, milliyetçiliği ayaklar altına alma, balya balya dolarları villalara yığma, para makineleri ile sayılamayacak derecedeki komisyon rüşvetlerini ayakkabı kutuları ile nakledip, rüşveti hamuduyla götürerek sizi 15 Temmuzlara ben getirdim…
Erdoğan: “Biz geniş Ortadoğu ve kuzey Afrika Projesinin eş başkanlarından biriyiz ve bu görevi yapıyoruz.” “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Büyük Ortadoğu Projesinin Eşbaşkanıdır, biliyorsunuz. Bu proje içinde Diyarbakır bir yıldız olabilir. Burada Türkiye’ye bir görev verildi ve biz bu görevi üstlendik.” derken de bunlar ile sarmaş dolaş, “çözüm süreci” üretip, Helsinki, Dolmabahçe, Olso, Kandil’de el sıkışırlarken de   Cumhuriyet için projeler üretip, muhalefetin arkasından gülerek sizi 15 Temmuzlara ben getirdim…  
Ülkenin en gözde yerlerinde bunların dershaneleri, bunların liseleri, bunların okullarının kurulması ve işletilmesi için arsa ve kaynak aktarımını kim yaptı, bunların açılmasının izinlerini kim verdi?
İltimas, adam kayırma; polis okullarına, harp okullarına hukuk, siyasal bilgiler fakültelerine girebilmek için sınav sorularını çalma; kara para aklama, kurulan havuzlarda oluşan paraları yandaşlara peşkeş çekme, komisyonun fazlalığına itiraz eden işadamına, milletin anasına avradına küfrettirerek sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Bütün bunlardan kim ceza altı?..
Bu şahıs hangi bedeli ödedi?                                         
Anamıza avradımıza küfredilmiş olarak, ortada kaldık?!.
Kimsenin gıkı çıktı mı?                    
İhale kanunundaki yüzlerce değişikliklerle ihaleleri akraba ve hısımların cebine koyma ve bunu İslâmiyet ile bağdaştırma “Allah: anaya babaya, yakın akrabaya bakmayı ve  yardımı emrediyor”  diyerek kılıf bulma işlerinde, hep beraber değiller miydi? 
Bunlar FETO ile hep beraber yer, hep beraber içer, hep beraber yatar, hep beraber kalkmazlar mıydı? Bunlar hep beraber ağlar, hep beraber düğün yapar, hep beraber iki üç defa açılmış mekanları yine birlikte, bir ve beraber dualarla açarak sizi 15 Temmuzlara ben getirdim…  
Hele bir düşünelim. Bu bir bela ise bu belayı başımıza kimler sardı?  FETO ile sarmaş dolaş iki âşık gibi ayrılmayan kimlerdi? 
Şimdiki zeytin yağ gibi su yüzüne çıkmayı çok iyi beceriyorlar…
Bunların dövünme, sızlanma, dert yanmaya hakları var mı?
Olabilir mi? 
Şikayet ettiklerini, en iyi makam ve mevkilere, on dört yıl boyunca kim taşıdı?..
Sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Başımıza bu belayı saranlar kadar, bu belanın sarılmasına ortaklık, yandaşlık, yataklık ve taşeronluk edenler de bu musibeti işleyenler kadar suçludur. Mürürü müddet içinde yakalarını bu suçtan kurtaramazlar...  Haydi bu gün kurtardı diyelim. Yarın çocukları, torunları da bu iştirakten, üzerlerindeki mal varlıklarından, kazançlarından kesin olarak hesaba çekileceklerinden asla şüphem yoktur.
Geçmişte: Sultan II Abdülaziz’i katledenler, kırk yıl sonra da olsa hesap vermekten kendilerini kurtaramamışlardır. Bu kadar adam hayatını kaybetmiş, bu kadar insan makam ve mevkilerinden olmuş, evi barkı, hanesi dağılmışken: “Aldatıldık!”, “Kandırıldık!”, “Allah bizi Affetsin!” sözleri ile geçiştirilemeyecek kadar veballi ve büyüktür. Adalet herkes için geçerlidir. Her zanlı, er veya geç yargı önünde hesap vermelidir; verecektir. Sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
24 Haziran 2004, Millî Güvenlik Kurulunun Tavsiye Kararlarını, Hükümet başkanı: “Bu karar bizim için (YOK!) hükmündedir.!” diyerek kabul etmiyordu.  Bu karar Cemaatlerin ve ük
ümeti HHhFethullah GÜLEN Örgütünün Askerîyede, Emniyette ve Yargıda örgütlendiğini bir çok, açık delillerle ortaya koyuyordu. Bu kararı alanlara duyulan nefret ile bu kararı uygulamaya sokamayan iktidar, bunların emekliye sevk edilmesi, yaş kararları ve FETOCULAR’ın Askere kumpas kurarak: “BALYOZ, SARIKIZ; ERGENEKON” adı ile yaptıkları operasyonlarla dönemin genelkurmay başkanı başta olmak üzere, yetmişe yakın generali, FETO örgütüyle işbirliği yaparak tutuklatıp, Silivri’ye gönderttiriyor ve dürüst, onurlu ve Atatürkçü subaylarımızın arkasından birlikte güldüğümüz için sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Millî Güvenlik Kurulunun önerdiği ve bu gidişat için acil önlem alınması gerektiğini tavsiye eden kararını yok saymıştı. Vatanperver Atatürkçü subayların tasfiye edilerek Silivri Cezaevine gönderilmesiyle boşalan, makam ve mevkilere FETO’nun örgüt subayları atanıyordu. İktidar, FETOCU darbeci generalleri makam ve mevki, sahibi yapmasıyla birlikte, 15 Temmuz’a giden yolları sonuna kadar açıp,  sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
17-25 Aralık diye bir deprem oldu. Zafer Çağlayan’ın 24 bin EURO’luk saat alıyor; ve almadığını iddia ediyordu. Nihat Zeybekçi en son 11 milyon liraya bir yalı alıyordu… İçişleri bakanının vasıfsız oğlu, Barış GÜLER, 5 Ocak’ta, 40 bin dolarlık kira ödüyor ve Komisyon Başkanı şaşıp kalıyor. Üye Yıllık mı diyor, o da aylık diye cevap verince şaşırıp kalıyor.  Barış GÜLER’in kendi param dediği, üç beş milyon dolar, meğer bir trilyon çıkınca… Rıza ZARRAP’tan alınan paralarla, Şehrizar’dan alınan: 14.5 milyon EURO’luk on adet havuzlu villa, hemen damat, Berat ALBAYRAK’ın üzerine geçiriliyordu. Ahmet Çalık’ın alacağından arta kalan 25 milyon dolar gizlenemiyor. Bilâl’in son aldığı geminin fiyatı 18 milyon dolar tutuyordu.
Devletin en önemli bakanları ve çocukları yolsuzluğa karışmıştı; ve nihayet kaya parçaları ayrılarak iki adaya dönüştü. Menfaatler birden bire ön plana çıktı. Pasta bir türlü bölüşülemiyordu. Dershanelerin kapatılması kararı, mevcut gerginliğe tuz biber ekti. Öyle bir biat ve saygı vardı ki bu saygı ve karşılıklı söz birliği sebebiyle menfaatler bitinceye kadar aralarından su sızmadı!.. Birlikteliklerinde kılı kırk yarıyorlar, her şekilde sandıktan birinci olarak çıkmayı başarıyorlardı. İktidarı muhalefete kaptırmamakta el birliği ve gönül birliği ediyor, bal çanağının kaptırılmaması için büyük maharet gösteriyorlardı.
Basın, yayının en önde gelen gazetelerinde, bunların boruları çalıyor ve bütün televizyonlarda bunların adamları konuşuyor; ve bunların adamları topluma yön verirken, sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Derken, Başbakan: “Gökten ne yağdı da yer kabul etmedi?”, “Ne istediler de vermedik?”, “Mübarek özledik seni!”, “Gel artık, bitsin bu hasretler!..” “Gurbet aynı zamanda garipliktir. Biz garipliğe tahammül edemeyiz.”, Diyerek Türkçe Olimpiyatları için gümüş paralar dahi bastırılıyordu. 17 Haziran 2012’de Türkçe Olimpiyatlarında yapılan konuşmalar: “Gurbette olup şu vatan topraklarının hasreti içerisinde olanları aramızda görmek istiyoruz…” 
Mehmet Al ŞAHİN: “Fethullah GÜLEN ile telefonla görüştüm. Rahatsızdı… Karabük’ten bir çağrıda bulunmak istiyorum: Hocam artık Türkiye’ye dönün. Dönün artık Türkiye’ye!..”,
Binali YILDIRIM: “…24 Haziran 2013, Türkçe: Aç herkese açabildiğin kadar sineni, Ummanlar gibi olur, İnançla gelen insan sevgidir, kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın gönül, diyen Hoca Efendi’nin dilidir.”,
Bülent ARINÇ, 5 Haziran 2010: “Muhterem Hoca Efendi’in bir konuşması var. Hoca Efendi her zaman doğruyu söylüyor… Muhterem Hoca Efendi on iki senedir beri yurt dışında kendisine yapılmadık iftira kalmadı. Medyası, siyasî çıkar odakları siyasiler, hep bağlantılarını araştırdılar. Onlarca beraat kararı var. Gelebilir Türkiye’ye gelebilir.” sözleri ve daha nice bakan ve bürokratların övgü yağdıran serzeniş ve nutuklarını buraya alamadığımız için sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Sonra birden bire FETO terörist oluverdi. FETO mu yanıldı, Erdoğan mı yanıldı, yoksa ikisi birden mi yanıldılar, kapıştılar; veya galip oldular hâlâ meçhulümüzdür… Arada millet kaldı. İki arada bir derede ne oldu ise olan vatandaşa olarak, sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Fethullah GÜLEN, hâlâ Pensilvanya’da saltanat kayığının üzerinden sefa sürmeye devam ediyor. Bu kayıktan indirilemiyor mu, indirilmiyor mu, indirilmek mi istenmiyor?..  Yurt içindeki taraftarları ve yanılmış birkaç generaliyle, darbe teşebbüsü ve sistemi her ne pahasına olursa olsun, tam olarak değiştirmek isteyen iktidarın, amacın gerçekleşti mi?
Galip kim?
Mağlup kim?
15 Temmuz gecesi, FETO terörü diyerek suçlanan Fethullah GÜLENCİLER’in birkaç saat içinde, makamları mevkiler ve bugüne kadar elde ettikleri her neleri varsa, ellerinden alınıverdi… Gürül gürül yanan ocaklar sönüverdi. Aileleri ve hiçbir şeyin farkında olmayan masum çocukları garip ve perişan, yakınları çaresiz kalıverdiler. Sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Aynı masada oturan proje ortaklarına ise hiçbir şey olmadı. Hatta bunlar yakaladıkları bu büyük fırsatı, kâra çevirerek, sistemde arzuladıkları revizyon ve değişimi fiiliyata geçiriverdiler. Yıllarca bu eylemleri gerçekleştirmek için proje yapan ortaklardan, aynı eylemi yapan beyaz tilkilere hiçbir şey olmadı. Siyahlar ise yaptıklarını canlarını vererek, cezaevlerine girerek ve aile etraflarıyla birlikte fakr u zaruret içinde, büyük bir mağduriyet yaşayarak ödüyorlar…
Halbuki TC Kanunlarınca gereğince bu suç, belli bir dönem ile “17-25 Aralıkla” sınırlı olmayıp genel müruru, zaman süresi içinde değerlendirilir. 2003’ten 17-24 Aralığa kadar buna ses çıkarılmayarak göz yumanlar, Balyoz, Ergenekon, Sarıkız Operasyonları ile ordunun en gözde 70’e yakın generalini saf dışı ediverdiler… Her iki müsebbip de bu zilleti kabul etmeyen onurlu insanların intiharlarının, kimilerinin de Silivri’de çürümelerinin hesabını vermek, bedelini ödemek zorundadırlar…
Bu ana kadar “Beraber yürüdük bu yollarda” şarkısını söyleyenlerin de bu suçta ortaklığı, katkısı ve payı, onlardan az değil hatta fazladır; çünkü her türdeki güç ve yasal uygulamalar iktidar sahiplerinin elinde olup müsebbip de sorumluluk da onlara aittir. Müsebbip de onlar olduğu için sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
FETO’yu onca zaman koruyan, Cemaatlere toz kondurmayan, 2005’te Millî Güvenlik Kurulunun aldığı kararı “YOK! HÜKMÜNDEDİR!” diyerek “Yok!” sayan, Cemaate yapılması gereken müdahaleyi, operasyonu engelleyen de yine bu iktidardır. Ortaklık, yandaşlık ve yataklık yapanlar, hiçbir şey olmamış gibi meydanlarda; fakat masum vatandaşımızdan 256’sı dünyasını değiştirmiş, binlercesi suçlu veya suçsuz olarak Silivri’de hapislerde, ocakları söndürülmüştür…
Medyaya düşen videolarda, gazetelerdeki makalelerde, Silivri Mahkeme Tutanaklarında, bunları teyit eden, belgeleyen, delillendiren ifadeleri, belgeleri görmek, bakmak ve bir çok videolarını izlemek, mevcut duruşmaları takip etmek, duruşma tutanaklarına bakmak, duruşmaları dinlemek ve de gazetelerden öğrenmek mümkündür.
İktidar,  gücünü arkasına almış: “Ben bu davaların savcısıyım” diyenlerin hiç birisinin suçları yargıya taşınmamış, cezalarını çekmemişlerdir.
BİZİ 15 TEMMUZLARA KİMLER GETİRDİ?
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin TC’sinden ürken, Türklüğü inkâr eden, Cumhuriyet rejimine karşı olan, Atatürk İlke ve İnkılâplarından zerre kadar hoşlanmayan, Atatürk’ü  Jön Türk, Osmanlının yıkılmasından sorumlu tutan yanlış bir anlayış, bizi 15 Temmuzlara getirmiştir.
Ordumuzun en güçlü ve Atatürkçü subaylarının emekliye sevki, tasfiyesi,  yaş kararları, Balyoz, Ergenekon, Sarıkız operasyonları ile ordudaki subaylarımıza kurulan kumpas ile Fetocu subayların terfi ettirilip bütün yetkilerle onların donatılması, bizi 15 Temmuzlara getirmiştir.
Bir kısım ordu içinde, yerleşik üst düzey FETO yetiştirmeleri baş kaldırarak Hükümete ve yerleşik düzene ve bizzat Erdoğan’a kalkışarak, eylem yaptılar. Erdoğan’a mı yaptılar, Birlikte mi yaptılar? Yerleşik sisteme mi yaptılar? Meçhulümüzdür… Görünen bir şey var ki ülke kamplara ayrılmıştır…
Demek ki hali hazırdaki iktidar: “Yanılarak”, “Kandırılarak” “Aldatılarak”, “Beraber yürüdükleri bu yolda”kiler ile devletin her tür gizli bilgi ve belgelerini paylaşarak, Kozmik Odasını dahi onlara açarak, ülkenin, memleketin, devletin her türdeki nimetlerini onların ayakları altına sererek, sizi 15 Temmuzlara ben getirdim…  Başkaca arayışlara gerek yoktur. Ankara, Cumartesi, 17 Temmuz 2017, 
KAYNAKLAR:
2.      Mübarek özledik seni Feto videoları
3.       Mehmet-yıldız-feto-video-yükle-video 
4.       https://www.youtube.com/watch?v=FCG7PXZDwHo
5.       https://www.youtube.com/watch?v=OlhevGf-jZk

14 Haziran 2017 Çarşamba

“TÜRK” KİMDİR? Abdullah Çağrı ELGÜN

 “TÜRK” KİMDİR?
Abdullah Çağrı ELGÜN
Kuran’da adı geçen Peygamber Yasef’in oğludur Türk! Miraç’a çıkıp inerken Peygamberimiz Hz. Muhammed, Cebrail’e gökyüzünde beyaz atlar üzerinde koşturanlardan için, bunlar kimdir sorusunun karşılığında: “El etrak’ül Cindullah” (Allah’ın süvarileri Türkler’dir) cevabına muhatap olan kullardır Türk!
Allah’ kulluk, inancında, Müslümanlıkta Eren; Evliya, Evliyaullah; Veli, Veliulllah; Rab, Rahman, Rahim,.. ALLAH’a ulaşmakta basamak basamak mesafeleri kat edendir Türk.
Nerede bir yetim görse, onu teselli etmek için elini başının üstüne koyarak onu teselli edip Muhammed’in gönlüyle onu kucaklayandır Türk!
Bosna, Hersek, Kardadağ, Mozambik Çat, Nijer, Nijerya, Senegal, Somali, Fas, Tunus, Cezayir, Kambiya, Kamerun, Aragon, ‘da mazluma Hızır gibi yetişendir Türk!
Bir gün yine dolu dizgin atlarla dünyanın her karış toprağında insanlığı yeniden barıştırmak için, mutlu bir dünya için yeniden yeryüzünde görünecek olandır Türk!..
16 İmparatorluk,
38 Devlet,
34 Beylik,
4 Atabeylik,
16 Hanlık,
10 Cumhuriyet ile birlikte toplam 117 Devlet kurandır Türk ! 
Osmanlı Türk İmparatorluğu olarak; Beylerbeyliği, Sancakbeyliği veya şehrimiz(eyalet) olarak uzun yıllar yönettiğimiz:
Bulgaristan(545)  beş yüz kırk beş yıl,
Yunanistan (400)  dört yüz sene,
Girit(267) iki yüz atmış yedi yıl,
Ege adaları (541) beş yüz kırk bir yıl,
Arnavutluk(435) dört yüz otuz beş yıl,
Romanya(490) dört yüz doksan yıl,
Macaristan(160) yüz atmış yıl,
Çekistan, Slovenya, Polonya, Batı Rusya, Beyaz Rusya ve Avrupa Rusya’sı(291) dün Müslüman Türk egemenliğinde huzur içinde birlikte yaşatandır Türk!...
Bugün de dünyaya huzuru ve barşı ebediyen getirecek olan  bir büyük insandır Türk!.. 
Ukrayna(308) üç yüz sekiz yıl,
Gürcistan dört yüz(400),
Ermenistan, Azerbaycan, Kıbrıs iki yüz doksan beş(293),
Suriye dört yüz iki(402), Türkçe yazıp Türkçe ses verirdi.
Lübnan, İsrail, Ürdün, Irak dört yüz iki(402) yıl,
Suidi Arabistan üç yüz doksan dokuz(399) yıl,
Yemen dört yüz bir(401) yıl,
Katar, Bahreyn  ve Birleşik Arap Emirlikleri dört yüz(400) yıl,
Kuveyt üç yüz seksen bir(381) yıl, Müslümanlıkla mesut ve müreffeh bir hayat içinde yaşatan Türk!.. Bugün de öyle olacaktır.   
Bunun bir örneğini Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev Kırgız kardeşlerinin ekonomisine  çeşitli zaman dilimleri içerisinde 300 milyon dolar, 1.500 ton buğday, yardım ederek göstermiştir.
Nursultan Nazarbayev, değişik tarih, yer ve zeminlerde düzenlenen toplantılarda Orta Asya Birliğinin Kurulmasıdüşüncesini açıkça ve ısrarla dile getirmektedir. Nursultan Nazarbayev’in memnuniyet verici düşüncelerinin ışığında iki ülke arasındaki bir de anlaşma imzalanmasıdır.
İmzalanan ortak bildiride; iki ülke arasında "Devletler Arası Yüksek Konsey" ile "Dışişleri Bakanlıkları Konseyi" kurulmasının kararlaştırıldığı ve hükümetler arasında "Uluslararası Hudut İşbirliği Merkezleri" kurulması, "Sınır komşuları olan Kazakistan'ın Almatı ve Cambul Bölgeleri ile Kırgızistan'ın Issık-Göl, Talas ve Çuy Bölgeleri'ni ziyaret edecek üçüncü ülke vatandaşlarına verilecek turist vizelerinin karşılıklı olarak tanınması", "Kültür ve Enformasyon Bakanlıkları arasında kültürel işbirliği anlaşmaları" imzalandığı kaydedilmiştir.
Kırgızistan Cumhurbaşkanı Kurmanbek Bakiyev’in de, Nazarbayev'in Orta Asya Birliği düşüncesini desteklediğini, yaptığı bir basın toplantısında açık olarak belirtmiştir. Türkmenistan, Tacikistan ve Özbekistan Cumhurbaşkanlarının da bu fikre sıcak baktığını bildiğini, ancak bu projenin nasıl uygulamaya konulabileceği yönünde bazı tereddütler olduğunu belirtilmekteydi.
Gelişmeler Nazarbayev’in Orta Asya Birliği fikri doğrultusunda ısrarla ilerlediğini gösteriyor. Birlik konusunda bazı tereddütlerin bulunması doğal karşılanmalıdır zira enerji kaynaklarının yoğun olarak yer aldığı coğrafyada hesapları bulunan devletlerin “soru işaretleri” yaratacak müdahaleleri mümkündür ve olacaktır.
Ancak her şeye rağmen ortak tarihi ve kültürel değerlerin birlik konusunda büyük avantajlar sunduğu unutulmamalıdır. Yeryüzündeki gelişmelere paralel olarak siyasî ve ekonomik menfaatler bölge ülkelerini “Orta Asya Birliği”ni oluşturmaya zorlamaktadır.
Bizim böyle bir birlikteliğimizden korkuya kapılanlar, kıskananlar ve bu coğrafyada bazı hesapları bulunan kişi ve devletlerin olması kaçınılmazdır. Bu kişi ve devletler için Kuran’da geçen ve Müslüman Türk’ün inanç kaynağı olan aşağıdaki ayet, bunların bizim düşüncelerimizi açık ve net olarak anlamalarını sağlayacağına inanıyorum.  

Bakara Suresi 136. Ayet’te :  “… Biz Allah’a ve bize indirilen Kuran’a, İbrahim ve İsmail ve İshak ve Yakup ve torunlarına indirilenlere, Musa’ya, İsa’ya verilenlere ve bütün Peygamberlere Rableri tarafından verilen kitaplara iman ettik. Onların hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz, ancak Allah’a boyun eğen Müslimleriz.”  Ayeti gereği bütün peygamberleri sever ve aynı ölçüde saygı duyarız. Böyle büyük dinin ve tefekkürün sahipleri de şüphesiz bu din gibi sağlam, sağlıklı ve büyük millettir. Bunun için: “Dünya bir Türk’e dar” diyen atalarımız gibi, dünyanın efendiliğini üstlenebilecek tek devlet Türkiye, tek din Müslümanlıktır. Yer küresi üzerinde yaşayan her canlı huzur ve sükûnete Müslüman Türklüğün adalet ve hoşgörüsüyle kavuşabilir.
AVRASYA BİRLİĞİNE emin adımlarla ve cesaretle en kısa sürede en kısa yoldan gitmek gereklidir. Bugün olmasa bile birkaç yıl sonra bunu gerçekleştirecek devlet adamları mutlaka çıkacaktır.
Kaşgarlı Mahmut, Peygamberimiz Hz Muhammed(sav)kıyamet alametlerinden bahsederken anlattığı bir hadisini naklederek: “Türk Dilini öğreniniz; çünkü Türkler’in uzun sürecek hakimiyetleri olacaktır.” demektedir. Ayrıca başka bir hadisinde de Hz.Muhammed: “Güneş yeniden Türk burçlarından doğacaktır.” demiştir. Bu bilgi, tecrübeleri ve geçmişin tecrübelerinin ışığında Türk Devlet Adamlarına ve Bürokratlarına çok asil ve ulvî bir görev düşmektedir. Bu görev bütün AVRASYAYI BİRLEŞTİRME görevidir.
Doğuda: Türkiye, Kıbrıs, Azerbaycan, Türkmenistan, Tacikistan, Afganistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan; Batıda: Romanya, Arnavutluk, Yugoslavya, Sırbistan, Saray Bosna, Bulgaristan derhal ve en kısa sürede ve en kısa yoldan birleşmelidir. Bu birliğe katılmak isteyenlere de kayıtsız şartsız imkan tanınmalıdır
 KAYNAKLAR:
1)  Muammer ERKUL, Stop, Türkiye Gazetesi, Ekim l999
2) Mustafa Kemal ATATÜRK, Nutuk cilt. I,I,III
3) Avrupa Türklerinin Mukadderatı, Hamza ERAVŞAR,Yumak Yayınları,s.127-140, Ankara 1999
4) http://www.semerkanddergisi.com/637.htm
5) Avrupa Türklerinin Mukadderatı, Hamza ERAVŞAR,Yumak Yayınları,s.127-140, Ankara 1999
6)Erdoğan ILGAZ, Kazakistan’dan Orta Asya Birliği Yönünde Kararlı Adımlar,(yazarlar, asilkan.org) 

19 Nisan 2017 Çarşamba

SAFAHAT’IN İÇİNDEKİLER, Abdullah Çağrı ELGÜN

SAFAHAT’IN İÇİNDEKİLER
Abdullah Çağrı ELGÜN

Büyük şairimiz Mehmet Âkif ERSOY“SAFAHAT” adı altında yedi manzum kitap yazmış ve neşretmiştir. Bu kitapta,üç bin mısradan ibaret kırk dört parça şiir vardır. Bu yedi kitap şunlardır:
İlk Safahat
Süleymaniye Kürsüsünde
Hakkın Sesleri
Fatih Kürsüsünde
Hatıralar
Asım
Gölgeler
İLK SAFAHAT
Meşrutiyetin ilanını takip eden Ekim ayının on birinde İstanbul DarülFünûnda edebiyat dersleri vermeye başlayan Âkif,edebiyatla bilhassa şiirle meşgul  olmak için daha iyi bir imkan buluyordu.I.Safahat’a girecek olan şiirlerinin tamamına yakın bir kısmını, 1908-1910 yılları arasında Sırat-ı MüstakimMecmuası’nda neşretti. Büyüklü küçüklü kırk dört parça şiiri bir araya getirerek, bir kitapta topladı. Baş tarafına, şiiri hakkında küçük bir manzume ilave ederek 1911’de SAFAHAT adını verdiği,ilk şiir kitabını çıkarmış oluyordu. Safahat kelimesinin çoğulu olan bu kavram, “yüz” anlamındadır. Âkif’in kitabı için ise “Hayatın Yüzleri”anlamına gelmektedir. 
SÜLEYMANİYE KÜRSÜ’SÜNDE
Tek ve uzun bir manzumeden meydana gelen, Safahat’ın ikinci kitabı olup 1912’de basılmıştır. Mehmet Âkif aynı yıl içinde Sebülü’r Reşat’a Balkan Harbi Hezimeti ve Sebepleri üzerine makaleler yazıyordu. Mehmet Âkif’inİslâm Birliği düşünce bu kitabı ile başlar.
1908 Meşrutiyet sonrası, Batılı adamların “Hasta Adam” teşhisi koyduğu Osmanlı İmparatorluğu için, bir takım tedavi reçetelerinin teklif edildiği bir devredir.Âkif’in evvelâ bir millet vücuda getirmek bu milleti milletçe yaşatmak, milletçe düşünmeye alıştırmak, bu milletin maddî ve manevî düşüncelerini ve bütün kuvvetlerini seferber ederek, kendi ruhî maneviyatları çerçevesinde ileriye götürmek için yazdığı ilk eserdir.
Mehmet Âkif bu eserlerinde millet olmak ve millet olarak neler yapacağımızı öğretmeye çalıştı.
HAKKIN SESLERİ

Süleymaniye Kürsüsünde kitabının çıktığı yıl Âkif, Sebilü’r Reşat’a Balkın Harbi Savaşı ile ilgili bir takım makaleler yazmakta idi. Bu arada bazı Âyet ve Hadislere manzum olarak serbest bir yorum getirme teşebbüsüne girişti. İşte bu neşredilen çalışmaları Safahat’ın üçüncü cildi ve “Hakkın Sesleri” olarak çıkardı.
Bu malzemelerin hemen hepsi savaşın ağır kalıplarını, çok trajik tablolar halinde gözler önüne seriyor ve İslâm cemaatinin bizzat kendisinden doğan hatalarına işaret ederek, kendi iradesi ile uyanmanın vakti geldiğini haykırıyordu.
FATİH KÜRSÜSÜNDE
1913-1914 yılları arasında yine Sebülü’r Reşat’ta tefrika edilen Fatih Kürsüsü’nde adlı uzun manzume yapı bakımından İkinci Safahat’a benzer. 1914’te Safahat’ın Dördüncü Cildi olarak neşredildi.
İki arkadaş “Fatih Yolunda” başlığını taşıyan ilk kısım, yine Galata Köprüsü’ne inen, bu defa iki arkadaşın muhaveresi ile başlar.
HATIRALAR
Mehmet Âkif:Arabistan, Medine, Mısır, Berlin’e yaptığı seyahatleri 1914-1915 yılları içerisinde manzum hikâyeler haline getirdi. İsmini bu manzumelerin muhteviyatından alan“Beşinci Safahat’ı “Hatıralar”, adı ile 1917’de neşretti.
Kitabın baş tarafında bazı Hadis ve yorumlar yer almıştır. Böylece Hatıralar’da bulunan on parça manzumelerde dördü Âyet, ikisi Hadis yorumu, biri “Uyan” adlı şiirdir. “Berlin Hatıraları”ndaAlmanya ile Türkiye’yi çeşitli noktalarda mukayese eder.
ASIM
Mehmet Âkif, Burdur Mebusu olarak meclise katılmak üzere Anadolu’ya geçişi, onun için ifadesinin gücü ile yapacağı Millî Mücadele’nin kapılarını açar.
Kastamonu ve kazalarında verdiği Vaazlar, bir taraftan dergide neşredilirken, ordu kumandanlığınca çoğaltılıp askere dağıtılır. Ankara TaceddinDergahı’nda ikamet ettiği bu yıllarda  Yunanlılar’ınBursa’yı işgal etmeleri üzerine  “Bülbül”, “İstiklâl Marşı” bu yılların ürünüdür.
Asım, manzum bir uzun hikâye veya manzum bir diyalog karakterindedir. Hemen hemen tamamına yakın bir bölümü Hocazede ve Köse İmam arasında geçer. Çanakkale Muharebeleri’nden bir müddet sonra Sarıgüzel’de Hocazade’nin evinde Köse İmam ile Hocazade arasında uzun bir sohbet olur.
Hocazade’den bir önceki nesle mensup olan Köse İmam, iki hususta dertleşmek için Hocazade’nin evine gelmiştir. Önce komşusunda geçen bir vakadan bahseder ve daha sonra da oğlu Asım’dan dert yanar. Bir birlerini anlamayan iki nesil. Eski nesil- yeni nesil; halk ve idareciler; mektep, medrese ikilisi gibi yer yer dinî ve milî lirizm,Asım’ım konusunu oluşturmaktadır. 
GÖLGELER
Âkif’in, Birinci Meclisin dağılmasından sonra kendi idealinin tahakkuk ettiğini görememesinden dolayı kırgın olarak Mısır’a gittiği görülmemektedir. Zaman zaman vatanına dönüyorsa da vaktinin çoğunu rahat etmediği halde Mısır’da geçirmeyi tercih ediyordu. Onun hastalık, gurbet ve bezbinlikle geçen bu yılları şiirin lirizmi bakımından da en verimli çağı olmuştur. Gece, Hicran ve Secde bu yıllarda yazılmıştır.

1918-1933 yıları arasında yazdığı bütün şiirler büyüklü küçüklü, kırk dört(44) parçadan ibarettir ve “Gölgeler” adı ile 1933’te Mısır’da basılmıştır.

14 Şubat 2017 Salı

TEKRAR KANDIRILMAYACAĞIZ !.. Abdullah Çağrı ELGÜN

TEKRAR KANDIRILMAYACAĞIZ !..
 Abdullah Çağrı ELGÜN

MUHALİFLERE SÖZ HAKKI VERMEMEK
15 Temmuz’da % 49 ile iktidara taşınmış olmanın, iktidarda kalabilmek için geçerli bir oy olmadığını ortaya koydu. 15 Temmuz aynı zamanda % de % 100’lük bir güvene ihtiyaç olduğunu da gösterdi. 15 Temmuz Türkiye’de yaşayan halkın adının Türk olduğunu da ispatladı…. Sn. Binali YILDIRIM’ın ifadesi bunu bizzat ispat etti. Belgelendirdi ve bu halkın mozaik bir yapıdan değil, Türk Milletinden olduğunu tasdik eden mührünü vurdu. Bundan sonra “Bu büyük Türk Milleti’nin” yüzde yüzünün desteğine ihtiyaç vardır.Olmaya da devam edecektir.  Kurtuluş Savaşı böyle kazanılmıştır…
İngiltere, geçmişte olduğu gibi, ABD, İsrail ve Rusya gizliden ve açıktan Kürtler için Federe Devlet istemektedir. Rusya Irak’ı İncirlik Üssünden parçalayıp böldüğü gibi Türkiye’yi de parçalamak ve bölmek peşindedir. Bunun için de BOP Başkanını Türkiye’nin Başkanı olarak görmek için elinden geleni yapmaktadır. Şuan Türkiye’nin geleceği tehlikededir.
Liderlere körü körüne sadakât ve bağlılık halkı içinden çıkılamayacak bir felakete doğru sürüklemektedir. BOP Başkanı Erdoğan’ı taparcasına seven, onun fedailiğini üstlenmiş kemikleşmiş bir grup 15 Temmuz’da meydanlarda kilitlendi. Erdoğan’ın isteği üzerine bir aydan fazla meydanlardan ayrılmadı… Bunların ekseriyeti Ümmetçi ve Şeriatçı kesim olmakla birlikte Atatürkçü, Milliyetçi gruplarca da destek buldu. Millet Vekilleri, Şehirlerin ileri gelenleri, Meydan kürsülerinde, hükümetin ne kadar iyi icraat içinde olduklarını bu FETO harekatının yanlışlığını haftalarca sıktıkları nutuklarla halka anlattılar. Bu diğer gruplarca da kabullenildi ve sahip çıkıldı…

Şimdi 15 Temmuzda birbirlerine kenetlenmiş, muhalefeti yok saymak; veya ezip yok etmeğe çalışmak bir iç savaşın başlangıcı olabilir. Bu nasıl bir zihniyet ki FARKLI DÜŞÜNÜYOR diye karşısındakini HİÇE SAYIYOR, YOK SAYMAĞA ve YOK ETMEĞE, ÇALIŞIYOR?.. Hangi İSLÂMÎ ANLAYIŞTA, hangi İNANÇTA bu var?.. Çatışmaları körüklemek, gerginlikleri artırmak!... Muhalifleri konuşturmamak?..İktidara oy “EVET!” kazandırmaz. Bilâkis kaybettirir.  Bu durumun devamından çıkar çevreleri ve düşmanlara yarar gelir.Sade onlar sevinir. Bu sıkıntılar, “Gezi Olayları”nın ilk gününde görülmüştür. Otel Salonları, Kongre Salonları, Stadyumları bırakınız… Muhalifler konuşsun… Türk Halkına durumu anlatsın…Halka kim güvenmiyor? Halktan kim korkuyor ki Muhaliflere böyle kıskaçlar, “Ali Cengiz Oyunları” ve tilkilikler yapılabiliyor?!.. Türk halkı bu tür provakasyonlara, kışkırtmalara ve gerginliklere, bölünmelere ve kamplara ayrılmalara “HAYIR!”  diyecektir..  Şimdiden bu zıtlaşmalardan, kamplaşmalardan ve muhalafeti yok saymalardan vazgeçmek, ülke ve millet yararı için akıllıca olacaktır… 
DİKKAT, BAŞKANLIK REFERANDUMU!..
Muhalefetin yok sayılması, haftalarca önceden toplantı için izin alınan oteller, salonlar, stadyumlar kapatılır, elektrikleri kesilir, otel sahipleri sıkıştırılşırsa ülkede kırgınlıklar, dargınlıklar ve kindarlıklar artar. Menderes Dönemine, 1980 Öncesine yeniden döneriz. Tarihi yeniden tekerrür ettirmeyelim… Ülkemiz için bir felâkatin başlangıcı olabileceğini düşündüğümüz bu risk asla ve asla göze alınamaz… Alınmamalıdır.
İŞİD denen bela Suriye Şam Devleti kurma peşinde koşup dururken, PKK ve onun içerideki efendileri ve dışarıdaki destekçileri büyük güçler Federe Kürdistan talep ederken iktidara sahip olanların içeride ve dışarıda gizli oyunların oynandığı şu günde gerilimi artırmaları ve veya bunlardan medet ummaları akıl tutulmasıdır… Bu bir siyaset bilmezlik ve stratejiden yoksunluktan başka bir şey değildir Daha dün Rusya’nın uçağımızı düşürmesi ve askerlerimizi şehit etmesi başka nelerin bizleri beklediğinin de delilidir…
İŞİD Suriye Şam Devleti adına büyük bir, bölgeyi istila ederek Müslüman halkı ve diğerlerini sindirmiş, korkutmuş ve öldürmüştür. Kafir olarak gördüğü İstanbul’u Türkler’in elinden alarak feth edeceğini ayan beyan haykırmaktadır. Türk Askerleri Suriye sınırlarında PKK her tür eylem için pusuda ve çevremiz dış, ülkemiz iç düşmanlar tarafından kuşatılmış vaziyette iken muhaliflerle yaşanacak gerilim ile barış kaybolur, insanlarımız birbirlerine hasım olur ise sahip olduğumuz güç ortadan kalkar, Kıbrıs elden gider, Kürdistan denilen Devlet ortaya çıkar. Dışarıda bize umut bağlayanların gözleri yaşlı kalır ve Türkiye zarar görür. Halkı  barıştırmak ve yan yana yeniden getirmek mümkün olmaz…Bunu istemeyiz…  DİKKAT!.. REFERANDUM, gerginliğin, kargaşanın ve halkımız arasında kamplaşma ve bölünmenin başlangıcı olabilir….
GERGİNLİKLERDEN MEDET UMMA!
Ordu, istihbarat, emniyet, dış işleri, ekonomi, iç huzur, büyük bir imtihan geçirirken ülkede yapılma kararı alınan referandum halk arasında gerginlik yaratacaktır.
On dört yıl boyunca iktidar Türk, Türklük; millet, milliyetçilik; din, meshep, kavramları ile oynamış, adeta dalga geçmiştir. Kimini rafa kaldırmış, kimini ayaklar altında çiğnemiştir…. Kimi zaman memurlara kılık kıyafet serbestiyeti, kimi zaman saç, sakal ve bıyık serbestiyetiyle, ortalıkta memurun kim, amirin kim olduğu bilinmez olmuştur. İktidarın bu konulardaki tavır, davranış ve yaptıkları icraatla, kavramlar üzerinde oynayarak bugüne kadar ki bu kavramlar üzerindeki icraatları gelecekte daha nelerin değişebileceğinin ve yapılabileceğinin delilidir.
Halkın bir kesimi için: “Bunlar Fatiha’yı bilmezler!” diyerek aşağılamış, dini sadece kendine indirilmiş ve sahiplenmesi gereken bir hazine sandığı sanmıştır. Bu söylem sadece halkın bir kesimine değil bütün Müslümanlar’a hakarettir.
Referandum İngiltere, ABD, İsrail ve Rusya’nın desteğinde Federal Kürt Devleti kurulmasına öncülük etmekten başka bir şey değildir. Bu aynı zamanda ülkeyi makam ve mevki elde etmek için bölüp parçalamaktan başka işe yaramayacaktır.
Referandum taraftarları Büyük bir Cihan savaşı vererek Gazilik unvanı alan ve milletin kendisine ATA dediği ATATÜRKün 1924’te Türkiye Cumhuriyeti’ne “Vesayetçi!” damgası yakıştırabilecek kadar kendilerinden geçmişlerdir.
Referandum sonrası keyfî ve diktacı bir yönetim milletimizi beklemektedir. Böyle bir anayasa ile toplum huzuru, istikrar ve siyasî huzur mümkün olmayacaktır.
 Bu ise göz göre göre, bile bile bir gerginlik, iç savaş ve çatışmadır.
Anayasa’nın 7. Maddesi: Yasama yetkisini Türk Milleti adına TBMM’sinindi. “Bu yetki devredilemez.” Maddesi ihlâl edilmiş ve Cumhurbaşkanına (BAŞKAN)’a devredilmiştir. Cumhurbaşkanı ile Meclis’in anlaşamaması durumunda: Olağan üsttü haller kanunları ile Meclis’in alabileceği kararlar geçersiz kılınabilmekte ve Başkanın istekleri kanunlaşabilmektedir. Bunu Başkan her fırsatta kullanabilecektir. Olağanüstü haller, hiç kimseye karşı sorumlu olmayan Başkan’ın bir sözü ile gerçekleşebilecek ve aldığı kararlar Meclise sunulmadan da yürürlüğe girecek ve yürürlükten kalkabilecektir. Bu durumda Meclis tamamen yetkisizdir. Böylelikle Başkan özerk bölgeler kurabilecek, birkaç şehri ilçeyi ve ya kasabayı birleştirebilme veya bir birleşik bölgeyi dağıtabilme yetkisine de sahip olacaktır.
ATATÜRK’E NİÇİN TÜRK DENDİ?
“Ne mutlu Türk’üm diyordu!..”, “Beni bir Türk anası doğurdu!..”,  “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz!.”, “En büyük öğüncüm Türk doğmamdır.”,  Hitaplarının hemen hepsinin başında “Türk Milleti!”, “Büyük Türk Milleti!”,  “Ey Türk Gençliği!” gibi bu milletin adını telaffuz eden ve milletinin öz be öz evladı olduğunun kanıtı olan sözlerle miletine hitap ediyordu… Biz bunların hiç birinin ağzından iktidara taşındıkları on dört yıl boyunca bu milletin adını duymadık. Üstelik bu addan bir veba mikrobundan uzaklaştıkları gibi uzaklaştıklarını bu milletin adından ürktüklerine, korktuklarına şahit olduk… Andımızı kaldırdıklarında, bu milletin adını “Türklüğü, milliyetçiliği” çiğnediklerini televizyonlarda ağızlarından bizatihi duyunca anladık ki “Türk Milleti!”ni,  kendi “nesebini”  inkara, millet adını  yok saymağa kalkıştıklarına şahit olduk… TÜRK ismi taşıyan sendikalara altarnatif başında TÜRK sözü geçmeyen sendikalar kuruldu. Sendika başkanlarına saldırıldı. Onlarca "ATATÜRK" adı ile başlayan okullar kaldırıldı. Stadyumlar bir bahane ile yıkılarak "ATATÜRK" isminden "TÜRK" isminden nefret ettirilmeye, kurtulmaya çalışıldı...
KaATATÜRK STADYUMU

Halbuki Osmanlının yıkılmakta olduğu son döneminde Osmanlı Tebası: Latin, Slav, Rum, Ermeni, Yahudi, İngiliz, Fransız hele hele Müslüman Arap din kardeşlerimizin milliyetçilik damarları kabarınca, bizi nasıl sattıklarını, bizi nasıl arkadan vurduklarını, Suriye’de, Irak’ta, kötü bir tecrübeyle yaşadık… O dönem toplumunun bu bunalımın içinden çıkmak için: “Türkçülük Milliyetçilik, İslâmcılık,  Turancılık” fikirlerinin tartışıldığı; fakat bunlardan sadece Atatürk ve Arkadaşlarınca da kabul edilen  “Türkçülük ve Milliyetçilik” fikirlerinin gerçekleştirilebileceği verilen Kurtuluş Savaşı ile görülmüştür. Şimdi bu kadar ayrılık gayrılık, kamplaşmanın sebebi nedir? Sendikalar, derneklerin başında bulunan “Türk” sözünden, ürkmek, korkmak için ne sebep var?
Balkanlar’daki acılarımız henüz unutulmamışken yeteri kadar güçlenmeden başkalarına gereğinden fazla güvenmek yanılgısına tekrar mı düşeceğiz?..
RİZE ATATÜRK STADYUMU
İşte Atatürk’e niçin Ata ve Türk,  “ATATÜRK” denildiği, bu kadar zorlu ve çetin mücadeleyi verdiği ve zorlukları yendiği için verilmiştir. Bunca badirelerden sonra içerideki, ve dışarıdaki yedi düvel düşmana karşı, Atatürk ve silah Arkadaşlarının Koca bir Kurtuluş Savaşı vererek aldıkları Mareşal Gazi unvanına layık olarak Dumlupınar, Sakarya, Kocatepe, Tınaztepe, Anafartalar, İzmir, Eğe Adaları, İstanbul, Gelibolu, Çanakkale’de verdikleri çoluk çocuk; yaşlı; kadın kız top yekün bir milletin amansız mücadelesi sonrasında elimizde kalabilmiş bu ülkenin adının Türkiye, Mustafa Kemal’e de Ata ve Türk’ün atası manasına  gelen Atatürk denilmesinin sebebi budur…
FEDERE DEVLETİ BASINDAN ÖĞRENECEĞİZ…
2013’te Anayasa’da: Değiştirilemez!” denilen ilk dört maddenin, değiştirilebilmesi için, TBMM’sine teklif sunan da bu zihniyet olduğunu üzülerek ve esef duyarak gördük… Bütün bu yapılanlar, iktidarı elinde tutanların, gelecekte daha başka neler yapabilecekleri de ortaya koymaktadır…
PKK Lideri Abdullah ÖCALAN ile İmralı da Anayasa maddelerini görüşen, onların direktifleri ve önerileri doğrultusunda Anayasayı hazırlayanlar da yine bunlardı.
Sayın Erdoğan Eyalet sistemini savunmakta ve eyalet sistemini düşünmektedir. Bunlarla ilgili verdikleri röportajlar, video kayıtları ve medyadaki konuşmaları bunu açıkça teyit etmektedir… PKK ile Olsa görüşmelerinde  on vilayeti, daha sonra da yirmi altı vilayeti içine alan Orta Anadolu Kürtlüğü Federe Devleti için SÖZ verilmişti… Referandum öncesi böyle bir Federe Bölgenin TBMM’den çıkarılması, bütün milletin Meclise yürümesi demekti…
Şimdi bir sabah uyandığımızda Başkanlık sistemine geçişle ve Başkanın emri ile bu Federe Devleti gazetelerden ve Televizyonlardan öğreneceğiz…
123. Madde Cumhurbaşkanına (Başkan) “Federe Devlet Kurma”  yetkisi vermektedir. Çözüm Süreci” ni üretenler: “İmralı, Olso, Kandil, Dolmabahçe Sarayında”  PKK’nın siyasî yandaşları ile yan yana oturup el sıkışıp mutabakat ve anlaşma yaptıklarını millete unutturmak istenmektedirler… Bütün bunlar için Kürtler’e söz verilerek Öcalan ile İmralı’da Anayasa Hazırlanarak: “Yerel Yönetimler kurdurulduktan, yerel Polis teşkilatına izin verildikten, Yerel Yargı Kurularak Türkiye Cumhuriyeti Hakimleri dahi buralarda yargılandıktan, Halktan yerel yönetimler adına Vergiler toplandıktan, Yollar Yerel Yönetimlerin güvenlik güçleri tarafından kontrol edilir hale getirilebilir olmasına müsaade edildikten üç yıl sonra”, Kürt vatandaşların evelerini başlarına geçirerek, okulların, Camilerin içindekiler ile birlikte yakılmalarına seyirci olduktan sonra, şehirleri boşalttıran da bunlardı… Sonra: “YANILDIK!.. KANDIRILDIK!... ALDATILDIK!..” diye halkın karşısında ağlayanlara halkımız nasıl güvenecek?..
Yeni Eyalet Valilikleri, Eyalet Savcıları, Yerel Yönetimler ortaya çıkmayacağına bizi kim ikna edecek? Şimdi kürsülerdeki aynı tatlı hamaset ve heyecanla yapılan konuşmalara nasıl inanacağız?..
15 Temmuz’da demokrasiye inananlar: “Sandıkla gelen sandıkla gider!” diyerek meydanlara indi. Bu halk, yanlışı hiçbir şekilde desteklemedi. “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir!”.. denildi. O dönemde “Bu büyük Milletin adı Türk Milleti’dir!”. diyenler, “15 Temmuz Demokrasi Meydanında demokrasi nutukları atanlar, bugün “Türkiye Cumhuriyetini” yıkma hayallerine kapılmışlardır…. Şimdi halka rağmen “Başkanlık” diretmesi mümkün olacak mıdır? Halk bu oyunu görecektir….
SONUÇ OLARAK
Görülen odur ki “Başkanlık” sonrası getirilecek sistemde :
Büyük bir kurtuluş savaşı vererek kurduğumuz Türkiye Cumhuriyeti Rejimine son verilecektir.
“Andımız” kaldırıldığı gibi Türk, Türkiye, Türklük, Türkçülük gibi kendi nesebin “YOK!” sayılacaktır.
İstiklâl Marşı’n kalkacak,
Bayrağın değiştirilecek
İnkılaplar rafa kaldırılacak,
Belki Alfaben de değişip Arap harflerine yeniden dönülecek,
Türk, Atatürk ve Atatürk ile ilgili ne varsa yok edilecektir. (Zaten şimdiden kılık kıyafet yönetmenliği rafa kaldırılmıştır!..)
Türkiye'nin adı şimdiden telaffuz edildiği gibi YENİ TÜRKİYE'ye dönüşecek..
Yeni Türkiye, Federe ve Otonom Devletçiklere kucak açacaktır…
FETO (EVET!)
İŞİD (EVET!)
HÜDAPAR (EVET!)
ÖCALAN (EVET!)
PKK (EVET!)
HDP (EVET!)
MHP (EVET!)
AKP (EVET!) dediğine göre:
TEKRAR KANDIRILMAYACAĞIZ !..
Ey Türk Halkı!
SEN EN İYİSİNİ BİLİRSİN ve YAPARSIN !…
Sana ne demek düştüğünü senin büyük aklın, zekan ve izanına bırakıyorum…


Translate