14 Şubat 2017 Salı

TEKRAR KANDIRILMAYACAĞIZ !.. Abdullah Çağrı ELGÜN

TEKRAR KANDIRILMAYACAĞIZ !..
 Abdullah Çağrı ELGÜN

MUHALİFLERE SÖZ HAKKI VERMEMEK
15 Temmuz’da % 49 ile iktidara taşınmış olmanın, iktidarda kalabilmek için geçerli bir oy olmadığını ortaya koydu. 15 Temmuz aynı zamanda % de % 100’lük bir güvene ihtiyaç olduğunu da gösterdi. 15 Temmuz Türkiye’de yaşayan halkın adının Türk olduğunu da ispatladı…. Sn. Binali YILDIRIM’ın ifadesi bunu bizzat ispat etti. Belgelendirdi ve bu halkın mozaik bir yapıdan değil, Türk Milletinden olduğunu tasdik eden mührünü vurdu. Bundan sonra “Bu büyük Türk Milleti’nin” yüzde yüzünün desteğine ihtiyaç vardır.Olmaya da devam edecektir.  Kurtuluş Savaşı böyle kazanılmıştır…
İngiltere, geçmişte olduğu gibi, ABD, İsrail ve Rusya gizliden ve açıktan Kürtler için Federe Devlet istemektedir. Rusya Irak’ı İncirlik Üssünden parçalayıp böldüğü gibi Türkiye’yi de parçalamak ve bölmek peşindedir. Bunun için de BOP Başkanını Türkiye’nin Başkanı olarak görmek için elinden geleni yapmaktadır. Şuan Türkiye’nin geleceği tehlikededir.
Liderlere körü körüne sadakât ve bağlılık halkı içinden çıkılamayacak bir felakete doğru sürüklemektedir. BOP Başkanı Erdoğan’ı taparcasına seven, onun fedailiğini üstlenmiş kemikleşmiş bir grup 15 Temmuz’da meydanlarda kilitlendi. Erdoğan’ın isteği üzerine bir aydan fazla meydanlardan ayrılmadı… Bunların ekseriyeti Ümmetçi ve Şeriatçı kesim olmakla birlikte Atatürkçü, Milliyetçi gruplarca da destek buldu. Millet Vekilleri, Şehirlerin ileri gelenleri, Meydan kürsülerinde, hükümetin ne kadar iyi icraat içinde olduklarını bu FETO harekatının yanlışlığını haftalarca sıktıkları nutuklarla halka anlattılar. Bu diğer gruplarca da kabullenildi ve sahip çıkıldı…

Şimdi 15 Temmuzda birbirlerine kenetlenmiş, muhalefeti yok saymak; veya ezip yok etmeğe çalışmak bir iç savaşın başlangıcı olabilir. Bu nasıl bir zihniyet ki FARKLI DÜŞÜNÜYOR diye karşısındakini HİÇE SAYIYOR, YOK SAYMAĞA ve YOK ETMEĞE, ÇALIŞIYOR?.. Hangi İSLÂMÎ ANLAYIŞTA, hangi İNANÇTA bu var?.. Çatışmaları körüklemek, gerginlikleri artırmak!... Muhalifleri konuşturmamak?..İktidara oy “EVET!” kazandırmaz. Bilâkis kaybettirir.  Bu durumun devamından çıkar çevreleri ve düşmanlara yarar gelir.Sade onlar sevinir. Bu sıkıntılar, “Gezi Olayları”nın ilk gününde görülmüştür. Otel Salonları, Kongre Salonları, Stadyumları bırakınız… Muhalifler konuşsun… Türk Halkına durumu anlatsın…Halka kim güvenmiyor? Halktan kim korkuyor ki Muhaliflere böyle kıskaçlar, “Ali Cengiz Oyunları” ve tilkilikler yapılabiliyor?!.. Türk halkı bu tür provakasyonlara, kışkırtmalara ve gerginliklere, bölünmelere ve kamplara ayrılmalara “HAYIR!”  diyecektir..  Şimdiden bu zıtlaşmalardan, kamplaşmalardan ve muhalafeti yok saymalardan vazgeçmek, ülke ve millet yararı için akıllıca olacaktır… 
DİKKAT, BAŞKANLIK REFERANDUMU!..
Muhalefetin yok sayılması, haftalarca önceden toplantı için izin alınan oteller, salonlar, stadyumlar kapatılır, elektrikleri kesilir, otel sahipleri sıkıştırılşırsa ülkede kırgınlıklar, dargınlıklar ve kindarlıklar artar. Menderes Dönemine, 1980 Öncesine yeniden döneriz. Tarihi yeniden tekerrür ettirmeyelim… Ülkemiz için bir felâkatin başlangıcı olabileceğini düşündüğümüz bu risk asla ve asla göze alınamaz… Alınmamalıdır.
İŞİD denen bela Suriye Şam Devleti kurma peşinde koşup dururken, PKK ve onun içerideki efendileri ve dışarıdaki destekçileri büyük güçler Federe Kürdistan talep ederken iktidara sahip olanların içeride ve dışarıda gizli oyunların oynandığı şu günde gerilimi artırmaları ve veya bunlardan medet ummaları akıl tutulmasıdır… Bu bir siyaset bilmezlik ve stratejiden yoksunluktan başka bir şey değildir Daha dün Rusya’nın uçağımızı düşürmesi ve askerlerimizi şehit etmesi başka nelerin bizleri beklediğinin de delilidir…
İŞİD Suriye Şam Devleti adına büyük bir, bölgeyi istila ederek Müslüman halkı ve diğerlerini sindirmiş, korkutmuş ve öldürmüştür. Kafir olarak gördüğü İstanbul’u Türkler’in elinden alarak feth edeceğini ayan beyan haykırmaktadır. Türk Askerleri Suriye sınırlarında PKK her tür eylem için pusuda ve çevremiz dış, ülkemiz iç düşmanlar tarafından kuşatılmış vaziyette iken muhaliflerle yaşanacak gerilim ile barış kaybolur, insanlarımız birbirlerine hasım olur ise sahip olduğumuz güç ortadan kalkar, Kıbrıs elden gider, Kürdistan denilen Devlet ortaya çıkar. Dışarıda bize umut bağlayanların gözleri yaşlı kalır ve Türkiye zarar görür. Halkı  barıştırmak ve yan yana yeniden getirmek mümkün olmaz…Bunu istemeyiz…  DİKKAT!.. REFERANDUM, gerginliğin, kargaşanın ve halkımız arasında kamplaşma ve bölünmenin başlangıcı olabilir….
GERGİNLİKLERDEN MEDET UMMA!
Ordu, istihbarat, emniyet, dış işleri, ekonomi, iç huzur, büyük bir imtihan geçirirken ülkede yapılma kararı alınan referandum halk arasında gerginlik yaratacaktır.
On dört yıl boyunca iktidar Türk, Türklük; millet, milliyetçilik; din, meshep, kavramları ile oynamış, adeta dalga geçmiştir. Kimini rafa kaldırmış, kimini ayaklar altında çiğnemiştir…. Kimi zaman memurlara kılık kıyafet serbestiyeti, kimi zaman saç, sakal ve bıyık serbestiyetiyle, ortalıkta memurun kim, amirin kim olduğu bilinmez olmuştur. İktidarın bu konulardaki tavır, davranış ve yaptıkları icraatla, kavramlar üzerinde oynayarak bugüne kadar ki bu kavramlar üzerindeki icraatları gelecekte daha nelerin değişebileceğinin ve yapılabileceğinin delilidir.
Halkın bir kesimi için: “Bunlar Fatiha’yı bilmezler!” diyerek aşağılamış, dini sadece kendine indirilmiş ve sahiplenmesi gereken bir hazine sandığı sanmıştır. Bu söylem sadece halkın bir kesimine değil bütün Müslümanlar’a hakarettir.
Referandum İngiltere, ABD, İsrail ve Rusya’nın desteğinde Federal Kürt Devleti kurulmasına öncülük etmekten başka bir şey değildir. Bu aynı zamanda ülkeyi makam ve mevki elde etmek için bölüp parçalamaktan başka işe yaramayacaktır.
Referandum taraftarları Büyük bir Cihan savaşı vererek Gazilik unvanı alan ve milletin kendisine ATA dediği ATATÜRKün 1924’te Türkiye Cumhuriyeti’ne “Vesayetçi!” damgası yakıştırabilecek kadar kendilerinden geçmişlerdir.
Referandum sonrası keyfî ve diktacı bir yönetim milletimizi beklemektedir. Böyle bir anayasa ile toplum huzuru, istikrar ve siyasî huzur mümkün olmayacaktır.
 Bu ise göz göre göre, bile bile bir gerginlik, iç savaş ve çatışmadır.
Anayasa’nın 7. Maddesi: Yasama yetkisini Türk Milleti adına TBMM’sinindi. “Bu yetki devredilemez.” Maddesi ihlâl edilmiş ve Cumhurbaşkanına (BAŞKAN)’a devredilmiştir. Cumhurbaşkanı ile Meclis’in anlaşamaması durumunda: Olağan üsttü haller kanunları ile Meclis’in alabileceği kararlar geçersiz kılınabilmekte ve Başkanın istekleri kanunlaşabilmektedir. Bunu Başkan her fırsatta kullanabilecektir. Olağanüstü haller, hiç kimseye karşı sorumlu olmayan Başkan’ın bir sözü ile gerçekleşebilecek ve aldığı kararlar Meclise sunulmadan da yürürlüğe girecek ve yürürlükten kalkabilecektir. Bu durumda Meclis tamamen yetkisizdir. Böylelikle Başkan özerk bölgeler kurabilecek, birkaç şehri ilçeyi ve ya kasabayı birleştirebilme veya bir birleşik bölgeyi dağıtabilme yetkisine de sahip olacaktır.
ATATÜRK’E NİÇİN TÜRK DENDİ?
“Ne mutlu Türk’üm diyordu!..”, “Beni bir Türk anası doğurdu!..”,  “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz!.”, “En büyük öğüncüm Türk doğmamdır.”,  Hitaplarının hemen hepsinin başında “Türk Milleti!”, “Büyük Türk Milleti!”,  “Ey Türk Gençliği!” gibi bu milletin adını telaffuz eden ve milletinin öz be öz evladı olduğunun kanıtı olan sözlerle miletine hitap ediyordu… Biz bunların hiç birinin ağzından iktidara taşındıkları on dört yıl boyunca bu milletin adını duymadık. Üstelik bu addan bir veba mikrobundan uzaklaştıkları gibi uzaklaştıklarını bu milletin adından ürktüklerine, korktuklarına şahit olduk… Andımızı kaldırdıklarında, bu milletin adını “Türklüğü, milliyetçiliği” çiğnediklerini televizyonlarda ağızlarından bizatihi duyunca anladık ki “Türk Milleti!”ni,  kendi “nesebini”  inkara, millet adını  yok saymağa kalkıştıklarına şahit olduk… TÜRK ismi taşıyan sendikalara altarnatif başında TÜRK sözü geçmeyen sendikalar kuruldu. Sendika başkanlarına saldırıldı. Onlarca "ATATÜRK" adı ile başlayan okullar kaldırıldı. Stadyumlar bir bahane ile yıkılarak "ATATÜRK" isminden "TÜRK" isminden nefret ettirilmeye, kurtulmaya çalışıldı...
KaATATÜRK STADYUMU

Halbuki Osmanlının yıkılmakta olduğu son döneminde Osmanlı Tebası: Latin, Slav, Rum, Ermeni, Yahudi, İngiliz, Fransız hele hele Müslüman Arap din kardeşlerimizin milliyetçilik damarları kabarınca, bizi nasıl sattıklarını, bizi nasıl arkadan vurduklarını, Suriye’de, Irak’ta, kötü bir tecrübeyle yaşadık… O dönem toplumunun bu bunalımın içinden çıkmak için: “Türkçülük Milliyetçilik, İslâmcılık,  Turancılık” fikirlerinin tartışıldığı; fakat bunlardan sadece Atatürk ve Arkadaşlarınca da kabul edilen  “Türkçülük ve Milliyetçilik” fikirlerinin gerçekleştirilebileceği verilen Kurtuluş Savaşı ile görülmüştür. Şimdi bu kadar ayrılık gayrılık, kamplaşmanın sebebi nedir? Sendikalar, derneklerin başında bulunan “Türk” sözünden, ürkmek, korkmak için ne sebep var?
Balkanlar’daki acılarımız henüz unutulmamışken yeteri kadar güçlenmeden başkalarına gereğinden fazla güvenmek yanılgısına tekrar mı düşeceğiz?..
RİZE ATATÜRK STADYUMU
İşte Atatürk’e niçin Ata ve Türk,  “ATATÜRK” denildiği, bu kadar zorlu ve çetin mücadeleyi verdiği ve zorlukları yendiği için verilmiştir. Bunca badirelerden sonra içerideki, ve dışarıdaki yedi düvel düşmana karşı, Atatürk ve silah Arkadaşlarının Koca bir Kurtuluş Savaşı vererek aldıkları Mareşal Gazi unvanına layık olarak Dumlupınar, Sakarya, Kocatepe, Tınaztepe, Anafartalar, İzmir, Eğe Adaları, İstanbul, Gelibolu, Çanakkale’de verdikleri çoluk çocuk; yaşlı; kadın kız top yekün bir milletin amansız mücadelesi sonrasında elimizde kalabilmiş bu ülkenin adının Türkiye, Mustafa Kemal’e de Ata ve Türk’ün atası manasına  gelen Atatürk denilmesinin sebebi budur…
FEDERE DEVLETİ BASINDAN ÖĞRENECEĞİZ…
2013’te Anayasa’da: Değiştirilemez!” denilen ilk dört maddenin, değiştirilebilmesi için, TBMM’sine teklif sunan da bu zihniyet olduğunu üzülerek ve esef duyarak gördük… Bütün bu yapılanlar, iktidarı elinde tutanların, gelecekte daha başka neler yapabilecekleri de ortaya koymaktadır…
PKK Lideri Abdullah ÖCALAN ile İmralı da Anayasa maddelerini görüşen, onların direktifleri ve önerileri doğrultusunda Anayasayı hazırlayanlar da yine bunlardı.
Sayın Erdoğan Eyalet sistemini savunmakta ve eyalet sistemini düşünmektedir. Bunlarla ilgili verdikleri röportajlar, video kayıtları ve medyadaki konuşmaları bunu açıkça teyit etmektedir… PKK ile Olsa görüşmelerinde  on vilayeti, daha sonra da yirmi altı vilayeti içine alan Orta Anadolu Kürtlüğü Federe Devleti için SÖZ verilmişti… Referandum öncesi böyle bir Federe Bölgenin TBMM’den çıkarılması, bütün milletin Meclise yürümesi demekti…
Şimdi bir sabah uyandığımızda Başkanlık sistemine geçişle ve Başkanın emri ile bu Federe Devleti gazetelerden ve Televizyonlardan öğreneceğiz…
123. Madde Cumhurbaşkanına (Başkan) “Federe Devlet Kurma”  yetkisi vermektedir. Çözüm Süreci” ni üretenler: “İmralı, Olso, Kandil, Dolmabahçe Sarayında”  PKK’nın siyasî yandaşları ile yan yana oturup el sıkışıp mutabakat ve anlaşma yaptıklarını millete unutturmak istenmektedirler… Bütün bunlar için Kürtler’e söz verilerek Öcalan ile İmralı’da Anayasa Hazırlanarak: “Yerel Yönetimler kurdurulduktan, yerel Polis teşkilatına izin verildikten, Yerel Yargı Kurularak Türkiye Cumhuriyeti Hakimleri dahi buralarda yargılandıktan, Halktan yerel yönetimler adına Vergiler toplandıktan, Yollar Yerel Yönetimlerin güvenlik güçleri tarafından kontrol edilir hale getirilebilir olmasına müsaade edildikten üç yıl sonra”, Kürt vatandaşların evelerini başlarına geçirerek, okulların, Camilerin içindekiler ile birlikte yakılmalarına seyirci olduktan sonra, şehirleri boşalttıran da bunlardı… Sonra: “YANILDIK!.. KANDIRILDIK!... ALDATILDIK!..” diye halkın karşısında ağlayanlara halkımız nasıl güvenecek?..
Yeni Eyalet Valilikleri, Eyalet Savcıları, Yerel Yönetimler ortaya çıkmayacağına bizi kim ikna edecek? Şimdi kürsülerdeki aynı tatlı hamaset ve heyecanla yapılan konuşmalara nasıl inanacağız?..
15 Temmuz’da demokrasiye inananlar: “Sandıkla gelen sandıkla gider!” diyerek meydanlara indi. Bu halk, yanlışı hiçbir şekilde desteklemedi. “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir!”.. denildi. O dönemde “Bu büyük Milletin adı Türk Milleti’dir!”. diyenler, “15 Temmuz Demokrasi Meydanında demokrasi nutukları atanlar, bugün “Türkiye Cumhuriyetini” yıkma hayallerine kapılmışlardır…. Şimdi halka rağmen “Başkanlık” diretmesi mümkün olacak mıdır? Halk bu oyunu görecektir….
SONUÇ OLARAK
Görülen odur ki “Başkanlık” sonrası getirilecek sistemde :
Büyük bir kurtuluş savaşı vererek kurduğumuz Türkiye Cumhuriyeti Rejimine son verilecektir.
“Andımız” kaldırıldığı gibi Türk, Türkiye, Türklük, Türkçülük gibi kendi nesebin “YOK!” sayılacaktır.
İstiklâl Marşı’n kalkacak,
Bayrağın değiştirilecek
İnkılaplar rafa kaldırılacak,
Belki Alfaben de değişip Arap harflerine yeniden dönülecek,
Türk, Atatürk ve Atatürk ile ilgili ne varsa yok edilecektir. (Zaten şimdiden kılık kıyafet yönetmenliği rafa kaldırılmıştır!..)
Türkiye'nin adı şimdiden telaffuz edildiği gibi YENİ TÜRKİYE'ye dönüşecek..
Yeni Türkiye, Federe ve Otonom Devletçiklere kucak açacaktır…
FETO (EVET!)
İŞİD (EVET!)
HÜDAPAR (EVET!)
ÖCALAN (EVET!)
PKK (EVET!)
HDP (EVET!)
MHP (EVET!)
AKP (EVET!) dediğine göre:
TEKRAR KANDIRILMAYACAĞIZ !..
Ey Türk Halkı!
SEN EN İYİSİNİ BİLİRSİN ve YAPARSIN !…
Sana ne demek düştüğünü senin büyük aklın, zekan ve izanına bırakıyorum…


15 Ocak 2017 Pazar

ARİF NİHAT ASYA’da BAYRAK ve VATAN SEVGİSİ; Abdullah Çağrı ELGÜN

ARİF NİHAT ASYA’da BAYRAK ve VATAN SEVGİSİ
                                      Abdullah Çağrı ELGÜN
 
Edebiyatımızda bayrak şairi olarak ün yapmıştır. Millî Mücadele ve Cumhuriyet Dönemlerini gördü.  Türklük ve Vatan aşkı ile şiirler yazdı.
Adana Şehrimizin kurtuluş günü olan  5 Ocak  heyecanı ile “Bayrak Şiiri”ni yazarak BAYRAK ve VATAN  şairi olarak isim yaptı.
Şiirlerinde hece, aruz ve serbest nazmın bütün şekillerini denemiştir.
Son şiirlerinde ise İslâm duyuş ve düşünüşü olan MİSTİZME yöneliş görülür.
Şairin şiirlerinde, sürekli bir yenilik vardır.
Türk şiirinde Tanzimat’tan bu yana edebiyat alanında yapılmak istenen DEĞİŞİKLİK ARZUSU şairde dikkat çeker. Arif Nihat ASYA, kendine has bir şiir tarzı deneyerek, çok renkli bir şiir dünyası meydana getirmiştir.
Tarihimizin, şanlı sayfalarını şiirleştiren şairin BAYRAK ve VATAN aşkı onun mısralarında doruk noktasına ulaşmıştır.
AĞIT Şiirinde: 
“Caber yok, Tiyanşan yok, Aral yok!..
Ben nasıl varım?  Diyerek kendi kendine sorar.
...
Şu   yakın suların”
Kolu neden bükülmez?
Fırat niçin, Dicle niçin, Aras niçin?
Benden doğar, bana dökülmez?.. Derken içi kanamakta, gözleri yaşarmaktadır.

Ben ki ateşle konuşurdum, selle konuşurdum
İdil’le, Tuna ile, Nil’le konuşurdum.
Diyerek vatan hasretini, Türk olan, Türk kokan yerleri anlatarak, VATANA olan hasretliğini dile getirir. Sitem eder, yakınır.

“FETİH MARŞI” şiirinde:

Sen ki burçlara BAYRAK olacak kumaştasın,
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın. Derken Türk’ün AL BAYRAĞINI kale burçlarına diker.

“ALPASLAN II” şiirinde:
Torunlarım, dört yana, kol kola gitsin;
Malazgirt’ten İstanbul’a yol gitsin.  Derken de Malazgirt’te aklı ve ruhu kalmıştır.

“KUBBELER” Şiirinde:
...
Burda kubbe, kemer ve mihrap olmuş
O kıvrak şekli ki serhadde yaydı;
Atlas BAYRAKLARIN dalgalarında
Rüzgarla öpüşen ince bir aydı.

Söyleyin ey nazlı haber kuşları:
Tuna Boyları’ndan müjde geldi mi?

Şehzade, Lâleli, Haseki Sultan
Hepsinin Üstünde Süleymaniye
Süleymaniye’den Ayasofya’dan
Yollar iner, dal dal Yeni Camiye...

“DUA” adlı şiirinde:
Bizi sen sevgisiz, susuz havasız,
Ve VATANSIZ bırakma Allah’ım
Müslümanlıkla   yoğrulan yurdu,
Müslümansız, bırakma Allah’ım

“YOĞUZ” Şirinde:
Yoksa şu yaprakta Yavuz,
Yoksa şu sayfada Oğuz,
Biz de yoğuz biz de yoğuz.
O, millî hislerini, kahramanlık duygularını, heyecanlı ve mert bir şekilde ifade eder. Atalarının mührü, Türk’ün, İslâm’ın ve Onun Bayraktarlığını yapan Oğuz ve Yavuz’un bu topraklarda yokluğunda bizim de olmayacağımıza dikkat çeker.

“MARŞ” şiirinde:
Gök mavi, başak sarışın,
Tadı ne güzel barışın;
Fakat senin on savaşa,
Değer, ey, YURT bir karışın...
Vatanın bir karış toprağının, on kez savaşmaya değeceğini belirterek YURT kıymetini anlatır.

“TANIMADI” Şiirinde Arif Nihat Asya:
Türk’üm müjdeydi ülkeye,
Gezdim söyleye söyleye
Bir gün söylemedim diye
Türk’üm beni tanımadı.
...
Daha dün sözleştik şurda
Düğün hazırladım YURDA
Eller beni tanıdı da;
Sözlüm beni tanımadı... Yurdunu sözlendiği genç bir kız benzeterek, sınırlarımız dışarısında kalanlar için, kendisine küstüğünü bu sebeple kendisini tanımadığından yakınarak sitem eder.

BiR BAŞKA Şiirinde:
Kutsal konuları inananlara bırak,
Onlar, senin maskaran değil.
MEMLEKET imanı, senin yaygaran değil.
Kitabımı yırtmışsın, kitabım senin maskaran değil.

Şehitlerden söz etme,
Onlar senin kadavran değil.
Temiz eller kurmuştur bu MEMLEKETİ,
Senin zembereğini kuran değil.

Arif Nihat’ın kitabındaki, Orhan Şaik GÖKYAY’a hitaben  yazdığı “ONLAR” isimli şiirinde:
YURDA, baş dedikleri bir.
Ağır odakla geldiler,
Ve şu BAYRAKSIZ dünyaya;

BAYRAKLA geldiler.

Kopardılar ayı gökten,
Bir ipek dala astılar.
YURT dediler gölgesine,
Ayaklarını bastılar.          
Derken, vatanseverlik, millî hakimiyet, millî değerlere bağlılık BAYRAK ve VATAN, her şeyden önce gelmektedir. Şair özellikle VATANA dair şiirlerinde İDEALİZMİ ve MİLLî DUYGUYU seslendirmiştir.  Şairin milliyetçiliğinde, Türk bayrağını her  yere dikmek isteyen cihangirlik ideali vardır.
“Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor”

SONUÇ OLARAK:
Arif Nihat ASYA,  ELVEDÂ, ŞEYH ŞAMİL, FETİH MARŞI, BAYRAK, BİR BAYRAK RÜZGAR BEKLİYOR, DUA, AĞIT, KUBBELER, YOĞUZ, DAĞLAR şiirleriyle okuyan ve dinleyenlerin gönüllerinde daha hayattayken, yaşarken taht kurmuştur. 

Türkçü, Turancı, Milliyetçi, Memleketçi bir şairdir. Bütün Türk dünyasını tek tek şiirlerinde işlemiştir. Batı Trakya, Balkanlar, Orta Asya İdil, Tuna, Nil, Tunca, Sakarya, Aral, Caber, Tiyanşan, Fırat, Dicle, Aras, Kıbrıs’a kafa yormuş fikir yürütmüştür.

Bu konular, Arif Nihat ASYA’nın vazgeçemeyeceği meselelerdir. Arif Nihat  ASYA, BAYRAK ve VATAN şairidir... Sade bir milliyetçi değil, hiç kimsenin vermediği hazları ve heyecanları  yüreklerimize koyarak, yüreklerimizde bir meşale yakmış ve bir başka heyecan yaratmıştır. Bu heyecanları diri ve canlı tutan, yürekli, bir şair hepsinden önemlisi bir Türk KAHRAMANIDIR.

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER:

ELVEDÂ
Karım benim;
Sevdası içimde tomurcuklanan,
Baharım benim.

Sakın içlenip söylenme!
Daha dün havalar ne hoş ne güzeldi.
Bu ayrılık da nereden geldi deme!..

Batı’da bir dram oynanıyor açıldı perde,
Açıldı perde;
Ölümü çarmıha gereceğiz karıcığım,
Çelik süngülerle...

Bu sevda başka sevda,
Yurt aşkı derler buna,
İnan kişiden önce onundur.
Neyse bütün varım,
Bundan böyle boş kalan yastığıma,
On aylık oğlum koysun başını;
Ve sen ona;
Adından önce öğretmelisin, karıcığım;
İstiklâl Marşı’nı...

Dudaklarımda şanlı bayrağımın izi,
Gözlerimde, yurdun engin denizi.
Sallanan kızım sorarsa de ki:
Dün deden yurt için ölmüştü,
Bugünse baban;
Aynı yolun daha şereflisine düştü

Gerçi bu yollar şimdi,
Meriç kıyılarında bitiyor;
Fakat onun gözlerinde :
Yeşil Tuna, Sarı Tunca tütüyor...

Böyle söyle!
Böyle  de!
Böyle yaz!
Çünkü karıcığım;
Yurt olmayınca, hiçbir şey olmaz...
                            Arif Nihat ASYA

ŞEYH ŞAMİL

Şamil, Kafkas dağının hürriyet güneşidir.
Şamil, Atatürk’ün öz be öz kardeşidir.
Şamil’i bilmeyenler atasını ne bilir?

Şair diyor ki:
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır;
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”

Ben de diyorum ki:
Benim vatanımın sınırları,
Karstan başlayıp Edirne’de bitmez!
Hazar’ımın: “Hürriyet! Hürriyet!” diye doğduğu,
Kıyılardan başlar; taa Viyana’da biter...

Kur, Aras coştukça,
Tuna, Volga taştıkça,
Benim türkülerim söylenecek.
Benim şiirlerim okunacak.
Hazar dalgalandıkça,
Benim ay yıldızlı bayrağım dalgalanacak...

İşte: Taa oralardan gelen rüzgarın getirdiği bir oyun.
Esaretin düşmanı,
Cesaretin timsali Şeyh Şamil...
Sormayın, kimlerdenem, haralıyam a dostlar?
Gönülden fırtınalı icralıyam a dostlar!
Kızıl bir kurşun yedim, yaralıyam a dostlar!

Ağlama ey, gözleri bulutlu yâr! Men bilirem:
Senin de eyninde kanlı bir libasın var...

Bu şarkılar türküler; Türk’ü söyler türküler!
Taşar kalpte ÜLKÜLER!..
Bu ses, kartal sesidir, bu ses BOZKURT sesidir!
Bu ses, Demir Perde’yi damla damla eriten
Rus generallerine apolet söktüren sestir.
Katerina, Petro’yu çılgına çeviren sestir...

Bu ses, taa Kafkaslardan gelen;
Şeyh Şamil’in sesidir...
Arif Nihat Asya.

FETİH MARŞI
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çektiriler, kalyonlar çekilecek;
Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek

Yürü, hala ne diye oyunda oynaştasın?
Fatihin İstanbul’u fethettiği yaştasın.!

Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden....
Senin de destanını okuyalım ezberden...
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden...

Elde sensin, dilde sen, gönüldesin baştasın...
Fatihin İstanbul’u fethettiği yaştasın.!

Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fendini...
Göster: Kabaran sular nasıl yıkar bendini?
Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini

Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Fatihin İstanbul2u fethettiği yaştasın.!

Bu kitaplar Fatihtir, Selimdir, Süleyman’dır.
Şu mihrap Sinânüddin, şu minare Sinan’dır.
Haydi artık uyuyan destanını uyandır.!

Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın
Kızım, sen de Fatihler doğuracak yaştasın.!

Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
Yürüyeceksin... Millet yürüyecek arkandan!
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasandan....

Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın;
Fatihin İstanbul’u fethettiği yaştasın.!

Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin!
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın...

Yürü, hala ne diye kendinle savaştasın?
Fatihin İstanbul’u fethettiği yaştasın.!

BAYRAK
Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği,
Şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım!
Senin destanını okudum,
Senin destanını yazacağım!

Sana benim gözümle bakmayanın;
Mezarını kazacağım.
Seni selamlamadan uçan kuşun,
Yuvasını bozacağım...
Dalgalandığın yerde ne korku ne keder,
Gölgende bana da bana da yer ver.

Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar?
Yurda ay yıldızının ışığı yeter!
Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün,
Kızıllığında ısındık.
Dağlardan çöllere düşürdüğü gün;
Gölgene sığındık.

Ey, şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalı,
Barışın güvercini, savaşın kartalı,
Yüksek yerlerde açan çiçeğim.
Senin altında doğdum,
Senin dibinde öleceğim.

Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim...
Yer yüzünde yer beğen;
Nereye dikilmek istersen,
Söyle; seni oraya dikeyim.
Arif Nihat Asya

Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor!
Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor!
Şehitler tepesi boş değil,
Biri var bekliyor.
Ve bir göğüs, nefes almak için;
Rüzgar bekliyor.
Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye;
Yattığı toprak belli,
Tuttuğu bayrak belli,
Kim demiş meçhul asker diye?
Destanını yapmış,kasideye kanmış.
Bir el ki; ahretten uzanmış,
Edeple gelip birer birer öpsün diye faniler!
Öpelim temizse dudaklarımız,
Fakat basmasın toprağa temiz değilse ayaklarımız.
Rüzgarını kesmesin gövdeler
Sesinden yüksek çıkmasın nutuklar,kasideler.
Geri gitsin alkışlar geri,
Geri gitsin ellerin yapma çiçekleri!
Ona oğullardan,analardan dilekler yeter,
Yazın sarı,kışın beyaz çiçekler yeter! Söyledi söyleyenler demin,
Gel süngülü yiğit alkışlasınlar
Şimdi sen söyle söz senin.
Şehitler tepesi boş değil,
Toprağını kahramanlar bekliyor! Ve bir bayrak dalgalanmak için;
Rüzgar bekliyor!
Destanı öksüz, sükutu derin meçhul askerin;
Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye
Yattığı toprak belli,
Tuttuğu bayrak belli,
Kim demiş meçhul asker diye? ...
Arif Nihat Asya

AĞIT 
Ağlayın, parmakları nur
Sularından kınalı kızlarım
Ağlasın Meraga göklerinden
Meraga'ya bakıp yıldızlarım

Yollara Kürşadlar uzanmış ölü
Ağlasın Akülke, ağlasın Sütgölü
Yiğitlerim uyur gurbet ellerde
Kimi Semerkant'ta bekler beni
Kimi Caber'de

Caber yok, Tiyanşan yok, Aral yok
Ben nasıl varım?
Ağla ey Tanrı dağlarından
İndirilmiş Tanrım

Şu yakın suların
Kolu neden bükülmez
Fırat niçin, Dicle niçin, Aras niçin
Benden doğar, bana dökülmez?

Ben ki ateşle konuşurdum, selle konuşurdum
İdil'le Tuna'yla Nil'le konuşurdum
''Sangaryos''u ''Sakarya'' yapan
''İkonyom''u, ''Konya'' yapan
Dille konuşurdum
Arif Nihat Asya

DAĞLAR 
Çekmece'den Maltepe'den ileri
Gitmemiş Sâdâbâd çelebileri
Alem tepesine Alemdağ derler...
Böyle bilmiş böyle yazmış eserler.

Dağlar var karanlık, dağlar var beyaz.
Korka korka eteğinden öper yaz;
Ağrıdağ, Babadağ, Gâvurdağ, Ilgaz
Kubbelerdir...dolaşır, aşılmaz.

Tendürük'te, Kop'ta Palandöken'de
Kurtların payı var gelip geçende...
Ki alırlar vermek istemesen de!

Dağlar var, tahtından inmeyen sultan
Dağlar var, yapılmış bundan, buluttan...
Dağlar var ki Bingöl, Binboğa, Süphan,

Medetsiz'ler, Mor'lar, Nur'lar, Yıldız'lar;
Karalar, Kızıllar, Bozlar, yağızlar...
Karla dolar 'İmdat' diyen ağızlar;
Yollar kesen, haraç alan dağlar var.

Bolkarda çamların sakızı damlar...
Ve bir yıldız düşer, tutuşur çamlar...
Bir kızıl şehrâyin olur akşamlar...
Tacı olan, tahtı olan dağlar var.

Tüter Sarıçiçek, burcu burcudur,
Akşamlar ya mor, ya turuncudur.
Ve kışın dünyanın öbür ucudur...

Sarkarken Cudinin karları dal dal
Bağdaş kuradursun yollara Karhal!
'Ferman padişahın, dağlar bizimdir;'
Dedi yerde bir kurt, gökte bir kartal.

Dönmez misiniz ey yolda kalanlar;
Yolcular, garipler, garip çobanlar;
Allahüekberde tekbir alanlar?
Ovalar, konaklar, yollar aşırı
Birbirini selamlayan dağlar var.

Dağlar var, batının yangınında kor...
Dağlar var; adları Nemrut, Balahor...
Kayışdağ kim, alemdağ kim oluyor?

Lakin ufukları görünce yoksul
Dağ yerine kubbe yapmış İstanbul;
Kurşun şamdanlarda mumlar fildişi...
Ki pırıltıları sularda pul pul.

DUA
Biz,kısık sesleriz...minareleri,
Sen,ezansız bırakma Allah’ım!
Ya çağır şurda bal yapanlarını,
Ya kovansız bırakma Allah’ım!

Mahyasızdır minareler...göğü de,
Kehkeşansız bırakma Allah’ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız bırakma Allah’ım!

Bize güç ver...cihat meydanını,
Pehlivansız bırakma Allah’ım!
Kahraman bekleyen yığınlarını,
Kahramansız bırakma Allah'ım!

Bilelim hasma karşı koymasını,
Bizi cansız bırakma Allah'ım!
Yarının yollarında yılları da,
Ramazansız bırakma Allah'ım!

Ya dağıt kimsesiz kalan sürünü,
Ya çobansız bırakma Allah'ım!
Bizi sen sevgisiz, susuz,havasız;
Ve vatansız bırakma Allah'ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız bırakma Allah'ım!

YOĞUZ
Yoksa şu yaprakta Yavuz
Yoksa şu sayfada Oğuz
Bizde yoğuz bizde yoğuz

Elimizden siz tutunuz
İmdadımıza koşunuz
Daha çoğuz daha çoğuz

Kervanımız dizi dizi
Bırakma Yarabbim bizi
Bizler yalnız sana kuluz....

KUBBELER
Dün başlar seferber, eller seferber;
Kurşun eritildi, mermer çekildi.
Bunlar, bu kubbeler, bu minareler
Akçayla olacak işler değildi.
Böyle bir gemide yendi suyu NUH.
Ve bu yelkenlerde kanatlandı RUH.

Taşıtıp kalyonla pırlanta, inci
Abide haline koydu sevinci
Gergefle işleyip bir inci sultan
Ki çiçek verirdi saksıya koysan,
Bulabildinse ey yolcu yerini
Hepsinin alnında altından bir ay.
Seyret İstanbul’un camilerini
Minare minare, kubbe kubbe say!

Açılır masmavi burda gökyüzü,
Gümüşten sütunlar üstünde durur...
Kimin gölgesi dinlenir yerde,
Kiminin beyazı sulara vurur.
Allaha giden yol buralardadır,
Kapılar açılır şerefelerden,
Burdan uğurlanır mubarek aylar,
Bayram burda başlar arifelerden.

Mihraplar, kemerler, kubbeler yapmış,
Sultanı, çerisi, piri, veziri,
Nesilden nesile götürsün diye
Kanatlar üstünde şanlı TEKBİRİ.
Nice başbuğların açtığı yerde:
Biri yardan geçmiş,öteki serden,
Yolcular gidiyor yarına doğru,
Kafile kafile bu köprülerden.

Kuşun uçuş, gülün açış saati,
Tanrının fermanı yüce kubbede
Duyulur uyanık Fatihin 'Uyan!'
Dediği uzaktan Sultan Ahmet’e.
Diken dikmiş, yakan yakmış mumunu,
Şamdanlar şamdanlar, ulu şamdanlar.
Ki aydınlığıyla, asırlar boyu
Yolunu bulurdu yolda kalanlar.
Burda kubbe, kemer ve mihrap olmuş,
O kıvrak şekli ki serhadde yaydı;
Atlas bayrakların dalgalarında
Rüzgarla öpüşen ince bir aydı.
Kimi yıkanırdı şadırvanlarda
Tekbire HU HU katıyor kimi;
Beyazıt önünden güvercinlerin
İncidir yemi... Söyleyin ey nazlı haber kuşları:
Tuna boylarından müjde geldi mi?
Uzaklarda kırık minarelerden
Gökte bir kapıyı vurur leylekler;
Bir gün açılacak o büyük kapı
Ve kanatlar yere inmeyecekler.

Taraf taraf, kol kol şu yamaçlardan
Açtıkça fetihler tarihi Türkün
Kubbeler erecek bir gün murada
Ve minareler dal verecek bir gün.
Geçerken altından bu loş kemerin
Menekşe menekşe gül güldür içi..
Kapanmaz kapısı Allah evinin
Ki beş vakit gürül gürüldür içi.

Çiniler çiniler taze çiniler:
Boyası göz nuru, fırçası kirpik...
Ey sanat ' Kuruyan dallarımıza
Bir yeşil yaprak ver ' demeye geldik.
Biri hattın; biri mermerin, tuncun,
Kurşunun sırrını aramış bulmuş;
Yesârî elinde 'Lafza-i Celal'
Sinan'da kubbeyle minare olmuş.

İşte bir kubbe ki söyler saati...
Yolcu ilk, dalgalar son cemaati,
Mavidir çinisi, yenidir adı;
Mermerini sisler karartamadı.
Şahzade, Laleli, Haseki Sultan...
Hepsinin üstünde Süleymaniye...
Süleymaniye’den, Ayasofya’dan
Yollar iner dal dal Yeni camiye.

Yelken yelken, seren seren geiler;
Yamaçta, kıyıda, yolda Camiler,
Bu Horasan, mermer kurşun dağları
Omuzunda taşıdığı çağları.
Taşıyacak daha çağlar boyunca
Ve yer çekmeyecek, yere koyunca.
Yolları arkada bırakan hızla;
Kanatlarımızla, atlarımızla
Aşarken toprağı, taşı, denizi
Bu kurşun memeler emzirdi bizi.
Böyle bir gemide, yendi suyu NUH...
Ve bu yelkenlerde, kanatlandı RUH...

TANIMADI 
Türküm müjdeydi ülkeye
Gezdim söyleye söyleye
Bir gün söylemedim diye
Türküm beni tanımadı

Onlar bacım,onlar ağam
Onlardır sevincim tasam
Ahmet’im, Mehmet’im, Suna’m
Güllü’m beni tanımadı

Elimde doğmuş kuzular
Bir gün benden soğudular
Sordum ne oldunuz ne var
Sürüm beni tanımadı

Daha dün sözleştik şurda
Düğün hazırladım Yurda
Eller beni tanıdı da
Sözlüm beni tanımadı

Yine sizinleyim dedim
Nasılsam öyleyim dedim
Çıkıp da söyleyim dedim
Karım beni tanımadı

Hırpalanmak ne kelime
Didik didik lime lime
Götürülürken ölüme
Ölüm beni tanımadı

MARŞ
Gök mavi, başak sarışın...
Tadı ne güzel barışın.
Karları ılık olacak
Yarın yuvalarda kışın.
On altı yaş kucağına
Koşabilir yirmi yaşın
Kanatları üzerinde
Aşkın, dileğin, alkışın.

Gök mavi, başak sarışın...
Tadı ne güzel barışın!
Fakat senin on savaşa
Değer, ey yurt, bir karışın!

BAŞÖRTÜSÜ
Ne demekmiş
“Yasak! ”
İşiniz mi kalmadı
Yapacak?

Ne diye karışırsınız
Saçımıza-başımıza,
Bizi oyuncağınız mı sandınız
Bakıp yaşımıza?

Sebebini anlatamayacağınız
Çocukça bir devrin hevesinden
Karşınızdaki en güzel portreleri
Mahrum ettiniz çerçevesinden!

Kim demiş, ki:
“Başörtüsüydü o! ”
Başımızın -renk renk-
Süsüydü o!

Altında saçlarımız,
Arkadan, ne hoş sarkardı;
Kimimizde -örgü örgü- sarmaşıklaşır...
Kimimizde, su olup akardı!

Şu, bu nâmına “Yasak! ” demiş
Bulundunuz, tezelden;
Ne olurdu, anlasaydınız biraz da,
Güzellikten, güzelden!

Siz, bizden değilsiniz,
Tanımıyoruz hiç birinizi,
Çekin başımızdan
Ellerinizi!

Bir gericilik tutturmuşsunuz;
Gericilik değil, Türk'ün köy modasıdır bu...
Üstelik, ninemizin başımızda
Taşıdığımız hatırasıdır bu!

Dediniz: “Çıkacak başınızdan
Başörtünüz! ”
Alın -öyleyse- onunla
Yüzünüzü örtünüz!

VATAN
Ezanımdan alışıp tekbîre,
Buldunuz mutluluk, imanımla...
Vatan ettim sizi ey topraklar
Beş vakit damgalayıp alnımla.

KUBBE-İ HADRA
Kimi, boşlukta sızar asude;
Kimi, bekler gecelerden seheri..
Farkı yoktur gecenin gündüzden,
Ne çıkar yanmasa ufkun feneri
Tunç taslarda içerler kaderi
Bu ecel şerbetinin bekrileri.
Kim bilir, belki giden yolcuların
Bu sefer son seferi
Sisli gözlerde cihetler silinir,
Kimsenin kimseden olmaz haberi
Ne semavatı görürler, ne yeri
Bu ecel şerbetinin bekrileri.
İçlerinden biri vardır ki aba
Bilerek sırtına çekmiş kederi

Alparslan-II
Torunlarım dört yana, kol kol, gitsin;
Malazgird'den İstanbul'a yol gitsin!
Gelip sana çarpan gücü, yavaştan
Anlamazsa, haritadan sil, gitsin!
Şehidlerim, Tanrı'ya, al al, gitsin,
Yaralıma su verene bal gitsin!

Taclarını bir şey sanan gururlar
Tahtlı gelip, taclı gelip kul gitsin!
Fakat, harp bu: kalmak da var, ölmek de;
Esir olup kalmaktansa öl, gitsin!

Şehidlerim uçmağa, al al, gitsin,
Yaralıma su verene bal gitsin!

Çekilirmiş gibi davran merkezde
İki yandan sağ yürüsün, sol gitsin!
Olsa da son saatin son dakkası,
Senden aman dileyeni sal, gitsin!

Şehidlerim, Allah'a, al al, gitsin,
Yaralıma su verene bal gitsin!

Ve gönlünden kopup, bize bir yaprak,
Bir tomurcuk gönderene gül gitsin.
Düğünlerde tadı gelsin barışın:
Kızlarıma duvak gitsin, tel gitsin!

Şehidlerim Huzura, al al, gitsin,
Yaralıma su verene bal gitsin!

YOLLAR
Varsın biraz da yollar çeksin benim cefamı
Artık verin çocuklar, artık verin asamı!.
Bir başka kâinata, bir başka yurda yol var;
Siz örtünün garipler siz örtünün abamı!
Yorgun düşüp uzandım altında asumanın;
Gölgende buldum ey dal bir anne ihtimamı.
Şahane manzaraydı dünya sınırlarında
Bir kubbenin rüku’u, bir zirvenin kıyamı.

Yükseklerinde ömrün dağlar, sular kovuklar:
Yükseklerin diliyle tekrar edin nidamı!
Dağlar lisana geldi, gökler lisana geldi;
Şerh oldu Mesnevi’den yıldız
Şerh oldu Mesnevi’den yıldızların kelamı.
Şeffaf mavinizden abdest alıp el açtım
Artık yakındayım, ey gökler, duyun duamı!

TEPELER 
Çadırtepe, Dumlupınar,
Türbetepe, Adatepe...
Ki üstlerinden bir bulut
Geçti güller serpe serpe.

Türbe, otağ. kubbe, eyvan...
Adları Dicle'de Seyran,
Fırat yollarında Aslan,
Çukurova'da Kurttepe.

Kültür, Tınaz, Dua, Fikir...
Say sayabilirsen bir bir
Kemerlerdir, kubbelerdir
Bir yeni imana gebe.

Uzar sınırlar aşırı
Tepelerin kervanları;
Biri mordur akşamları,
Biri şafaklarla pembe.

Süslemişler yurdu yer yer...
Ki çocuğun geçer gider
Rüzgârlar alnını, seller
Eteğini öpe öpe.

Lâle, Menekşe tepesi...
Fakat hepsinin kubbesi
Allahüekber dağında
Allahüekber tepesi.

SAN'AT 
Sen, mermi yaratırsın;
Ben, ondan saray yaparım!

Suya ektiğin kamışı
Keser, biçer ney yaparım!

Yuvada Havvâ'ya gelin,
Âdem'i güvey yaparım!

Şu manâsız mesafeyi
En yaparım, boy yaparım!

Yeter ki sen... ver ben ondan
Mutlaka, birşey yaparım!

Bir yalıncık gönderirsin;
Tarar, süsler bey yaparım!

Gökteki öksüz dilimi
Bayrağıma ay yaparım!

MARŞ
Gök mavi, başak sarışın...
Tadı ne güzel barışın.
Karları ılık olacak
Yarın yuvalarda kışın.

On altı yaş kucağına
Koşabilir yirmi yaşın
Kanatları üzerinde
Aşkın, dileğin, alkışın.

Gök mavi, başak sarışın...
Tadı ne güzel barışın!
Fakat senin on savaşa
Değer, ey yurt, bir karışın!

NAAT
Seccaden kumlardı...
Devirlerden, diyarlardan
Gelip, göklerde buluşan
Ezanların vardı! .

Mescit mümin, minber mümin...
Taşardı kubbelerden tekbir,
Dolardı kubbelere “amin”..

Ve mübarek geceler dualarımız;
Geri gelmeyen dualardı...
Geceler ki pırıl pırıl
Kandillerin yanardı..
Kapına gelenler ya Muhammed,
- uzaktan, yakından –
Mümin döndüler kapından...

Besmele, ekmeğimizin bereketiydi,
İki dünyada aziz ümmet;
Muhammed ümmetiydi.

Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtiha’lar, Yâsin’ler!

Şimdi seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi...
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi...
Nerde kaldın ey Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi?

Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Mü’min’lerin vardı...
Ve bir gün, ki gaflet
Çöller kadardı,
Halîme’nin kucağında
Abdullah’ın yetimi
Âmine’nin emaneti ağlardı.
Hatice’nin goncası,
Aişe’nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği
Göklerin Resûlüydün...

Elçi geldin, elçiler gönderdin...
Ruhunu Allah’a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, yâ Muhammed?
Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor...
Diller, sayfalar, satırlar
“Ebu Leheb öldü” diyorlar.
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed
Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!

Neler duydu şu dünyada
Mevlid’ine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi, ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kâbe’ne siyahlar
Yakışmamıştır, yâ Muhammed
Bugünkü kadar!
Hased gururla savaşta;
Gurur, Kafdağı’nda derebeyi...
Onu da yaralarlar kanadından,
Gelse bir şefkat meleği...
İyiliğin türbesine
Türbedâr oldu iyi.

Vicdanlar sakat
Çıkmadan yarına,
İyilikler getir, güzellikler getir
Âdem oğullarına!
Şu gördüğün duvarlar ki
Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir...
Fethedemedik, yâ Muhammed,
Senelerdir.

Ne doğruluk, ne doğru;
Ne iyilik, ne iyi...
Bahçende en güzel dal,
Unuttu yemiş vermeyi...
Günahın kursağında
Haramların peteği!
Bayram yaptı yapanlar;
Semâve’yi boşaltıp
Sâve’yi dolduranlar...
Atını hendeklerden -bir atlayışta-
Aşırdı aşıranlar...
Ağlasın Yesrib,
Ağlasın Selman’lar!

Gözleri perdeleyen toprak,
Yüzlere serptiğin topraktı...
Yere dökülmeyecekti, ey Nebî,
Yabanların gözünde kalacaktı!
Konsun -yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!
Yüreklerden taşsın
Yine, imanlar!
Itrî, bestelesin Tekbîr’ini;
Evliyâ, okusun Kur’ân’lar!
Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın
Kayışzâde Osman’lar
Na’tını Galip yazsın,
Mevlid’ini Süleyman’lar!
Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle
Geri gelsin Sinan’lar!
Çarpılsın, hakikat niyetine
Cenaze namazı kıldıranlar!
Gel, ey Muhammed, bahardır...
Dudaklar ardında saklı
Âminlerimiz vardır...
Hacdan döner gibi gel;
Mi’râc’dan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!
Bulutlar kanat, rüzgâr kanat;
Hızır kanad, Cibril kanad;
Nisan kanad, bahar kanad;
Âyetlerini ezber bilen
Yapraklar kanad...
Açılsın göklerin kapıları,
Açılsın perdeler, kat kat!
Çöllere dökülsün yıldızlar;
Dizilsin yollarına
Yetimler, günahsızlar!
Çöl gecelerinden, yanık
Türküler yapan kızlar
Sancağını saçlarıyla dokusun;
Bilâl-i Habeşî sustuysa
Ezânlarını Dâvûd okusun!
Konsun –yine- pervazlara güvercinler,
“Hû hû”lara karışsın âminler...
Mübarek akşamdır;
Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler!

Kaynaklar:
1. http://www.bagcilar.bel.tr/Content.aspx?ContentID=4732&CategoryID=174
2. http://www.antoloji.com/bayrak-sairi-arif-nihat-asya-hikmet-okuyar-siiri/
3. http://tr.scribd.com/doc/12578632/Arif-Nihat-Asya
4. http://umrarifnihatasya.meb.k12.tr/
5. http://www.docstoc.com/docs/4377658/arif_nihat_asya
6. http://www.haznevi.net/icerikoku.aspx?KID=5580&BID=66
7. Şiir Kitapları: Heykeltraş (1924), Yastığımın Rüyası (1930), Ayetler (1936), Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor (1946), Rubaiyyat-ı Arif (1956), Enikli Kapı (1964), Kubbe-i Hadrâ (1956), Kökler ve Dallar (1964), Emzikler (1964), Dualar ve Aminler (1967), Aynalarda Kalan (1969), Kanatlar ve Gagalar (1946), Kıbrıs Rubaileri (1964), Avrupa´dan Rubailer (1971), Kova Burcu (1967).

24 Kasım 2016 Perşembe

24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ Abdullah Çağrı ELGÜN

24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ
Abdullah Çağrı ELGÜN


“24 Kasım Öğretmenler Günü”   bizler için hem önemli hem de  gurur vericidir. Türk’ün atası, Türk’ e baş olmuş  dehâ  Atatürk…  24 Kasım 1928’de Türk Alfabesini kabul ederek, vatanın her köşesinde bunu tanıtmağa başlamıştır. Gece gündüz demeden dolaşarak Kurtuluş Savaşı sonucu tükenmiş, memleket evlatlarını, aydın ve münevver beyinleri, yeniden  filizlendirmek, memleketin kaderini tayin edecek unsura, yeni bir ruh ve şeki,l vermek amacıyla, Yeni Türk Alfabesini vatandaşlara tanıtıyor. Böylece Atatürk’ün vatan sathında atmış olduğu  bu adımın başlangıcı,, 24 Kasım Öğretmenler Günü” olarak kabul edimlimiştir.
Atatürk, büyük devlet adamı ve askerî deha, dört bir yandan düşman istilası ile parçalanarak, yoksul, aç ve  perişan olmuş milletini diriltme gayretine girişti.
Dışarıda aç ve çıplak, içeride yoksul milletini, bakımlı, tok ve giyimli hale getirme, dünyanın ilim ve fenni ile kafa yapısını şekillendirme gayretine düştü. Bunu da: “Mesele ölmek değil,ölmeden önce idealimizi yaratmak ve yaşatmaktır.” vecizesindeki sözüyle başarıya ulaştırdı.
Öğretmen, Baş Öğretmen Atatürk’ün, en büyük ve en önemli ideali memleketini, dünya milletlerinin saygı duyduğu, hürmet ve itibar ettiği, sanayi, teknik, ilim ve ekonomide   gelişmiş, güçlü ve millî bir devlet haline getirmekti.
O bunun gerçekleşmesi için ilk adımı atmış,: “Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvelâ bizim kendi benliğimize ve milliyetimize,  bu hürmeti hissen, fikren, fiilen; bütün iyi işler ve harekâtımızla gösterelim. Bilelim ki millî benliğini bulmayan milletler, başka milletlerin avıdır.” sözleriyle de düşüncelerini dilegetirerek, takip edilmesi gerekli yolu, gösteriyordu. 
Bugün öğretmenlerin görevi: Türkiye Cumhuriyetinin 100. yılına yaklaştığı şu zamanda Türk toplumunun geleceğinin yegâne teminatı olan, genç kuşakları, ATATÜRKÇÜ millî düşünceler etrafında sağlam fikirli, aydın ve daha çağdaş hurafelerden ve taassuplardan uzak  daha gerçekçi bir düşünce ile yetiştirmektir.
Bugün 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde, siz öğretmenlere ve onların öğrencilerine  tarih, eskisinden daha çok ve daha büyük görevler yüklemiştir.
Her zaman olduğu gibi bugün de Türk Öğretmeni, tarihin kendisine yüklediği bu ağır ve meşakkatli görevi de başarı ile sonuçlandıracaktır.
Bunu yaparken bütün öğretmenlerimiz gençlerimize, kendi kendisini, kimliğini kendi tarihini, atalarını ve omnların geçmişini, iyi tanıtıp, günümüz zihniyetinde terk edilemeyen hata ve yanılgıları, körü körüne inanışları, körü körüne taassubu, tekrar ettirmeyecek bilgiyi, beceriyi ve hür düşünceyi, genç beyinlere nakşedecektir…
Öğretmenler, hür ve geniş düşüncelere sahip olmadıkça, sağlıklı ve sağlam fikirli gençliğin, dolayısı ile devlet adamlarının yetişmesi, kısaca Türk Milletinin yetişmesi  mümkün olmayacaktır; çünkü doktoru, avukatrı, Mühendisi, gemiciyi, kaptanı paşayı, kaymakamı, valiyi, bakanı yetiştiren, onların ruhlarına bir mücevher ustası gibi işleyerek parlatıp şekil, estetik güzellik  ve zarafet veren öğretmenlerdir.
Baş Öğretmen Atataürk’ün de dediği gibİ: “Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız şanlı yüksek bir toplum halinde yaşatır, ya da tutsaklık ve yoksulluğa sevk eder….” Toplumun kafa yapısını şeillendiren öğretmen olduğuna göre, bu meslek güç, güç olduğu kadar da kutsal ve ulvî bir meslektir.
Öğretmenin yapmış olduğu hizmetin karşılığı asla ve asla hiçbir şey ile ödenemez…

“SÖZLEŞMELİ PERSONEL ve TAŞERONLUK !..” 
Son günlerin en gözde ve iktidarın iştiyakla uyguladığı program “Sözleme” dir. Kanaatimce “Sözleşme”: İnsanımıza vurulmuş en alçaltıcı kelepçe, milletin çocuklarını hiç sayan, değersizleştiren, güven eksilten, ezik ve ötelenmiş hissettiren en aşağılayıcı bir uygulamadır. “Ben size güvenmiyorum!” Ne demek?.. Size kim güvenecek?..
Millete giydirilen bu ateşten deli gömleği sözleşmeli öğretmen, sözleşmeli asker, sözleşmeli doktor, sözleşmeli hemşire, insanlarımızın geleceğe güvenle bakmasını engelleyen “Sana güvenmiyorum!”, “Sana güvenemiyorum!”, diye sırıtan, aşağılayıcı uygulamalar, derhal ve tez zamanda kaldırılmalıdır. Bu mesleklerin hemen hepsi sadece para ile değil, gönül zenginliği ile yapılacak mesleklerdir. Güvensizlik, güvenememek ne demektir? Nasıl bir tepeden bakış, aşağılayıcı telaffuzdur?!..  Bu mesleklerin değeri para ile asla ölçülemez. En yanlış uygulamalardan biri hiç şüphesiz “Sözleşmedir!…”
Sözleşme aynı zamanda adaletsiz bir uygulamadır. ÜÇRET, artı SÖZLEŞME, eşit MAAŞ toplamı kimi kurumlarda, otuz milyona yaklaşırken, hemen hemen aynı işi yapan Taşeronlar 1300TL’ya mahkum edilmektedirler. Eşit işe eşit ücret de değil sadece YANDAŞLARI KAYIRMA milletin öz evladını köleleştirmedir... Milletimizin çocuklarını kendine güvene güvene, göğsünü gere gere, ezilmeden, büzülmeden, anlı açık, başı dik olarak durdurmak gerekir.
İnsanlarımız, ülkesi için canı verecek kadar tanklara, savaş uçaklarının, makinalı tüfeklerin önüne kendini atabilecek kadar bu ülkeyi sevebiliyorlarsa onları“Sözleşme” ile küçültmek ve rencide etmek, değil; devletinin vatandaşına verdiği yüksek değer, sağladığı öz güven, vatanının ve milletinin sarsılmaz sinesinde olmanın, yüksek gururu, kıvanç ve sevinci içerisinde “Kadrolu” olarak bulunması ile mümkün olacaktır…
İNSANLARIMIZI, MİLLETİMİZİN ÇOCUKLARINI, GENÇLERİMİZİ, EN ALÇALTICI, KÜÇÜK DÜŞÜRÜCÜ ve GÜVENSİZ, DEĞERSİZ HİSSETTİREN BU UYGULAMALAR: “SÖZLEŞME ve TAŞERONLUKTUR…”
İKTİDAR, “SÖZLEŞMELİ, TAŞERON” GİBİ HAKSIZ VE USÜLSÜZ TAŞERONLAŞMAYA, DÜŞÜK ÜCRET, İŞ GÜVENCESİNDEN YOKSUNLUK DEMEK OLAN BU UYGULAMALARA, GEÇİCİ GÖREVLENDİRMELER, VEKALET SİSTEMLERİNE DERHAL SON VERMELİDİR. Bu adalet değil: İkiliktir, ayırımdır, haksız usulsüz ve keyfi uygulamalardır.
“Devletin aslî ve sürekli hizmetlerini, tarafsızlık ilkesi içinde yürütmek olan kurum yöneticileri, mesailerinin büyük çoğunluğunu personeli yıldırmak, liyakatsiz atamalara kılıf uydurmak, istemedikleri personeli geçici görevlendirme yoluyla uzaklaştırmakla geçirmektedir.” (Sedat YILMAZ: “Kamu Hizmetleri Nereye?”, KAMUTÜRK, KAMU-SEN Dergisi.Yıl 4, sayı:15.Şubat 2016, s. 7.Prg.7)
Dikkat! Dikkat!.. 83 milyona yaklaşan Türkiye’de, memur sayısı gelişmiş ülkelerde istihtam edilen memur sayısının, yarısından daha azdır… Bu konuyu iktidar sahipleri masaya yatırıp düşünmelidir… (Abdullah Çağrı ELGÜN), http://abdullahcagrielgun4.blogspot.com.tr/)


Bugün “Sözleşmeli Öğretmen” aşağılanması ile öğretmenlik mesleğini hiç sayan bir düşünüşün, Kurtuluş Savaşı Yılları’nın yüzde sekseni okuma yazma bilmeyen; fakat bugünün okumuşundan daha ârif ve âlim olmaktan öte,  cahil, hatta kara cahil bir topluluktur.  "Bana bir harf öğretenin kulu kölesi olurum."  diyen Hz. Ali, "Hocamın atının ayağından sıçrayan çamur, bizim için şeref nişanıdır.”. diyen Yavuz gibi dehaları yetiştirmeden bu ülkeyi ayağa kaldırmak mümkün olmayacaktır.
Bütün kalbimle inanıyor ve güveniyorum ki 24 Kasım Öğretmenler Günü Türkiye’mizin, müreffeh, çağdaş ve aydınlığa adım adım ilerlediği yeni bir yıl ve dönüm  noktası olacaktır.
Ey, Büyük Türk Milletinin geleceğine uzanan kuşakları!
Meslektaşlarım!...
Dün bizleri parçalamak ve lokmalar halinde yutmak isteyen dış ve içerideki düşmanlar, bugün daha uyanık, daha sinsi, daha keskin bir şekilde planlarını uygulamaya koymuşlardır.
Geçmişte düşmüş olduğumuz yanılgılar aklımızı başımıza getirmelidir. 44 Milyon lki kilometre kare topraklardan dün 24 milyon kilometrekareye gerilerken, yedi Düvele verdiğimiz Kurtuluş Savaşı ile 778.000 kilometre kareye kadar çekilmek durumunda kalmışız… Bu bizim için ibret verici ve hazmı çok ama çok zor bir imtihandır.  Bunun için Atatürk’ün görüş ve düşünceleri doğrultusunda bütün sadeliği ile dindar Müslüman ve Türk olarak, Türk Milliyetçiği fikri etrafında, tarihte olduğu gibi bütün insanlığı da kucaklayarak birbirlerimize çelikten bir zincirin halkaları gibi  bağlanıp kenetleneceğimize inancım tamdır.


SONUÇ OLARAK:
1) Devlet, insanına  ve dahi Öğretmenine güvenmelidir.
2) Millet Vekili, Maaşı Öğretmen Maaşından yüksek olmamalıdır.
3) Öğretmenin durumu, iki hatta üç kez gözden geçirilmelidir.
4) Öğretmene "Açık Çek" sitemi getirilerek maaş ve geçim derdi ortadan kaldırılmalıdır.
5) Her önüne gelen Öğretmen OLAMAMALIDIR...

Ne mutlu bu idealle pişmiş, bu ideali kendisine rehber edinen öğretmenlere!...
Ne mutlu bu günleri bizlere bahşedenlere!
Ne mutlu Türk’üm diyene!..                                                 Perşembe, 24 Kasım 2016



Translate