4 Temmuz 2016 Pazartesi

İNFİAL ve ÇÖKERTME; Abdullah Çağrı ELGÜN

İNFİAL ve ÇÖKERTME
                                   Abdullah Çağrı ELGÜN

    Şanlı Urfa Suruç İlçesi saldırısı, Rusya gerginliği, Ankara Kumrular Sokak Bombalı Araç Patlaması, Ankara Gar’ında canlı bomba  saldırıları, Ankara İnönü Bulvarı Dikmen Caddesi Merasim Sokak,’ta Askerî  Servis Aracının Patlatılması,  Ankara Kızılay Bakanlıklardaki Canlı Bomba saldırısı, Bursa’da Ulu Cami saldırısı, Hatay Saldırısı, İstanbul'da Sultanahmet Veznecilerde, Çevik Kuvvet Arabasına yapılan bombalı saldırılar, Alman ve İsrailli turistlerin bombalanması, …vb. ülke içinde adı konmamış bir savaştır…
        Almanya'nın “Ermeni Soykırımı Yasası”nı bir çırpıda geçirmesi,  Güneydoğu bölgemizdeki iç savaş, ve en son olarak büyük İnfial ve Çökertme taktiği ile dünya gündemine oturan ve insanlığı derinden sarsan, İstanbul Atatürk Hava Limanı,  canlı bomba saldırısı ile … yüzlerce vatandaşımızın ölümü, ülkemiz üzerinde bilmediğimiz, bilemediğimiz kahpe oyunların oynandığını plan ve projelerin hayata geçirilmek istendiğinin açık bir delili, ispatlıyor… Bu hadiseler bize, aynı zamanda devlet içinde kamufle olmuş, kimi üst düzey yetkililerinin ve vatan hainlerinin el ele, koyun koyuna işbirliği halinde çalıştığını göstermektedir.
Bunların en kısa zamanda ve süratle bürokrasiden atılması, cezalandırılması, ve vatandaşın vergileri ile aldıkları maaşlarının kendilerinden derhal tahsil edilmesi, icracıların, başbakanın ve bakanların vatanî bir görevidir.
      Doğu bölgemizdeki hadiselere bakıldığında: Yerle bir olmuş ilçeler, Halaç pamuğu gibi dağıtılmış sokaklar, kazılmış tüneller, yıkılmış binalar, her gün üç beş şehit… Bana öyle geliyor ki bu işte devletin içine sızmış vatan hainlerinin ve işbirlikçilerin de parmağı ve eli var!..  El ele, kol kola birlikte hareket ediyorlar. Bunları kim, niçin gizliyor, ve veya görmek istemiyor?..
(http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/can-atakli/bu-terorun-sorumlusu-turkiyeyi-cihatci-otoyolu-yapanlardir-1297176/)
İsrail ile barıştık saldırı geldi, Rusya ile barıştık saldırı geldi, Mısırla hatta Suriye ile  barışırken daha dikkatli olmak gerekiyor?!.
“Yandaş, yalaka takımı çok memnun. Her terör olayından sonra neredeyse ambulanslar olay yerine gelmeden, “Yayın Yasağı” konuyor ya, bunlar havalara uçuyorlar. Neymiş efendim: “Ceset fotoğrafı mı görmek istiyormuşuz?”  Ya da: “Teröristin istediği buymuş propagandasını yapmayalım”mış. Bunların hepsi suçluluğun telaşıdır. Bir yılda patlayan (17) on yedi bombanın yarattığı sorumluluktan kaçma gayretleridir. Terörü önleyecek bilgi, yetenek ve kararlılığa sahip olamadıklarının oraya çıkmasının yarattığı korkudur. Her seferinde, aynı yönteme başvuruyorlar. Yayın yasağı koyarak, gerçekleri gizleyebileceklerini sanıyorlar.”
(http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/can-atakli/bu-terorun-sorumlusu-turkiyeyi-cihatci-otoyolu-yapanlardir-1297176/)
          İKİ İLEri bir geri politikalar ve  
bir SEÇİM ORTAMI İSTENİYOR OLABİLİR Mİ?


İktidar ve saray onca terör olayına karşı sanki hiçbir sorumlulukları yokmuş gibi davranıyor. Bunca insan hayatını kaybetmiş, bunca insan bedeninin birkaç uzvundan ayrılmış, ne vicdanî bir ıstırap duyan ne hayıflanan ne sorumluluk alan yok!..İstifa eden hiç yok!..  Öylesine bir pişkinlik ve kokuşmuşluk var ki önümüzü asla göremiyoruz… (Japonya’da iki bakan haklarındaki yolsuzluk iddiaları sebebiyle istifa etti. 21 Ekim 2014;  “http://www.aktifhaber.com/japonyada-2-bakan-yolsuzluk-iddiasiyla-istifa-etti-1063178h.htm”; Belçika'da 34 can 2 istifa, Türkiye'de binlerce can sıfır istifa 26 Mart 2016;

www.diclehaber.com/tr/news/content/view/507728?from=1815887918; “Ingiliz Bakan Hakkındaki Yolsuzluk İddiaları Sebebiyle Görevinden İstifa Etti “www.haberler.com › Haber; 9 Nis 2014” örnekleri çoğaltmak mümkün. Türkiye’de onlarca şehit, onlarca patlama, yüzlerce ölü; ama sıfır istifa?!.. Üstelik elinde tuttuğu medya ile beyin yıkar gibi bütün terör eylemlerini kendine prim olarak yazdırmayı da başarıyorlar.

Son olayda da “Dik duran Türkiye'nin başına bunlar gelecektir.” algısını yaymaya çalışıyorlar. İsrail ve Rusya ile kendi bozdukları ilişkiyi yeniden kurma çabalarını “ne zaman bir dış zafer kazansak, saldırıya uğruyoruz” diyerek yüceltmeye uğraşıyorlar…”
PROF.DR. ÜMİT ÖZDAĞ:
 “MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Gaziantep Milletvekili Muhalif Başkan adaylarından Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ, iktidarın terörle mücadele ve dış politikasını ağır bir dil ile eleştirdi: “Devleti ayağa düşürdüler. Ortadoğu politikası, ilkokul bilgisi ve lise heyecanlı ile sürdürülen, her türlü gerçekçi milli menfaat tanımlamasından noksan olan bir politikadır. Dış politikada satranç değil, tavla oynuyorlar” dedi.
         Gelişmeleri Odatv'ye değerlendiren Prof. Ümit ÖZDAĞ, bölgemizde çizilmek istenen yeni haritaları da anlattı:  Meclis'ten bölücü terör örgütüyle müzakere yasası dahi çıktı. Dolmabahçe mutabakatı imzalandı. Bunların öncesinde Oslo pazarlıkları yapıldı. Ne oldu da PKK 7 Haziran'dan sonra yeniden katliamlara, şehirlere yerleşip, halka zulme başladı? Ortada bir anlaşmazlık mı var? Varsa nedir? Ya da halkı, “özerklik” başta olmak üzere, “Yeter ki analar ağlamasın” diye yeni bir şeylere ikna “operasyonu” mu yürütülüyor?”
           MHP ve DEVLET BAHÇELİ
   Sn. Dr. Devlet BAHÇELİ, Alparslan TÜRKEŞ'in 4 Nisan 1997'de geçirdiği kalp krizi sonucu Ankara'da vefat etmesinin ardından 6 Temmuz 1997 tarihinde gerçekleştirilen MHP 5. Olağanüstü Kongresinde, 1193 delegeden 697’sinin oyunu alarak yeni Genel Başkan seçilmiştir.
      Sn. Dr. Devlet BAHÇELİ’nin MHP’ye Genel Başkan olmasının ardından geçen on dokuz(19) yılda: 
1) 1999 Türkiye genel seçimleri'nde %8,18 - oy oranını %17,98 çıkardı; fakat tek başına İktidar olamadı. MHP (21)yirmi bir yıl sonra hükümete sokarak, Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı. Ekin bir varlık gösteremedi.
2) 1999 Yerel Seçim, 21 ilin belediye başkanlığını kazandı; fakat tek başına Birinci Parti olamadı   
3) 2002 Türkiye genel seçimlerinde 17.98.oyu %9,62 düşerek baraj altında kaldı.
4) 2002 Yerel Seçim Yapıldı
Seçimlerin ardından yaptığı açıklamada Bahçeli: "Başarısızlığın tek sorumlu benim!" açıklamasını yaparak genel başkanlık görevinden istifa ettiğini açıkladı. 
5) 2003Ara Seçim Yapıldı
6) 2004 Ara Seçim Yapıldı
7) 2007 Türkiye Genel Seçimleri'nde MHP’nin oyunu %5.91 oranında artırarak  %14,27 oy aldı
8) 2009 Yerel Seçim Yapıldı
9) 2011 Türkiye Genel Seçimleri'nde %1,26 düşerek %13.01'e geriledi.
10) 2014 Yerel Seçim Yapıldı
11) 2015 Haziran Türkiye Genel Seçimleri’nde oyunu %3,28 oranında artırarak  %16,29'a getirdi.
12) 2015 Kasım Türkiye Genel Seçimleri’nde  %4,39 oy kaybederek  %11,90 oy oranına geriledi.  (http://www.mynet.com/haber/haberler/devlet-bahceli-5909/)
      DENİZ BÖLÜKBAŞI: 
    “Ben partinin bu siyasî yapısıyla devam edemeyeceğini düşünüyorum. Parti yönetim kadrosunun değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Devlet Bey’in kendi takdiridir ama bu yapıyla gitmeyeceğini kendisinin de gördüğünü zannediyorum. Özü değişmeden, yeni bir siyasî strateji ve söyleme ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Devlet Bey’in artık Balgat’taki binadan süratle çıkıp, Anadolu’ya gitmesi gerektiğini düşünüyorum.”
(http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/ahmet-hakan_131/mhp-bu-kaos-ortamindan-ancak-devlet-beyle-cikar_40065624)
     Sn. Dr. Devlet Bahçeli, 2004 yılında Atatürk Araştırma ve Eğitim Hastanesi'nde kalp ameliyatı olmuş tıkalı olan dört(4) damarına müdahalede bulunulmuştu. 16 Ocak 2016 yılında tekrar kalp ameliyatı olmuştur. Bunca yıldır MHP’si ve Ülkücülük faaliyetlerindeki hizmetleri kayda değer olup, bugün hem sağlığı bozulmuş hem de yorulmuştur.  Yukarıdaki belgelerle de görüldüğü gibi geçirdiği on iki(12) seçimde de MHP gibi bir aksiyon hareketini, tek başına iktidar yapamamıştır. Her defasında mağlup olmuş, kimi zamanda tam anlamıyla partiyi sendeletip diz çöktürerek baraj altına itivermiştir…
            Sn. Dr. Devlet Bahçeli,  ne MHP’yi birinci parti durumuna getirebilmiş ne de ikinci parti yapma beceri ve kabiliyetine sahip kılmıştır. Durum yukarıdaki verilerden de anlaşılmaktadır ki bir partide (19) on dokuz yıllık zaman, ve on (12) mağlubiyet, ve bunu körü körüne destekleyen biz dava adamları!.. Elli yıllık bir davanın hiçbir şekilde başarılı olamaması garip değil mi?.. Hiçbir akıllı kişi, lider, ille de ben koltukta kalacağım diyerek, milyonlarca idealistin ümit bağladığı bu parti ve partililere böyle bir zulmü reva göremez, görmez!      
             Görebilir mi?!.   
          Vebal var!.. Yüzlerce şehidin bu dava için akmış kanı, ceza evlerinde işkence çekmişlerin vebali,  ahı insanı boğar… Bu dünyada olmazsa öbür dünyada bilmem kaç el yakanızda olur. MHP’yi şimdi yönetenlerin, hiç biri, huzur ve rahat bulamazlar… DEĞİŞİM ŞART!


Sn. Dr. Devlet BAHÇELİ’nin kendisi de bunu bir ara 2002 seçimlerinde fark etmiş ve sorumluluk anlayışı ile :"Başarısızlığın tek sorumlu benim!"  diyerek yenilgisini kabul etmiş; ve geçirilen on üç seçimde de tam başarı sağlayamadığını, hezimet olmasa da başarısızlığı, defalarca tatmış, ve bu ıstırabı yüreklerinde hissederek istifa etmiştir.
Şimdi de kendisine yakışan şey: Alpaslan TÜRKEŞ gibi büyük bir liderden teslim aldığı bayrağı, ya göstereceği kendi adayına veya hiçbir şekilde tarafsızlığını bozmadan kendisi ve ülkücü camiaya yakışmayan Kurultay Bilmecelerinden, Ali Cengiz Oyunlardan vaz geçip, yeni MHP liderine teslim etmek olmalıdır.
Aksi halde: Bahçeli giderse talan olur, Ülkücüler sahaya iner, Ülkücüler sokağa çıkar” “Ben gidersem bu iş biter.”  Sözleri boş, beyhude ve yok hükmündedir. Geçmişte böyle düşünen ve diyenlerin çoğunun bugün, kabirlerini ziyaret ediyoruz. Taziye bulunuyoruz; fakat günümüz geçmişten çok daha iyi. Ne talan var ne de yok olma!.. 
        BASKIN SEÇİM OLABİLİR
        Sayın BAHÇELİ bu ısrarında diretecek olursa belki, muhtemelen kontrol AKP’nin eline geçebilir… Bu arada MUHALEFETİN yönetime gelemeyeceğinin anlaşılması ile de Saray’ın baskı ve kontrolüyle  Başkan olabilmek için gerekli ortamın ve yeterli meclis arikmatiğinin sağlanabilmesi  amacıyla dirsek teması ilk yeterli sayı: (330)’u bulmak amacıyla, “SEÇİM” e start verilebilir!.. 
          Yani şimdilerde iki ileri bir geri politikalarla yollardayız. İnşallah millet için, ebed i devlet için hayırlı olur…
        Türkiye, kendisini yalnızlaştıran, içeride ve dışarıda menfaat şebekelerinin bir ahtapot gibi sarmalayarak gözlerini iç ve dış dünyaya kapattığı uzun uykudan, birden bire uyanıverdi… “Yeni Türkiye”nin iliklerini kurutmak için saldırdığı bu dönemde, çağdaş politikaları devreye sokup, etrafındaki “KUŞATMAYI” bir huruç hareketiyle, yarmak, İsrail ve Rusya’dan sonra, Mısır hatta Eset ile de anlaşma yoluna giderek içine itildiği atalet ve anafordan, bir huruç hareketiyle kurtularak, geleceğine koşuyor
KAYNAK:
1).http://odatv.com/operasyonlarin-amaci-dolmabahceyi-pkkya-kabul-ettirmek-1401161200.html”
2).http://www.yenisafak.com/yazarlar/hayrettinkaraman/islamda-din-adami-yoktur-2-2030116
3).http://www.yenisafak.com/yazarlar/yusufkaplan/ingilizlerin-iki-asirlik-oyunlarinin-merkezinde-neden-turkiye-var-2030124
4).http://www.yenisafak.com/yazarlar/yusufkaplan/ingilizlerin-iki-asirlik-oyunlarinin-merkezinde-neden-turkiye-var-2030124)
5).https://www.msxlabs.org/forum/soru-cevap/274042-akdenize-kiyisi-olan-ulkeler-hangileridir.html
7).(http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/can-atakli/bu-terorun-sorumlusu-turkiyeyi-cihatci-otoyolu-yapanlardir-1297176/)



18 Haziran 2016 Cumartesi

KURULTAY Abdullah Çağrı ELGÜN (MHP YA TAMAMEN BİTECEK; VEYA KÜLLERİNDEN YENİDEN DOĞACAKTIR.)

KURULTAY
Abdullah Çağrı ELGÜN
(MHP YA TAMAMEN BİTECEK; VEYA KÜLLERİNDEN YENİDEN DOĞACAKTIR.)
Peygamberlerin görevlerini tamamlayıp gittikleri gibi davaların da görevlileri vardır. Onlar da o davanın planlamacıları, kurucuları, önderleri ve liderleridirler. Büyük Ülkü Davasının da gelmiş geçmiş tek bir lideri vardır o da adı üzerinde olduğu gibi Başbuğ, Alpaslan TÜRKEŞ’tir.
Bu yalancı dünyada hiç kimse ebedî ve ölümsüz değildir. Liderlerden sonra o koltuğa oturanlar sadece davalarının temsilcileri ve sadece davalarının birer neferidirler…  Onlar da davayı liderlerinden, aynı aşk aynı misyon aynı sorumluluk duygusu ile alırlar ve yeri geldiğinde bir başkasına devrederek babadan oğula, oğuldan torunlara ve torunlardan giderek gelecek kuşaklara; omuzdan omuza, elden ele aktarılarak mukaddes bir sancak, gibi sonsuza kadar taşıyıp zamandan zamana kuşaktan kuşağa aktarıp giderler…   Bu kutsal emanet, davanın bayrağı asla yere düşmez; düşürülmez!.. Bu uğurda herkes, atsız bir nefer olarak çalışarak sadece ülkülerin yükselmesi için gayret eder nefes ve enerji harcarlar. Bu ülkü adamları için: “ÜLKÜ, denen nazlı gelin erde şan ister, büyük devlet kurmak için büyük kan ister…” şiarıyla yorulmadan, dinlenmeden Kızılelma’ya koşarlar. Bu ülkü devleri için ne makam mevki ne para, şan şöhret ve istikbal ne de çetin yollar, yıldıramaz; çünkü bilirler ki : “Yufka yüreklilerle; çetin yollar aşılmaz;
Çünkü bu yol kutludur; gider Tanrı Dağına!..” deyip;
…“Delinse yer çökse gök, yansa yıkılsa dört yan;
Yüce dileğe doğru yürürüz yine yayan… diye haykırarak gidilecek yolu bilirler…
Davayı yavaşlatan, itibarsızlaştıran, hedefe varmayı engelleyen hiç kimse vazgeçilmez değildir; ve asla vazgeçilmez de olamaz. Çeşitli türlerde bahanesi de hiç olamaz…  Bayrağı en yükseklerde dalgalandırabilecek her gönüllü ve her lâyık olana, yine arkadaşları tarafından bu kutsal görev, teslim ve tevdi edilirŞimdi, bugün bu aşamaya gelinmiştir. MHP’den aday olanların her biri, birer cevher olup kıratı paha biçilmezdir. Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ’nin başında bulunarak yirmi yıl boyunca(20) boyunca, hezimetten hezimete uğrattığı bu davaya, partisine yapacağı en büyük hizmet, seçime gidilen olağanüstü kurultayda, liderliğe aday olmamaktan geçer. Önce 2017 yılı deyip sonra da 10 Temmuz 2016’ya çekilmesi de Olağanüstü Kongrenin Kaçınılmazlığının bir ifadesi değil midir? Öyleyse davaya hizmet davada dik duruş sergilemekten geçer…
Muhalifler ilk kurultay toplandığında havaalanına varamamış olsalar bile açık alanda kurultayı toplayıp Kongreyi yapıp başkanı seçebilselerdi. Aslanlar gibi karşılanacak, babalar gibi ağırlanacak ve Türkiye bu kurultayı uzun yıllar unutamayacak, tarih sayfaları da bu kurultayı altın harflerle işleyecekti; fakat cesaretsiz davranarak sadece bildiri yayınlayıp çekip gittiler…
Bu dava adamlığıdır, büyüklüktür, davaya hizmetin en büyüğüdür.  MHP’ye lider olarak geçecek muhaliflerden kim kazanırsa kazansın parti yeni bir nefes ve yeni bir aşk ile devam edecektir; fakat bunca direnişe, koltuğu bırakmamak için kongreyi çağırmaktan imtina edinen, aday olarak ortaya çıkan dava arkadaşlarının her birine, bir yakıştırma ve suç isnat eden, partiden ihraç talep eden, parti disiplinine veren, mahkemeye taşıyan, haklarında dava açan, Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ kazanırsa, bu davanın bu kadar yükü kaldırmağa yeniden Devlet BAHÇELİ ile yürümeğe takati kalmamıştır. Mutat alınan kemikleşmiş oyların dışına çıkılamayacak, Devlet BAHÇELİ ve ekibi kendi kendini tatmin ile oyalanmağa devam edecektir. Belki de tarihin tozlu rafları arasına gömülecek ve unutulup gidecek AKP’de büyük bir cesaret ile yeni seçim takvimi belirleyecek, seçim sonucunda HDP ve MHP baraj altında bırakılarak iktidar büyük bir patlama ile istediği sandalyeyi kapacak ve yoluna devam edecektir. Sanırım Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ’nin isteği de AKP’nin elini yeniden güçlendirmektir… Belki de Liderinin eli ile MHP’yi dağıtıp, bu partinin gönül erlerini halaç pamuğu gibi dağıtmaktır… Bu durumda  yeni bir parti doğacaktır ki bunun da yeteri kadar taraftarları olmayacak, ülkücüler bölünerek dava param parça olarak gönüllere kırgınlıklar, küslükler yerleşecek ve davanın yiğit erleri kabuğuna çekilecek, büyük ülkünün büyük aracı olan MHP ya tamamen bitecek paramparça olacak; veya küllerinden yeniden doğacaktır.
MHP lideri Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ’nin bugüne kadar neyin savaşını verdiği asla bilinememiştir. Kaç kez seçim kaybetmiştir? Kaç kez yenilmiştir. Kaç kez üçüncü parti, dördüncü parti ve meclis dışı kalmıştır, bunu her ülkücü görmekte ve bilmektedir… Bu işin Sayın Devlet BAHÇELİ ile götürülemeyeceği defalarca anlaşılmıştır; fakat kimler niçin ve ne maksatla bu davanın iktidarını engellemekte, bu davanın partisini üçüncü sınıf, dördüncü sınıf ve hatta Meclis dışına iterek itibarını sıfırlamakta ve bu davanın gönül erlerini ölmeden görmek istediği davalarının iktidarını, onlara göstermeden birer birer ebediyete göçüp gittiğini hazinle seyretmektedir?!..
“Ölürsem görmeden millette ümit etiğim feyzi,
Yazılsın seng-i kabrime: “Vatan mahsun ben mahsun!.. ”diyen  Namık Kemal gibi akademik bir personel ve bu kadar kariyer yapmış Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ’nin bunu görmemesi, bilmemesi, görememesi, bilememesi mümkün değildir... Bu işte bir yanlışlık var… 
Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ, zaman zaman, yaşlı aslanlar gibi kükremekte, bu kükreyişi ile bütün ülkücülerin damarlarındaki kanı coşturmakta, hiç olmazsa bir UMUT ufkuna yelken açmak isteyen ülkücüler de yeniden heyecana kapılarak, liderlerinin gazına gelip MHP’ye omuz vererek ömrünün son deminde İKTİDAR OLABİLİRİZ hayaline kapıldıkları olmaktadır.
Hemen her seçimde, yörelerdeki aday belirlemedeki usul ve yöntemlerindeki yanlışlarla sürekli seçim kaybetmiş, hezimetini asla kabul etmemiş ve görememiştir. Unutulmasın ki iktidar olamamış parti seçimi kaybetmiş demektir. Sayın Dr. Bahçeli’nin liderliğini devraldığı UĞRUNDA BİNLERCE ŞEHİT VERDİĞİMİZ kutsal ülkü yolunda, kaybedilen yirmi yıl ve sayın Bahçeli’nin kaybettiği on yedi (17) seçimdir. Bu seçimlerin hiç birinde, iktidar olmak şöyle dursun, yüzde elli oyu dahi yakalayamamıştır. Kendisine yüz yılda bir gelmesi muhtemel Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı fırsatlarını defalarca elinin tersi ile itmiş, ülkücülerin iktidar aracını her defasında şarampula, uçuruma yuvarlamıştır...
Geçen yıllardaki seçimlerde, barajın altında kalan partinin sorumlulukları omuzlarına ağır gelmiş, şehitlerin bakışları rüyalarına girmiş ve ülkücülerin vebalinden korkmuş olmalı ki nihayet aklı başına gelmiş, partiden istifasını vermiştir. Sonra ne olmuşsa Sn. Dr. Bahçeli, yine, bu defa da zafer kazanmış kumandan gibi partideki saltanat koltuğu ona tatlı gelmiş, koltuğuna sıkı sıkıya sahiplenmiş, oradan kalkmamak için türlü bahanelere, mazeretlere  sığınmış ve yeniden koltuğa sarılmıştır… 
Hangi parti olursa olsun, liderleri de dava adamlarının ve parti üyelerinin hak ve sorumluluğu kadar, bir hakka sahip olduklarını, her daim unutmuşlardır. Böylece hiçbir ayrıcalığa sahip olmayan liderler, saltanat koltuğu kabul ettikleri ve misafiren, emanet olarak oturdukları, partilerinin koltuklarına sıkı sıkı zamk gibi yapışmışlar davayı, iktidar yapmayı, ülke ve bunca idealleri göz ardı ederek koltuk hevesi, koltuk sevdası, koltuk hırsı  ve giderek koltuk ihtirası başlarını döndürmüş ve bu hırs,  ihtiras ile etrafında olan bitenleri görememeyecek kadar tavuk karası olmuşlardır...
Sayın Dr. Devlet Bahçeli de bunlardan biridir.  Bu  durum, Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ için de hepsinden daha acı ve daha üzücü olmaktadır.  Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ’nin bu vebalden kurtulması, büyük ve ağır yükün omuzlarına yüklediği sorumluluktan kaçması, bugün olduğu gibi yarın da ilahî âlemde mümkün olmayacaktır… Halbuki bu bir nöbettir. Yapamayan gider, yapacak biri gelir. O yapamazsa o da gider. Her defasında taze kan gerekli ve elzemdir. “BEN GİDERSEM, TALAN OLUR!” diyenlerin hepsi bugün kabirdedirler; fakat ortada “TALAN OLAN” hiç bir şey yoktur; hatta eskisinden daha iyi bir teknoloji, ve iyi vasıtalar, uçaklar, jetler ve saatte 500 km yol alan hızlı tirenlerle uzaklar yakın olmuştur?!..
Şu hiç unutulmamalıdır ki bu davanın liderliğine soyunanlar, bu davanın içinde olanlar da en az Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ kadar ülkücüdür ve bu partide ondan daha fazla hak sahibidirler. Niçin ondan daha fazla diyorum; çünkü Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ’nin yirmi yıllık liderliğinde, yenilen güreşçiler gibi güreşe doymayarak ve bu partinin taşıdığı misyonu zaafa uğratarak ve partisini geçirdiği on yedi seçimde de iktidara taşıyamayarak, beceriksizliğini defalarca kanıtladığı halde, MHP koltuğuna bu kadar hırsla sahiplenmesi, (dava adamlığını!) ve orada lüzumsuz olarak kaldığı için diğerleri de en az o kadar yıllar o partide kalmaya hak sahibi oldukları için, hak sahibidirler… Kaybedilen on yedi seçimde de on yedi seçimin değerlendirilmesi (Birçok taraftarın, değerlendirmeleri ve eleştirilerinin yanında) bizzat tarafımdan yapılmış, bu değerlendirmenin bir raporu her defasında kendisine gönderilmiş. Yüz yüze konuşulmuş, Belge (1-2); ve, fakat asla dikkate alınmamış yanlış üstüne yanlış yapmağa devam edilmiştir.
İllerden gelerek seçim yenilgileri ve konu ile ilgili daha detaylı eleştirisel bilgiler vermek isteyen bu davanın üstadları, emektarları, ağabeyleri MHP’den ve bu liderlerinden aylarca randevu alamadığından yakınmışlardır. Özel kalem altı, yedi ay, bir yıla yakın bir türlü randevu vermemiş, İktidarda olamadıkları halde sanki iktidar olmuşlar da yoğun işler arasında görüşmelere fırsat yok, izlenimi vererek, kendisi ile görüşmeye gelen yüzlerce ülkücüyü bu olumsuz tavır incitmiş, küstürmüş ve kırmıştır!.. Şimdi onların çoğu ebedî âleme yolcu olmuşlardır; (Allah Rahmet Eylesin.) fakat Sayın Dr. Bahçeli bu yanlışlarında da ısrar üzerine ısrar etmiş, bu durum ve olayları görmemezlikten gelerek, kendisinin haberi var veya yok, partililerinin görüşmelerine kendilerini anlatmalarına engel koyduğu anlaşılmaktadır…
İstişare ettiği kişilere de: “Bu bize ihanet etti. O benim söylediğim adayı desteklemedi. Öbürü böyle yaptı. Diğeri şöyle yaptı.” diyerek dışlamış;  “alayını at gitsin!” diyerek bu partinin sadece kendisinin olduğu ve burada rahat saltanat sürebileceği kuruntusuna “BUGÜN OLDUĞU GİBİ” kapılmıştır…
Rahmetli Başbuğ’dan sonra, emaneti ve nöbeti devraldığı günden bugüne gelinceye kadarki, arada geçen yirmi yılda Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ’nin idaresinde ÜLKÜCÜLER kaç kez iktidara yaklaşabilmiş?  Birinci olmasa dahi, ikinci parti durumuna yükselebilmiş olduğunu göstermek mümkün müdür?.. Hep kaybedilen yirmi yıl ve geçirilen on yedi seçimde var gücüyle davasına ve  partisine yüklenerek varını yoğunu bu davaya bu partiye harcayarak stokunu tüketmiş, evini barkını, ticaret ettiği ekmek teknesini satmak durumunda kalmış yüzlerce işveren, iş adamı ve akademisyenler, emekliliği dolmuş memur ve işçiler, yüzlerce dava adamları artık bıkkınlığa, üzüntüye ve umutsuzluğa kapılmıştır… Rakiplerin uzun süreli iktidar nimetleri ve iktidar olmanın ezici kudretinin tazyiki, baskılar ve ağır ekonomik şartlar sebebiyle ya bu hareketin içinden çıkmak zorunda kalmış veya köşesine çekilmek zorunda bırakılmıştır…
Her seçim sonrası ise dağılmış partililer, yıkılmış ülkü devleri, büyük bir hayal kırıklığı yaşayan dava adamları… Büyük yenilgi ve hezimete uğrayan davanın lideri, yöneticisi ve dizginleri elinde bulunduğu halde atını koşturamayan süvari, Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ değilmiş gibi büyük bir pişkinlik ve eda ile yoluna devam ederek MHP’yi hemen her seçimde iktidara yaklaştırmak şöyle dursun, barajın altına dahi düşürmüştür. Durum böyle olunca, bu geminin  bu kaptan ile yol alması asla mümkün değildir. Yirmi yıllık, yarım asra yakın zaman da bunu tüm dava mensupları, halk ve Türkiye’ye göstermiştir. Değişim elzemdir.  Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ de bunu bilmekte ve görmektedir. Kendisinin sağlığı da zaten buna elverişli değildir. Büyük bir ağırbaşlılık ve olgunlukla aday olmamak ve aday olan Ülkücü liderlere yolu açarak yardımcı olmak, dava adamlığının büyüklüğünden ve davanın büyüklüğündendir… vesselam…
Değil ise Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ’nin isteği ve de eli ile AKP yeniden güçlenecektir. Bizzat lideri Sayın Dr. Devlet BAHÇELİ’nin eli ile MHP, dağıtılıp yok  edilecek, bu partinin gönül erleri de halaç pamuğu gibi dağıtılacaktır… Bu durumda ya yeni bir parti doğacak ya eski MHP büyük sessizliğe bürünerek kış uykusuna yatacak veya bir avuç idealist MHP'li yan yana gelip görevi devralarak, küllerinden yeniden doğacaktır. Cumartesi, 18 Haziran 2016
KAYNAKLAR
1.İki adet geçmişe dönük yazı
2.http://www.turkcu.com/siir/kursad-marsi_atsiz.htm
3.https://www.google.com.tr/webhp?sourceid=chrome-instant&ion=1&espv=2&ie=UTF-8#q=Yufka+y%C3%BCreklilerle+%C3%A7etin+yollar+a%C5%9F%C4%B1lmaz.
4.http://www.sondakika.com/haber/haber-bahceli-izmir-de-iftar-programina-katildi-8538771/

28 Mart 2016 Pazartesi

TOMRİS HATUN ve DARİUS (Dâra),Abdullah Çağrı ELGÜN

TOMRİS HATUN ve DARİUS(DÂRÂ)


Abdullah Çağrı ELGÜN

(Alp Er Tunga(Tonga) (Efrasiyap)’nın, Kuran’da, Zülkarneyn Peygamber olarak geçtiği sanılan kişidir. Yanında iki leopar ile resmedilir. Tunga: Leopar cinsinden savaşçı bir hayvandır. Uzun saçları ile Tonga yırtıcı ve savaşçı lepar cinsi hayvanı çağrıştırdığı için Alplere, savaşçılara Tunga(Tonga) isimleri verilmektedir. Alp Er Tunga’nın sırtında da bir post vardır. Posttaki dişler, üzerindeki postun başının üzerinden görülmektedir. Hakan’ın İran Efsane ve Mitolojisindeki adı Afrasiyap’tır.
Türklerde Savaş Taktikleri ve Düzeni 
Saka, Saha, Yakut, Yakutistan(İskit, Sıkıtın) “MÖ. 630 lu yıllarda yaşadığı Kiltiğin Yazıtı, Kaşgarlı Mahmut’un Divan ı Lügat’ıt Türk ve Kutadgu Bilik’te bahsedilir. ” Kimmerler Amazon Kadınlar (İskit kadın savaşçıları olduğu ve sekiz yüz mesafedeki hedeflerini ıslık çalan oklarla, alnının ortasın vurdukları belirtilir. Bugünkü teknikle yapılan silahların en iyilerinin bile 350 400 metre menzili olduğu düşünülürse, bu okların nasıl bir tehlike olduğu anlaşılır.)
Alp Er Tunga Hakanı’nın Torunu, İmparatoriçe TOMİRİS (MÖ. 630 )’in Pers Hükümdarı olan Dariusla karşılaşması konu ediliyor.) Alp Er Tunga, Selçuklular’ın 33. Kuşaktan ve bütün Türkler’in Atasıdır.

Tomris, bır AMAZON[1] olarak yetiştirilmişti. Cesaret, kılıç kullanma, yay germedeki başarısına zekâsındaki parlaklık da eklenince, mükemmel bir kadın savaşçısı çıkıyordu karşımıza.
Tomris, Yiğit Türk hükümdarı, Şeyhname’de adı geçen İmparator, Alp Er Tunga (Efrasiyap)’ın torunu olmanın verdiği sorumluluğu, yüreğinde hissederdi. Alp Er Tunga ,savaş meydanlarında Saha (Saka) Yakut ülkesindan kalkıp, büyük bir idealin peşinde Kuzey Buz Denizi’ni aşarak Finlandiya, Norveç, İsveç, Baltık Denizinden geçip Almanya’ya kadar gelmişti. Buradan Polanya, Avusturya, Romanya, Yunanistan ülkelerini fethedip Akdeniz'i aşarak bütün bu yerleri kendine tabi kıldıktan sonra Saha (Yakutistan)' ya döndü. Burada kısa bir süre sonra hastalanarak vefat etti. Alp Er Tunga’nın ölümünden hemen sonra İmparatorlukta baş gösteren ayaklanmalar ve iç isyanlar Tomris’in babasının Hakan olması ile son buldu ise de yer yer baş kaldırmalar oldu.
Pers hükümdarı Darius, Azerbeycan ve Dağistandaki yağmalar ve halkı acımasız bir şekilde katlederek bu günkü Kazakistan sınırına gelmişti.
Bu arada Tomris’in babası çok hastaydı. Buna rağmen vatanın vahşice yağmalanmasına dayanamayarak hazırlanıp, Darius’un üzerine yürüdü; ancak hastalığı daha da artıp Darius’a tam yaklaştığı anda yarı yolda vefat etti.
  Yerine, İmparatoriçe Tomris oldu. Darius, bu arada halka zulüm yapıp kan dökmeye devam etti. İmparatoriçe Tomris, Darius’a bir mektup göndererek güçsüz ve aciz halkın kanını dökmekten vazgeçmesini ihtar etti. Darius bu mektuptaki ihtara aldırmayarak zavallı halka eziyet ve işkencelere devam ederek bugünkü Tataristan ve Başkurdistan’a geldi.
  Kahraman Türk kadını ve Hakaniçesi,  Tomris de Başkurdistan sınırına yaklaştı. İki ordu Ufa’da karşılaştılar. Savaş Meydanına, ordu birlikleri içerisinde en yiğit bahadırlardan üçer kişilik gruplar çıktı. Bunlar savaşı kızıştırmak içindi. Karşılıklı vuruşmalar öğleye kadar sürdü. Darius’un, Tomris’in savaşçılarının en bahadır-larının vuruşması neticesinde zırhlar parçalanmış kelleler yere düşmüş, gövdeler bir kavak gibi devrilmişti. Etraf cesetlerle dolmuş, her yer kan gölü haline gelmişti.
Tomris Darius’a seslendi:

  -Darius, yeteri kadar Alp öldü!.. Ordularımızın Alplerini bu savaşı katmayalım. İkimiz teke tek vuruşalım dedi. Savaş meydanının komutanları Alp Er Tunga’nın torunundan böyle bir şey bekleyebilirlerdi; fakat bu yine de zor bir ihtimaldi;  ancak böyle bir ihtimali düşünmedikleri için çok şaşırdılar. İtiraz edecek gibi oldular. Ordu birliklerinin çoğunun başında kadın savaşçı AMAZON vardı. İmparatoriçeye itiraz edilemezdi. O, ne derse, o olacaktı. Başka çaresi yoktu. Emre kayıtsız şartsız itaat esastı.Öyle de oldu...
  Karşı taraf ve Darius, bu sözleri büyük bir neşe ve iştahla kabul ettiler. Tomris’i, Darius’un yeneceğinden, hatta O’nu bir kılıç darbesiyle yere sereceğinden emindiler. Onlar için bu savaş oldukça kansız bir galibiyet olacaktı. Bu arada Tomris’in havayı yaran sesi yeniden yükseldi:
   -Çapulcuların hükümdarı Darius, (bu sözle imparatoriçe Tomris, onu adeta aşağılıyor alay ediyordu) sen sözünde durmazsın; ama yine de bir şartım var:
Her kim yenerse yensin; sen, Darius veya ben Tomris mağlup tarafın askerlerinin serbestçe yurtlarına gitmesine müsade edecek!..
 -Darius: - Anlaştık. (derken yanındaki komutanın kulağına da birşeyler fısıldamadan edemedi)
 Her iki komutan da meydana çıkmak için yardımcı komutanlar tarafından kontrolden geçirildiler.
  İlk önce biraz ötedeki savaşçıların vuruştuğu noktaya Darius geldi. Atından bir sıçrayışta indi. Anlışılıyordu ki yakın döğüşü seçiyordu. Böylece Tomris’in kadınlığından yararlanıp onu daha çabuk alt edecekti. Tomris’de o yere gelince atından  bir Tunga çevikliğinde atladı. Atın üzerindeki baltayı aldı. Bu Darius’un en iyi bildiği savaş tekniklerinden biriydi. Duruma çok sevindi. O da balta ve kalkanını çekip çıkardı.
  Bütün yiğitlerin gözleri, fal taşı gibi açılmış, onların hareketlerini izliyorlardı. İlk hareketi Tomris yaptı; fakat balta kalkana bile değmeden Darius bu hareketi savuşturmuştu.

Darius, bu ilk hamleyi savuşturunca sinsi, belli belirsiz bir tebessüm uçtu yüzünden. Aynı anda da baltasını Tomris’e savurdu. Tomris, bu hareketi bir ayağını sola doğru açarken, sağa yatarak savuşturdu. Tam o sırada Darius’un öne doğru eğilen başına öyle bir balta savurdu ki Darius kalkanıyla başını son anda kurtardı; ama kalkan da paramparça oluverdi.
İki ordu arasında homurtular şaşkın ve heyecan dolu bakışlar kılıç, kargı şakırtıları ve at kişnemeleri duyuluyordu. Bu durum, gösteriyordu ki Darius’a bir şey olacak olursa komutanları hücum etmek için emir almıştı. Tomris buna aldırmadı. Artık ona iyi bir ders vermek gerektiğini biliyordu. Darius’un parçalanan kalkanı yerde yatarken, gözleri bozkırlarda boy salan kızıl gelincikler gibi açılarak kırmızılaştı, kıpkızıl oluverdi. Belindeki kılıcın kabzasını kavradı ve onu bir hamlede sıyırıverdi. Rakibin kalkanı parçalanmış ve olduğu ve elinde olmadığından Tomris de kalkanını yere atıverdi. Ordu birlikleri arasında yine bir homurtu, uğultu ve at kişnemeleri Ufa’yı sarstı..

  Ani bir kararla sol elini havaya kaldırıp indirdi. Kendisinin bir işaretine hazır olan komutanları askeriyle birlikte savaş naraları atarak Darius'a doğru at sürdüler. Bunu gören Tomris son bir darbe ile Dariusu’un, omuzlarından aşağıya doğru yayılmış zırhın, nazik bölümü koltuk altına bir kılıç darbesi indirdi ki bu darbeyle zırh, tamamen çözülürken; ipek yeşil gömliğinden yenlerine doğru kanlar indi. Geri geri kaçan Darius’un imdadına yetişen erleri kollarına girip atına bindirilirken bir grup da Tomris’in üzerine atılmışlardı. Ancak tam zamanında yetişen Savle, Kanat ve Janiya adlı Türk komutanları imparatoriçeyi arkalarına alırken, üç kişinin de cansız bedenlerinin yerde yatıklarına şahit oluyorlardı.
  Hain Darius, yapacağını yapmış sözünü yine yemişti... Savaş bütün vahşetiyle başlamıştı. Komutanları Darius’u savaş dışına kaçırıyorlardı. Buna göz yummak olmazdı. Alnında ak olan Tulpar at “ Ak Fırtına” ya atlayıp dizginleri kavrayan Tomris, bütün gücüyle mahmuzlara yüklendi, bir anda şaha kalkan *“Ak Fırtına” yıldırım gibi atıldı ileriye. En yakın komutanları da beraberinde atıldılar.
  İmparatoriçe Tomris; at kişnemeleri, kılıç, kalkan, gürz, balta, kargı şakırtıları ve savaşanların naralarını yararak Darius için kurulan otağın önüne gelmişlerdi.
  Darius, biraz  önce yaralanan ve kaçan kendisi değilmiş gibi yalın kılıç ve at üzerinde bir kahraman edasıyla dikilmişti. Adamları Darius’un etrafında iki çember oluşturmuşlardı.
  Tomris’in yanında Sancaktar Savle, Kanat ve Janiya vardı. Diğer adamları savaşın acı dolu heyecanlı büyüsünün dumanlarını ciğerlerine çekmekle meşguldüler. Savle’nin sol elinde, çeşitli yılkıların kuyruklarının kıllarından yapılmış som altın işlemeli, kurt başlı bir tuğ ve sağ elinde yalın kılıç, kalpağının altından sarkan uzun, dalgalı, sarıya yakın saçları sonbahar mevsimi benzerliğinde sarı, mavi- yeşil yanıp sönen gözleriyle, tam bir Saha Amazonuydu. İndirdiği her kılıç darbesi ya bir gövdeyi başak biçer gibi biçiyor ya da ağaç dalı gibi doğruyordu.
  İmparatoriçe Tomris, en önde, kanlar damlayan kılıcıyla, birinci çemberi yararken arkasından komutan Kanak ve komutan Janiya da peşinden yettiler. Çarpışmanın şiddetinden her taraf öyle kan oldu ki yirmi yirmibeş santim yağan kardan sonra, güneşin vurmasıyla erimiş ve etrafta oluşmuş  su  birikintileri kızıl, cıvık kan çamuru gibi  kanlar oluşturmuştı. İkinci çemberin de yarılmasıyla imparatoriçe Tomris Darius’a ulaşmıştı; ancak bu defa da onun iki adamına takıldı. Bunlar diğerlerinden çetindiler. Bunlardan biriyle bir elinde Kurt başlı  tuğu olduğu halde Savle vuruşurken; Darius ve komutanıyla vuruşmak da Tomris’e kalmıştı.Tomris bir iki darbeden sonra Darius’un komutanını yere serdi. Şimdi Darius’la teke tekti; ve ona; “SANA BURALARA GELMEMENİ SÖYLEMİŞTİM; AMA SEN HÂLÂ KANA DOYMADIN.” dedi.
Zırhı parçalayarak koltuğunun altın-dan kanlar sızan Darius çıldırmış gibiydi. Yüzünde ölümün acı okşayışları ve sözlerindeki herhecede ısdıraplı çığlıklar olduğu halde İmparatoriçe Tomris’e hücum üzerine hücumlar yaparak öldürücü kılıç darbeleri savuruyordu. Tomris, bütün bu darbeleri ustaca hafifletirken, son darbeyi onun kalbine indirmeyi bekliyordu. İşte o an geldi. Kan gölüne dönüşen yer, onun günahlarının ağırlığını tartmadı. Son savurduğu kılıcı Tomris, sol bacağını biraz yana açıp eğilerek savuştururken Darius’un kılıç tutan bileğini havada kapıp kılıcını Darius’un sol göğsünün altındaki kaburgalarından içeri sokuverdi. Darius derinden bir ah çekti. Tomris, dizleri üzerine yığılarak, boynunu bükmüş ayçiçeği(günebakan) gibi duran Darius’un kellesini, bir kılıç darbesiyle bedeninden ayırdı. Darius’un yere düşen kellesini saçlarından tutarak aldı. İmparator Tomris’in iri iri yanan gözleri, kalpağının altından dökülen uzun, sarı ve dalgalı saçları, geniş omuzları, diri ve canlı vücudu onu bir Amazon gibi düşündürmüyordu; fakat elindeki Darius’un kesik başı, uzuna varan boyu ile avını yakalamış dişi bir tunga gibi haykırması, yürekleri dehşete düşürdü. Kanlar damlayan kesik başa gözlerini dikerek haykırdı:  “İNSAN VAMPİRİ DARİUS, BU KADAR KAN İÇTİN, KANA DOYMADIN!. ÖYLEYSE ŞİMDİ KANA DOY”... diyerek orada birikmiş kan gölünün içerisine Darius’un başını gömdü.
  Geride kalan askerlerin bir kısmı kaçtı, bir kısmı teslim alındı. Teslim alınanlar ise bir daha savaş çıkarmama konusunda söz alınarak salıverildiler.
  Saha Türk Hükümdarı Tomris, dedesi Alp Er Tunga ve babasından sonra Kuzey Buz Denizi ve Adriyatik Denizi’nden Japon adalarının tamamına kadar olan bu büyük, güneş batmayan ülkenin  tek imparatoriçesi oldu.
      
Kaynaklar:
5)      http://unyezile.com/kimmer.htm





[1] Amazon: Kadın savaşçı. İskitler (Saha, Saka) de kadınlar da erkekler gibi at üstünnde üzengiye basarak dikilir, arkaya döner, ok atarlardı. Yunanlılar, bu kadın süvarilerden dehşete kapılmışlardı. Amazon,kadın savaşçılarıyla  ilgili pek çok efsane ve hikâye vardır.

Translate