26 Nisan 2015 Pazar

TÜRKÇE ve BİZİM ÜLKE

                          TÜRKÇE ve BİZİM   ÜLKE                           

                                        Abdullah Çağrı ELGÜN


Çok defa   üzerinde  konuşulan  konuların   başında  Türkiye ve konuşulan  dillerin başında da Türkçe  gelmektedir. Türkçe  sadece Türkiye'de  değil, dünyanın bir çok ülkesinde  konuşulan bir dildir. Bu dil Türkiye Cumhuriyeti'nin  dışında  otuzaltı Türk Cumhuriyeti,  komşu ülke ve akraraba topluluklarında da olmak üzere  Yüze yakın ülke ve cumhuriyetlerde  konuşulmaktadır. Türkçe   ırkî   olarak bakıldığında , en çok kullanılan    dillerin  başında gelir.

Bugün dünyanın birinci  dili  gibi  gözüken İngilizce'yi ırk olarak kullananların   sayısı    Türkçe'yi kullananların sayısından  daha fazla değildir.  Üstelik   Türkçe'nin dışındaki  dillerde   şive, lehçe ve ağız  özellikleri  Türkçe'nin yaptığı  mahareti  asla yapamaz.  Beş kelime  ile verdiğimiz şu cümleyi    kelimelerin yerlerini  değiştirerek en az, onbeş en çok yirmi beş  kez, cümlenin  anlam  ve ruhunu bozmadan yazabilirken   İngilizce,  Fransızca,  Rusça ,  Almanca,  Arapça,  Farsça  ve Çin dilleri bu mahareti asla gösteremez:   

" Otur oturduğun yerde kendini  tart"  cümlesine  bir bakalım:

"Oturduğun yerde otur kendini tart",
,"Oturduğun yerde tart otur kendini",
 "Oturduğun yerde kendini tart otur"
,"Oturduğun yerde otur tart kendini" ,
"Oturduğun yerde tart otur kendini" ,
"Tart kendini otur oturduğun yerde",
 "Tart kendini  oturduğun yerde otur",
"Tart kendini  otur oturduğun yerde",
"Tart otur oturduğun yerde kendini",
"Tart otur kendini oturduğun yerde",
“Tart oturduğun yerde kendini, otur", vb… Bu cümleler uzayıp  gider…

Türkçe dışındaki   dillerde de ağız özellikleri  değişik  yöre  ve   mahalleye göre  farklılık   arz eder. Buna   rağmen resmi  bir dilde  birleşmişlerdir. Hiçbir ülke  ve hatta birleşik  devletlerde  iki üç resmî  dile  izin  verilmemiştir. Ne   Amerika' da   ne  İngiltere'de  ne de Almanya'da  ikinci  bir resmi dile müsade olunmaz. Bununla   birlikte    yöreye    has ağız  özelliklerine    hiç   bir   kurum ve kuruluş  karşı  olmamıştır. Türkye'de de ikinci bir dile, resmî olarak izin verilemez…

Bugün İstanbul, Türkiye'nin her kesiminden öbek öbek  insanları tek bir çatı altında, tek kubbede toplayan büyük bir şehirdir. Dünyadaki on bağımsız ülkenin ayrı ayrı nufus ve toprak  genişliğinden daha fazla   olan bu şehirde, İstanbul Halkı,  İstanbul Ağız özelliğini(konuşmadaki  söyleyiş    biçimi)   kullanma konusunda  da birleşmişlerdir. Halbuki İstanbul'da Türk kültürünün çeşitliliğine, zenginliğine, her yöresinden öbek öbek insana minyatür olarak bulmak ve karşılaşmak mümkündür. 

Buradaki  insanlar;   geldikleri ve çocukluktan erişkinlik dönemlerine  kadarki  zaman içinde,  öğrendikleri ve kullandıkları yörelerine   ait   ağız özelliklerini İstanbul'a    gelince terkedip; İstanbul hanımları  ve  beylerinin    kullandıkları    medeniyet ve kültür dili İstanbul Türkçesi'ni benimseyip kullanırlar. İstanbul'a   yerleşmiş bulunan ve Türkiye'nin resmî yazışma dilini  de teşkil eden   İstanbul   Türkçesini kullanmayarak  kendi yöre ve mahalli ağız özellikleriyle konuşup, yazacak olsalar ,  kimse  kimseyi  anlamaz. Dildeki bu anlaşmazlık    insanların   birbirleriyle anlaşmazlığını da doğurur. Onun için sadece Türkiye'de değil;  ama bütün ülkelerde   ana dili   denen bir dil vardır ki   bütün resmî   yazışmalar ve diplomatik temaslar bu dillerle    yapılır.   Basında   ve  yayında bu dil kullanılır ve kullandırılır. Bu  dil ülke   ve   devlet dilidir. İstanbul Türkçesi'de böyledir.

Bugün Türkçe  oldukları   halde aşağıda vereceğimiz konuşmaları ancak o yörede yaşayan  halkın   anladığı,   diğerlerinin ise aynı ülkede yaşıyor olmalarına rağmen bu konuşmaları   ilk  anda anlamadıkları   görülecektir:

"Nöörüyoğ gı? Gadasını aldığım dağa gurbanığ olduğum kele…See büküşün başında görende serim fenikti, yöreğem telesidi.Yağannımı sekiye verip  gendimi gücülen zapdettiyidim."(Kayseri)Ne yapıyorsun kız?Günahını aldığım da kurbanı olduğum bacım…Seni köşede görünce şaşırdım, kalbim çarptı. Sırtımı  duvara  dayayıp kendimi firenledim.
"Gız Ayşa!.. Taksii önle gel  de… Pazza öncüü vaak…"(Burdur)Kız Ayşe, taksiyi  çağır   gel  de pazara  önce varalım.

Booon hara gedek de yemaaa harda yeek agaa.(Kars)Bugün nereye gidip de yemeği nerede yiyelim?

"Uyy kemençeçü  dayu, soktun çözümü yayu, çör etün çözlerümü, çöremeyüm dünyayu." (Trabzon) Kemençeci dayı soktun gözüme yayı, kör ettin   gözlerimi   göremiyorum  dünyayı.

Bir de bu fırsatçı Türkçe  düşmanları   var ki  Türkçe'yi bir çıkmaza sokmak bizi birbirimizle   konuşturmamak   ve  anlaştırmamak; Türk Cumhuriyetleri ve akraba topluluklarındaki kardeşlerimizle  olan bağımızı koparmak,  bizim   ve kardeşlerimizin bildiği bu ortak  kelimeleri unutturmak   için   durmadan  kelime  üretmekte  ve bizi bizden; bizi  onlardan koparabilmek   için   ellerinden    gelen bütün  gayretleri göstermekte   basın  ve  yayın  imkanları en   iyi  şekilde   kullanmaktadırlar. İşte bu maksatlı yayınlardan birkaçı:

"Orpeus nargius imgeleri büyük yatsıman imgeleridir. Bu   us görüşü, üretici olmaktan çok algıcıdır; aşamadan çok dolgunluğa yöneliktir. Haz ilkesine bağlı yeti ve  davranışlar  ise  kaygısal  bir gereksinmedir."
"Erek  bireylerin  ekinli olması koşulu ise  ulus olarak özveride bulunup köksel esintilerden  yararlanarak  belirli    ve doğurganlıklar  elde edilebilir."
"…Sürecin dayattığı, çağsal ödevleri kocaman bir öngörüyle ve esinle yadsıdı.o Oportünizim, tavsiye sürecini örgütü Avrupa metokpollerine çekme özverisiyle  dayattığı onursal  savaşımı  kavradı…"1

Oynanan tragetyayı görmemek için  aptal olmak gerekmiyor; herşey ayan beyan ortada… Türkiye bir  mozayikmiş, Türkiye   halkların  ve  ırkların karıştığı bir ülkeymiş doğrusu bu anlayışa şaşmak gerekir. Söylenen   yanlıştır.   Doğrusu  Osmanlı böyleydi(Latin,  Slav, Ermeni, Yahudi, Fars, Arap, İngiliz, Fransız…vb  halk birlikte yaşıyorlardı.); ama onun veliahtı  oğlu ve devamı olan Türkiye Cumhuriyeti'nde   asıl halktan (Türk)  başka azınlık gruplar  vardır,  o da yüzde  bir  veya  birden  daha azdırlar.Nufus  sayımlarındaki  veriler  de  bunu  ispatlamaktadır.
Atatürk Türkiye Cumhuriyeti'ni kurduğunda   bu gruplarla mübadele yaptı. Azınlık  gruplardan  köy  ve şehirlerde   yaşayanlar   ayrılıp   gittiler…

Kürtler   ise öz be öz Türk kavmidir. Tarihî  belgeler , Ortaasya'da   kurganlarda, kazılarda  ele  geçirilen   belge ve bilgiler de bunu ispatlamaktadır. Bugün  Rusya'nın  egemenliğinde kalan Kazak, Kırgız, Türkmen, Özbek, Karakalpak, Başkurt, Yakut, Tatar,  Gagauz, Uygur, Karaçay, Karaim, Balkar, Kumuk,  Nogay, Hakas, Kaşkay, Hamse, Tuva, Çuvaş …vb2 Türk guruplarını  bir  zamanlar nasıl koparmışlarsa  ve  bazıları  hâlâ   kendilerine   ben Türk değilim  (Kazak'ım, Kırgız'ım, Türkmen'im) diyebiliyorlarsa; Kürtler arasından da böyleleri çıkabilir. Tarihî gerçekler  ise böyle  demiyor:

"5.yy.da   Göktürkçe  ile  yazılı, Yenisey   Irmağı'nın bir kolu olan Elegeş Çayı Vadisi'nde bulunan ANIT MEZAR ABİDESİ'ndeki  yazıda
"Ben Kürt Türkleri Başbuğu Alp Urungu!..Kara budunum, gayret edin!.Ülke töresini  bırakmayın!..  Siz  ülkem, hanım…Kürt  Eli'nin Hanı Alp Urungu. Altınlı okluğumu  belime bağladım.Siz ülkem, hanım; otuzdokuz yaşımda ülkeme sizlere doyamadım. Hanım heyhat! Ülkemden ayrıldım."3

Yer neresi? Ortaasya; dil nedir? Göktürkçe… Zaman 5.yy. Ne diyelim:

 "Aslını inkar eden benden değildir." diyen Hz Peygamberimiz'in hadisleri gereğince başkalarının sözlerine inanarak dirlik ve düzenlerini bozanlara; bizden olmak istemeyenlere de bir diyeceğimiz yok… 

Yalnız İçtiğimiz suyu bulandırmasınlar. Gidip başka göletlerde çimsinler daha iyi olur… 
Yoksa Türk'ün yumruğu başlarına  öyle bir iner ki: " Irkmış,  dilmiş,  toprakmış, televizyonmuş, yayınmış" andıklarına anacaklarına  bin pişman olup dünya başlarına   zindan  olur…











1 15.10.1999 PKK'nın Yayın organı, Onursal Savaşım
3 Elegeş Anıt.(1897.W.Radlof(Rus Türkoloğu),Türkiye Azarbaycan Dostluk Derneği Yayınları
.No:11-A Tc.Ziraat Bankası ; Güney Sibirya,Elegeş Çayı Vadisi'nde bulunan bu Anıt Mezar
 Abidesi,Kürt Türkleri Hanı Alp Urungu'ya ait olup, Saka(Yakut,iskit,Saha) Hunları'nın
Göktürk Camiasından olduklarını belgeliyor

TÜRKÇE ve ANAM




  TÜRKÇE  ve ANAM                                                  
                                                   Abdullah Çağrı ELGÜN

Sevdim seni sevdim seni sevdim seni
Ateş esti yüreğimde sevdim seni...

Ben anamı sevdim; çünkü beni dokuz ay on gün karnında taşıyan, benim için sancılanan, beni dünyaya getirmek için evde, hastanede acı çeken anam, yetmedi... Beni dünyaya getirmek için çırpınırken vücudunu, kendini parçalayan ANAM...

           Kendi çırpındıkça, kendi gözyaşlarıyla  ıslandıkça, kendi üzüldükçe, kendi öldükçe, beni yaşatan  ANAM...
           Ben seni ebenin, ayaklarımdan tutup baş aşağı ettiğinde"ın ga!.." sesinde  bana bakışınla sevdim anam... Ben seni ben seni ANAM, kendin kan revan içinde, uzuvların parçalanmış haldeyken yaralı kaplan gibi yürekten: "Yavrum! Yavrum! Yavrum!..." çığlığı atışındaki sese meftun oldum sevdim.
           Anam anam ben seni; o vakur, o sevgili, o aşk dolu, gönülden uzanan kollarının arasına alışındaki mutluluk, muhabbet, sevgi, vakar dolu... görünüşünle sevdim.

           Ben, ilk  "A...na!..." diyende bana sarılırken söyleyişindeki "a...na!.."sözüne tutuldum.Türkçemin bu iki hecelik "a...na!.."sözünü, ana sıcaklığı ile heceleyişindeki güzelliğe aşık oldum anam. Ana dilimi,   ana dilim Türkçemi, Türkçemin seslerindeki büyüleyici âhengi sevdim. "A.. na... " sözündeki sıcaklığı,  samimiyeti, lezzeti, izzeti, "a...na" mı öğretişindeki inceliği, mahareti, zarafeti, doyumsuz sevgiyli sevdim...Yorulmaz, bıkmaz, usanmaz gücü; tükenmez, bitmez, eksilmez, dinmez aşkı; anamı, ana dilimi, Türkçemi Türkçemi sevdim.

           Türkçe söyleyip, Türkçe diyende  "ANA"  sesinin sıcak ve büyüleyici cazibesine kapılıp ona karşılık, sesime ses verişindeki maharete, canlılığa, güzelliğe hayran kalıp, anamı anamı sevdim. Ana dilimi ana dilim, Türkçe'mi  sevdim.

            ANAMIN Türk gönlünde, Müslüman vicdanında esen rüzgarların sıcak, ateşli  efsunuyla, başı dönmüş bir halde, dura kaldım, kala kaldım, yana kaldım.Türk gönlümün, Türkçe duyan gönlümün, Müslüman gönlümün, Müslüman ruhumun, BU ÜLKEYİ TÜRK EDİŞİNDEKİ, BU ÜLKEYİ MÜSLÜMAN EDİŞİNDEKİ  hazzı, lezzeti, izzeti; adı, tadı, kıvamı sevdim. bu toprağa sinmiş, bu toprakla hamurlanmış bu torrakla karılmış bu toprakla minareleşmiş Allah için yapılan duamı sevdim.  Türk'ü, Türkçeyi, Türk Milleti'ni, Türk'ün Müslüman gönlünü, Müslüman ruhunu sevdim.

           Türkçeyi sevdim. Ana dilim, ata dilim, dünya dilim Türkçemin kelimelerinde gizli azameti, haşmeti, iffeti, lezzeti, izzeti; dünyaya hükmedişindeki kuvveti...Kuvveti sevdim.Türk'ün  Türk'e has gönlünü, Türk'ün Türk gönlünü, Türk'ün Müslüman gönlünü, Türk'ün Müslüman ruhunu, anamı... Anamı ve ana dilim, Türkçemi sevdim.





        




24 Nisan 2015 Cuma

SOYKIRIMI YAPILDI !.. Abdullah Çağrı ELGÜN

        SOYKIRIMI YAPILDI !..
                           Abdullah Çağrı ELGÜN
 (Belgelerle Ermeni Günlüğü
 Kitabımdan Bir Bölüm)
Soy kırım yalan değil gerçektir. Bu kırım Osmanlı Rus Harbi yılları (1877-1878) başlayıp Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan günümüze kadar devam etmştir. Türkiye’de etmiştir!.. Adalarda etmiştir! Balkan Savaşında, Rumelide, Hocalı’da etmiştir!.. Kıbrıs’ta etmiştir!.. Kırım’da etmiştir!..  Çin’de etmiştir!..

Evet, Soy Kırım Yapılmıştır!..  “Yedi Düvel” ve onların Osmanlı içinde yerleşik Ermeni, Rum ve diğer çeteleri birleşerek, Türk ırkını yeryüzünden silmek için soy kırım yapmışlardır…
Türk’e soykırım yapılmıştır…


Osmanlının bir tebası (halkı) olan Ermeniler, ülkemizin “Yedi Düvel” tarafından işgalini fırsat kabul ederek, binlerce yıl birlikte yaşadığı Türk’ü, tabuta yerleştirmeyi, toprağa gömmeyi hayal etmiştir. Bunun için dışarıdaki işgal güçleri ile birleşerek Türk’e ve kendisinin de içinde yaşadığı ülkeye ihanet etmiştir.

İhaneti ile de kalmamış, vatanını savunmak üzere cepheye giden, aile reislerinin yokluğunu fırsat bilerek, önce ailelerin evlerine ve mallarına el koymuşlardır. Yetmemiş, yaşlıları öldürmüşler, çocukların ve kadınların ırzlarına geçmişler, o da yetmemiş, toplu olarak camilere ve okullara doldurup yakmışlar, o da yetmemiş, kucaktaki bebekler süngülere takılmış oda yetmemiş, hamile kadınların karınlarını deşerek doğmamış bebeklerini çıkararak vahçice çıkarılan bebekleri  annelerinin kucaklarına verip emzirmelerini istemişlerdir…
Böyle bir  İNFİALDE birlikte yaşamanın zorlukları göz önüne alınarak TEHCİR gerçekleşmiştir.

Evet, Soy Kırım Yapılmıştır!..  “Yedi Düvel” ve onların Osmanlı içinde yerleşik Ermeni, Rum ve diğer çeteleri birleşerek, Türk ırkını yeryüzünden silmek için soy kırım yapmışlardır…
Türk’e soykırım yapılmıştır…

Osmanlı Hükümeti’nin içine düşürüldüğü çıkmazlar ve savaşın bir çok çephede birden ve bir çok düşmanla devam etmesi, Ermeni Taşnaksütyun Komiteleri’nin önerdikleri hayâli ülke ve Ermeniler’in mağdurluk çığlıklarıyla  sığındıkları ve ittifak ettikleri devletler: Amerika, İngiltere, Rusya, İtalya, Fransa …vb. bir çok devletlerdi ki biz bunlara ”Yedi Düvel” dedik…

Akıl almaz yalan, iftira, Anadolu Toprakları’nda erkekleri “Seferbirliğe” çağırılan Müslüman Halka, Ermeni ve yandaşlarının uyguladıkları  kıyım,  işkence, akla ve hayâle gelmeyecek canavarlıklar … Ham hayâl peşinde koşan Ermeniler’in durmadan değiştirdikleri kurulacak Ermenistan Devleti sınırları, çıkmazlar ve Sevres Adlaşmasına imza koyan Osmanlı Hükümeti…
Kazım Karabekir Paşa’nın Rus Heyeti ile birlikte Doğu Anadolu Vilayetlerimizi dolaşarak Ruslar’ın çektikleri fotoğraflar, Türk köy, ilçe ve şehirilerinin  Ermeniler tarafından yakılması, katliam ve işkenceleri ile yine Kazım Karabekir Paşa’nın Amerika Heyeti’ne verdiği ibret dolu  ifadeler…

Bu rapordan bir bölümü Kazım Karabekir’in ağzından dinleyelim:

“8 Aralık 1917’de on gün için Ruslar ile savaşın durdurulması emri geldi. On gün sonra da Mütareke emri alındı. Ocak ayı içinde cephede Ruslar’ın çekildiği; ancak Mütareke Subayları’yla Ermeni Birlikleri’nin kaldığı anlaşılıyordu.
Ermeniler’in korkunç bir İslâm kıyımına başladıklarını, yağma ve ırza saldırılarının dayanılmaz hale geldiğini her yandan kaçıp gelenler anlatıyor, olayları, Rus subaylar da doğruluyordu. Bu nedenle cephe komutanları Vehip Paşa ile Odişelidze arasında uzun yazışmalar oldu. Bu durum IV. Kolordu Ali İhsan Paşa komutasında Van, Doğubeyazıt, I.Kafkas Ordusu, benim komutamda Erzurum, Erzincan, II.Kafkas Ordusu, Yakup Şevki Paşa komutasında Bayburt, Trabzon doğrultusunda hareket emrini aldılar.
Her taraf, karlarla kaplı olduğundan, yürüyüş epeyce güçtü. Özellikle Ermeni çeteleri, Erzincan Ovası’na inen geçitleri tutmuşlardı. Onun için, gece yürüyüşü ile 13 Şubat’ta Erzincan Ovası’na indik ve o gün akşama doğru Erzincan’a girdik.

Soy kırım yalan değil gerçektir. Bu kırım Osmanlı Rus Harbi yılları (1877-1878) yıllarında başlayıp Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna kadar devam etti. Sonra Balkan katliamı, Bosna Katliamı, Kafkas Katliamı, Çin katliamı, Hocalı katliamı Bulgarista Katliamı ve Kıbrıs Katliamı izledi…

Evet, Soy Kırım Yapılmıştır!..  “Yedi Düvel” ve onların Osmanlı içinde yerleşik Ermeni, Rum ve diğer çeteleri birleşerek, Türk ırkını yeryüzünden silmek için soy kırım yapmışlardır…
Türk’e soykırım yapılmıştır…


ERZİNCAN’IN KURTARILMASI

Erzincan’daki kıyım korkunçtu… Kimi güzel yapılar ateşe verilmiş, kimi binalar içine doldurulan İslâm halkla birlikte yakılmış, kuyular insan cesetleriyle doldurulmuştu. Bu dokunaklı görünüşler, Erzurum Yöresi’nde neler geçtiğini insana tahmin ettiriyordu. Rus subayları ile birlikte, bu kıyımlar, fotoğraflar ve raporlarla bir bir belgelendi.
23 milyon kilometrekarelik Türk Topraklarını parça parça edip bağımsız Bulgaristan, bağımsız Yunanistan, Bağımsız Ermenistan…vb. devletleri ortaya çıkaranlarTürk Milletine soy kırımı yaptılar.

Çanakkale’ye “Yedi Düvel” karşınında vatanlarını kurtarmak için öğrenimlerini bırakarak cepheye koşmak mecburiyetinde kalan 13-17 yaşları arasındaki çocuklarımızı kırarak yaptılar.  Dünyanın sömürge devletlerinden devşirerek eğittikleri donanımlı orduları ile ülkemize girenler, çocuklarımızı katlederek Türk’e soy kırım uyguladılar…

Evet, Soy Kırım Yapılmıştır!..  “Yedi Düvel” ve onların Osmanlı içinde yerleşik Ermeni, Rum ve diğer çeteleri birleşerek, Türk ırkını yeryüzünden silmek için soy kırım yapmışlardır…
Türk’e soykırım yapılmıştır…

Şahitler anlatmaya devam ediyor:

“Kış bütün ağırlığıyla sürmekte olduğundan hiç olmazsa, çevik bir müfrezeyle Erzurum’un yardımına koşmayı uygun buldum.
Müfrezemiz 22 Şubat’ta Mamahatun’u işgal etti. Burada sağ kalan kimse bulunamadı. Bütün ahali büyük bir çukura doldurularak öldürülmüştü. Aşkale, Yeniköy’den sonra 2 Mart’ta  Karabıyık Hanları işgal edildi. Burada Rus Menzil Teşkilatı’ndan kalmış iki yüz ton yiyecekle bir miktar konserve et, ele geçirildi.
9.Tümeni ve Kolordu ve Avcı Taburu’nu Erzurum’a doğru yürüttüm.  Kendim de Karargâhımla, Yeniköy’e geldim. 10 Mart’ta hazırlığımız bitti; ancak Vehip Paşa Erzurum müstahkem bir mevki olduğu için az bir kuvvetle taarruza geçmeyi uygun görmüyor, II. Kafkas Kolordusu’nun katılmasıyla taarruzu, ordu ölçüsünde gerçekleştirmeyi düşünüyordu. Bunu duruma uygun bulmuştum; çünkü geçtiğim yerlerde hayat kalmadığını görüyordum.

Alacaköy’de bulunan cesetler, insanın aklını oynatacak bir görünüşte idi. Bütün çocuklar süngülenmiş, yaşlılar ve kadınlar, samanlıklara doldurulup yakılmış, gençler baltalarla parçalanmıştı. Çivilere asılmış ciğerler; ve yürekler görülüyordu. Bütün bu acıklı görünüşler Erzurum’a en kısa sürede atılmaya ve oradaki zavallılara yardıma koşmaya bizi mahkûm etmişti…

Evet, Soy Kırım Yapılmıştır!..  “Yedi Düvel” ve onların Osmanlı içinde yerleşik Ermeni, Rum ve diğer çeteleri birleşerek, Türk ırkını yeryüzünden silmek için soy kırım yapmışlardır…
Türk’e soykırım yapılmıştır…


Ermeniler Müstahkem Mevki Hattı dışında geniş bir çizgi üzerinde, Ilıca’nın kuzey ve güneyinde bütün Ova Köylerini işgâl etmişlerdi. Ben de onları  geniş bir cephede işgâl ederek ve kuvvetleri şose üzerinde tutarak Ilıca, Gez, Erzurum doğrultusunda taarruz emrini verdim.
11 Mart 1918 sabahı karanlıkta yürüyüş başladı. Kısa bir çarpışmadan sonra Ilıca ele geçirildi. Gez’de akşama doğru süren bir direnme görüldü; fakat bunlar da bozularak tel örgülerinin gerilerine atıldı. Bir gece hücumuyla tel örgüler kesilerek siperlere girildi.

ERZURUM’UN KURTARILMASI

Ermeniler  bu durumda şehrin gerilerindeki Müstahkem Hat’ta çekildiler. Karasu’yun Kuzeyi’nde akşama doğru oyalama savaşları oldu. Haydarî Boğazı’nda ise Ermeniler ağır bir bozguna uğradılar.
Akşamüstü şehirde bir çok yangınlar başladı. Gece birlikler şehrin eteğine yaklaştırılarak, tan atarken hucuma geçildi ve saat beşte şehir işgal edildi.
Ermeniler’in çekilmesini sağlamak, yangınların söndürülmesine engel olmak için şehirde kalan Ermeni Çeteleri şuradan buradan kaçarak insan öldürmekten geri kalmıyorlardı.

Evet, Soy Kırım Yapılmıştır!..  “Yedi Düvel” ve onların Osmanlı içinde yerleşik Ermeni, Rum ve diğer çeteleri birleşerek, Türk ırkını yeryüzünden silmek için soy kırım yapmışlardır…
Türk’e soykırım yapılmıştır…

Hasankale’ye kaçan Ermeni Suvari Alayı’nı kovalamaya başlattım. Erzurum Savaşı’nda Ermeniler (6.000)altı bin, biz ise (5.000) kişiyle çarpışmıştık. Bizim yaralı ve şehit (150)yüz elli, Ermeniler’in ise (500)beş yüz,  kadar telefatı vardı.

Erzurum’da bir topçu subay heyeti ve (38)otuz sekiz Rus Subayı görüldü. Bunlar Ermeniler’in emrinde zorla savaştırıldıklarını söyleyerek özür dilediler… Bildikleri Ermeni kıyıcılığını bizimle birlikte bir defa daha gördüler.

Bu görünüşler insanı kendinden geçiriyordu. Halk gözyaşları içerisinde buradan şuraya koşuyor, kimi oğlunu, kimi babasını, kimi karısını yakılmış ya da süngülenmiş buluyor, saçlarını yoluyordu.
Kimi sokaklarda ise bir iz bile kalmamıştı. Yalnız son gece, 11-12 Mart 1918 gecesi (3.000) üç bin Müslüman’ı kestiklerini Yarbay Tverdo-Khlebof, Ruslar’a övünerek anlattıklarını anılarında açıklamıştır.

Hele tiren istasyonunda sanki bir mezarlık, ölülerini dışarı fırlatmıştı… Evlere doldurulup yakılanlar ise tüyler ürpertici bir görünüşte idi.  Hele Resul Bey’in Konağı başta olmak üzere, bir çok ev insanı şaşkına çeviriyordu.

16 Mart’ta Horasan’a geçildi. Burada Ruslar’a tutsak düşen ve Dekovil Hattı’nda çalıştırılan askerlerimizle  bir  çok köylü istasyona doldurulup bina ile birilikte  yakılmıştı.

Evet, Soy Kırım Yapılmıştır!..  “Yedi Düvel” ve onların Osmanlı içinde yerleşik Ermeni, Rum ve diğer çeteleri birleşerek, Türk ırkını yeryüzünden silmek için soy kırım yapmışlardır…
Türk’e soykırım yapılmıştır…

23 Mart’ta birliklerimiz 1878 Berlin Konferanası’nda belirlenen eski sınırına dayandı. Öte yandan Oltu yönüne emrime verilen II. Kafkas Kolordusu’ndan bir alayı sevk etmiştim. Bu Alay  17 Mart’ta Narman İlçe Markezi,  İd’i işgâl etti. Az sonra da sınırı geçerek  yörelerindeki Ermeniler’i kovup burada kendilerine göre bir şûra kuran Oltu Sancak Merkezi’ne girdi.

Türk Ordusu 5 Nisan’da Sarıkamış’a girdi. Koca Kasaba’da tek bir Rus Ailesi’nden başka kimse kalmamıştı. 25 Nisan’da Kars alındı. Şehirdeki Müslümanlar daha 1914’te şehri boşalttıklarından buradaki tutsak Türk askerlerinden kimisinin istasyondan, kimisinin de Baraj Gölü’nden ve Kars Çayı’ndan cesetleri toplandı.


Evet, Soy Kırım Yapılmıştır!..  “Yedi Düvel” ve onların Osmanlı içinde yerleşik Ermeni, Rum ve diğer çeteleri birleşerek, Türk ırkını yeryüzünden silmek için soy kırım yapmışlardır…
Türk’e soykırım yapılmıştır…

29 Nisan’da Arpaçay’ından geçen eski hududa varılarak Türk Toprakları Ermeni Çeteleri’nden temizlenmiş oldu.”

Kazım KARABEKİR gibi namus ve dürüstlüğü savaştığı komutanlarca da belirtilen bir kimsenin o günler hakkında Amerikan Heyetine sunduğu Rapor elbette bu anlatılanlarla  bitmiyor…
15 Mayıs 1919’da Ermeniler İngilizler’in korumaları ve yardımlarıyla yeniden toparlanmakta yedi-sekiz bin kuvvete kadar çıkmışlardı. Ayrıca bu ordu birliklerine Ruslar ve İngilizler son model telsizler, iletişim istasyonları ve teknolojik silahlarla, hatta uçak yardımı yaparak takviye  etmişlerdi. Bütün bunlara rağmen Kazım Karabekir Paşa bir emirle durdurulmamış olsaydı belki bugün bir Ermenistan  Devleti’nden de söz edilmeyecekti; fakat bunu İngiltere ve Rusya müsaade edecek miydi? Edecekti; çünkü İngilizler Fransızlar Ermeniler’in yalanlarından ve iftiralarından artık bıkmışlardı.
Ermeniler’in iftiraları ve yalancı nufus beyanları üzerine Erzurum’a gelen Amerikan Heyetini Kazım Karabekir Paşa’nın Ermeni Mezarlığını ve Müslüman mezarlığını göstererek:
“ Bakınız Ermeniler’in ölülerine bir de Müslümanlar’ın  ölülerine, aradaki farkı görünüz… Bu kadar çoğuz diye çığırtkanlık yapan Ermeniler ölülerini yutmadılar ya…” diyerek yabancı heyeti pratik olarak ikna etmişti.

Evet, Soy Kırım Yapılmıştır!..  “Yedi Düvel” ve onların Osmanlı içinde yerleşik Ermeni, Rum ve diğer çeteleri birleşerek, Türk ırkını yeryüzünden silmek için soy kırım yapmışlardır…
Türk’e soykırım yapılmıştır…

İngiliz ve Ruslar’ın tezgahladıkları oyunlar bitmiyordu. Ermeniler: “Buralarda bir tek İslâm kalmayacağını ve hepsini Aras Nehri ötesine atmaya karar verdiklerini söylüyorlardı.” Hatta Erzincan, Erzurum ve Van Şehirleri’nin ilçe ve Köyleri’nde bir canlı Müslüman bırakmamışlar, kendilerine direnen Türk gençlerinin ciğerleriyle yüreklerini çıkartarak kanca ve çivilerle duvarlara astıklarını yine Kazım Karabekir Paşa yanındaki Rus Heyeti’yle birlikte tesbit ederek fotoğraflarla belgelemiştir. Bugün bu belgeler Rus arşivlerinde mevcuttur.

İşte bu sebepledir ki Osmanlı Hükümeti aldığı tedbirlerin yetersiz olduğunu görerek ve Müslüman katliamların durdurulamadığını görerek: Ermeni Patrikliği, Ermeni Mebusları, Komite Rüesasına: Ordumuzun vatan müdafası ile meşgûl iken isyanlara, taarruzlara, imhalara devam olunduğu taktirde şiddetli tedbirler alacağını  bildirdi. Bu ihtara rağmen faaliyetlere devam edildiği görüldü. Bunun üzerine hükümet 11 Nisan’da evvelâ Ermeni Merkezleri’ni kapattı. Komite mensuplarını tevkif ettirerek şu kanunu çıkardı ki bu kanuna TEHCİR KANUNU adı verilmektedir:

Türkiye’de Baş Komutanlık yapan General Bronzart Schellendorf’un Doyce Algemayne Zaytung isimli gazetede yayımladığı makalesinde “Tehcir”le ilgili olarak:
“Türkler, kıyım için Ermeniler’e doğrudan doğruya  herhangi bir sebep ve vesile sormadılar. Bu itibarla hadise olan her şeyin mesuliyetini, kabahatini bizzat Ermeniler’e atfetmek yerinde olur. Türk Ordusunun  vaziyeti pek endişeli idi. Ordu müdafaa halinde bulunuyordu. Ermeniler’in tavır ve hareketleri de cesur istiklâl muharebelerine yakışır bir halde olmaktan ziyâde hainane ve kindarhane idi.
Ordu, gerisindeki tehlikeyi devamlı olarak bertaraf etmek için Türk Hükümeti, kati neticeli bir tedbire müracaatta bulundu.
Hükümet, bütün Ermeniler’i başka yerlere nakletti. Bu cebri tedbirler Ermeniler’e sert geldi; fakat bununla beraber bu tedbir Asyalılar için, Avrupalılarda olduğu gibi,  sertlik ifade etmez… Türkler’in bu tavır hareketleri taktir edilmelidir.”24

Evet, Soy Kırım Yapılmıştır!..  “Yedi Düvel” ve onların Osmanlı içinde yerleşik Ermeni, Rum ve diğer çeteleri birleşerek, Türk ırkını yeryüzünden silmek için soy kırım yapmışlardır…
Türk’e soykırım yapılmıştır…


FAYDALANILAN KAYNAK ESERLER
1.                     SONYEL. Salâhi R., “Büyük Devletlerin Osmanlı İmparatorluğunu Parçalama  Çabalarında Hıristiyan Azınlıkların Rolü”, Beletten, Ankara, C. XLIX. Sayı 195 (Aralık 1985), s. 649.
2.                     “ Türk Kabile İsimlerine Dair,” Makaleler ve İncelemeler, Ankara Türk Tarihi Kurumu, 1987.
3.                     ARMAOĞLU, Fahir, Siyasî Tarih (1789 – 1960) , 2. B.. Ankara,  Sevinç Matbası, 1973.
4.                     _, 20. Yüzyıl Siyasî  Tarihi (1914 – 1980), Ankara Türkiye İş Bankası, 1987.
5.                     ATAÖV, Türk kaya, A. Brief Glance at  the “Armenian Question”. Ankara, Sistem Ofset,  1985.
6.                     _, A. British Soruce  (1916) On the Armeian Question, Ankara Sstem Ofset, 1985.
7.                     BAYUR, Yusuf Hikmet, Türk İnkılâbı Tarihi, C. I, İstanbul Türk Tarihi Kurumu, 1940
8.                     BERKES, Niyazi, Türkiye’de  Çağdaşlaşma, İstanbul, Doğu- Batı Yayınları, 1978
9.                     BURÇAK, Rıfkı Salim, Türk- Rus- İngiliz  Münasebetleri (1791-1941) , İstanbul, Aydınlık Matbası, 1946.
10.                  DEMİRCİOĞLU, Halil, Roma Tarihi, C.I, Ankara Türk Tarih Kurumu, 1953
11.                  DIAKOV, V,ve Kolalev, S... İlkçağ  Tarihi , çev. Özdemir İnce, Ankara, Başarıı Matbaası, 1987.
12.                  ERZEN, Atif, Doğu Anadolu  ve Urartular, Ankara, Türk Tarihi Kurumu, 1984.
13.                  GROSS, Feliks The Seizure of politikal Power, New York. Phillosophical, 1956
14.                  GÜREL, Şükrü S., Kıbrıs Tarihi (1878-1960) : Kolanyalizm, Ulusçuluk ve Uluslar arası politika, C.I, Ankara  Kaynak Yayınları, 1984
15.                  GÜRÜN, Kâmuran, Ermeni Dosyası, Ankara, Türk Tarihi Kurumu, 1983
16.                  HERODOTUS,  The Histories, Çev, Aubrey  de Selin  court, London R, & R. Clark, 1972
17.                  HOCAOĞLU, Mehmet Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezâlimi ve Ermeniler, İstanbul , ER-TU Matbaası, 1976
18.                  HONIGMANN, Ernst, Bizans Devletinin Doğu Sınırı, çev., Fikret Işıltan , İstanbul, Ünüversitesi Edebiyat Fakültesi,1970
19.                  HOVANNISIAN, Richard G. Armenia  on the Roadto İndepence, Berkeley and Los Angeles, Üniversity of California,1967
20.                  İLER, Erdal, Ermeni Meselesi’nin Perspektifi  ve Zeytün  İsyanları (1780-1880), Ankara,Türk Kültürünü Araştırma enstitüsü. 1988
21.                  İnternanational Encyclopedia of the Soical Sciences C.XI., Newyork,  Macmillan & Free.Press1968.
22.                KARAL, Enver Ziya, Osmanlı İmparatorluğunda         Ermeni Meselesi, Ankara, Dışişleri Akademesi.1971
23.           Osmanlı Tarihi,C.VAnkara,Türk Tarihi Kurumu, 1947
24.                  Osmanlı Tarihi C.VIAnkara,TürkTarihi Kurumu, 1956
25.                  Osmanlı Tarihi,C.VIII,Ankara,TürkTarihiKurumu, 1962.
26.                  KURAT, Yuluğ Tekin, Henry  Layard’ın  İstanbul Elçiliği, 1977-1980 Ankara, Ünivertesi Basımevi,1968







11 Nisan 2015 Cumartesi

"BÜYÜK ÜLKÜ, BÜYÜK DAVA, BÜYÜK DEVLET"; Abdullah Çağrı ELGÜN

BÜYÜK ÜLKÜ BÜYÜK DAVA BÜYÜK DEVLET
                                                          Abdullah Çağrı ELGÜN
Benizler solar, hayatlar biter, büyük ülküler büyük davalar sonsuza kadar yaşar gider. Büyük davaların büyük adamları, büyük ufukları büyük ülkü devleri vardır. Bunların ülküleri gelecek genç yürekleri, genç ve yeni gönülleri tutuşturur.
Büyük ülkü büyük davalar, büyük devletleri meydana getirir. Bu dava bu ülküler, babadan oğula, oğuldan toruna, torundan yeni kuşaklara nakledilerek kuşaktan kuşağa akıp gider.
            Bu davanın en büyük adamlarından tutun da en alttaki neferlerine kadar herkes, bu davanın sadece bir eridir, hizmetkârıdırlar… Bu dava yolunda yaptığı hizmette, verdiği maddî ve manevî yardım ile davasına bir katkı sağladığı, herkesten daha çok hizmet ettiği kanaati, aklının ucundan dahi geçmez; çünkü bu, bir hizmet yarışıdır… Hizmette ise sınır yoktur, yarışı,  insanlığa yapılan hizmeti Allah’a yapılmış kabul eder. Bunun ibadetlerin en büyüğü olduğu inancı olduğunu bilir, öylece benimser. Bu sorumluluk duygusu o kişiyi, isyandan, kırılmalardan, küsmelerden, gereksiz söylemlerden kem sözlerden ümitsizliklerden ve dava mensubiyetliğinden kaçmalardan azat eder, korur…  
Asla 
BAHANE bulmaz.
ELEŞTİRMEZ. ŞİKÂYET ETMEZ, KAÇMAZ…
UYKUSUNA, RAHATINA, kıyar.
Hiçbir MAZERETE SIĞINMAZ. 
SESSİZCE YOLUNA DEVAM EDER…
Bir davanın yaşaması, yaşatılması sanıldığı kadar kolay değildir. Büyük ülkü büyük dava büyük devlete yolculuğun yaşatılması, heyecanların canlı ve diri tutulması sıkıntılı ve çetindir.  Ahde vefa, davaya sadakat, davanın devamı ve yürütmenin acil giderleri için bıkmadan, usanmadan, hiçbir şey talep etmeden vermeyi vazife bilir.  Davanın, ülkünün yürümesi, yürütülmesi için hiçbir şey almadan verilmesi gereken aidatlar, bağışlar ve manevî yardım gerekli ve elzemdir… Davanın büyüklüğü oranında yüklenilen sorumluluklar, çekilen çileler de o kadar büyük olacaktır.
Büyük davalar büyük ülküler, adam gibi adamlarla yol alıp giderken, davanın uç noktalarına kadar yükselmiş, bir takım çürük elmalar, şeftaliler, armutlar, kayısılar, vişnelerin de hakanın otağında yer bulamamak, sultanının tabağında yer alamamak ihtirası ile kendini besleyen dalarını bırakması, dalardan aşağı atlaması, düşmesi gövdeden kopması, çok tabiidir; fakat bunları da bu ehli salip gövdenin olgunluğu kendi kendini temizleyerek ve çürükleri diğerlerini de kokutma ihtimali ile içerde eriterek veya dışarı atarak, içini ak pak yapıp, dava yoluna devam edip gider.
Büyük ülkü büyük davanın, sorumluluk yüklenen, maddî ve manevî varisleri ifa ve icra ettikleri görevler itibari ile de her derecede, sorumlu bulunmaktadırlar… Davanın eski Yöneticileri, Millet Vekilleri, Bakanları, Büyük Ülkü Davasının Gönül Erleri, Hizmetkârları olarak, bulundukları davanın yürümesi, yürütülmesi ve devamı için kendilerini sorumlu ve görevli hissederler. Kendi maddî ve manevî güçlerine göre, her ay düzenli olarak, belli bir aidat, bağışta bulunmak, yardım yapmaktan onur ve mutluluk duyarlar.
Davanın sorumluluk yüklenen büyükleri ile bunların çocukları, torunları ve torunlardan çıkan gelecek kuşakları, Büyük Ülkü Davasının yükselen sesini, yüreklerinde her daim duyarak, elden ele, gönülden gönüle taşıyarak, azim ve kararlılıkla bu davayı yaşamaya ve yaşatmaya devam edeceklerdir.   
Büyük ülkü büyük davalar, büyük devletleri meydana getirir. Bu dava bu ülküler, babadan oğula, oğuldan toruna, torundan yeni kuşaklara nakledilerek kuşaktan kuşağa akıp gider.

7 Nisan 2015 Salı

BİRLEŞİK TÜRKİYE ve AKİL İNSANLAR; Abdullah Çağrı ELGÜN

BİRLEŞİK TÜRKİYE ve AKİL İNSANLAR
                                                                   Abdullah Çağrı ELGÜN
Türkiye için geçmiş tarihi hadiselere bakıldığında görülüyor ki devlet her daim güçlüdür. Devlet, dağa çıkan eşkıya ve bugünkü gibi teröristleri yola getirmek, onlarla anlaşmak, eşkıyayı dağdan indirmek, halkı huzur ve sükûna kavuşturarak, devleti huzur içinde yönetebilmenin gereklerini yerine getirmek için gücünü kullanır. Devlet hiçbir aşirete, Beylerbeyliği, Sancakbeyliği, Kadılık, Voyvodalık, Vidinlik, Vilayet…vb. adlarına bir imtiyaz tanımamış; ve onların ayrı bir devlet olarak organize olmalarına izin vermemiştir. Güç birlikteliktedir. Birleşen, Bütünleşen Birleşik Türkiye huzura, mutluluğa,ve müreffeh bir hayata erecektir.
Şeyh Bedrettin 1420 İsyanı (Çelebi Mehmet Dönemi); İzmiroğlu Cüneyt İsyanı (1414); Karamanoğulları İsyanı (1444); Şah Kulu Baba Tekeli İsyanı (1511, II. Beyazıt Dönemi); Hain Ahmet Paşa İsyanı (Mısır’da Bağımsızlığın ilanı ile, 1524); Yeniçeri İsyanları (1525); Celâli İsyanları (1500-1600), Şeyh Sait İsyanları (13 Şubat 1925)… vb bunlardan başkaca da irili ufaklı yüzden fazla isyan çıkmış, hatta yüz yıl devam eden isyanlar dahi olmuş; fakat hiç birinde toprak talebine, devletten ayrılarak bağımsız devlet kurma taleplerine hoş ve müsamaha ile bakılmamıştır.
Bugün artık bütün devletler birleşirken, Birleşik Amerika, Birleşik Avrupa, Birleşik Çin, Varşova Paktı gibi güç elde etmek için birleştikleri bir BÜTÜN olarak hareket ettikleri görülmektedir. Türkiye de böyle yapacaktır.
Bir çok birlik müreffeh, mutlu, zengin ve yaşanabilir bir dünya için ve hayat için birleşerek devam ederken. Kürt unsuru için Türkiye’den ayrı bir devlet olarak başkalaşmanın kazancı bir hiç, acı, yoksulluk, sefillik ve gözyaşından ibaret olacaktır.   
Küçük bir devletçik, aşiret… Her büyük devletin piyonu olmaya hazır, kullanıma müsait, hiçbir teknolojisi yok, askeri yok, silahları yok, üretimi yok, tüketimi çok, tarihi yok, edebiyatı yok… Kısaca yokluklarla dolu bir devletçik. Kazancı ne olur, kayıp ne olur düşünmek gerekir…
Oğuz Han, Cengiz Han (Timuçin), Timur, Atilla, Adolf Hitler, Mussolini, Joseph Stalin, Vladimir Lenin, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu (962–1806) hep BİR OLMAK, TEK DEVLET, TEK DİN, TEK ALLAH ideali ile yola çıkmışlardır. Bunun için kendi dininden olmayanlara yapılan baskılar, ırkî olarak kıyımlar, insan mezaliminden vazgeçmemişlerdir…  Bugün Myanmar(Arakan)’da yapılan zülm, insanlık vahşeti  bunun sadece küçük bir örneğidir.
Biz ne yapacağız? Türkiye ve içinde yaşayan insanlar sonsuz bir hoşgörü sahibidir. Bugüne kadar Kürt, Türk, Türkmen, Avşar,  Çerkez, Laz, Süryani, Arap, Fars, Latin diye belirgin bir şekilde kişileri ayırmamış, eziyet ve sıkıntıya, din değiştirmeye, asimilasyona tabi tutmamıştır.  Bugün de aynı müsamaha ile yaklaşmaya devam etmektedir. Ufak tefek sıkıntılar dünyanın her yerinde vardır; fakat Türkiye mutlu insanların müreffeh hayatların huzur ve sükûn bulduğu arzulanan, istenen ve mutlu yarınları müjdeleyen geleceği parlak bir devlet olmaya devam edecektir.
Türkiye, yüz yıla yakın doğacak yavrusunu bekledi. Kuluçkadaki yumurtasının üstünde, yumurtanın kabuğunu çatlatmak için zaman kolladı. Şimdi yavru Türkiye’nin kabukları çatladı. Yavru kartal gibi, şimdi hayata göz kırparak kanatlarını silkelendi, tüylenip palazlandı. Kanat çırpmaya, gökyüzüne süzülerek huzur antremanları yapan kartal yavrusu gibidir. Şimdi tüylerini atma, nihayet kanatlarını büzerek yere inme, yerden gökyüzüne süzülme,  yerde ve gökte hakimiyet kurma, yer yüzüne huzur ve sükûn verme vaktidir.
Türkiye, AZERBAYCAN, Nahcivan , BULGARİSTAN,  ERMENİSTAN, GÜRCİSTAN,  IRAK,  İRAN, SURİYE , YUNANİSTAN,  KIBRIS, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan, Rusya ile birleşmeli, sınır bağlarını kaldırmalıdır. Allah biz İNSANLARA hiçbir devirde HİÇ BİR KİTABINDA dünyayı bölük bölük bölün, dinleriniz ayrı, topraklarınız ayrı, Allah’ınız ayrı kitabınız ayrı olsun dememiştir. O zaman bu ayrılık ve bölünmeler niye?!..
Bu devletler arasında BİRLEŞİK TÜRKİYE DEVLETLER TOPLULUĞU oluşturulacaktır. Hali hazırdaki devlet başkanları BİRLEŞİK TÜRKİYENİN “YÜKSEK MECLİSİNİN BAKANLARI” olacaktır. Başkan bu meclisin içinden oy çokluğu veya oy birliği ile seçilecektir.  Başbakanı ise yine oy birliği veya oy çokluğu ile Meclis seçecetir. Vekilleri ise azaltılarak BİRLEŞİK TÜRKİYE’nin vekilleri olarak İstanbul’da konuçlanacak ve toplam millet vekili sayısı 500 kişi olacaktır. Bu Millet vekilleri İstanbul Merkezinden idare edeceklerdir. Vekiller Devletlerin nüfus oranlarına göre belirlenerek özerk devletler içinde halk oyu ile belirlenecektir. Böylece giderek BİRLEŞİK DÜNYA DEVLETİ olma yolunda adımlar atılmış olacaktır. 
Bu birlikte hiç kimse kimsenin dinine, ırkına, rengine, tarihine, kültürüne karışmayacaktır. Ortak bir dil belirlenecek bu ortak dil ile yazışmalar, haberleşmeler ve idare olunacaktır. Bu ortak dil bütün dillerin ortak kelimelerinden oluşacak ve mutlu bir birliktelik hazırlanacaktır.
Devletin başında misafir olarak bulunanlar bu koltukları iyi değerlendirmelidir. Herkes bir gün bu koltukları bir başkasına bırakıp çekilecektir. Huzur içinde olmak, bü ülkeler için, memleketler için insanlar için, giderek DÜNYA İÇİN BİRŞEY YAPABİLDİM diyebilmek için huzur içinde gözlerini hayata kapayabilmek için DÜNYA KARDEŞLİĞİNİ  savunmalıdır. Önce yakın ülkeler birleşecek, sonra uzaklardaki sınırlar ve kısıtlamalar kaldırılacaktır. Tek DÜNYA, TEK DEVLET, TEK ALLAH, TEK KİTAP için birlik olmalıdır. Bunda ise ISRAR yoktur. Dünyadaki bütün ırklar, dinler ne olursa olsun KARDEŞTİR. Bu dünyanın nimetleri ise hepimize yetecek kadar bol ve toprakları geniştir. Güçlünün güçlüyü ezdiği, horladığı ayırdığı değil BÜTÜN VARLIĞI ile KABUL ve AFFETTİĞİ BİR DÜNYA İÇİN ÇALIŞILMALI ve MÜREFFEH BİR HAYAT İÇİN GAYRET GÖSTERİLMELİDİR.
Türkiye sade içindeki değil; fakat yanında, yöresinde sınırları dışındaki kıyımları, işkenceleri, gözyaşı, açlık, sefalet ve giderek bulaşıcı hastalıkların kol gezdiği savaşan devletlerin huzuru ve sükûnu için de devrede ve en büyük ezici silahlı gücüyle de AKTİF ve DEVREDE olmalıdır. 
Savaşlar: zulüm, işkence, açlık sefalet, bulaşıcı hastalık ve nihayet ölümdür. Buna dur diyecek GÜÇ BİRLİKTELİKTEKİ GÜÇTÜR ve MUTLAK GÖSTERİLMELİDİR. Gayret edenler Mutlak ORTAK bir yol bulunacaktır.
Bazı şer güçler, millet içindeki etnik unsurlardan bir gari şekilde kitleler oluşturmak istese de bu girişimde fazlaca başarılı olamamışlardır. Bugün de Kürt unsuru karşımıza dikilmiş, akil insanlar grubu oluşturulmuş, bu grup ile de anlaşmaya ramak kalmıştır. Dış güçlerin, Kürtler kozunda da başarılı olabilecekleri tezi tamamen çürümek üzeredir.
Akil insanları görevi de burada başlamıştır. Kürt ve diğer muhatapların arzu ve istekleri tek tek tespit edilip, hastalık tespitinden sonra da çare olmak üzere hangi reçetenin yazılarak bunları iyileştirebileceği üzerinde görüş birliğine varılacaktır. Böylece uzun yıllar kangren olmuş Kürt meselesi de böylece çözüm bulacaktır.
Farkında olarak veya olmayarak bir SİBER SAVAŞIN kıskacında bunalan Türkiye liderlerinin yolu açılacaktır. Bununla birlikte, vücut kilitlemeleri, kol ve bacak kasılmaları, ağrılar, bağırsak ve değişik organlara yapılan saldırılara dikkat gereklidir.  Tedbir alınmalıdır….
“Biz, her insanın kaderini, kendi çabasına bağlı kıldık. İsra Suresi Ayet : 13” Türkiye bu yolda lider bir ülkedir. Kainatın bütün duacıları bu ulvî ve yüce sesi duymuştur. Birleşik Türkiye etrafındaki yaklaşık elli altı (56) devlet ile aralarındaki vizeyi kaldırmıştır. Sınırların da kaldırılması BÜTÜNDE BİRLEŞME çaba ve gayreti devam edecektir. Bundan sonra da onlarla birleşmek, BİRLEŞİK TÜRKİYE’Yİ gerçekleştirmek yolunda adım atacaktır. Her varlık bunun için gayrette hava, su, toprak yaprak, bu muştuyu her canlıya müjdelemeğe devam etmektedir. ilâhi güçler bu yolda liderlerin hizmetine amade olmuşlardır. Gayret başta bulunan gayretkeşlerde takdir yaratandadır. Bu yolda her şeyi ile mücadeleye tutuşmuş olanların yolları düz, bahtları açık olsun…
KAYNAKLAR

https://www.google.com.tr/search?q=T%C3%BCrkiye%20ile%20Vizesi%20kalkan%20devletler&ie=utf-8&oe=utf-8&aq=t&rls=org.mozilla:tr:official&client=firefox-a

Translate