Abdullah Çağrı ELGÜN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Abdullah Çağrı ELGÜN etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ekim 2019 Salı

TARİH TEKERRÜRDEN İBARETTİR, Abdullah Çağrı ELGÜN

TARİH TEKERRÜRDEN İBARETTİR
Abdullah Çağrı ELGÜN

Hatırlanacak, Birkaç İktidar ve Günümüz:

Tarihin tekerrür ettiğini göstermek açısından, geçmiş birkaç önemli iktidarları, iyi ve kötü icraatlarıyla gözler önüne sermek yerinde olacaktır. Gözünü makam, mevki, para hırsı ve amansız ihtiras bürümüş liderler, yönetimlerindeki kötü gidişatı gördükleri halde, hata yapmakta ısrar ederek, oturduğu koltuğa güç veremedikleri için, oturduğu koltuktan güç alarak, koltuğa sıkı sıkı tutunup halkına zulmederler.  
Koltukları bırakmayışları sebebiyle, halkın çektiği çile ve uğradığı mağduriyetten (Vatandaşın, suçlu suçsuz tutuklanmaları, işkenceler, mahkûmiyet, hapse atılanların makam, mevki ve itibarlarının kaybı, aile faciaları, faili meçhûl cinayetler; dinî veya siyasî düşünüşteki farklılıklar ve faaliyetleri sebebiyle idamlar) oluşan ve oluşacak feci akıbeti fark edemiyorlar…
Dünyadan hiç göçmeyeceklermiş gibi dünyaya sarılıyorlar…  Hayat böyle devam ederken, tarih tekerrür ediyor. Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar: Hiç ibret alınsaydı tarih, tekerrür mü ederdi?..
28 Temmuz 1402’de Yıldırım Han’ın Timur Han’a nasıl yenildiği, çok tartışılmakla birlikte, gerçek sebep: Tarikat, Tekke ve Cemaat Mensupları ordu birliklerinin Anadolu Erenlerinin, Tarikat mensubu Timur Han’ın saflarına geçerek, ordu gücü olarak zayıf olan Yıldırım’ı arkadan vurmaları, Timur tarafına dönmeleri (geçmeleri) olmuştur. Bu olaya dinden dönen “Mürted” (dönek) adı verilmiş. O günden sonra Ankara’daki bu yerin ismi: Mürted olarak kalmıştır. Bugünkü Hava Alanının bulunduğu yere de Timur’un oradaki ordu komutanının ismine ithâfen: “Esen Boğa” denilmiştir.
Savaş başlamadan önce, Timur Han, Anadolu’daki Osmanlıya tabi olmayan ve Osmanlı ile sürekli iktidar mücadelesi içerisinde bulunan boy beylerini, ikna yoluyla saflarına katmıştı… Yıldırım Ordusunun içinde bulunan boy beylerinden bazılarını da ikna edip kendi saflarına katınca Yıldırım’ın Birlikleri zayıfladı… Savaş başladığında Yıldırım Han’ın Ordusunun içinde bulunan, Tarikat mensubu: (Bayrâmî, Halvetî, Nakşî, Kadirî) Şeyhler, Şıhlar, Seyyidler, Boy Beyleri, Kara Tatarlar, Germiyan Askerleri, Timur’a sığınan Tarikat Şeyhleri; Şıhları ve Seyyidleri üzerine Kurulu Anadolu Beylerinin bir kısmı ile 160 bin kişilik Timur Han kuvvetleri, daha da güçlendi. Yıldırım Han’ın 90 bin kişilik kuvvetlerinin sayısı ise azaldı. Savaşta Yıldırım Han’ın, yanında üç bin (3.000) kişilik kuvveti olduğu halde, esir olarak alınmış olması, çok dikkate şayandır… Yanında üç bin (3.000) kişi ile hiçbir ordu teslim olmaz… Hele bu bir Türk ve başında Yıldırım Han’ın bulunduğu ordu ise!.. Tarih bu muammayı elbette bir gün çözecek ve bunu daha net bir şekilde ortaya çıkaracaktır…
Timur Han,Kendisine geçen Derviş ve Tarikat liderlerinin yanında 
Kısaca, ordu komutanları ve mensuplarının bağlı bulunduğu Tekke, Zaviye, Cemaat, Tarikat, Şeyh, Şıh, Seyyid ve Mensuplarının Timur Han tarafına dönerek saf değiştirmesi, Yıldırım Han’ın yanında kala kala Yeniçeriler (Kuruluşu: I. Murat 1362), Sırp Birlikleri ve Rumeli’den gelen Askerleri kalmış, bu durum ise Yıldırım Han’ın yenilgisiyle sonuçlanmıştı…
Savaş sonrası Timur Han, Türkistan’a dönerken: Kendisine katılan ve daha önce de Yıldırım’ın Devletine (Osmanlı) katılmamış, ayrı ayrı beylikler halinde bağımsız olarak yaşayan Anadolu Beyliklerine, yeniden kendi topraklarında bağımsız olarak yaşama yetkisi verdi… Geriye kalan toprakları da Yıldırım Han’ın oğulları arasında paylaştırarak Osmanlıyı parça parça böldü… Böylece Timur Han, ihtimal, Doğuya Çin’e yapacağı seferde, arkasında kendisine rakip olabilecek bir devlet bırakmamış oluyordu. 
Anadolu’daki bu kargaşalıklar on bir (11) yıl gibi bir zaman  sürmüş, tahta geçme kavgasında kardeşlerini yenerek hanedanlık koltuğuna oturan Çelebi Mehmet’in, ilk işi babası Yıldırım Beyazıt’ın uğradığı akıbete uğramamak ve o hataya yeniden düşmemek oldu...
Timur Han
Devlet sistemini yeni baştan dizayn etti. Devlet Kurumları ve Devlet Memurlarının: Medreseler, Boy Beyleri (Aşiretler), Tarikat, Tekke, Zaviye, Şeyh, Şıh, Seyyid, … ve benzerleri ile bağlantılarını kesin olarak kopardı. Bunlar, sadece Devlete çalışacak ve bunun karşılığında Devlet belirli bir miktar aylık verecek, hastalandığında Devlette bedava muayenesi ve tedavileri yapılacak ve günü geldiğinde de yine Devlet tarafından en son aldığı maaş üzerinden, hiçbir kesinti olmaksızın emekliye ayrılacaktı. İşte o zaman evlenecek ve çoluk çocuk sahibi olabilecekti. Bu yaş sınırı kırk beş (45) idi…
Devlet adına çalışan Devletin bu görevlileri, Devletteki çalışmalarının dışında hiçbir yer ve kuruluşta görev alamayacak, ikinci bir işte çalışamayacak, yeni bir patron edinemeyecekti… Böylece, Devletin elemanlarının Devletteki görevleri dışındaki her türdeki iş ve uğraş ile bağlarını keserek, Devlete bağlılıklarını, Devletin patronluğunu tescilleyerek, Devlete itaati kesin olarak sağladı…
Yıldırım Beyazıt Han
Böylece asker, memurlar ve Devletin diğer elemanları, büyük bir sadakâtle sadece ve sadece Devlete bağlı kaldı. Devleti düşündü, Devletine hizmet etti ve sadece Devleti için yaşadı ve gerektiğinde Devleti için canını verdi… Bunlar en yakın anne, baba, diğer akraba ve hısımlar, hele hele Dernek, Tarikat, Cemaat, Tekke; Zaviye; Şeyh, Şıh, Seyyit …vb. dinî, siyasî ve sosyal her türdeki kuruluşlarla olan bağlantılarını kopardı… Asker ve memur Devlete bağlı kaldı…  Bu görevliler vatandaşlar arasında Hak’tan ve adaletten taviz vermediler.  Büyük bir saygınlık ve itibar gördüler. 
Devlet memurunun tek düğmesini koparmanın cezası, mahkumiyet olarak, altı aydan başlıyordu… Böylece İlk “Devşirme Asker Sistemini” de geliştirmiş oldu. Bu sistemde Anadolu ve Rumeli’nde yaşayan askere hevesli, Türk ve Gayri Müslüm Tebanın birkaç delikanlısından sadece biri, çok küçük yaşlarda (5, 6 ve 7 yaş) devletçe alınıyor ve kabiliyetlerine göre “Asker, Bilim Adamı veya Devlet Memuru” olarak yetiştiriliyordu… Daha sonra iktidara gelen II. Murat bu yöntemi kanunlaştırarak, “Devlet Sistemi” yaptı. Sistemin kalıcı olmasını sağladı.
Yıldırım Beyazıt Han 
Çelebi Mehmet, Osmanlı Devleti’ne bu sistemi getirerek Devletin 700 yıla yakın yaşamasını sağlamıştı… Osmanlı yıkıldıktan sonra, Kurtuluş savaşı vererek yok olmuş bir devletin küllerinden Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Mustafa Kemal Atatürk de Devleti zayıflatarak parça parça bölen, Devlet Yönetiminin her şeyine parmak atan ve Devlet kasasından ve Devletin halktan aldığı vergilerden beslenerek semizlenen: Vakıflar, Dernekler, Tarikat, Cemaat, Zaviye, Tekke; Şeyh, Şıh, Seyyitlik …vb. müesseselerindeki dinî, siyasî ve sosyal her türdeki kuruluşlarla bağ ve bağlantılarını keserek, bu tür kuruluşların kapısına kilit vuradurarak bunları tamamen ortadan kaldırmıştır… Devlet adına çalışanların dışarıda ikinci bir işte çalışmalarına kesinlikle izin vermemiş, çalışan veya teşebbüs dahi edenlerin Devletle bağlarını derhal koparmış ve şiddetli cezalara çarptırmıştır…
İşte bu büyük deha Mustafa Kemal ATATÜRK, atası Çelebi Mehmet’in taktiğini uygulayarak Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıldır yaşamasını ve daha nice yüz yıllar da yaşayacağını garantilemiştir. Onun ‘Gençliğe Hitabesi’ni okuyanlar, yönetim sistemindeki bugünkü arızaları tespit etmekte, asla zorluk çekmeyeceklerdir. Bu sebeple Vakıf, Dernek, Tarikat, Cemaat, Tekke; Zaviye; Şeyh, Şıhlık, Seyyidlık, … ve benzerleri müesseseleri ve bunların mensupları, Atatürk’e düşmandırlar… Bu kin devlet ile ilgili değildir, sadece menfaat çeşmesi musluklarının kesilmesi “Lâyık Sistem” sebebiyle, yönetime parmak sokamamalarından dolayı olup, siyasete dayalı bir düşmanlık ve kindir…
Bugün öyle mi? Devlette çalışanların ikinci, üçüncü hatta dördü
Mürtet Hava Alanı Timur Han'a Katılma(Dönekliğin Yaşandığı Alan)
ncü işi olup Devleti bir çiftlik gibi kullanmakta ve burasının gücünden yararlanarak ikinci üçüncü işine buradan gelir sağlamaktan asla çekinmemektedirler…  Devletin memurları adeta komisyoncu ve haraççı durumuna düşürülmüştür… Dışarıdaki ikinci iş memura, tam bir servet sağlamakta, kimi avantajlı meslekler (Tıpçı, Emniyetçi, Zabıta, Maliyeci, Eğitimci, … vb.)  sayesinde halk Devletin bizzat memurları tarafından soğan gibi soyulmaktadır. Getirilen hasta garantili hastaneler, yolcu geçit garantili oto yol ve köprüler, … Devlet sistemini çökertmiş, bugün yolsuzluk ve usulsüzlüğün kapıları sonuna kadar açılmıştır…
27 Temmuz 1299’da kurulan Osmanlı İmparatorluğunu 1923’te yıkan sebep de Devletin Bütün Kurum ve Kuruluşların Devlete değil; ama Boy Beylerine, Aşiret Ağalarına, Eyalet Yöneticilerine, Tarikatın Şeyhine, kayıtsız şartsız, körü körüne, malını, canını, ırz, namus ve en sevdikleri şeyleri gözünü kırpmadan feda edebilecek kadar bağlılık, biat ve itaati idi… Asker ve memurlar pazarda sebze satar durumuna gelince işler tamamen karışmıştır!.. Bugün de öyledir. Devlet güçsüzleşince halkın güçlüler karşısındaki biat kültürü, mensubiyet ve aidiyet duygusu, ayrılma isteği, bağımsızlık arzusu, duygu ve düşünceleri daha da güç kazanıyor…  
          Bugün yaşanan olaylar, tarihin bir tekrarıdır. Osmanlının Yıkılışı, Türkiye’de yapılan İhtilâller (Adnan Menderes’in İdamı, Demirel İktidarı, 12 Eylül İhtilâli, Özal İktidarı) ve Recep Tayyip ERDOĞAN Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi… Bugünkü durum, tarihten dersler çıkarmak değil, tarihle hesaplaşmak ve tarihle savaşmak değil de nedir?.. Bugün Devleti yöneten ve Devletin bütün sistemine parmak atmış olanlar: Yarın Kara Çarşaflı, Sarıklı Cübbeli, Teke Sakallı, Şalvarlı kalabalıklar oluşturup; Kayseri, Konya, Gaziantep, Erzurum, Bursa, Ankara, İzmir, İstanbul Sokaklarında: “Şeriat İsteriz, Hilâfet İsteriz diye!..” bağırırlar, yürüyüş ve nümayiş yaparlar, cadde parkelerini sökerler, vitrin camlarını indirir, ortalığı birbirine katarlarsa, asla şaşmamak gerekir!..
Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar: Hiç ibret alınsaydı tarih, tekerrür mü ederdi?..
KAYNAKLAR:
1)      Diyanet ve Tarikatların Yıkım Belgeleri, Ziya ZELYUT. 15 Ağustos 2019
2)    Tarikat Kuşatmasındaki Türkiye (Halidî Cehennemi), Kaynak Yayınları-(Diyanet’in Tarikatlar Raporu)

27 Haziran 2018 Çarşamba

MHP, YİNE AKP'yi İKTİDARA TAŞIDI; Abdullah Çağrı ELGÜN


MHP, YİNE AKP'yi İKTİDARA TAŞIDI
Abdullah Çağrı ELGÜN


AKP'nin iktidara geldiği günden beri arkasında ve sağ kolu olarak bekleyen BAHÇELİ, kendisini, partisini ve dava arkadaşlarını değil; fakat AKP ve kadrolarını yeniden iktidar yapmayı başardı...
Her zor zamanda, ERDOĞAN'ın arkasında dimdik ve yalın kılıç duran BAHÇELİ, 24 Haziran 2018 seçimlerinde de AKP'ye her türden korumayı yaparak, onu iktidara taşımıştır.
AKP'deki küskün seçmenlerin, Millet Vekilliğinde MHP'ye yöneldiğini söylemek mümkün. Böylece küskünlerin AKP'ye  ders vermek istediği anlaşıldı.
İYİ  Partiden beklenen performans gelmedi....
En az % 20-25, hatta 30-35 beklentisi oluşmuşken % 10 küsürlerde kalması AKŞENER taraftarlarını zora soktu. “Millet İttifakı”nın(CHP, İYİ PARTİ, SP; DYP),  “Cumhur İttifakı” AKP, MHP, BBP, HÜDAPAR) karşısında çok çok sönük kalmasını anlamlandırmak mümkün gözükmüyor!.. Bu soru akılları her daim kurcalayacak…
İYİ Parti, MHP seçmeninin yarısının oylarını kaparak, meclise girmeyi başardı; fakat MHP'nin gerisinde kaldı. "MHP bitecek, bitti, bundan sonra esamesi okunmaz!..."  denirken, AKP küskünlerinden ve kendi kemikleşmiş oylarını koruyarak yükselişe geçti...
Muharrem İNCE, tek başına oyları yükseltmiş olmasına rağmen, başaramadı ve Erdoğan'ı geçemedi.  İYİ Partiye giden bütün oyları CHP'ye geri getirerek CHP oylarını toparladı ve yükseltmeyi başardı...
Bu seçimin tek ve yegana galibi herkesi ekarte ederek; söylemleri, ikna yöntemi, hitabeti, ve bütün medya ve devlet gücüyle parti, liderini ve toplumu ikna(!) eden AKP ve lideridir.
İYİ PARTİ, CHP'nin kendisine yönelmiş oylarını İNCE'nin gayretli çalışması ve AKŞENER'in Vekil Adaylarında:
Vekil Adayları belirlemedeki yanlış tercihleri,
Deneyimsiz ve acemi  teşkilat yöneticileri,
Ekip çalışması nedir, henüz  bilmeyen; fakat  sadece gayretkeş teşkilat organları;
YOL ARKADAŞLARINI YOLDA BULDUKLARINA DEĞİŞMESİ sebebiyle beklenen performansı gösteremedi ve kaybetti.
CHP, İnce'ye %30 verdi; ancak, vekillikte %22'ye düştü. Aradaki %8'lik oylar HDP' ye gitti ve HDP  varlığını korumuş oldu. Ne AKŞENER, ne de İNCE kendi il, ilçe ve yörelerinde beklenilen oyları alamadıkları gibi diğer partilerin çok altında kaldılar.
Enteresan bir arikmatik ortaya çıktı...
HDP,  üçüncü  PARTİ durumuna yükseldi. MHP,  AKP düne kadar birbirlerine ağza almadık sözlerle suçlarken, sarmaş dolaş, kuzu sarması oluverdiler...
Saadet Partisi de ümit edilen ve seçim öncesi halkta yarattığı rüzgarı seçimde yakalayamadı. Eğer bu seçim de bir şaiya yoksa(!?) Halk da anketler de hatta bazı duayenler de yanıldılar.
“Yine 24 Haziran'da gerçekleştirilen seçimlerde Adalet ve Kalkınma Partisi (AK PARTİ) %42.50, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) %22.68, Halkların Demokratik Partisi (HDP) %11.63, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) %11.13, İyi Parti (İYİ PARTİ) %10.01, Saadet Partisi (SAADET) %1.35, Hür Dava Partisi (HÜDA-PAR) %0.32, Vatan Partisi (VP) ise %0.24 oranında oy aldı.
 Bu oy oranlarına göre:AK PARTİ: 293, CHP: 146, HDP: 67, MHP:50, İYİ PARTİ: 44 Milletvekili ile TBMM'de yer alacaklar.”
Bütün partiler, bu sonuçlardan ders çıkarabilecek mi?. Aynı kökten gelerek ayrılan ve parça parça olan  ÜLKÜCÜLER (MHP - İYİ PARTİ ve BBP)si birleşebillir, AKP’yi dizginleyebilirler mi? 
HDP'den bir kısım vekil istifa edip CHP'ye geçebilir mi?
Bunları da zaman gösterecek...
Milletin verdiği karar enteresan ve bağlayıcı. Hiç olmayacak partiler ve organlar yan yana gelip, barış içinde geçen bir seçime imza attı.
Milletimizin verdiği bu kararın, ülkemize ve halkımıza hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.

KAYNAKLAR: 
1.https://www.cnnturk.com/turkiye/ysk-secim-sonuclari-il-il-cumhurbaskanligi-secim-sonuclari-ve-2018-oy-oranlari

          2.https://www.cnnturk.com/video/turkiye/iste-24-haziran-yurt-disi-secim-sonuclari

          3.http://www.posta.com.tr/yazarlar/yazgulu-aldogan/secim-sonuclari-kutsaldir-2016794

https://www.aydinpost.com/
          4. 24-haziran-secim-sonuclarina-iliskin-son-anket-iste-liderlerin-masasindaki- 
anket-son --341010h.htm

22 Temmuz 2017 Cumartesi

SİZİ 15 TEMMUZLARA BEN GETİRDİM!.. ,Abdullah Çağrı ELGÜN

SİZİ 15 TEMMUZLARA BEN GETİRDİM!..
Abdullah Çağrı ELGÜN

 İktidar sahipleri, hükümet ettiği günden buyana, FETO ile birlikte el ele, kol kola, aynı park, aynı havuz, aynı otellerde birlikte yatıp, birlikte kalkıp, birlikte icraat yapmadılar mı?  Birlikte planlamalar, birlikte projeler ile devlete ait her türdeki kamu arazilerini hisselerine geçirmediler mi? Vakıflar ve dernekler kurarak ve devlete ait kamu mallarını bu vakıf ve dernekler yolu ile yok fiyatına 49 yıllığına kiralamadılar mı? Madenler ve bunların yataklarını il başkanları ve başkan yardımcıları ile partililerin üzerlerine tapulayarak sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
TC’yi silme, Türk, Türklük, Türkçülük gibi kavramlardan nefret ile onları yok sayma, milliyetçiliği ayaklar altına alma, balya balya dolarları villalara yığma, para makineleri ile sayılamayacak derecedeki komisyon rüşvetlerini ayakkabı kutuları ile nakledip, rüşveti hamuduyla götürerek sizi 15 Temmuzlara ben getirdim…
Erdoğan: “Biz geniş Ortadoğu ve kuzey Afrika Projesinin eş başkanlarından biriyiz ve bu görevi yapıyoruz.” “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Büyük Ortadoğu Projesinin Eşbaşkanıdır, biliyorsunuz. Bu proje içinde Diyarbakır bir yıldız olabilir. Burada Türkiye’ye bir görev verildi ve biz bu görevi üstlendik.” derken de bunlar ile sarmaş dolaş, “çözüm süreci” üretip, Helsinki, Dolmabahçe, Olso, Kandil’de el sıkışırlarken de   Cumhuriyet için projeler üretip, muhalefetin arkasından gülerek sizi 15 Temmuzlara ben getirdim…  
Ülkenin en gözde yerlerinde bunların dershaneleri, bunların liseleri, bunların okullarının kurulması ve işletilmesi için arsa ve kaynak aktarımını kim yaptı, bunların açılmasının izinlerini kim verdi?
İltimas, adam kayırma; polis okullarına, harp okullarına hukuk, siyasal bilgiler fakültelerine girebilmek için sınav sorularını çalma; kara para aklama, kurulan havuzlarda oluşan paraları yandaşlara peşkeş çekme, komisyonun fazlalığına itiraz eden işadamına, milletin anasına avradına küfrettirerek sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Bütün bunlardan kim ceza altı?..
Bu şahıs hangi bedeli ödedi?                                         
Anamıza avradımıza küfredilmiş olarak, ortada kaldık?!.
Kimsenin gıkı çıktı mı?                    
İhale kanunundaki yüzlerce değişikliklerle ihaleleri akraba ve hısımların cebine koyma ve bunu İslâmiyet ile bağdaştırma “Allah: anaya babaya, yakın akrabaya bakmayı ve  yardımı emrediyor”  diyerek kılıf bulma işlerinde, hep beraber değiller miydi? 
Bunlar FETO ile hep beraber yer, hep beraber içer, hep beraber yatar, hep beraber kalkmazlar mıydı? Bunlar hep beraber ağlar, hep beraber düğün yapar, hep beraber iki üç defa açılmış mekanları yine birlikte, bir ve beraber dualarla açarak sizi 15 Temmuzlara ben getirdim…  
Hele bir düşünelim. Bu bir bela ise bu belayı başımıza kimler sardı?  FETO ile sarmaş dolaş iki âşık gibi ayrılmayan kimlerdi? 
Şimdiki zeytin yağ gibi su yüzüne çıkmayı çok iyi beceriyorlar…
Bunların dövünme, sızlanma, dert yanmaya hakları var mı?
Olabilir mi? 
Şikayet ettiklerini, en iyi makam ve mevkilere, on dört yıl boyunca kim taşıdı?..
Sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Başımıza bu belayı saranlar kadar, bu belanın sarılmasına ortaklık, yandaşlık, yataklık ve taşeronluk edenler de bu musibeti işleyenler kadar suçludur. Mürürü müddet içinde yakalarını bu suçtan kurtaramazlar...  Haydi bu gün kurtardı diyelim. Yarın çocukları, torunları da bu iştirakten, üzerlerindeki mal varlıklarından, kazançlarından kesin olarak hesaba çekileceklerinden asla şüphem yoktur.
Geçmişte: Sultan II Abdülaziz’i katledenler, kırk yıl sonra da olsa hesap vermekten kendilerini kurtaramamışlardır. Bu kadar adam hayatını kaybetmiş, bu kadar insan makam ve mevkilerinden olmuş, evi barkı, hanesi dağılmışken: “Aldatıldık!”, “Kandırıldık!”, “Allah bizi Affetsin!” sözleri ile geçiştirilemeyecek kadar veballi ve büyüktür. Adalet herkes için geçerlidir. Her zanlı, er veya geç yargı önünde hesap vermelidir; verecektir. Sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
24 Haziran 2004, Millî Güvenlik Kurulunun Tavsiye Kararlarını, Hükümet başkanı: “Bu karar bizim için (YOK!) hükmündedir.!” diyerek kabul etmiyordu.  Bu karar Cemaatlerin ve ük
ümeti HHhFethullah GÜLEN Örgütünün Askerîyede, Emniyette ve Yargıda örgütlendiğini bir çok, açık delillerle ortaya koyuyordu. Bu kararı alanlara duyulan nefret ile bu kararı uygulamaya sokamayan iktidar, bunların emekliye sevk edilmesi, yaş kararları ve FETOCULAR’ın Askere kumpas kurarak: “BALYOZ, SARIKIZ; ERGENEKON” adı ile yaptıkları operasyonlarla dönemin genelkurmay başkanı başta olmak üzere, yetmişe yakın generali, FETO örgütüyle işbirliği yaparak tutuklatıp, Silivri’ye gönderttiriyor ve dürüst, onurlu ve Atatürkçü subaylarımızın arkasından birlikte güldüğümüz için sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Millî Güvenlik Kurulunun önerdiği ve bu gidişat için acil önlem alınması gerektiğini tavsiye eden kararını yok saymıştı. Vatanperver Atatürkçü subayların tasfiye edilerek Silivri Cezaevine gönderilmesiyle boşalan, makam ve mevkilere FETO’nun örgüt subayları atanıyordu. İktidar, FETOCU darbeci generalleri makam ve mevki, sahibi yapmasıyla birlikte, 15 Temmuz’a giden yolları sonuna kadar açıp,  sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
17-25 Aralık diye bir deprem oldu. Zafer Çağlayan’ın 24 bin EURO’luk saat alıyor; ve almadığını iddia ediyordu. Nihat Zeybekçi en son 11 milyon liraya bir yalı alıyordu… İçişleri bakanının vasıfsız oğlu, Barış GÜLER, 5 Ocak’ta, 40 bin dolarlık kira ödüyor ve Komisyon Başkanı şaşıp kalıyor. Üye Yıllık mı diyor, o da aylık diye cevap verince şaşırıp kalıyor.  Barış GÜLER’in kendi param dediği, üç beş milyon dolar, meğer bir trilyon çıkınca… Rıza ZARRAP’tan alınan paralarla, Şehrizar’dan alınan: 14.5 milyon EURO’luk on adet havuzlu villa, hemen damat, Berat ALBAYRAK’ın üzerine geçiriliyordu. Ahmet Çalık’ın alacağından arta kalan 25 milyon dolar gizlenemiyor. Bilâl’in son aldığı geminin fiyatı 18 milyon dolar tutuyordu.
Devletin en önemli bakanları ve çocukları yolsuzluğa karışmıştı; ve nihayet kaya parçaları ayrılarak iki adaya dönüştü. Menfaatler birden bire ön plana çıktı. Pasta bir türlü bölüşülemiyordu. Dershanelerin kapatılması kararı, mevcut gerginliğe tuz biber ekti. Öyle bir biat ve saygı vardı ki bu saygı ve karşılıklı söz birliği sebebiyle menfaatler bitinceye kadar aralarından su sızmadı!.. Birlikteliklerinde kılı kırk yarıyorlar, her şekilde sandıktan birinci olarak çıkmayı başarıyorlardı. İktidarı muhalefete kaptırmamakta el birliği ve gönül birliği ediyor, bal çanağının kaptırılmaması için büyük maharet gösteriyorlardı.
Basın, yayının en önde gelen gazetelerinde, bunların boruları çalıyor ve bütün televizyonlarda bunların adamları konuşuyor; ve bunların adamları topluma yön verirken, sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Derken, Başbakan: “Gökten ne yağdı da yer kabul etmedi?”, “Ne istediler de vermedik?”, “Mübarek özledik seni!”, “Gel artık, bitsin bu hasretler!..” “Gurbet aynı zamanda garipliktir. Biz garipliğe tahammül edemeyiz.”, Diyerek Türkçe Olimpiyatları için gümüş paralar dahi bastırılıyordu. 17 Haziran 2012’de Türkçe Olimpiyatlarında yapılan konuşmalar: “Gurbette olup şu vatan topraklarının hasreti içerisinde olanları aramızda görmek istiyoruz…” 
Mehmet Al ŞAHİN: “Fethullah GÜLEN ile telefonla görüştüm. Rahatsızdı… Karabük’ten bir çağrıda bulunmak istiyorum: Hocam artık Türkiye’ye dönün. Dönün artık Türkiye’ye!..”,
Binali YILDIRIM: “…24 Haziran 2013, Türkçe: Aç herkese açabildiğin kadar sineni, Ummanlar gibi olur, İnançla gelen insan sevgidir, kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın gönül, diyen Hoca Efendi’nin dilidir.”,
Bülent ARINÇ, 5 Haziran 2010: “Muhterem Hoca Efendi’in bir konuşması var. Hoca Efendi her zaman doğruyu söylüyor… Muhterem Hoca Efendi on iki senedir beri yurt dışında kendisine yapılmadık iftira kalmadı. Medyası, siyasî çıkar odakları siyasiler, hep bağlantılarını araştırdılar. Onlarca beraat kararı var. Gelebilir Türkiye’ye gelebilir.” sözleri ve daha nice bakan ve bürokratların övgü yağdıran serzeniş ve nutuklarını buraya alamadığımız için sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Sonra birden bire FETO terörist oluverdi. FETO mu yanıldı, Erdoğan mı yanıldı, yoksa ikisi birden mi yanıldılar, kapıştılar; veya galip oldular hâlâ meçhulümüzdür… Arada millet kaldı. İki arada bir derede ne oldu ise olan vatandaşa olarak, sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Fethullah GÜLEN, hâlâ Pensilvanya’da saltanat kayığının üzerinden sefa sürmeye devam ediyor. Bu kayıktan indirilemiyor mu, indirilmiyor mu, indirilmek mi istenmiyor?..  Yurt içindeki taraftarları ve yanılmış birkaç generaliyle, darbe teşebbüsü ve sistemi her ne pahasına olursa olsun, tam olarak değiştirmek isteyen iktidarın, amacın gerçekleşti mi?
Galip kim?
Mağlup kim?
15 Temmuz gecesi, FETO terörü diyerek suçlanan Fethullah GÜLENCİLER’in birkaç saat içinde, makamları mevkiler ve bugüne kadar elde ettikleri her neleri varsa, ellerinden alınıverdi… Gürül gürül yanan ocaklar sönüverdi. Aileleri ve hiçbir şeyin farkında olmayan masum çocukları garip ve perişan, yakınları çaresiz kalıverdiler. Sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Aynı masada oturan proje ortaklarına ise hiçbir şey olmadı. Hatta bunlar yakaladıkları bu büyük fırsatı, kâra çevirerek, sistemde arzuladıkları revizyon ve değişimi fiiliyata geçiriverdiler. Yıllarca bu eylemleri gerçekleştirmek için proje yapan ortaklardan, aynı eylemi yapan beyaz tilkilere hiçbir şey olmadı. Siyahlar ise yaptıklarını canlarını vererek, cezaevlerine girerek ve aile etraflarıyla birlikte fakr u zaruret içinde, büyük bir mağduriyet yaşayarak ödüyorlar…
Halbuki TC Kanunlarınca gereğince bu suç, belli bir dönem ile “17-25 Aralıkla” sınırlı olmayıp genel müruru, zaman süresi içinde değerlendirilir. 2003’ten 17-24 Aralığa kadar buna ses çıkarılmayarak göz yumanlar, Balyoz, Ergenekon, Sarıkız Operasyonları ile ordunun en gözde 70’e yakın generalini saf dışı ediverdiler… Her iki müsebbip de bu zilleti kabul etmeyen onurlu insanların intiharlarının, kimilerinin de Silivri’de çürümelerinin hesabını vermek, bedelini ödemek zorundadırlar…
Bu ana kadar “Beraber yürüdük bu yollarda” şarkısını söyleyenlerin de bu suçta ortaklığı, katkısı ve payı, onlardan az değil hatta fazladır; çünkü her türdeki güç ve yasal uygulamalar iktidar sahiplerinin elinde olup müsebbip de sorumluluk da onlara aittir. Müsebbip de onlar olduğu için sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
FETO’yu onca zaman koruyan, Cemaatlere toz kondurmayan, 2005’te Millî Güvenlik Kurulunun aldığı kararı “YOK! HÜKMÜNDEDİR!” diyerek “Yok!” sayan, Cemaate yapılması gereken müdahaleyi, operasyonu engelleyen de yine bu iktidardır. Ortaklık, yandaşlık ve yataklık yapanlar, hiçbir şey olmamış gibi meydanlarda; fakat masum vatandaşımızdan 256’sı dünyasını değiştirmiş, binlercesi suçlu veya suçsuz olarak Silivri’de hapislerde, ocakları söndürülmüştür…
Medyaya düşen videolarda, gazetelerdeki makalelerde, Silivri Mahkeme Tutanaklarında, bunları teyit eden, belgeleyen, delillendiren ifadeleri, belgeleri görmek, bakmak ve bir çok videolarını izlemek, mevcut duruşmaları takip etmek, duruşma tutanaklarına bakmak, duruşmaları dinlemek ve de gazetelerden öğrenmek mümkündür.
İktidar,  gücünü arkasına almış: “Ben bu davaların savcısıyım” diyenlerin hiç birisinin suçları yargıya taşınmamış, cezalarını çekmemişlerdir.
BİZİ 15 TEMMUZLARA KİMLER GETİRDİ?
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin TC’sinden ürken, Türklüğü inkâr eden, Cumhuriyet rejimine karşı olan, Atatürk İlke ve İnkılâplarından zerre kadar hoşlanmayan, Atatürk’ü  Jön Türk, Osmanlının yıkılmasından sorumlu tutan yanlış bir anlayış, bizi 15 Temmuzlara getirmiştir.
Ordumuzun en güçlü ve Atatürkçü subaylarının emekliye sevki, tasfiyesi,  yaş kararları, Balyoz, Ergenekon, Sarıkız operasyonları ile ordudaki subaylarımıza kurulan kumpas ile Fetocu subayların terfi ettirilip bütün yetkilerle onların donatılması, bizi 15 Temmuzlara getirmiştir.
Bir kısım ordu içinde, yerleşik üst düzey FETO yetiştirmeleri baş kaldırarak Hükümete ve yerleşik düzene ve bizzat Erdoğan’a kalkışarak, eylem yaptılar. Erdoğan’a mı yaptılar, Birlikte mi yaptılar? Yerleşik sisteme mi yaptılar? Meçhulümüzdür… Görünen bir şey var ki ülke kamplara ayrılmıştır…
Demek ki hali hazırdaki iktidar: “Yanılarak”, “Kandırılarak” “Aldatılarak”, “Beraber yürüdükleri bu yolda”kiler ile devletin her tür gizli bilgi ve belgelerini paylaşarak, Kozmik Odasını dahi onlara açarak, ülkenin, memleketin, devletin her türdeki nimetlerini onların ayakları altına sererek, sizi 15 Temmuzlara ben getirdim…  Başkaca arayışlara gerek yoktur. Ankara, Cumartesi, 17 Temmuz 2017, 
KAYNAKLAR:
2.      Mübarek özledik seni Feto videoları
3.       Mehmet-yıldız-feto-video-yükle-video 
4.       https://www.youtube.com/watch?v=FCG7PXZDwHo
5.       https://www.youtube.com/watch?v=OlhevGf-jZk

19 Nisan 2017 Çarşamba

SAFAHAT’IN İÇİNDEKİLER, Abdullah Çağrı ELGÜN

SAFAHAT’IN İÇİNDEKİLER
Abdullah Çağrı ELGÜN

Büyük şairimiz Mehmet Âkif ERSOY“SAFAHAT” adı altında yedi manzum kitap yazmış ve neşretmiştir. Bu kitapta,üç bin mısradan ibaret kırk dört parça şiir vardır. Bu yedi kitap şunlardır:
İlk Safahat
Süleymaniye Kürsüsünde
Hakkın Sesleri
Fatih Kürsüsünde
Hatıralar
Asım
Gölgeler
İLK SAFAHAT
Meşrutiyetin ilanını takip eden Ekim ayının on birinde İstanbul DarülFünûnda edebiyat dersleri vermeye başlayan Âkif,edebiyatla bilhassa şiirle meşgul  olmak için daha iyi bir imkan buluyordu.I.Safahat’a girecek olan şiirlerinin tamamına yakın bir kısmını, 1908-1910 yılları arasında Sırat-ı MüstakimMecmuası’nda neşretti. Büyüklü küçüklü kırk dört parça şiiri bir araya getirerek, bir kitapta topladı. Baş tarafına, şiiri hakkında küçük bir manzume ilave ederek 1911’de SAFAHAT adını verdiği,ilk şiir kitabını çıkarmış oluyordu. Safahat kelimesinin çoğulu olan bu kavram, “yüz” anlamındadır. Âkif’in kitabı için ise “Hayatın Yüzleri”anlamına gelmektedir. 
SÜLEYMANİYE KÜRSÜ’SÜNDE
Tek ve uzun bir manzumeden meydana gelen, Safahat’ın ikinci kitabı olup 1912’de basılmıştır. Mehmet Âkif aynı yıl içinde Sebülü’r Reşat’a Balkan Harbi Hezimeti ve Sebepleri üzerine makaleler yazıyordu. Mehmet Âkif’inİslâm Birliği düşünce bu kitabı ile başlar.
1908 Meşrutiyet sonrası, Batılı adamların “Hasta Adam” teşhisi koyduğu Osmanlı İmparatorluğu için, bir takım tedavi reçetelerinin teklif edildiği bir devredir.Âkif’in evvelâ bir millet vücuda getirmek bu milleti milletçe yaşatmak, milletçe düşünmeye alıştırmak, bu milletin maddî ve manevî düşüncelerini ve bütün kuvvetlerini seferber ederek, kendi ruhî maneviyatları çerçevesinde ileriye götürmek için yazdığı ilk eserdir.
Mehmet Âkif bu eserlerinde millet olmak ve millet olarak neler yapacağımızı öğretmeye çalıştı.
HAKKIN SESLERİ

Süleymaniye Kürsüsünde kitabının çıktığı yıl Âkif, Sebilü’r Reşat’a Balkın Harbi Savaşı ile ilgili bir takım makaleler yazmakta idi. Bu arada bazı Âyet ve Hadislere manzum olarak serbest bir yorum getirme teşebbüsüne girişti. İşte bu neşredilen çalışmaları Safahat’ın üçüncü cildi ve “Hakkın Sesleri” olarak çıkardı.
Bu malzemelerin hemen hepsi savaşın ağır kalıplarını, çok trajik tablolar halinde gözler önüne seriyor ve İslâm cemaatinin bizzat kendisinden doğan hatalarına işaret ederek, kendi iradesi ile uyanmanın vakti geldiğini haykırıyordu.
FATİH KÜRSÜSÜNDE
1913-1914 yılları arasında yine Sebülü’r Reşat’ta tefrika edilen Fatih Kürsüsü’nde adlı uzun manzume yapı bakımından İkinci Safahat’a benzer. 1914’te Safahat’ın Dördüncü Cildi olarak neşredildi.
İki arkadaş “Fatih Yolunda” başlığını taşıyan ilk kısım, yine Galata Köprüsü’ne inen, bu defa iki arkadaşın muhaveresi ile başlar.
HATIRALAR
Mehmet Âkif:Arabistan, Medine, Mısır, Berlin’e yaptığı seyahatleri 1914-1915 yılları içerisinde manzum hikâyeler haline getirdi. İsmini bu manzumelerin muhteviyatından alan“Beşinci Safahat’ı “Hatıralar”, adı ile 1917’de neşretti.
Kitabın baş tarafında bazı Hadis ve yorumlar yer almıştır. Böylece Hatıralar’da bulunan on parça manzumelerde dördü Âyet, ikisi Hadis yorumu, biri “Uyan” adlı şiirdir. “Berlin Hatıraları”ndaAlmanya ile Türkiye’yi çeşitli noktalarda mukayese eder.
ASIM
Mehmet Âkif, Burdur Mebusu olarak meclise katılmak üzere Anadolu’ya geçişi, onun için ifadesinin gücü ile yapacağı Millî Mücadele’nin kapılarını açar.
Kastamonu ve kazalarında verdiği Vaazlar, bir taraftan dergide neşredilirken, ordu kumandanlığınca çoğaltılıp askere dağıtılır. Ankara TaceddinDergahı’nda ikamet ettiği bu yıllarda  Yunanlılar’ınBursa’yı işgal etmeleri üzerine  “Bülbül”, “İstiklâl Marşı” bu yılların ürünüdür.
Asım, manzum bir uzun hikâye veya manzum bir diyalog karakterindedir. Hemen hemen tamamına yakın bir bölümü Hocazede ve Köse İmam arasında geçer. Çanakkale Muharebeleri’nden bir müddet sonra Sarıgüzel’de Hocazade’nin evinde Köse İmam ile Hocazade arasında uzun bir sohbet olur.
Hocazade’den bir önceki nesle mensup olan Köse İmam, iki hususta dertleşmek için Hocazade’nin evine gelmiştir. Önce komşusunda geçen bir vakadan bahseder ve daha sonra da oğlu Asım’dan dert yanar. Bir birlerini anlamayan iki nesil. Eski nesil- yeni nesil; halk ve idareciler; mektep, medrese ikilisi gibi yer yer dinî ve milî lirizm,Asım’ım konusunu oluşturmaktadır. 
GÖLGELER
Âkif’in, Birinci Meclisin dağılmasından sonra kendi idealinin tahakkuk ettiğini görememesinden dolayı kırgın olarak Mısır’a gittiği görülmemektedir. Zaman zaman vatanına dönüyorsa da vaktinin çoğunu rahat etmediği halde Mısır’da geçirmeyi tercih ediyordu. Onun hastalık, gurbet ve bezbinlikle geçen bu yılları şiirin lirizmi bakımından da en verimli çağı olmuştur. Gece, Hicran ve Secde bu yıllarda yazılmıştır.

1918-1933 yıları arasında yazdığı bütün şiirler büyüklü küçüklü, kırk dört(44) parçadan ibarettir ve “Gölgeler” adı ile 1933’te Mısır’da basılmıştır.

Translate