11 Ekim 2019 Cuma

OSMANLI İMPARATORLUK DÖNEMİ;(27 TEMMUZ 1299 - 29 EKİM 1923); Abdullah Çağrı ELGÜN

OSMANLI İMPARATORLUK DÖNEMİ 
    (27 TEMMUZ 1299 - 29 EKİM 1923)
Abdullah Çağrı ELGÜN
Osmanlı Devleti, 27 Temmuz 1299’da Bilecik’in Söğüt İlçesinde Gazi Süleyman Oğlu, Gazi Ertuğrul Oğlu, Gazi Osman Bey, Selçuklu Uç Beyi iken, Selçukluların Moğol istilâları karşısındaki yetersizliği ve Selçuklu Yönetiminin, Moğolların kuklası olmaktan başka, bir şey yapamadığını görerek, Uç Beyi olduğu topraklarla, Selçuklu topraklarına da sahiplenip bağımsızlığını ilan etmiş, “Osmanlı Devleti” ni kurduğunu her tarafa duyurmuştu…  
Bu devletin, kuruluşu: 27 Temmuz 1299’dan, 1578’de Fas Sultanlığını kaybettiğimiz ilk toprak kaybı dönemine kadar, adalet ile hükmetmiş ve adil yönetimi sayesinde bütün Türk ve Gayri Müslüm Devletleri de topraklarına katarak genişlemiş, büyük bir güç ve İmparatorluk haline gelerek 700 yıla yakın yaşamıştır…
Osmanlı da zaman içinde giderek asimile olmuş, Arap ve Farslaşma yolunda adım adım ilerleyerek. Müslümanlığı Araplaşmak olarak algılamaya başlamıştır… Peygamberimize saygı gereği, Arap çöllerinde güneşin yakıcı sıcağından korunmak için giyilen giysilerin Adana, Mersin, Gaziantep, Urfa, Antalya ve Ege sahillerinde giyilmesi hiç ama hiç mümkün değil iken İslâmî inanışla alâkalandırılarak başlara sarık dolanmış, Çarşafa, Çar, Cibab, Milhafe, Feraceye bürünülmüştür. Kılık kıyafet ve askerî elbiselerde zamana, zemine ve mevsime göre giyinmenin yanında çarşaf, ferace, baş örtüsü, fes getirilerek Türk gibi giyinmek ortadan kısmen kalkmış, Arap ve Fars giysileri dönemin modasının da tesiri ile Türkleri giyinişte de asimilileştirmiştir…  (http://altinmiras.com/?Syf=26&Syz=304800)
Türklerde giyilen, süvari elbiseleri ve kadınlarımızın giydiği cıvıl cıvıl renkli elbiseler: Ceket, pantolon, kaftan, ipek işlemeli iç ve dış elbiseleri, keçe, yünden örme kumaşlar, tilki, samur, tavşan ve benzeri hayvan derisinden yapılmış pahalı ve değerli kürk mantolar, ceketler, kalpaklar; sert branda ve kendirden yapılan pantolonlar, uzun ceketler, …vb. rengarenk çiçeklerden oluşmuş tabiatın en göz alıcı renk ve çiçek çiçek desenlerden oluşmuş kumaş giysilerimizin yerine Arapların sarık, Farslar’ın Fes, Hıristiyan Manastırının Siyah Çarşafı ve  örtüleri, Türk Sosyal Hayatını, Türk Kültürünü, Türk kadın ve kadınlığını, Türk erkek ve erkek görüntüsünü ortadan kaldırarak asimile eden bir unsur olmuştur…

Türkler, tabiatın renk cümbüşünden ilham alan desenli, uzun fistan ve rengarenk kaftanlar, dış giysiler ve içten giyilen cıvıl cıvıl renklerden oluşmuş, insanın bir baktıkça bir daha bakasını getirdiği, Çin’in ipekli kumaşlardan, altın, gümüş, yakut ve kıymetli taşlarla donatılmış işlemelerinden oluşan zengin renk ve kıymette değerli sim ve taşlarla işlenmiş göz kamaştıran giysilerimiz; hayvanların kürkü ve derisinden üretilen paha biçilmez kürk, kalpak, başlıklar, deri çizme ve deri kuşakların envâi çeşidi Fars ve Araplaşma etkisinde Fes, Sarık, Dolama ile asimilasyona uğrayarak terk edilme noktasına getirilmiştir…
Bugün Arap diye bildiğimiz ve Arap dediğimiz çoğu milletlerin, Araplıkla hiçbir alakası olmamasına rağmen Müslümanlığın tesirinde Araplaşarak asimile olmuşlardır… Bunlardan sadece Türkler, kendi bir kısım adet, gelenek ve giysilerini muhafazada etmede diğerlerinden daha dirençli çıkmıştır. Mustafa Sümer TURANKİ ve Kazakistan Devlet Başkanı Nur Sultan NAZARBAYEV diyorlar ki:

“Lidya (Berberi), Mısır (Kıpti, Kıpçak, Kazak), Cezayir (Tuareeg), Lübnan (Fenikeli), Suriye (Süryani), Irak (Sümer, Akat, Babil, Asurlu) idiler. Arap işgalleri ve baskısı sonucunda, bütün bu milletler, Araplaştırıldılar. Ümmet fikri, bir Arap emperyalizmidir…
Atatürk’ün bu konudaki duyarlılığı ve Türk Milletinin kurduğu devlete Türkiye ismini vermesi hiç de boşuna değildir…Türk, Türkçeyi “dilini” Türk kültürünü, kaybederse kimliğini kaybeder, kimliğini kaybederse, geleceğini kaybedeceğini biliyordu… Bugün gelinen noktada neleri kaybettiğimize şöyle bir bakmamız yeterli olacaktır.
Türkiye, Türkler’den arındırılıp çeşitli milletlerden harmanlanmış bir Mozaik haline dönüştürülmek isteniyor. Bu, BOP Başkanlığının güdümünde, ABD ve İsrail eşliğinde Büyük İsrail’e giden yolda Bütün terör örgütleri desteklenip, silah ve mühimmat ile donatılarak kasıtlı, maksatlı ve planlı olarak yapılmaktadır. 
Ülkemize yapılan baskı ve tehdit; komşularımızın bombalanarak harabe ve viraneye dönmüş ülkeleri, şehir, kasaba, köy ve başlarına yıkılan evleri, yağmalanan hazineleri ile yöre halkları “Göçmenleştirilmekte, Sığınmacı” durumuna düşürülerek, Büyük İsrail’e giden yollardaki bütün engeller kaldırılmaktadır.
Türklerin ülkesi Türkiye ise kabul edilen dindaş sığınmacılarla mozaikleştirilerek, sürekli göç alan bir coğrafya haline getirilip kavga, çatışma, kendine güvensiz, kaygılı bir ortamın bulunduğu, hastalıklı, şizofren insanlarla doldurulmuş, patlamaya hazır bir bomba, yapılmak istenmektedir… Bu durum büyük güçlerin iç işlerimize ve devletimize müdale hakkını meşru kılmaya yönelik çalışmalar ve girişimlerdir. Her hükümet döneminde azar azar uygulanmış olmakla birlikte, Recep Tayyip ERDOĞAN Hükümetleri Döneminde, proje tamamlanmak üzere harekete geçilmiştir… Araplar’ın tam olarak asimile edemediği Türk Milleti ise asimillileştirme yolunda dört nala koşturulmaktadır…
Osmanlı Askerleri: Yeniçeri Ocağının bozulup yıkılmasına kadarki dönemde tavizsiz, katı kuralları olan, savaşçı, ölümü göze almış, Hakana ve Devletine kendini adamış, kelle koltukta, yiğitlerden oluşurdu. Bunların hepsi bekardı. Evlenenler ordudan çıkarılırdı. “Asker Ocaklı” olacak delikanlıların, ailesiyle ve diniyle tüm bağlarını koparması, aynı yeni doğmuş gibi, hükümdardan başka kimseye, maddî veya duygusal herhangi bir bağ hissetmemeleri gerekiyordu. Bunların belli yaşa kadar orduda kalır sonrasında emekli olurlardı… Kapıkulu Ocağı, Acemi Ocağı, Yeniçeri Ocağı (Güruh u Bektaşîye), Eşkinci Ocağı, Nizam-ı Cedid, Sekban-ı Cedid, Asakir-i Mansure-i Muhammediye"Muhammed'in Zafer Kazanmış Orduları", Cebeci Ocağı, Topçu Ocağı, Humbaracı Ocağı, Bostancı Ocağı, Lağımcılar, Solaklar, Akıncılar…vb. birlikleri ve görevleri ayrı birçok Askerî Ocaklar vardı!.. Bunların ilerleyen zaman içinde işleyiş ve oluşum sistemleri Hakandan Hakana giderek bozularak, Devlete kafa tuttuğu, hatta Devleti tehdit etiklerine, şahit olunmuştur. Özellikle “Yeniçeri Ocağı” bu sebeple içindeki her türdeki fitne asker ve mühimmat ile Hakanın emrindeki askerler tarafından, “Vaka i Hayriye (Hayırlı Olay)” ismi verilerek topa tutulmuş, yerle bir edilerek ortadan kaldırıldığına, tarih şahitlik etmiştir…  (https://www.ensonhaber.com/galeri/dunyayi-titreten-osmanli-teskilati#3);  (https://www.devletialiyyei.com/vaka-i-hayriye-hayirli-olay-sayfa-181.html)
Bu Muazzam Devletin Çöküşü: Kötü yönetim, adaletin çürümesi; rüşvet, iltimas, adam kayırma; liyakatsiz kişilerin yönetime getirilmesi; tecrübe, bilgi ve hizmetteki değerin kayboluşu; din ve devlet işlerinin birbirine karışması. Padişahların Hareminde emre amade bekleyen: 1) Kadın Efendiler, 2) Haseki Sultanlar, 3) Valide Sultanlar, 4) Cariyeler, 5)Kölelerin de (Fethedilen ülkelerden esir olarak getirilen gösterişli güzel kadınlar. Bunlar sarayda Padişah veya şehzadelerden biri ile evlenince Cariye oluyorlardı.) devlet yönetimine el atmaları; Tarikat, Cemaat, Tekke, Zaviye; Şeyh, Şıh, Seyyid …vb. Kurum ve Kuruluşların Devleti yönetmeğe kalkışmaları ve Devletin üst düzey yöneticilerini kendilerinin atamaları veya yöneticileri tavassut ile iş başına getirmeleri, Devletin kaynaklarının bu kuruluşlara sel gibi akıtılması…
Bunlar aralarında başlayan her konuda şiddetli rekabet, savurganlık, ayrıca Cariyelerin kendilerinden doğan Şehzadeleri Hakanlık, Padişahlık Sultanlık koltuğuna taşıyabilmek için çevrilen dolaplar, entrikalar, adam öldürme, gizli cinayetler, para, altın, kıymetli taşlarla kandırılan insanlar; iltimas, adam kayırma ve rüşvetin tavan yapması; dinmek ve bitmek bilmez istekler, hırs ve giderek kaçınılmaz amansız ihtiraslar; hazinenin gereksiz savurganlıklarla boşaltılması, İmparatorluğun çöküşünü mukadder kılıyordu… 
Osmanlı Türkiyesi içindeki Medreseler, Medreselerde ilim öğreten hocalar, adalet dağıtan kadılık müessesesi ve kurumlar, Tarikat, Tekke, Cemaat, Zaviye, Ahilik gibi teşkilatların da eski güzelliğini kaybedip, çürüyüp, kokuşması ve bu gurupların da devletin en üst kademe ve yönetimlerindeki artan etkinlikleri… Böylece, savaşarak, uğrunda ölünen, kan ve can verilerek vatan yapılan topraklar, yavaş yavaş ve belli aralıklarla yavaş yavaş elimizden çıkıtı. Kaybedilen vatan toprakları:
1) 1578 - Fas / Fas Sultanlığı Kaybedildi.
2) 1588 - Umman / Maskat,
3) 1589 - Kenya / Mombasa,
4) 1685 - Slovakya / Uyvar Vilayeti, Orta Macar Krallığı,
5) 1718 - Polonya / Lehistan Sancağı,
6) 1718 - Macaristan / Budin Paşalığı, Kanije Vilayeti, Eğri Vilayeti, Temeşvar Vilayeti,
7) 1718 - Voyvodina / Temeşvar Vilayeti,
8) 1736 - Ermenistan / Revan Vilayeti,
9) 1736 - Azerbaycan / Şirvan,
10) 1774 - Ukrayna / Kırım Hanlığı, Podolya, Kazak Hatmanlığı, Özi Vilayeti,
11) 1812 - Moldova / Besarabya,
12) 1830 - Doğu Fas / Cezayir Paşalığı,
13) 1830 -Yunanistan,
14) 1861- Bahreyn / Bahreyn Emirliği
15) 1877-1878-Sırbistan, Karadağ, Ramanya (Osmanlı Rus Savaşı, 93 Harbi başladığında),  
16) 1881 - Tunus / Tunus,
17) 1882 - Uganda / Hatt-ı Üstüva Vilayeti,
18) 1882 - Doğu Etyopya / Harar Emirliği,
19) 1884 - Cibuti / Habeş Eyaleti,
20) 1885 - Eritre / Habeş Eyaleti,
21) 1885 - Somali / Habeş Eyaleti, Zeyla Kazası,
22) 1906 - Nijer / Fizan Sancağı-Kavar Kazası,
23) 1908 - Bosna Hersek / Bosna Eyaleti, Hersek Eyaleti,
24) 1911 - Cezayir / Cezayir, Fizan Kazası,
25) 1912 - Çad / Fizan Sancağı-Reşade Kazası,
26) 1912 - Libya / Trablusgarp-Bingazi-Fizan,
27) 1913 - Bulgaristan / Sofya Vilayeti, Tuna Vilayeti, Doğu Rumeli Vilayeti,
28) 1913 - Makedonya / Manastır Vilayeti,
29) 1913 - Kosova / Kosova Vilayeti,
30) 1913 - Sırbistan / Belgrad Paşalığı, Niş Eyaleti,
31) 1913 - Arnavutluk / İşkodra Vilayeti, Kosova Vilayeti, Yanya Vilayeti,
32) 1913 - Kuveyt / Kuveyt Kazası, Basra Vilayeti,
33) 1913 - Katar / Katar Kazası,
34) 1917 - Filistin / Kudüs-i Şerif Mutasarrıflığı,
35) 1918 - Gürcistan / Çıldır Eyaleti, Abhaz Memleketi, Açıkbaş Hanlığı,
36) 1918 - Irak / Musul, Bağdat, Basra,
37) 1918 - Suriye / Halep Vilayeti, Şam Vilayeti,
38) 1918 - Batı İran / Azerbaycan/Luristan/Irak-I Acem,
39) 1918 - Ürdün / Şam Vilayeti,
40) 1918 - İsrail / Kudüs-i Şerif Mutasarrıflığı,
41) 1918 - Lübnan / Cebel-i Lübnan Mutasarrıflığı,
42) 1918 - Yemen / Yemen Vilayeti,
43) 1919 - Suudi Arabistan / Mekke Şerifliği, Al-Ahsâ Vilayeti, Necit Kazası,
44) 1923 - Mısır / Mısır,
45) 1923 - Sudan / Nübye, Darfur, Kordofan, Bahr-Ül Gazel …vb. gibi yetmiş beş (75) eyaletimiz bizden ayrılarak tek tek bağımsız oldular. (https://eksisozluk.com/osmanlidan-ayrilan-devletler-sirali-listesi--5223937)
700 yıla yakın ihtişam, şan, şöhret ve zaferden zafere koşan İmparatorluk, ayrılıklar ve büyük ihanetler sonrasında, 700. yılına doğru, kırk iki yılda, “otuz devlet” birden Osmanlı Eyaletliğine isyan edip ayrılarak, her biri, birer bağımsız devlet oluyorlardı…
Osmanlı İmparatorluğu rakiplerince, ölümü beklenen “Hasta Adam” ilan ediliyor, bir müddet sonra da büyük devletler tarafından, vatanın her bir parçası, içindekilerin ihaneti ve dışarıdakilerin ülkeye asker çıkarmaları ile işgal ediliyordu…
Balkanlar kaybedilmiş, Kuzey Afrika yitirilmiş, Ortadoğu ve Arap Yarımadası çoktan elden çıkmıştı… Kurtuluş Savaşı’na gelindiğinde, elimizde kurtaracak sadece Anadolu Yarımadası, Trakya'nın çok küçük bir parçası ile bugünkü Irak ve Suriye topraklarının az bir bölümü kalmıştı. Sonra: Kastamonu, Eskişehir, Ankara Yozgat hattının bulunduğu ufacık kara parçasına sıkıştırılıp kalmıştık… Vatanın bütün toprakları işgal altına girmişti…

Ayrılanların hepsi, yeni devlet kurmuşlar, kimisi de kurulma aşamasına gelmişti. Mevcut halk çaresiz, isyan ederek ayrılanlardan ve bunun için verilen savaşlardan bıkmış, her Türk ailesinden iki üç evlat, baba oğul, bazıları da kocalarını, evlatlarıyla birlikte, cephelerde vatana kurban vermişlerdi… Halk geçim derdinde aç alavan, yalın ayak, dağlardan topladıkları otları yemekte, uzun yıllar ekme biçme, tarım yapamadıkları için perişan bir vaziyette, bu durumundan kurtulmak için çıkış yolları aramaktaydılar:
Kimisi İslâm Birliği”nden bahsediyor, Kimisi “Türk Birliği”, Kimisi de Osmanlıyı yeniden toparlamak için “Osmanlıcılık” fikirlerine sarılıyorlardı… Eski muhteşem İmparatorluğu, “Osmanlıcılık” ve “İslâm Birliği” fikirleri ile yeniden diriltmek isteyenler, bu fikirlerinin uygulanmasının imkansızlığını bir müddet sonra anladılar; çünkü bağımsızlık isteyenlerin çoğu, Osmanlı Türkiyesi’ne isyan ederek, ayaklanan dini, ırkı, mensubiyeti ayrı, kimi de dini, meshebi bir olan dindaşlarımızdı… Kesin olarak ayrılmayı seçenlerin büyük kısmı, büyük devletlerin oyununa gelmiş, bunun için de özellikle Fransız, İngilizler’in yanında yer alan, bağımsızlık yanlısı eyaletler olarak Osmanlıyı parçalama girişiminde bulunuyorlardı. Karar verme konusunda şaşırmış olan bu ırkdaş ve dindaş halkların bazıları da ne yapacağını bilemiyor, Osmanlıya ihanet etmek istemese de bilerek veya bilmeyerek bu siyaset belirleyicilerin peşine takılmak zorunda bırakılıyorlardı… Kimileri de artık elimizde: Kastamonu, Eskişehir, Yozgat, Ankara Hattının bulunduğu ufacık kara parçasının kaldığını görüp, kurtuluşumuzun imkansızlığını görüp çaresizlik içinde, ülkeyi işgal etmiş devletlerden İngiliz Mandalığı (himayesinde yaşama) veya Amerikan Himayesine sığınma, teklifinde bulunuyor ve gruplar oluşturuyorlardı… Bilmiyorlardı ki bu fikirlerden ikisi de zaten altı yedi yıldır işgal altında bulunan ülkenin içinde yaşanıldığı durumdu; ve İmparatorluğu yıkan fikirlerin, o güne yansımalarından ibaretti…
Her Eyalet, kimi dini, kimi ırkı, kimi milliyetçiliği bahane ederek bağımsızlık istemişlerdi; bunun sonucunda düşman askerleri vatanın bütün topraklarını işgal etmişlerdi… Vatanı işgal eden düşmanlar,  hem bu vatandan ayrılıp ayrı devlet kurmak isteyerek isyan etmiş olan halkları hem de asıl unsur olan Türkleri katletmekten geri durmuyorlardı… Kısaca Osmanlının vücudu, artık ameliyat masasına yatırılmış bir vücuttu; ve işin uzmanları bu vücudun her bir uzvunu bisturi ile parçalara ayırarak, yeni haritalar çiziyor ve yeni kolonilerinin piyon liderlerine tanıtıyor, başka devletlerin kolonisi olacak devletçiklerin bu piyon başkanlarına talimatlar veriyorlardı. Osmanlı İmparatorluk Türkiyesi vücudundan her ayrılan, kopan, parça ile ameliyat masasındaki hasta gibi kanlar içinde can çekişiyordu… (https://eksisozluk.com/kurtulus-savasinda-savasilan-devletler--2636699)
İşte tam da bu sırada, bir genç subay, “Türkçülük ve Milliyetçilik” fikirlerini öne sürerek, bu ayrılan ve parçalanan İmparatorluğun vücuduna, içinde kalmış taraftarlarıyla sahip çıktı… Bu yürekli kahraman genç subay: Mustafa Kemal’di.  Ülkeyi ameliyat masasından alarak kurtarmak ve yaralarını dikmek için kolları sıvıyor. Doğu, batı, güney, kuzeyi ile işgal altında bulunan bir İmparatorluğun kalıntısından kendisi gibi düşünenlerle bir olup, kalan toprak parçalarını kurtararak, 29 Ekim 1923’te kendi milletinizin adını taşıyan Türkler’in Ülkesi Türkiye’yi, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuruyor. 100 yıl sonra bu ülkenin içinden yetişen gaflet ve dalâlet içindeki hainler, o dönemde Osmanlısında artık çarenin bittiğinden bahsederek İngiliz veya Amerikan’ın bizi korumasını isteyen Mandacıların torunları, o günden bugüne namus ve şereflerini kurtaran kahramana dil uzatıyorlar… Mustafa Kemal’e çeşitli karalamalar, isnatlar, yakıştırıp, en alçak ve kirli iftiralar atarak, aşağılamaya çalışıyorlar... Oturtulduğu koltuklardan güç alan, yandaş ve yalakaların varlığına güvenerek ve onlardan cesaret alarak, tarihî unutulmaz Afyon, Tınaztepe, Kocatepe, Dumlupınar, İnönü, Sakarya, Anafartalar, Çanakkale, Otuz Ağustos Savaşları ve Meydan Muharebelerinde kan ve can vererek savaşa savaşa bu ülkeyi kurtararak, bizlere emanet ve armağan eden millî kahramanlarımıza iftira atmaktan çekinmiyorlar… (https://eksisozluk.com/osmanlidan-ayrilan-devletler-sirali-listesi--5223937)

8 Ekim 2019 Salı

TARİH TEKERRÜRDEN İBARETTİR, Abdullah Çağrı ELGÜN

TARİH TEKERRÜRDEN İBARETTİR
Abdullah Çağrı ELGÜN

Hatırlanacak, Birkaç İktidar ve Günümüz:

Tarihin tekerrür ettiğini göstermek açısından, geçmiş birkaç önemli iktidarları, iyi ve kötü icraatlarıyla gözler önüne sermek yerinde olacaktır. Gözünü makam, mevki, para hırsı ve amansız ihtiras bürümüş liderler, yönetimlerindeki kötü gidişatı gördükleri halde, hata yapmakta ısrar ederek, oturduğu koltuğa güç veremedikleri için, oturduğu koltuktan güç alarak, koltuğa sıkı sıkı tutunup halkına zulmederler.  
Koltukları bırakmayışları sebebiyle, halkın çektiği çile ve uğradığı mağduriyetten (Vatandaşın, suçlu suçsuz tutuklanmaları, işkenceler, mahkûmiyet, hapse atılanların makam, mevki ve itibarlarının kaybı, aile faciaları, faili meçhûl cinayetler; dinî veya siyasî düşünüşteki farklılıklar ve faaliyetleri sebebiyle idamlar) oluşan ve oluşacak feci akıbeti fark edemiyorlar…
Dünyadan hiç göçmeyeceklermiş gibi dünyaya sarılıyorlar…  Hayat böyle devam ederken, tarih tekerrür ediyor. Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar: Hiç ibret alınsaydı tarih, tekerrür mü ederdi?..
28 Temmuz 1402’de Yıldırım Han’ın Timur Han’a nasıl yenildiği, çok tartışılmakla birlikte, gerçek sebep: Tarikat, Tekke ve Cemaat Mensupları ordu birliklerinin Anadolu Erenlerinin, Tarikat mensubu Timur Han’ın saflarına geçerek, ordu gücü olarak zayıf olan Yıldırım’ı arkadan vurmaları, Timur tarafına dönmeleri (geçmeleri) olmuştur. Bu olaya dinden dönen “Mürted” (dönek) adı verilmiş. O günden sonra Ankara’daki bu yerin ismi: Mürted olarak kalmıştır. Bugünkü Hava Alanının bulunduğu yere de Timur’un oradaki ordu komutanının ismine ithâfen: “Esen Boğa” denilmiştir.
Savaş başlamadan önce, Timur Han, Anadolu’daki Osmanlıya tabi olmayan ve Osmanlı ile sürekli iktidar mücadelesi içerisinde bulunan boy beylerini, ikna yoluyla saflarına katmıştı… Yıldırım Ordusunun içinde bulunan boy beylerinden bazılarını da ikna edip kendi saflarına katınca Yıldırım’ın Birlikleri zayıfladı… Savaş başladığında Yıldırım Han’ın Ordusunun içinde bulunan, Tarikat mensubu: (Bayrâmî, Halvetî, Nakşî, Kadirî) Şeyhler, Şıhlar, Seyyidler, Boy Beyleri, Kara Tatarlar, Germiyan Askerleri, Timur’a sığınan Tarikat Şeyhleri; Şıhları ve Seyyidleri üzerine Kurulu Anadolu Beylerinin bir kısmı ile 160 bin kişilik Timur Han kuvvetleri, daha da güçlendi. Yıldırım Han’ın 90 bin kişilik kuvvetlerinin sayısı ise azaldı. Savaşta Yıldırım Han’ın, yanında üç bin (3.000) kişilik kuvveti olduğu halde, esir olarak alınmış olması, çok dikkate şayandır… Yanında üç bin (3.000) kişi ile hiçbir ordu teslim olmaz… Hele bu bir Türk ve başında Yıldırım Han’ın bulunduğu ordu ise!.. Tarih bu muammayı elbette bir gün çözecek ve bunu daha net bir şekilde ortaya çıkaracaktır…
Timur Han,Kendisine geçen Derviş ve Tarikat liderlerinin yanında 
Kısaca, ordu komutanları ve mensuplarının bağlı bulunduğu Tekke, Zaviye, Cemaat, Tarikat, Şeyh, Şıh, Seyyid ve Mensuplarının Timur Han tarafına dönerek saf değiştirmesi, Yıldırım Han’ın yanında kala kala Yeniçeriler (Kuruluşu: I. Murat 1362), Sırp Birlikleri ve Rumeli’den gelen Askerleri kalmış, bu durum ise Yıldırım Han’ın yenilgisiyle sonuçlanmıştı…
Savaş sonrası Timur Han, Türkistan’a dönerken: Kendisine katılan ve daha önce de Yıldırım’ın Devletine (Osmanlı) katılmamış, ayrı ayrı beylikler halinde bağımsız olarak yaşayan Anadolu Beyliklerine, yeniden kendi topraklarında bağımsız olarak yaşama yetkisi verdi… Geriye kalan toprakları da Yıldırım Han’ın oğulları arasında paylaştırarak Osmanlıyı parça parça böldü… Böylece Timur Han, ihtimal, Doğuya Çin’e yapacağı seferde, arkasında kendisine rakip olabilecek bir devlet bırakmamış oluyordu. 
Anadolu’daki bu kargaşalıklar on bir (11) yıl gibi bir zaman  sürmüş, tahta geçme kavgasında kardeşlerini yenerek hanedanlık koltuğuna oturan Çelebi Mehmet’in, ilk işi babası Yıldırım Beyazıt’ın uğradığı akıbete uğramamak ve o hataya yeniden düşmemek oldu...
Timur Han
Devlet sistemini yeni baştan dizayn etti. Devlet Kurumları ve Devlet Memurlarının: Medreseler, Boy Beyleri (Aşiretler), Tarikat, Tekke, Zaviye, Şeyh, Şıh, Seyyid, … ve benzerleri ile bağlantılarını kesin olarak kopardı. Bunlar, sadece Devlete çalışacak ve bunun karşılığında Devlet belirli bir miktar aylık verecek, hastalandığında Devlette bedava muayenesi ve tedavileri yapılacak ve günü geldiğinde de yine Devlet tarafından en son aldığı maaş üzerinden, hiçbir kesinti olmaksızın emekliye ayrılacaktı. İşte o zaman evlenecek ve çoluk çocuk sahibi olabilecekti. Bu yaş sınırı kırk beş (45) idi…
Devlet adına çalışan Devletin bu görevlileri, Devletteki çalışmalarının dışında hiçbir yer ve kuruluşta görev alamayacak, ikinci bir işte çalışamayacak, yeni bir patron edinemeyecekti… Böylece, Devletin elemanlarının Devletteki görevleri dışındaki her türdeki iş ve uğraş ile bağlarını keserek, Devlete bağlılıklarını, Devletin patronluğunu tescilleyerek, Devlete itaati kesin olarak sağladı…
Yıldırım Beyazıt Han
Böylece asker, memurlar ve Devletin diğer elemanları, büyük bir sadakâtle sadece ve sadece Devlete bağlı kaldı. Devleti düşündü, Devletine hizmet etti ve sadece Devleti için yaşadı ve gerektiğinde Devleti için canını verdi… Bunlar en yakın anne, baba, diğer akraba ve hısımlar, hele hele Dernek, Tarikat, Cemaat, Tekke; Zaviye; Şeyh, Şıh, Seyyit …vb. dinî, siyasî ve sosyal her türdeki kuruluşlarla olan bağlantılarını kopardı… Asker ve memur Devlete bağlı kaldı…  Bu görevliler vatandaşlar arasında Hak’tan ve adaletten taviz vermediler.  Büyük bir saygınlık ve itibar gördüler. 
Devlet memurunun tek düğmesini koparmanın cezası, mahkumiyet olarak, altı aydan başlıyordu… Böylece İlk “Devşirme Asker Sistemini” de geliştirmiş oldu. Bu sistemde Anadolu ve Rumeli’nde yaşayan askere hevesli, Türk ve Gayri Müslüm Tebanın birkaç delikanlısından sadece biri, çok küçük yaşlarda (5, 6 ve 7 yaş) devletçe alınıyor ve kabiliyetlerine göre “Asker, Bilim Adamı veya Devlet Memuru” olarak yetiştiriliyordu… Daha sonra iktidara gelen II. Murat bu yöntemi kanunlaştırarak, “Devlet Sistemi” yaptı. Sistemin kalıcı olmasını sağladı.
Yıldırım Beyazıt Han 
Çelebi Mehmet, Osmanlı Devleti’ne bu sistemi getirerek Devletin 700 yıla yakın yaşamasını sağlamıştı… Osmanlı yıkıldıktan sonra, Kurtuluş savaşı vererek yok olmuş bir devletin küllerinden Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Mustafa Kemal Atatürk de Devleti zayıflatarak parça parça bölen, Devlet Yönetiminin her şeyine parmak atan ve Devlet kasasından ve Devletin halktan aldığı vergilerden beslenerek semizlenen: Vakıflar, Dernekler, Tarikat, Cemaat, Zaviye, Tekke; Şeyh, Şıh, Seyyitlik …vb. müesseselerindeki dinî, siyasî ve sosyal her türdeki kuruluşlarla bağ ve bağlantılarını keserek, bu tür kuruluşların kapısına kilit vuradurarak bunları tamamen ortadan kaldırmıştır… Devlet adına çalışanların dışarıda ikinci bir işte çalışmalarına kesinlikle izin vermemiş, çalışan veya teşebbüs dahi edenlerin Devletle bağlarını derhal koparmış ve şiddetli cezalara çarptırmıştır…
İşte bu büyük deha Mustafa Kemal ATATÜRK, atası Çelebi Mehmet’in taktiğini uygulayarak Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıldır yaşamasını ve daha nice yüz yıllar da yaşayacağını garantilemiştir. Onun ‘Gençliğe Hitabesi’ni okuyanlar, yönetim sistemindeki bugünkü arızaları tespit etmekte, asla zorluk çekmeyeceklerdir. Bu sebeple Vakıf, Dernek, Tarikat, Cemaat, Tekke; Zaviye; Şeyh, Şıhlık, Seyyidlık, … ve benzerleri müesseseleri ve bunların mensupları, Atatürk’e düşmandırlar… Bu kin devlet ile ilgili değildir, sadece menfaat çeşmesi musluklarının kesilmesi “Lâyık Sistem” sebebiyle, yönetime parmak sokamamalarından dolayı olup, siyasete dayalı bir düşmanlık ve kindir…
Bugün öyle mi? Devlette çalışanların ikinci, üçüncü hatta dördü
Mürtet Hava Alanı Timur Han'a Katılma(Dönekliğin Yaşandığı Alan)
ncü işi olup Devleti bir çiftlik gibi kullanmakta ve burasının gücünden yararlanarak ikinci üçüncü işine buradan gelir sağlamaktan asla çekinmemektedirler…  Devletin memurları adeta komisyoncu ve haraççı durumuna düşürülmüştür… Dışarıdaki ikinci iş memura, tam bir servet sağlamakta, kimi avantajlı meslekler (Tıpçı, Emniyetçi, Zabıta, Maliyeci, Eğitimci, … vb.)  sayesinde halk Devletin bizzat memurları tarafından soğan gibi soyulmaktadır. Getirilen hasta garantili hastaneler, yolcu geçit garantili oto yol ve köprüler, … Devlet sistemini çökertmiş, bugün yolsuzluk ve usulsüzlüğün kapıları sonuna kadar açılmıştır…
27 Temmuz 1299’da kurulan Osmanlı İmparatorluğunu 1923’te yıkan sebep de Devletin Bütün Kurum ve Kuruluşların Devlete değil; ama Boy Beylerine, Aşiret Ağalarına, Eyalet Yöneticilerine, Tarikatın Şeyhine, kayıtsız şartsız, körü körüne, malını, canını, ırz, namus ve en sevdikleri şeyleri gözünü kırpmadan feda edebilecek kadar bağlılık, biat ve itaati idi… Asker ve memurlar pazarda sebze satar durumuna gelince işler tamamen karışmıştır!.. Bugün de öyledir. Devlet güçsüzleşince halkın güçlüler karşısındaki biat kültürü, mensubiyet ve aidiyet duygusu, ayrılma isteği, bağımsızlık arzusu, duygu ve düşünceleri daha da güç kazanıyor…  
          Bugün yaşanan olaylar, tarihin bir tekrarıdır. Osmanlının Yıkılışı, Türkiye’de yapılan İhtilâller (Adnan Menderes’in İdamı, Demirel İktidarı, 12 Eylül İhtilâli, Özal İktidarı) ve Recep Tayyip ERDOĞAN Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi… Bugünkü durum, tarihten dersler çıkarmak değil, tarihle hesaplaşmak ve tarihle savaşmak değil de nedir?.. Bugün Devleti yöneten ve Devletin bütün sistemine parmak atmış olanlar: Yarın Kara Çarşaflı, Sarıklı Cübbeli, Teke Sakallı, Şalvarlı kalabalıklar oluşturup; Kayseri, Konya, Gaziantep, Erzurum, Bursa, Ankara, İzmir, İstanbul Sokaklarında: “Şeriat İsteriz, Hilâfet İsteriz diye!..” bağırırlar, yürüyüş ve nümayiş yaparlar, cadde parkelerini sökerler, vitrin camlarını indirir, ortalığı birbirine katarlarsa, asla şaşmamak gerekir!..
Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar: Hiç ibret alınsaydı tarih, tekerrür mü ederdi?..
KAYNAKLAR:
1)      Diyanet ve Tarikatların Yıkım Belgeleri, Ziya ZELYUT. 15 Ağustos 2019
2)    Tarikat Kuşatmasındaki Türkiye (Halidî Cehennemi), Kaynak Yayınları-(Diyanet’in Tarikatlar Raporu)

Translate