11 Aralık 2017 Pazartesi

24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ; Abdullah Çağrı ELGÜN

24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ
                                                            Abdullah ÇağrıELGÜN
BİR ÖĞRETMENİN GÜNLÜĞÜ:
“Lise birinci sınıfa kadar gelmiş; fakat okuma yazma bilmeyen öğrenciler var. Çoğu öğrenciler çarpım tablosunu bilmiyor. Onluk sayılarda bile bölme işlemi yaparken hesap makinası kullanıyorlar. Bin (1000) öğrenciden kütüphaneye üye olanların sayısı yedi (7).
Öğrenci tanıtım formalarında bile çaldığınız müzik aletleri bölümüne: radyo, teyip, wolkmen yazan çok sayıda öğrenciler var!
Bir öğrenci okula satır getirmekten okuldan uzaklaştırma cezası aldı. Okulda çıkan kavgada bir öğrencinin boynu döner bıçağı ile kesildi. Yirmi sekiz dikiş atıldı. 
Derste sıkıntı yarattığı için öğretmeni tarafından cezalandırılan öğrencinin aşiret olan ailesi, okulu bastı!..
Kışın akşam beşten sonra kimse sokakta yalnız yürümüyor. Öğrencilerin % 86’sı sigara, % 42’si hap kullanıyor. Okulun etrafında hap kullananları polis biliyor. Müdahale yapmıyor. Öğrencilerimizin % 3 entest ilişki mağduru. Çoğunun ailesinde kan davası, intihar, boşanma, dayak, kaçma, kaçırma, hapis gibi hikâyeler var.
Bir kız öğrencinin babası, çocuğundan dayak yediği için okula sığındı. Sorun çıkardığı için müdürün tartakladığı bir öğrenci, mahalleden topladığı tanıdıkları ile müdürün odasını basıp müdürü tehdit etti.
Koridorda birbirlerine çarptıkları için iki kız öğrencinin aileleri okulun önünde yumruk yumruğa dövüştü.
Bazı kız öğrenciler yüz kontür karşılığında minübüs şoförlerine, halı saha sahiplerine kendilerini kullandırıyorlar.
Geçen yıl bir anne kızının saçları boyalı diye okula çağırıldığında: “Kızını okula koca bulmak için gönderdiğini, bu sebeple süslenmesi gerektiğini” söyledi.
Velilerimizin bir kısmı yoksulluktan üç dört aile bir odası ve bir salonu olan bir evi paylaşıyorlar.
Her ay öğretmenler arasında para toplayıp bir öğrenciye bot, palto veya okul araç ve gereçleri alıyoruz.
Maddî durumu iyi olan sayılı velilerden biri, notlarının hemen hepsi zayıf olan çocuğunun sınıf geçirilmesi şartı ile akan damımızı onarttı.
Kapanış töreninde bayılan bir öğrencinin iki gündür hiçbir şey yemediğini öğrendik. Öğrencilerimizden % 60’ı sağlıksız beslenmeden dolayı hasta; ancak %90’ında son model kameralı telefonu var.
Veliler toplantılara ocakta yemeklerini bırakarak, ayaklarının ökçesine basarak, mantolarını omuzlarına asarak geliyorlar. Velilerin çoğu öğretmenlere nasıl hitap edileceğini bilmiyor.
“Güzelim! Hanım kızım! Sen! Hoca! Hoca Ablası”
Sakallı, şalvarlı, cüppeli bir veli, yalnızca erkek öğretmenlerle görüşüyor.
Her gün büyük bir çaresizlik içinde endişeyle, acaba bugün ne olacak diye başlıyorum işime!..
Ders anlatırken Atatürk’ün gözleri ile karşılaşmamaya çalışıyorum. 10 Kasımlarda, 29 Ekimlerde şiir okunurken, İstiklâl Marşı’mızı dinlerken ağladığımda herke günün anlamına ağladığımı sanıyor. Oysa çaresizliğe ağlıyorum. Muhtaç olduğu kudretin damarlarında dolaştığı asil kanı uyuşturucu ile zehirleyen, öğrencilerimi kurtaramıyorum. Daha fazla yazamıyorum. Yazdıkça yüreğim ağırlaşıyor.
Peki siz onun gözlerine bakabiliyor musunuz?
Gerçeklere sırt çevirerek bir yerlere varmamız mümkün gözükmüyor; fakat bizim ülkemiz çamurda ve bataklıkta yetişen ayrık otları ve zararlı böceklerin yanında, bu verimli topraklardan gür başakların da fışkırdığını, bire yedi, yediye yetmiş, yetmişe yedi yüz verdiğine de şahitlik etmektedir.

İYİ ŞEYLERİN de OLDUĞUNU GÖRÜYOR ve DUYUYORUZ:
İlayda ŞAMİLGİL: Sıvıların içindeki su miktarını mıknatısla, tespit edilebileceğini keşfeden gençlerimiz var: İlayda ŞAMİLGİL, yaptığı çalışma ve buluşlarla Nobel Fizik Ödülünü  alarak NASA’da çalışmaya hak kazanıyor.
Tuna Ilgın KAZAK: Doğatek’te madencilerin bir kaza durumunda hayatlarını kurtarabilecek bir proje ile Londra’da İnovasyon Özel Ödülünü koparıyor ve bütün projeler arasında birinci oluyor.
Mehmet Can DURSUN ve İrfan Efe BOZTEPE: Öyle bir yara bandı geliştiriyorlar ki şeker hastaları için yaraları iyileştiriyor. Bu proje ile ABD birinci oluyorlar. On bin dolar burs alıyorlar.
Barış PAKSOY: Matematikte geliştirdiği bir proje ile Almanya’da matematik öğretmeni olarak ders vermeye başlıyor.
Kağan ALPER: Taşınabilir CSM modeli uydu üretiyor.
Özel Ege Lisesi on birinci sınıf öğrencileri: Leylâ ALMASOUD ve Berna AKDENİZ, “Akciğer, Meme ve Prostat Kanserleri”nin tanısını on beş dakikada tespit edebilen çipler geliştiriyorlar. Avrupa’da düzenlenen Biyoloji Yarışmasında ise dört yüz otuz sekiz(438) proje içinde birinci seçilerek bizleri gururlandırıyorlar...

Bütün bunlar gelişen ve büyüyen ülkemiz ve dünyada üzücü durumların karşısında güzel şeylerin varlığıyla ümitlerimizi kuvvetlendiriyor ve geleceğe daha azimle ve kararlılıkla yürümemize vesile oluyor…

2 Ekim 2017 Pazartesi

ATATÜRK ve VATAN; Abdullah Çağrı ELGÜN

ATATÜRK ve VATAN
Abdullah Çağrı ELGÜN
Osmanlı Devletini yıkan Atatürk'tür diyorlar. Bu akıldan yoksunluktur. Bu tarih ve olayları bilmemektir. Bu, tarihi yalan yanlış anlatıp, çarpıtıp, yazanların, tarih bilgisi yoksunlarının tekerini yağlamaktır. Halbuki Atatürk:
YUNAN, İTALYAN,  BULGAR, İNGİLİZ, FRANSIZ,  KANADA, ANZAK, AVUSTURYA askerlerinden oluşan dünyanın yedi düveli yan yana gelerek Osmanlı Türkiyesi’nin topraklarını işgal ettiği ve bütün ümitlerin bittiği, halkın çaresiz şaşkınlığı arasında Osmanlının dağıtılmış per perişan askerlerini toplayarak şehir, kasaba ve de köylerini düşman çizmeleri altında çiğnenmekten kurtararak, düşmanı denize döken kahraman, gazi, mareşaldir. Bu ve bunun gibi düşünceler kıskançlık, aşağılık komleksi, Atatürk gibi bir Türk olamama, Atatürk’ü geçememe kıskançlığı ve ezilmişliği sendromudur… Milletimizin ve diğer milletlerin de gönlüne  taht kurmuş dehaları değersizleştirme, itibarsızlaştırma, küçültme girişim ve teşebbüsleri, bilerek ve isteyerek yapılan, millet düşmanlığı ve vatan hainliğinden başka bir şey değildir.
Yunan Başbakanı Venizelos’un oğlu, Bursa'ya girmiş  dedem Ertuğrul Gazi’nin sandukasına ayaklarını koyarak: "Ey Ertuğrul kalk! Kalk da torunlarının haline bir bak! Şimdi sen de onlar da ayaklarımın altındasınız!" diyen ağır sözler ediyordu…

Bir başka yer, İzmir Konak Meydanında Türk bayrağı düşman komutanının ayaklarının altına serilerek, Türk bayrağını çiğneyerek üzerinden geçip kendi bayraklarını göndere asan, Yunan komutanı hararetle ve alkışlarla selamlanmaktadır…
 İstanbul’u ele geçirerek, Padişahı gözetim altına almış olan İngilizler, Türk halkına, her yerde hakaret ediyor. Kadınlarımızın ve kızlarımızın ırzına geçiliyor.  İşgalci İngiliz askerleri, İstanbul’da hava atarak gezerlerken, esnaftan aldıkları malın bedelini ödemiyorlar; üstelik hakaret ediyorlar, aşağılıyorlardı... Bu işgal kuvvetlerinin her bir askeri ve subayı, İstanbul’da bindikleri otobüs ve vapurlarda ücret ödemiyorlar….O halde bindikleri otobüs ve vapurlarda, koltuklarda oturan hamile, kadın, kız ve yaşlılarımızı zorla, ite kaka kaldırarak, taciz ediyorlardı... Kaldırdıkları yolcuların koltuklarına İngiliz’in  o genç subay ve erleri, ayaktaki yolcuları koltuklara oturtturmamak için uzun oturuşla, ayaklarını uzatarak, sırıtarak, yılışarak ve yatarak gidiyorlardı.
İngiliz’in askerleri, her yeri işgal etmekle kalmamışlar, bizim gözetleme kulesi olarak kullandığımız askeri beldeleri de işgal etmişler.  Galata Kulesinde nöbet tutuyorlardı...
Ülke per perişan, millet aç, fakir ve savaş yorgunu... Türk Halkı, hemen her cephede, her aileden bir iki erkeğini o amansız savaşlarda Şehit vermiş. Tekrar savaş yapmaya, canlanıp silkinmeye mecali, takati yok! Yorgun ve bitkin bir haldedir…
Bütün bu şartlar altında ve çaresizlik içinde bir arayış ile kimisi İngiliz himayesini, kimisi de Amerikan korumasını (Mandatörlük) ister duruma gelmişti.
İşte böyle, her taraf işgal altında, en kutsal  mezarlarımız, mabet, Cami, Mescit, ve Türbelerimiz top mermileri, şarapneller ve düşman çizmeleri ile paramparça edilmiş halde iken, bir yiğit adam Atatürk çıkıyor...
Hanedanlığı ve Türk’ün namus ve şerefini kurtarıyor. Sandukaya ayakları ile basanların ayaklarını kırıyor ve İzmir’de “İlk hedefiniz Akdeniz’dir ileri!” diyerek İzmir’i yakıp yıkarken analarımıza, kadın ve kızlarımıza musallat olmuş, tecavüz eden düşmanları, denize döküyor. Vatanı, düşmanlardan temizliyor.
Osmanlı ordularını Libya’da yöneten, Tobruk’u kazanı, Derne’yi, Libya’yı İtalyanlar’dan gözü gibi koruyan. Çanakkale’yi, Conk Bayırı'nı, o dönemde Osmanlı Türkü’nün bozulmuş, dağıtılmış ordularını bir araya toplayarak, kınından çekilmiş kılıç gibi ordu yapan yiğit adam, Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’tü...
Düşmanın bin bir yerden, binlerce asker, mühimmat,
şarapnel, top, cephane ve gemilerle saldırarak, akıl almaz taarruzlarına karşı yeni taktik ve planlar geliştirerek, çemberi yaran veehmet Âkif'in:
Kimi Hindu kimi yamyam kimi bilmem ne belâ;
Hani, tâuna da züldür, bu rezil istilâ!.." dediği bu Cehennemî savaşı kazanan deha adam, Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’tü...
Padişahın yanına çağırarak şeref madalyaları verdiği, en küçük kızını onunla nişanlamak istediği ve kendisine, küçük bir ceylan hediye ettiği, çiçeği burnunda korkusuz komutan Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’tü...
Diyarbakır’ı, Muş’u,  Birtlis’i  Ruslar’dan; Bingöl, Van, Tatvan, Erzincan, Erzurum’u Ermeniler’den tamamen temizleyen kahraman Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’tü...
Filistin’de dağılmış, aç susuz, cephanesiz kalmış askerleri toplayıp bir araya getiren, onlardan bir ordu kuran komutan: Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’tü.. .
Ülkemizdeki düşmanları kovmak için memleketin bütün bölgelerinde tek tek cephe oluşturan, Amasya’da Erzurum’da Sivas’ta kongreler tertip ederek, milleti uyandırıp. ne İngiliz ne Amerika ne de başka bir devletin korumasını(Mandatörlüğüne) kabul ettirmeyen, halkı heyecanlandırarak, ayağa kaldıran kahraman: “Haddı müdafa yoktur, sathı müdafaa vardır; ve bu satıh, bütün vatandır” diyerek halka ufuk açan, yol göstererek, vatanını savunması için heyecanlarını diri ve canlı tutarak şahlandıran: Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’tü...
İzmir ve Eskişehir’deki Yunan’ı; Konya’da İtalyan’ı; İstanbul’da İngiliz’i; Antep ve Adana'da Fransız’ı, topraklarımızdan def eden dahi, yine Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’tü...
Yeni bir devlet kurarak, bu millete, kendisinin kim olduğunu hatırlatan, ona Türklüğünü, Türk olmakla övünmeyi, Türklüğü ile gurur duymayı, muhtaç olduğu kudretin damarlarındaki asil kanda mevcut olduğunu, çalışması gerektiğini, yükselmesi gerektiğini, ilimde, fende, sanatta ilerlemesi gerektiğini öğreten, Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’tü...

 Halkına, okumayı ve yazmayı öğreten de odur. 1929’da Mısır’da bulunan Mehmet Âkif’e Kuran’ı tercüme etmesi içn 1000TL. gönderen odur. Arapça yazılı Kuran’ı, ilk defa Türk Diline çevirttirerek, ana dili ile Türkçe okunmasını sağlayan, Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’tü...
İlk defa kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıtan, kadının ilk defa pilot, öğretmen, doktor, avukat, mühendis, polis, olmasının önünü açarak, kafese kapatılmaktan, peçelerin altında gizlenmekten, karanlık odalara terk edilmekten kurtaran mucizevî kahraman, Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’tür...
23 Nisan Çocuk Bayramı ilan ederek çocukları sevindiren, dünyada ilk defa çocuklara bayram hediye eden, onları koruyan ve kollayan babanın adı Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’tür...
Geometri kitabı yazan, Türkçeyi Arap ve Fars dilinin baskısından kurtararak yeni alfabe ile herkesin anlamasını, anlaşmasını sağlayan bilim adamı, mucit, deha Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’tür...

Atatürk, ölümünden sonra bile diri kalmayı başarmıştır. Hasta yattığı yatağında bile düşmanlarını kıskandırmış, bugün yattığı ebedî istirahatgâhında bile bütün dünyaya ders vermiştir, Karanlık güçleri, düşünce ve ileri fikirleri ile her defasında yenmiş, mahçup etmiş  bir kahramandır…
Bu kadar sahtekar, din düşmanı yobazların, İslâm dininin güzelliklerini tanımadan herkesi, olur olmaz her şeyde Cehennem ile korkutmaları akıl almaz bir şeydir…
Oysaki Kuran; ve Allah’ın Elçisi Hz. Muhammed Mustafa: “Korkutan, müjdelemeyen; kolaylaştırmayıp, zorlaştıran; güldürmeyip eziyet ve sıkıntı çektiren; anlamayan, düşünmeyen, akıl etmeyen, sorgulamayan, ibret almayan…ve benzerleri kulunu sevmez…”
Halka ve din mensuplarına korku salanları, onları sindirenleri, korkutan, göz dağı ve baskı ile kapatanları, evlerine odalara hapsetmeyi, içeriden dışarıya çıkmanın, hamile olarak yürümenin haram olduğunu iddia edenleri, kadının bir erkeğin karşısında konuşmasının günahlığını anlatanları, peygamberlik ötesi tebliğciliğe soyunanları, Allah ile kul arasına girenleri ve ATATÜRK düşmanlığını, bu millet ve de insanlık affetmeyecektir!..

Kendisine hizmet etmiş halk kahramanlarını, millete hizmette yarış etmiş büyüklerini ve devlet adamlarını bilmeyen, halkın liderlerinden bihaber, geçmişini okumayan, araştırmayan ve onlardan feyiz almayan milletlerin çocuklarının gelecekleri yoktur. Olmayacaktır!..
Atatürk’e düşman olanlar olsa olsa, dünün İngiliz ve Amerikan Mandacılığını, Koruyuculuğunu kabul etmek istemiş mandatörlerin torunlarıdır. Bu sebeple Atatürk’e düşmandırlar. Değil ise bu düşmanlık bilerek ve isteyerek yapılıyorsa düpedüz, büyük Türk milletine ve onun asil evlatlarına hakarettir ve millete ihanetin ta kendisidir…
KAYNAKLAR:
1.  www.idefix.com
2.wwwtevfıkbir.com
3.www.uyaneyturkgidiyoruz.com
4. “Cemaat ve Mesut Barzani”,  Erdal SARIZEYBEK;
5.http://www.kitapyurdu.com/kitap/cemaat-ve-barzani/325955.html
6.http://www.yeniakit.com.tr/haber/abdli-yahudi-bankaci-rockefellerden-yuzyilin-itirafi-iste-turkiye-uzerinde-oynanan-kirli-oyunlar-247109.html
7.https://bpakman.wordpress.com/inanc-dunyasi/dinler-arasi-diyalog/musevi-islami-cemaat-iliskileri/gumushanevi-dergahi-museviler-ve-bop/

12 Eylül 2017 Salı

BAŞIMIZA NE GETİRİLDİ İSE; Abdullah Çağrı ELGÜN

BAŞIMIZA NE GETİRİLDİ İSE  
Abdullah Çağrı ELGÜN

Başımıza ne getirildi ise yavaş yavaş alıştırıla alıştıra getirildi. Bu işi tezgahlayanlar, bu olayın içinde ve arkasındaki uzantılar, dış güçler ve faiz lobisi var dediler; halbuki her şeye muktedir olan da yapan da yapanları oralara getirenler de onların arkasında olan da “ne istedilerse verenler” de kendileriydi.
17-25 Aralık’ta yakalanan MİT Tırları ve akabinde ortaya dökülen kirli çamaşırlar; ayakkabı kutularına yerleştirilmiş balya balya dolarlar, para sayma makineleri ile birlikte dışarıdan biri getirip onların evlerine yerleştirmemişti? Bunlar elbette bilerek ve isteyerek kendilerinin komisyon aldıkları adamlardan, oğulları vasıtasıyla tahsil edilen paralardı… Hatta getirilen eksik komisyona razı olmuyorlar, “Kabul etme! Tamamını getirecekler anlaşmamız öyle!” diyorlardı. Kimi komisyonun fazlalığına kızan iş adamları “Bu milletin anasına avradına” küfrediyordu. Devletin en yetkili ağzı başbakan yardımcısı Bülent Arınç ifadelerinde, Melih GÖKÇEK’ten için: “Ankara’yı parsel parsel satmıştır. Gökçek ile ilgili seçim sonrası 100 konuyu açıklayacağım.” demişti.
Her Cuma bir ayet sallayan, Kuran’daki ayetlerimizden “Bakâra-Makara” diye alay eden milletin inancı Allah’ın dini ile gırgır geçen, alay eden bakan Egemen BAĞIŞ da bunlardandı. Uç yıl boyunca valilere verilen talimatlar gereği operasyon yaptırmayanlar kimlere hizmet ettiler şu anda nerelere geldiler? Dolmabahçe’de PKK ile birlikte TV’den halka Mutabakat Metni okuyanlar da bunlardı… Çözüm Süreci üretenler, şehirlerin boşaltılmasına sebep olanlar, asfaltların altına patlayıcı yerleştirilmesine operasyon yaptırmayarak seyirci kalanlar da  yine bunlardı ey millet!
İşte başımıza ne getirildi ise yavaş yavaş, alıştırılaa alıştırıla getirildi.
15 yıl boyunca yalan dolan ve iftira dolu beyanlarla halka yalan söyleyenler de bunlardı:
Camide içki yalanı; Dolmabahçe Yalanı; Reza Zarrap Yalanı, Asfaltların altına mayınların döşenmesi; Kabataş Yalanı; Sümenye’ye Suikast Yalanı; Camide İçki İçildi Yalanı; Urla Villaları Yalanı; Yüzde On Yalanı; Kozmik odaya girmek için Arınç’ın: “Beni takip ediyorlar” yalanı, 22 Milyarlık İhale Yalanlarıı,…vb. yalanları yanlarına kâr kaldı. Bunlardan hiç birisi hatalarının bedelini ödemediler…
Kandil, BDP’den daha tutarlı diyen devletin bakanı (Abdulkadir AKSU) diyenler yine bunların kadrosu ve vekilleriydi. Devletin parası ile size hizmet ediyoruz diye iktidara yapıştılar. Sizin gibiler olmazsa, bizim halimiz nice olur diyerek, halkla dalga geçtiler. Bunları yapanların hiç biri, cezalarını çekmeden hayatlarına devam ediyorlar ey millet!  
İşte başımıza ne getirildi ise yavaş yavaş, alıştırıla alıştırıla getirildi.

Bu bir darbe değil kalkışmaydı. Emir komuta zinciri içerisinde gerçekleşmemişti. Ordu içindeki bir kısım FETO yanlısı grubun baş kaldırısı idi. Darbede Ordu komutanı ile başbakan yan yana olamazdı..
Bu kalkışmada öncelikli hedef Erdoğan’dı. Erdoğan AKP’li olmayan her kim varsa memur, bürokrat, görevlerinden alınıyordu. 15 Temmuz’da bu işten en çok kimin yararlandığına bakılırsa, bu darbeyi de onların hazırlamış olduğu görülecektir. On yılda yapılamayan temizlik, revizyon, 15 Temmuz ile birlikte bir saat, bir gün içinde yapılıverdi. Bu çok manidar bir durumdur.
15 Temmuz Türk Silahlı Kuvvetlerinin akıllı, mantıklı, vatansever milliyetçi ve Atatürkçü askerleri tarafından önlenmiştir.  Harekatı yapanlara karşı Erdoğan’ın Atatürk Hava Alanında ve Marmaris’teki konuşmasında “Öğleden sonra” sözü ile bu hareketi çok önceden bildiğini belgelemektedir.
Esenboğa’dan Erdoğan hiçbir risk olmadan uçakla havalanıyor. (PARALEL ÇETE’nin ordudaki uzantıları ile hiçbir şekilde mücadele söz konusu olmamıştır.) BALYOZ, ERGENEKON, SARIKIZ,…vb. operasyonları ile atmış dokuz (69) General Silivri Cezaevine gönderilirken darbenin lideri 2003 Şura Toplantısında alınan Cemaatler ile ilgili kararın altına imza atmış; fakat sonradan yine aynı kararı yok saymıştır. Müsebbip bunlardır, ey millet!
Başımıza ne getirildi ise yavaş yavaş alıştıra alıştıra getirildi.
Eski Kara Kuvvetleri Komutanı İsmail Hakkı KARADAYI, 2000 yılında devlet kadrolarının %34’ünün irticai faaliyet içerisinde olduğunu, devletin Cemaatlerin elinde olduğunu, böyle devam ederse Cumhuriyet Rejiminin tehlikeye gireceğini, bu kadroların 2010’lu yıllarda Atatürk Cumhuriyeti ortadan kaldırılarak, Şeriat düzenin kendiliğinden geleceğini büyük bir uzak görüşlülükle ifade ederek, o günün hükümetinden bunun için tedbir alınmasını tavsiye etmiştir…
Bunlar içerisinde, özellikle Askeriye, Emniyet ve Adliye içerisinde kadrolaşmış olduklarını, bu kadrolaşmanın çok gizlilik ve titizlik içerisinde inatla sürdürüldüğünü, Şeriat Devleti Kuracak kadroyu oluşturma planları içerisinde olduklarını belirtmiştir.
FETO, en büyük engel olarak, Türk Silahlı Kuvvetlerini görmektedir. Güneydoğu sorunu olarak tanımlanan Kürt benliği olgusu “Müslüman Kardeşliği” olarak adlandırılmaktadır. Muhataplar ve yol arkadaşları el ele, kol kola, koyun koyuna olarak “Çözüm Süreci” üreterek:, “Helsinki, Silivri ve Dolmabahçe Sarayı’nda” birlikte Mutabakata varıp el sıkışmışlar ve bu Mutabakat bildirisini karşılıklı imzalayarak halka deklare etmişlerdi ey millet!..
Başımıza ne getirildi ise yavaş yavaş alıştıra alıştıra getirildi.

Darbe gecesinde, darbe karşıtı sloganlar yazılı pankartların, nerede nasıl yazıldığı ve bunların saatlik zaman dilimlerinde, nerelerde pankart haline getirildiğini bir bilen varsa söylesin?.. Bu yazılı pankartların o gün, hemen meydanlarda olması, bu darbenin daha önceden bilindiğinin ve ona göre tedbirler alındığının, en büyük delilleri ve en büyük göstergesi olarak görülmektedir.
Acil bir durum için hazır bulundurulan ve kamyonlara yüklenerek götürülen altı yüz(600) tankın akibeti hâlâ mechüldür.
Muhalefet 15 Temmuzdaki Cinnette dik durmuştur. FETO için FETOCU olmayan hiçbir kişi askerî okullara, polis okullarına girememiş, hakimlik ve savcılık sınavlarında başarılı olamamıştır. FETO, 2003-2007’de tam olarak örgütlenmiştir…
FETO harekatı, kalkışma, ordu içinde örgütlenmiş bir çetenin girişimidir; çünkü ordu komutanı ile başbakan, aynı safta olmaz. Darbeciler siyasi parti liderlerini gözaltına alır. Burada öncelikli hedef Erdoğan’dır. Erdoğan ise elini kolunu sallaya sallaya Külliye’ye gitmiş ve hava da dolaşan jetler, Külliye’ye gidişinde de hiçbir şey yapmamıştır… Yani Erdoğan herhangi bir karşı koyma, alıkoyma, ve jetlerin taarruzuna uğramadan külliyededir.
Bu arada kalkışmaya katılan 256 kişilik, teröristlerin listesi, her ne hikmet ise herkes tarafından bilinmektedir?!. 15 Temmuz Kalkışması Milliyetçi Atatürkçü Türk askerleri tarafından engellenip, durdurulmuştur.
Başbakan çalışma ofisinden evine gidiyor. Erdoğan köprüden geçiyor. O geçtikten hemen sonra, askerler köprüyü kapatıyor. Havada F3’lerden üç tanesi dolaşıyor. Cumhurbaşkanın uçağı da havada(?!)  Sayın Erdoğan’ın uçağını vurmuyorlar.  F3’ler Korumak için eşlik, eskortluk ediyorlar ve darbe devam ediyor ey millet!..
Başımıza ne getirildi ise yavaş yavaş alıştırıla alıştırıla getirildi.
Erdoğan otelden ayrılıyor, ayrılmanın akabinde Askerler otele geliyor. Erdoğan Hava alanına gelirken birkaç dakika sonra tanklar oradan çekiliyor. Aynı anda minarelerden selâlar veriliyor. Kim emrediyor?.. Aynı açıklama içinde aynı anda da bu kalkışmayı yapanlar için: “Tutuklama kararı çıkarıldı.” denilerek millet meydanlara çağırılıyor…
Havadaki uçaklar nereyi bombalıyor? Meclisi, Emniyeti!..
Anayasa Tüzüğünü değiştirmek isteyen kim? Milletvekilleri konuşmasın diye kanunlar koyan kim?…
O zamana kadar ülke umurlarında olmamış, parsel parsel satılmış, hazine arazileri üzerlerine geçirilmiş; fakat kendi menfaatleri tehlikeye girince: “Aldatıldık; Kandırıldık; Allah bizi affetsin!..” demişlerdir ey millet!..
Başımıza ne getirildi ise yavaş yavaş alıştıra alıştıra getirildi.
 “1996’da Batı Harekatı Konsepti Balyoz, Sarıkız, Ergenekon, …vb.  harekatları ile 70’ generalin, Silivri’de vatan haini olarak cezaevine gönderilmesi ile Türk Silahlı Kuvvetleri etkisiz hale getirilmiştir.” demektedir. Böylece Anayasa’da değişiklik yaparak Cumhuriyetin temel prensiplerini ortadan kaldırmak, Meclisteki konuşan millet vekillerini konuşamaz hale getirmek, halkın sesine tercüman olanlar susturulmak için anayasada değişikliğe gidilmiştir.
“Çözüm Atatürk’ün: (Gençliğe Hitabı) adlı konuşmasındaki metnin manasının idraki ile mümkün olacaktır. Başkaca çare yoktur.” demektedir.
Türk gelenek ve göreneklerine aykırı, Türk devlet anlayışından uzak yönetimlerle, ülkemiz çok çekmiştir. Kimilerinde Gaz, benzin, Makarna, ve yağ kuyrukları oluşmuş, kimileri de yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma, haksızlık, ve adaletten yoksun idareler elinde millet fakru zaruret içinde çaresiz kalmıştır.
Atatürk’ün millet ve devlet anlayışından uzak, insana odaklı olmayan,  yönetimlerinden sonra gelen iktidarlar elinde, ilerleme olmamış, Atatürk’ten sonra gelen iktidarlar da yaklaşık: 25 yıl Demirel; 12 yıl Menderes; 15 yıl Özal; 15 yıl ‘da Erdoğan hükümetleri dönemlerinde (Otoyollar, Tüneller, Köprüler, Hava Meydanları, AVM’ler, MAKRO Marketler) sunî ilerlemeler kaydetmiştir. Bu sunî ilerlemeler olsa bile, fuhşun arttığı, ahlâkın çöktüğü, boşanma oranlarının kimi şehirlerde 5 50’leri geçtiği; örf, âdet ve geleneklerin aşındığı, adaletin rafa kaldırıldığı, hukukun çiğnendiği, haksızlık, adam kayırma ve yandaşlığın ayyuka çıktığı görülen ve inkarı mümkün olmayan bir gerçektir.
Devlet mallarının, kamu arazilerinin ve maden yataklarının ve devlete ait en verimli çalışan ve çalıştırılan işletme ve kuruluşların partililer, yakınlar ve yandaşların üzerine geçirilmiş olduğunu hangi aklı başında bir vatandaşımız inkar edebilir?..
Sözleşmeli ve taşeronluk sistemi ile insanlarımızın karın tokluğuna köleleştirildiği; kredi kartı ve borç batağında kıpırdayamayacak duruma getirilerek, orta gelir çökertilmiş, zengin ve yoksul iki kesim oluşturularak Türk halkı yok sayılmıştır… Bu dönemde de Türk halkı yolsuzluk, rüşvet, fuhuş, organ ve  insan tacirleri ve simsarları elinde harap ve bitap düşürülmüştür ey millet!..

Başımıza ne getirildi ise yavaş yavaş alıştıra alıştıra getirildi. 
Çalışanların büyük kesimi, taşeronların insafına bırakılmıştır. Kendilerine verilen askeri ücretle geçinmeğe mecbur edilmiş, genç ve yüksek okul bitirenlerde işsizlik, hat safhaya ulaşmıştır. Gençlerde okumuşlar ordusunun mesleklerine uygun işlerde değerlendirilememesi onları ümitsizliğe, güvensizliğe, gelecek kaygısına sevk etmekte, sosyal ve psikolojik bunalımlı, şizofren bir nesil oluşturulmak istediğini etrafımıza baktığımızda hangi gören göz, düşünen akıl inkar edebilecek?!..
Üniversite mezunları  iş bulamıyor, üniversiteye giren mezun olduktan sonra boş kalıyor. Kendi branşlarında çalışamayıp, başka işler yapmak ve aramak zorunda kalarak, toplumsal ve  sosyal bunalımlara sürükleniyor.
Üniversite bitiren kalifiye elemanlarının değerlendirilememesi sonucu, sosyal patlamaları bunalımlar, aile faciaları, boşanmalar, cinayet, intiharlar vakalarındaki artışlar hükümetlerin dikkatini çekmemekte ve bu duruma maç seyircisi pozisyonunda bakmaktadır…
Hükümetin, işsize iş imkanları sunamamak, aş evlerinin ve iaşe alanların sayılarını artırması, iaşe yemek kuponları dağıtması, Fak Fuk Fonları ile halkın büyük bir bölümünü, iktidar sahibi hükümete muhtaç, bağımlı ve dilenci haline getirmiştir. Sokaklarda, evlerimizin ve camilerin önündeki dilenenlerin sayısının çokluğundan rahatsız olmamak mümkün değildir… Büyük ve küçük şehirlerdeki caddeler ve sokaklar göçmen, sığınmacı ve dilencilerin istilâsındadır. Neredeyse her on on beş metrede genç kızlar, erkekler, kadınve yaşlı sizi durduruyor:  “Bir Liran var mı?”,  “Açım bir ekmek parası versene!”, “Size bir şey söyleyeceğim!...” olduğundan şehirde huzur ve güven içinde dolaşmak endişe verir,  halde olup, huzursuzluk vermekte ve ümit kırıcıdır.  Bütün bu sebeple, bu insanların düşünme, fikir yürütme  ve akıl etme kabiliyeti ellerinden alınmış “Hükümetimiz ne yaparsa en iyisini yapar” mantığı ile bir kısım vatandaşımız, iktidarı ekmek kapısı olarak görme, ille de “Devlet Kapısı” “Devlete gireyim de ne olursa olsun!..” beklentisi, yanlışlığı ve çaresizliğine düşürülmüştür… İşte ey milletim! Başımıza ne getirildi ise yavaş yavaş alıştırıla alıştırıla getirildi ve sen hiçbir şeyi sorgulamdın ey milletim!..
KAYNAKLAR:
1) https://youtu.be/_97ux26E
2)http://cahilfilozof.com/son-dakika.tum-dünya-sokta-dunya-bu-video-yu-konuşuyor-silinmeden-izle-paylaş
3)http://google.com.trq=Mübarek+özledik+seni+feto+
4) Mübarek özledik seni Feto videoları
5) Mehmet-yıldız-feto-video-yükle-video        
6) https://www.youtube.com/watch?v=FCG7PXZDwHo
7) https://www.youtube.com/watch?v=OlhevGf-jZk

22 Temmuz 2017 Cumartesi

SİZİ 15 TEMMUZLARA BEN GETİRDİM!.. ,Abdullah Çağrı ELGÜN

SİZİ 15 TEMMUZLARA BEN GETİRDİM!..
Abdullah Çağrı ELGÜN

 İktidar sahipleri, hükümet ettiği günden buyana, FETO ile birlikte el ele, kol kola, aynı park, aynı havuz, aynı otellerde birlikte yatıp, birlikte kalkıp, birlikte icraat yapmadılar mı?  Birlikte planlamalar, birlikte projeler ile devlete ait her türdeki kamu arazilerini hisselerine geçirmediler mi? Vakıflar ve dernekler kurarak ve devlete ait kamu mallarını bu vakıf ve dernekler yolu ile yok fiyatına 49 yıllığına kiralamadılar mı? Madenler ve bunların yataklarını il başkanları ve başkan yardımcıları ile partililerin üzerlerine tapulayarak sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
TC’yi silme, Türk, Türklük, Türkçülük gibi kavramlardan nefret ile onları yok sayma, milliyetçiliği ayaklar altına alma, balya balya dolarları villalara yığma, para makineleri ile sayılamayacak derecedeki komisyon rüşvetlerini ayakkabı kutuları ile nakledip, rüşveti hamuduyla götürerek sizi 15 Temmuzlara ben getirdim…
Erdoğan: “Biz geniş Ortadoğu ve kuzey Afrika Projesinin eş başkanlarından biriyiz ve bu görevi yapıyoruz.” “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Büyük Ortadoğu Projesinin Eşbaşkanıdır, biliyorsunuz. Bu proje içinde Diyarbakır bir yıldız olabilir. Burada Türkiye’ye bir görev verildi ve biz bu görevi üstlendik.” derken de bunlar ile sarmaş dolaş, “çözüm süreci” üretip, Helsinki, Dolmabahçe, Olso, Kandil’de el sıkışırlarken de   Cumhuriyet için projeler üretip, muhalefetin arkasından gülerek sizi 15 Temmuzlara ben getirdim…  
Ülkenin en gözde yerlerinde bunların dershaneleri, bunların liseleri, bunların okullarının kurulması ve işletilmesi için arsa ve kaynak aktarımını kim yaptı, bunların açılmasının izinlerini kim verdi?
İltimas, adam kayırma; polis okullarına, harp okullarına hukuk, siyasal bilgiler fakültelerine girebilmek için sınav sorularını çalma; kara para aklama, kurulan havuzlarda oluşan paraları yandaşlara peşkeş çekme, komisyonun fazlalığına itiraz eden işadamına, milletin anasına avradına küfrettirerek sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Bütün bunlardan kim ceza altı?..
Bu şahıs hangi bedeli ödedi?                                         
Anamıza avradımıza küfredilmiş olarak, ortada kaldık?!.
Kimsenin gıkı çıktı mı?                    
İhale kanunundaki yüzlerce değişikliklerle ihaleleri akraba ve hısımların cebine koyma ve bunu İslâmiyet ile bağdaştırma “Allah: anaya babaya, yakın akrabaya bakmayı ve  yardımı emrediyor”  diyerek kılıf bulma işlerinde, hep beraber değiller miydi? 
Bunlar FETO ile hep beraber yer, hep beraber içer, hep beraber yatar, hep beraber kalkmazlar mıydı? Bunlar hep beraber ağlar, hep beraber düğün yapar, hep beraber iki üç defa açılmış mekanları yine birlikte, bir ve beraber dualarla açarak sizi 15 Temmuzlara ben getirdim…  
Hele bir düşünelim. Bu bir bela ise bu belayı başımıza kimler sardı?  FETO ile sarmaş dolaş iki âşık gibi ayrılmayan kimlerdi? 
Şimdiki zeytin yağ gibi su yüzüne çıkmayı çok iyi beceriyorlar…
Bunların dövünme, sızlanma, dert yanmaya hakları var mı?
Olabilir mi? 
Şikayet ettiklerini, en iyi makam ve mevkilere, on dört yıl boyunca kim taşıdı?..
Sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Başımıza bu belayı saranlar kadar, bu belanın sarılmasına ortaklık, yandaşlık, yataklık ve taşeronluk edenler de bu musibeti işleyenler kadar suçludur. Mürürü müddet içinde yakalarını bu suçtan kurtaramazlar...  Haydi bu gün kurtardı diyelim. Yarın çocukları, torunları da bu iştirakten, üzerlerindeki mal varlıklarından, kazançlarından kesin olarak hesaba çekileceklerinden asla şüphem yoktur.
Geçmişte: Sultan II Abdülaziz’i katledenler, kırk yıl sonra da olsa hesap vermekten kendilerini kurtaramamışlardır. Bu kadar adam hayatını kaybetmiş, bu kadar insan makam ve mevkilerinden olmuş, evi barkı, hanesi dağılmışken: “Aldatıldık!”, “Kandırıldık!”, “Allah bizi Affetsin!” sözleri ile geçiştirilemeyecek kadar veballi ve büyüktür. Adalet herkes için geçerlidir. Her zanlı, er veya geç yargı önünde hesap vermelidir; verecektir. Sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
24 Haziran 2004, Millî Güvenlik Kurulunun Tavsiye Kararlarını, Hükümet başkanı: “Bu karar bizim için (YOK!) hükmündedir.!” diyerek kabul etmiyordu.  Bu karar Cemaatlerin ve ük
ümeti HHhFethullah GÜLEN Örgütünün Askerîyede, Emniyette ve Yargıda örgütlendiğini bir çok, açık delillerle ortaya koyuyordu. Bu kararı alanlara duyulan nefret ile bu kararı uygulamaya sokamayan iktidar, bunların emekliye sevk edilmesi, yaş kararları ve FETOCULAR’ın Askere kumpas kurarak: “BALYOZ, SARIKIZ; ERGENEKON” adı ile yaptıkları operasyonlarla dönemin genelkurmay başkanı başta olmak üzere, yetmişe yakın generali, FETO örgütüyle işbirliği yaparak tutuklatıp, Silivri’ye gönderttiriyor ve dürüst, onurlu ve Atatürkçü subaylarımızın arkasından birlikte güldüğümüz için sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Millî Güvenlik Kurulunun önerdiği ve bu gidişat için acil önlem alınması gerektiğini tavsiye eden kararını yok saymıştı. Vatanperver Atatürkçü subayların tasfiye edilerek Silivri Cezaevine gönderilmesiyle boşalan, makam ve mevkilere FETO’nun örgüt subayları atanıyordu. İktidar, FETOCU darbeci generalleri makam ve mevki, sahibi yapmasıyla birlikte, 15 Temmuz’a giden yolları sonuna kadar açıp,  sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
17-25 Aralık diye bir deprem oldu. Zafer Çağlayan’ın 24 bin EURO’luk saat alıyor; ve almadığını iddia ediyordu. Nihat Zeybekçi en son 11 milyon liraya bir yalı alıyordu… İçişleri bakanının vasıfsız oğlu, Barış GÜLER, 5 Ocak’ta, 40 bin dolarlık kira ödüyor ve Komisyon Başkanı şaşıp kalıyor. Üye Yıllık mı diyor, o da aylık diye cevap verince şaşırıp kalıyor.  Barış GÜLER’in kendi param dediği, üç beş milyon dolar, meğer bir trilyon çıkınca… Rıza ZARRAP’tan alınan paralarla, Şehrizar’dan alınan: 14.5 milyon EURO’luk on adet havuzlu villa, hemen damat, Berat ALBAYRAK’ın üzerine geçiriliyordu. Ahmet Çalık’ın alacağından arta kalan 25 milyon dolar gizlenemiyor. Bilâl’in son aldığı geminin fiyatı 18 milyon dolar tutuyordu.
Devletin en önemli bakanları ve çocukları yolsuzluğa karışmıştı; ve nihayet kaya parçaları ayrılarak iki adaya dönüştü. Menfaatler birden bire ön plana çıktı. Pasta bir türlü bölüşülemiyordu. Dershanelerin kapatılması kararı, mevcut gerginliğe tuz biber ekti. Öyle bir biat ve saygı vardı ki bu saygı ve karşılıklı söz birliği sebebiyle menfaatler bitinceye kadar aralarından su sızmadı!.. Birlikteliklerinde kılı kırk yarıyorlar, her şekilde sandıktan birinci olarak çıkmayı başarıyorlardı. İktidarı muhalefete kaptırmamakta el birliği ve gönül birliği ediyor, bal çanağının kaptırılmaması için büyük maharet gösteriyorlardı.
Basın, yayının en önde gelen gazetelerinde, bunların boruları çalıyor ve bütün televizyonlarda bunların adamları konuşuyor; ve bunların adamları topluma yön verirken, sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Derken, Başbakan: “Gökten ne yağdı da yer kabul etmedi?”, “Ne istediler de vermedik?”, “Mübarek özledik seni!”, “Gel artık, bitsin bu hasretler!..” “Gurbet aynı zamanda garipliktir. Biz garipliğe tahammül edemeyiz.”, Diyerek Türkçe Olimpiyatları için gümüş paralar dahi bastırılıyordu. 17 Haziran 2012’de Türkçe Olimpiyatlarında yapılan konuşmalar: “Gurbette olup şu vatan topraklarının hasreti içerisinde olanları aramızda görmek istiyoruz…” 
Mehmet Al ŞAHİN: “Fethullah GÜLEN ile telefonla görüştüm. Rahatsızdı… Karabük’ten bir çağrıda bulunmak istiyorum: Hocam artık Türkiye’ye dönün. Dönün artık Türkiye’ye!..”,
Binali YILDIRIM: “…24 Haziran 2013, Türkçe: Aç herkese açabildiğin kadar sineni, Ummanlar gibi olur, İnançla gelen insan sevgidir, kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın gönül, diyen Hoca Efendi’nin dilidir.”,
Bülent ARINÇ, 5 Haziran 2010: “Muhterem Hoca Efendi’in bir konuşması var. Hoca Efendi her zaman doğruyu söylüyor… Muhterem Hoca Efendi on iki senedir beri yurt dışında kendisine yapılmadık iftira kalmadı. Medyası, siyasî çıkar odakları siyasiler, hep bağlantılarını araştırdılar. Onlarca beraat kararı var. Gelebilir Türkiye’ye gelebilir.” sözleri ve daha nice bakan ve bürokratların övgü yağdıran serzeniş ve nutuklarını buraya alamadığımız için sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Sonra birden bire FETO terörist oluverdi. FETO mu yanıldı, Erdoğan mı yanıldı, yoksa ikisi birden mi yanıldılar, kapıştılar; veya galip oldular hâlâ meçhulümüzdür… Arada millet kaldı. İki arada bir derede ne oldu ise olan vatandaşa olarak, sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Fethullah GÜLEN, hâlâ Pensilvanya’da saltanat kayığının üzerinden sefa sürmeye devam ediyor. Bu kayıktan indirilemiyor mu, indirilmiyor mu, indirilmek mi istenmiyor?..  Yurt içindeki taraftarları ve yanılmış birkaç generaliyle, darbe teşebbüsü ve sistemi her ne pahasına olursa olsun, tam olarak değiştirmek isteyen iktidarın, amacın gerçekleşti mi?
Galip kim?
Mağlup kim?
15 Temmuz gecesi, FETO terörü diyerek suçlanan Fethullah GÜLENCİLER’in birkaç saat içinde, makamları mevkiler ve bugüne kadar elde ettikleri her neleri varsa, ellerinden alınıverdi… Gürül gürül yanan ocaklar sönüverdi. Aileleri ve hiçbir şeyin farkında olmayan masum çocukları garip ve perişan, yakınları çaresiz kalıverdiler. Sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Aynı masada oturan proje ortaklarına ise hiçbir şey olmadı. Hatta bunlar yakaladıkları bu büyük fırsatı, kâra çevirerek, sistemde arzuladıkları revizyon ve değişimi fiiliyata geçiriverdiler. Yıllarca bu eylemleri gerçekleştirmek için proje yapan ortaklardan, aynı eylemi yapan beyaz tilkilere hiçbir şey olmadı. Siyahlar ise yaptıklarını canlarını vererek, cezaevlerine girerek ve aile etraflarıyla birlikte fakr u zaruret içinde, büyük bir mağduriyet yaşayarak ödüyorlar…
Halbuki TC Kanunlarınca gereğince bu suç, belli bir dönem ile “17-25 Aralıkla” sınırlı olmayıp genel müruru, zaman süresi içinde değerlendirilir. 2003’ten 17-24 Aralığa kadar buna ses çıkarılmayarak göz yumanlar, Balyoz, Ergenekon, Sarıkız Operasyonları ile ordunun en gözde 70’e yakın generalini saf dışı ediverdiler… Her iki müsebbip de bu zilleti kabul etmeyen onurlu insanların intiharlarının, kimilerinin de Silivri’de çürümelerinin hesabını vermek, bedelini ödemek zorundadırlar…
Bu ana kadar “Beraber yürüdük bu yollarda” şarkısını söyleyenlerin de bu suçta ortaklığı, katkısı ve payı, onlardan az değil hatta fazladır; çünkü her türdeki güç ve yasal uygulamalar iktidar sahiplerinin elinde olup müsebbip de sorumluluk da onlara aittir. Müsebbip de onlar olduğu için sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
FETO’yu onca zaman koruyan, Cemaatlere toz kondurmayan, 2005’te Millî Güvenlik Kurulunun aldığı kararı “YOK! HÜKMÜNDEDİR!” diyerek “Yok!” sayan, Cemaate yapılması gereken müdahaleyi, operasyonu engelleyen de yine bu iktidardır. Ortaklık, yandaşlık ve yataklık yapanlar, hiçbir şey olmamış gibi meydanlarda; fakat masum vatandaşımızdan 256’sı dünyasını değiştirmiş, binlercesi suçlu veya suçsuz olarak Silivri’de hapislerde, ocakları söndürülmüştür…
Medyaya düşen videolarda, gazetelerdeki makalelerde, Silivri Mahkeme Tutanaklarında, bunları teyit eden, belgeleyen, delillendiren ifadeleri, belgeleri görmek, bakmak ve bir çok videolarını izlemek, mevcut duruşmaları takip etmek, duruşma tutanaklarına bakmak, duruşmaları dinlemek ve de gazetelerden öğrenmek mümkündür.
İktidar,  gücünü arkasına almış: “Ben bu davaların savcısıyım” diyenlerin hiç birisinin suçları yargıya taşınmamış, cezalarını çekmemişlerdir.
BİZİ 15 TEMMUZLARA KİMLER GETİRDİ?
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin TC’sinden ürken, Türklüğü inkâr eden, Cumhuriyet rejimine karşı olan, Atatürk İlke ve İnkılâplarından zerre kadar hoşlanmayan, Atatürk’ü  Jön Türk, Osmanlının yıkılmasından sorumlu tutan yanlış bir anlayış, bizi 15 Temmuzlara getirmiştir.
Ordumuzun en güçlü ve Atatürkçü subaylarının emekliye sevki, tasfiyesi,  yaş kararları, Balyoz, Ergenekon, Sarıkız operasyonları ile ordudaki subaylarımıza kurulan kumpas ile Fetocu subayların terfi ettirilip bütün yetkilerle onların donatılması, bizi 15 Temmuzlara getirmiştir.
Bir kısım ordu içinde, yerleşik üst düzey FETO yetiştirmeleri baş kaldırarak Hükümete ve yerleşik düzene ve bizzat Erdoğan’a kalkışarak, eylem yaptılar. Erdoğan’a mı yaptılar, Birlikte mi yaptılar? Yerleşik sisteme mi yaptılar? Meçhulümüzdür… Görünen bir şey var ki ülke kamplara ayrılmıştır…
Demek ki hali hazırdaki iktidar: “Yanılarak”, “Kandırılarak” “Aldatılarak”, “Beraber yürüdükleri bu yolda”kiler ile devletin her tür gizli bilgi ve belgelerini paylaşarak, Kozmik Odasını dahi onlara açarak, ülkenin, memleketin, devletin her türdeki nimetlerini onların ayakları altına sererek, sizi 15 Temmuzlara ben getirdim…  Başkaca arayışlara gerek yoktur. Ankara, Cumartesi, 17 Temmuz 2017, 
KAYNAKLAR:
2.      Mübarek özledik seni Feto videoları
3.       Mehmet-yıldız-feto-video-yükle-video 
4.       https://www.youtube.com/watch?v=FCG7PXZDwHo
5.       https://www.youtube.com/watch?v=OlhevGf-jZk

Translate