21 Ekim 2015 Çarşamba

SİZİ BUGÜNLERE BEN GETİRDİM!.. Abdullah Çağrı ELGÜN

SİZİ BUGÜNLERE BEN GETİRDİM!..           
                                      Abdullah Çağrı ELGÜN
PARELEL YAPI
Olay MİT Müşteşarı Hakan FİDAN’ın ifade vermek üzere Cumhuriyet Savcılığına çağırılması ile başladı. Buradaki durum, şimdiye kadar pek netlik kazanmadı. Halbuki Hakan FİDAN’ın çağırılma sebebi: MİT terörist örgütler içerisinde yer alan ve terörist örgütlerin dörtte birini meydana getiren emniyetteki istihbarat mensupları, MİT tarafından bilinerek veya bilinmeyerek öldürülmekte idi. Emniyet mensupları teröristlerin içine yerleşmişti. Hakan FİDAN’dan bu durum sorulacaktı? Ne oluyor? Bunlar niçin yapılıyor denilecekti?..
Hükümet: “Hayır!.. Sen benim tayin ettiğim kamu görevlisini ifadeye çağıramazsın!..” dedi. Düğmeye bastı.
Bu PKK, PYD, KCK, DAEŞ, İŞİD’in işine geldi. O dönemde KCK’nın dörtte biri MİT’in elemanıysa, nasıl böyle operasyonlar yapılabiliyordu?..
Bunun üzerine hareket başladı ve Paralel bir yapı ortaya atıldı. Yeni bir yasa çıkarıldı; ve MİT Müsteşarı güvenceye alındı. MİT Müsteşarı Başbakandan başkasına hesap veremeyecekti. İktidarın her türlü gizli bilgilerini MİT biliyor, hatta dinliyor; fakat iktidarın yönlendirmesiyle hareket ediyordu.
Çok ciddi operasyonlar engelleniyor,  bir türlü yapılamıyordu. Çok başlılık da söz konusu olunca (Jandarma, Polis, MİT…) Bu uygulanan yanlışlardan biri olarak, operasyon yapacaksa Emniyet Jandarmaya haber veriyor. Emniyet ayrı, Jandarma ayrı, operasyonlar yapıyor ve bu çok başlılık karmaşa meydana getiriyor..
Operasyonlar başladı, nerede iktidarca paralel yapı olduğu sanılan ve bilinen paralel, paralelci, okul müdürleri, öğretmenler, yönetici, bürokrat, vali, emniyet müdürü, polis, asker, savcı, hakim, dershane, okul, ticarethane, fabrika, basın yayın televizyon …vb. ne varsa üzerine gidildi.
Paralelci olsun olmasın, aynı dönemde mezun oldukları için emniyet müdürleri mecburi emekliliğe sevk ediliyor. Hakim ve savcılar görevlerinden uzaklaştırılıyor. Polis okulları, Polis Akademileri kapatılıyor. Oradaki hocalar, ona bağlı aileler ve onların öğrencileri yakınları mağdur ediliyordu.
17-25 Aralık sonrası Devlette uzman, işinde tecrübeli bir yığın istihbaratçının görevlerinden alınmasıyla birlikte büyük bir boşluk doğmuş; hatta teröristler, kapkaççılar ve art niyetli çarpıcıların korkulu rüyası için elli (50) ilde kurulmuş olan ve aktif olarak çalışan “Yüz Tanıma Sistemi”  (YPS) uzmanları görevden alınmış olduklarından, bu cihazlar kullanılamaz hale gelerek iptal edilerek devre dışı kalıyordu.
Teröristler herkesin gözlerinin içine baka baka silahlandılar, ülkenin bütün illerini silah deposu ve patlayıcı deposu haline getirdiler.
Tabii dünyanın jandarmaları da Türkiye’yi yalnız bırakmıyor; bizim bu kaos ve çekişmelerimizden haddinden fazla yararlanıyorlar.
İŞİD hareketi, Amerika’nın Ortadoğu’ya geri dönmesinden ibaret bir senaryo olarak aktifleşiyor… Ortadoğu’da şiddet ABD işine gelir. Bunun en belirgin örneği daha dün ABD, Suriye’de en güçlü ittifakına 50 ton silah ve cephane boşaltıyor… Sonrası malum.
Ey, Halkım!  İtiraf Ediyorum:
Sizi Bugünlere Ben Getirdim!..
İTİRAF EDİYORUM!..
Irak’ta askerlerimizin kafasına Çuval Geçirilirken ben seyrettim.
Ülkemin Genel Kurmay Başkanını “Teröristtir” suçlaması ile hapse ben tıktım…
Süleyman Şah Türbesi’ni bulunduğu yerden Teröristlerin de yardımı ile Eşme’ye ben kaçırdım.
17-25 Aralık Yolsuzluk Olayları’ndan sonra elli (50) ilde kurduğumuz ve aktif olarak çalışan PYS (Yüz Tanıma Sistemi)ni ben devre dışı bıraktım.
 “Türk’üm!..” diye başlayan And’ınızı okullardan ben kaldırdım.
“Türklüğü”, “Milliyetçiliği” ayaklarımın altına ben aldım. 
Resmi yazışmalarda geçen "Türkiye Cumhuriyeti" yazısını ben kaldırmak istedim. Bu sebeple  "Türkiye Cumhuriyetine" sahiplenen (TC)cileri ben ürettim..
Türk Bayrağı’nın yetmiş beş (75)kez gönderden indirilmesi ben seyrettim.
Askerin moralini düzeltmek için yazılan:”Ne Mutlu Türk’üm Diyene!..”, “Vatan Size Minnettardır!..”, “Türk’üm Ne Mutlu Bana!..”sözlerini bulundukları zirvelerden ben kazıttım.
“Olso”, “İmralı”, “Kandil”, “Dolmabahçe Sarayı’nda” Teröristlere ben söz verdim. Sonra sözümden dönüp: “Dolmabahçe Mutabakatını Tanımıyorum!” diye ben haykırdım!..
Üç yıl hiç operasyon yapmayıp, “Çözüm Süreci” masalı anlatılırken, “Müdahale etmeme kararı alarak”  ülkenin silah deposu haline getirilmesini ben seyrettim.
Doğudakilerin “Özerklik” ilan etmesine kadar geçen sürede olanları seyrettim, ben ses çıkarmadım.
“Çözüm Süreci”ni bu ülkenin başına ben belâ ettim.
Kürt kardeşlerimizin, PKK ve HDP arasında sıkışıp, kan kusmasına ben izin verdim.
On üç (13) yıl sürdürdüğüm iktidarımda “kuruluş ilkesinden” ayrılıp koltuk ihtirasına ben kapıldım…
“400 Vekili verin bu iş huzur içinde çözülsün.” Sözünün söyleyeni benim. 
Meclisi çalıştırmayarak “Meclisi, yeniden seçime” ben zorladım.
Kan­dil, Ha­kurk, Ava­şin, Me­ti­na, Bas­yan ve Zap Kamp­la­rında  daha önceden PKK olduğunu bildiğim halde  teröristlere operasyon yapmayıp, opersyon yapmak için yedi yüz (700) kişinin şehit edilmesini  ben bekledim… 
Yan­lış po­li­ti­ka­lar yü­zün­den hortlattığım terörörü, şimdi ben susturmaya çalışıyorum. 
“O dağlar teröristlerden temizlenecek!..” Çok doğru! Cenazeler gelinceye kadar bekledim. Aklıma şimdi geldi…
 “Akil İnsanlar” adı ile bilinenOpera Turnuvasını” ben devreye soktum. 
2009 Habur’dan içeriye yüzlerce üniformalı teröristi ben buyur ettim; ve fakat, sonra Seyyar Çadır Mahkemesi kurup “Habur Sınır Kapısı”nda üniformalı çeteleri bayraklarla karşılayıp, affedip hepsini ben serbest bıraktım
Devleti temsi eden MİT Müsteşarı Hakan FİDAN’a toplantıda Apo’ya “Sayın Öcalan” diye ben söylettirdim.
Ey, Halkım!  İtiraf Ediyorum:
Sizi Bugünlere Ben Getirdim!..

2 Ekim 2015 Cuma

TEHLİKELİ OYUNLAR; Abdullah Çağrı ELGÜN

TEHLİKELİ OYUNLAR

                      Abdullah Çağrı ELGÜN
Hakkari Şemdinli ve Batman’da yola döşenen bombalar patlatılıyor. Şehitler ebediyete uğurlanıyor. Anneler babalar içten içe, akraba ve yakınlar uzaklardan yanıp yakılıyorlar. Kimi bu acı içerisinde PKK’ya kimi iktidara kimi de şahıslara yönelen suçlamalar ve yakınmalarda bulunuyor. Ölen de öldüren de bu ülke çocukları.  Seksen yedi günde yüz kırk, güvenlik görevlisi şehit edildi. Burada kazanan kim? Bu kişileri birbirleri ile vuruşturan bu ülke üzerinde oyun oynayan ve bu oyunun figüranları kimlerdir? Bilmek ve öğrenmek gerekir. Türkiye, hem içeriden hem de dışarıdan büyük bir tehlike içerisinde uçurumun kenarına doğru itilmek sürüklenmek istenmektedir…Dikkat!..
Karşımızda PKK’nin siyasi uzantısı HDP’nin meclise girmesiyle birlikte alel acele “Meclisi Çalıştırmama” kararı alan iktidar, “1 Kasımda 2015” te seçime gidiyor.  Seçim kararı alan iktidar, seçmenin özgür iradesinin sandığa tezahürünün bir eseri olarak ortaya çıkan ve mutlak derdini halka anlatması ve ne istediğini, ne istemediğini belirtmesi, kendini ifade etmesine fırsat vermişken tam tersi oluyor… İlle de tek parti olarak iktidara geleceğim diyen iktidar, bir zamanlar koyun koyuna olduğu, “Çözüm Süreci” adı ile bir çok ortamda (Olso, Kandil, Dolmabahçe Sarayı, İmralı) yan yana bulunmuştur. Kucak kucağa olduğu HDP ile çözüm üretmek için, “Akil İnsanlar Heyeti” ile de halkın görüş ve düşüncesi doğrultusunda hareket ettiği defalarca görülmüş, gazete ve televizyonlarda boy boy fotoğraflarını sağır sultanlar bile görmüş ve duymuştur… Ayrıca üç yıl boyunca Valilere, Emniyet Müdürlerine, Komutanlara: “Operasyon yapmayın emrini biz verdik. Operasyon yapmayın karakollardan ve kışlalardan çıkmayın, size saldırı olursa savunmada kalın. PKK’ya terörist demeyin. Bizim Sayın Öcalan ile görüşümüz ölçüşmektedir. Sayın Öcalan bizim ufkumuzu ve Türkiye’nin önünü açıyor.”
Denilerek teröristleri kimler neye heveslendirdi? PKK devletin yedide(7/1) birini ele geçirmiş durumda idi… Kimler bunların bu kadar silahları yurdumuzun il ve ilçelerine yığarak cephane deposu haline getirip, yolları mayınladıktan sonra asfaltlayanları seyrettirdi?.. Sonra yine kararlılık gösterdiğini söyleyerek operasyon başlatarak seksen yedi günde,  yüz kırk vatan evladının şehit olmasından sonra bırakıp gitmeleri, istifa etmeleri gerekenler: “Biz hata yaptık. Biz yanıldık.” Diyorlar. Silahların tamamen bırakılması ve üzerine beton dökülmesini istiyorlar… Bu olaylar Avrupa’da veya Japoya’da olsaydı derhal istifa edilir veya harakiri yaparak kendi canına kıyarlardı… Bizde !?..
Bugün şimdi, ne istediklerini halkın gözü önünde Meclis Kürsülerindeki konuşmalarından da rahatlıkla öğrenebileceğimizi düşündüğümüz  HDP’nin, Meclis’te kendini anlatmasına ve kendini ifade etmesine müsaade edilmiyor. Hatta bu yeni yapılacak seçim ile de HDP’nin barajın altına itilerek meclise girişinin engellenmek istenmesinin sebebi nedir?
HDP’yi Meclise taşıyan kim, kimlerdi?.. Şimdi neden mecliste kendini ifade etmesine fırsat verilmiyor? Bu çok düşündürücü bir durumdur!
Bugün tek parti olarak dört yüz millet vekili almak için seçime giderken, çok titizce ve en ince ayrıntılarla yapılmış seçim oylarının bölgelerdeki dağılım oranlarına bakılıyor. HDP, MHP ve CHP seçmenlerinin durumları gözden geçiriliyor. Tek başına iktidara çıkış, ince ayarlarla dizayn ediliyor. Niçin tek başına? Kimden niçin korkuluyor? Koalisyon olursa ne olur veya başka partiler iktidarı kazanırsa ne olur?!. Hepsi bu ülkenin çocukları hepsi bu ülkemizin partileri değiller mi?.. Neyi, kimden, ve ne için, almak isteniyor?.. Diğerlerine niçin bu kadar tahammülsüzlük?.. Gazetelerde yazı yazan  “Ahmet HAKAN” yazarlar önce tehdit ediliyor, sonra evinin önünde kemikleri kırılıyor. Ya tek başına iktidara gelinemezse, düşünülmesi bile iktidarı tedirgin ediyor…
Bunun için de seçim sandıklarının taşınılmasını isteyerek oy veren vatandaşların sandıktan uzaklaştırılması, veya  oy verme oranının düşürülerek HDP’ye gidecek oylara engel olunması mı hedefleniyor?.. Bunun için Karadeniz bölgesinde MHP’nin yok edilmesi, Doğu Anadolu bölgesinde de HDP’nin boynunun kırılması ve tarihe gömülmesi hedefleniyor.
Bu seçim için de sayın Cumhurbaşkanının çeşitli vesilelerle  (Muhtarları toplayarak, Bakanlıkların açılışlarına katılarak, Cumhurbaşkanlığı Sarayında verdiği yemeklerle…vb.) seçim için sahaya inmiş olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Tehlikeli oyunlar devam ediyor. 
Yetkililer sorumlulukları üzerinden atmak, aklanmak ve suçsuzluğunu ispatlamak için birbirlerinin üzerine suç atmağa başlarsa, millet evlatları birbirine düşer. Allah bizi birbirimiz ile uğraşmaktan, kavgalı olmaktan, ve suçlamaktan korusun… Böyle gidecek olursa, daha da ileri giderek valiler, emniyet müdürleri, vekiller birbirine düşman olur.  Bu ise bize fayda değil zarar getirir. 
DIŞARIYA KULAK KABARTIRKEN
Ülkemiz sınırları içerisinde bunlar cereyan ederken, yanı komşumuz Irak parçalanmış, Suriye  birkaç parçaya bölünmek isteniyor. Ülkemiz üzerinde gözü olan ve siyaseti geçmişten bu yana sıcak denizlere inmek ve boğazları ele geçirmek olan Rus ideolojisi de kulaklarımızın dibine dayanmıştır. Gürcistan’ın bir kısım topraklarını işgal eden Rusya, Bugün bizde olması gereken Kırım’ı ince bir siyaset ile elimizden almış, ayak sesleri kulağımızın dibindedir. 
SICAK DENİZLERDE GEMİLERİNİ YÜZDÜRMEKTEDİR. BUGÜN BU HALİYLE YÜZ YILLIK HAYALİNİ GERÇEKLEŞTİRMİŞTİR. 
Hava sahamızı ihlal etmekte tepemizde dolaşmakta deneme uçuşları yapmaktadır. Boğazlara dayanmasına ramak kalmıştır. Suriye’de Eset’i güçlendirmek ve ayakta tutmak ve güçlü kılmak için Özgür Suriye ordusunun kontrolündeki yerleri vuruyor; fakat İŞİD’i vurduğunu beyan ediyor!.. Dostlarımızn yurdu yuvası yağmalanıp yerle bir edilirken gıkımız çıkmamaktadır? Bize ne oldu? Biz bu hale nasıl geldik?.. Düşünelim ve yeniden BİR ve BERABER OLMANIN YOLARINI BULALIM. 
Aksi halde çok geç olabilir...
Enerji konusunda “Gaz” konusunda tamamen Rusya’ya bağımlı olmamız da ayrı bir riski beraberinde getirmektedir. İran ile görüşmelerini artırarak  devam ediyor. Amerika üstler kuruyor.  Karadeniz üstünde, uçak gemileri, füzeler, uçak savarlar…vb. müthiş bir silah yığınağı var..
Almanlar ise Rusya ile kol kola olması sebebiyle Amerika’nın hedefindedir. Wolsvagen şirketine yaptığı kıskaç ile başlatığı ekokomik sıkıştırma devam ediyor.  Ukrayna ayrı bir tehlike ile bize uyarılar veriyor. Türkiye’nin silahlı güçlerini gözden geçirilmesi, savunma sanayinin üzerinde daha fazla durulması ve giderek deniz, hava ve kara kuvvetleri gücünü en üst düzeye çıkarmak, çıkarlarımız ve güvenliğimiz için bir mecburiyettir. Yetkililer içeriye ve dışarıya kulak tıkarken ülkemizde ve dünyada neler oluyor, neler olacak, analiz etmek ve dikkatli olmak durumundayız?
Bugün gelinen noktada, hükümet, yapılan hataların sorumluluklarını kamu görevlilerinin üstüne yıkmağa, Valiyi, askeri ve polisi bu işte sorumlu tutmağa çalışmakta ve herkes görevinin gereğini yapmalıydı demeğe getiriyor.
Bu kişileri birbirleri ile vuruşturan bu ülke üzerinde oyun oynayan ve bu oyunun figüranları kimlerdir? Bilmek ve öğrenmek gerekir. Türkiye, hem içeriden hem de dışarıdan büyük bir tehlike içerisinde, uçurumun kenarına doğru itilmek sürüklenmek istenmektedir…Dikkat!.. 
Ankara/Çarşamba, 30 Eylül 2015

Translate