26 Nisan 2015 Pazar

UFUKLARIN EFENDİSİ; Abdullah Çağrı ELGÜN

UFUKLARIN EFENDİSİ                               

                               Abdullah Çağrı ELGÜN

14.yy. başlarında Anadolu’da dağ eteklerindeki küçük bir beylikti bu. Adriyatik’ten  Karadeniz’e kadar uzanan  Balkan Yarımadası, Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan ve Tuna  Nehri’nin kuzeyindeki  Eflâk ve Boğdan’ın  sözde pirenslikleri de dahil olmak üzere Bizans’tan arta kalanları fethetmeye  karar vererek ilerlediler. Adına  Osmanlı diyorlardı. 
1453 İstanbul’un fethi ile birlikte Kırım Tatarları’nın onlara boyun eğmesi, Karadeniz’in kontrol altına alınmasıyla tamamlandı.
1517’de İslâm’ın kalbi olan Suriye’yi Arabistan’ı, Mısır’ı, Mekke ve Medine’yi ele geçirdiler. Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa’yı Ortadoğu’ya bağlayan yolları denetlediği için  Tuna Nehri’nden Nil Nehri’ne kadar ilerledi, Balçık Denizi ve Çariçin(Volgagrat)’a, Afrika ve Ekvator’u geçerek genişledi.
İmparatorluk, o günlerde İslâmî, askerî, uygar ve hoşgörülüydü. Onun sınırları dışında yaşayanlar için İmparatorluk, rahatsız edici ve korku vericiydi. Kendi tabiyetinde olanlar içinse inalılmaz derecede enerjik, şevk dolu, istekli ve düzenliydi. Türk Hakanları: “Ülkemize girilmedikçe, teb’ama cefa edilmedikçe bizden kimseye zarar gelmez.” diyor;  ve ilâhî yardım gördüklerine inanıyorlardı.
17.yy. başlarına gelindiğinde Osmanlı sendeledi, sarsıldı. Akdeniz insanları ikinci mevkiye  geriledi. Batı ülkeleri kavgalı ve dağınıktılar; ama çekişmeleri canlı ve ilerletici oldu. Osmanlı  İmparatorluğunda İslâm dünyasındaki savaşlar çoktan kazanılmış, tartışmalar çoktan bastırılmış, yasalar, yazılmıştı ve Osmanlılar eskiye takılıp kalmışlardı.
İmparatorluk sonraki üçyüzyılda, yaklaşmakta olan çöküntünün  belirtilerine karşı direndi. Hizipçi ve derme çatma politikaları, yolsuzluklarla delik deşik olmuş, kızılelmaları unutulmuş, askeri bir tembellik hastalığı  sarmıştı. Sir Thomas Roe: “1621’de (Osmanlı İmparatorluğu) gençlik ve kuvvet kaynağı kaybolduktan sonra , geriye kalan ve birçok suistimallerle harap olmuş yaşlı bir vucuda benziyordu.”  diye yazıyor.
Harap olmuş yaşlı vucut, en büyük düşmanları Rus Çarı ve Habsburg İmparatorluğundan  da daha uzun, neredeyse, üçyüzyıl daha yaşadı.
Osmanlılar, 1878’e kadar Balkan devletlerini kucağında tutmağa devam etti. Bosna Türk ve Müslüman olarak yaşadı. Padişah’ın Mısır üzerindeki hakimiyeti en azından  ünvan olarak,  1882’ye kadar  sona erdirilemedi. Adiyatik sahilindeki Arnavutluk, Osmanlıların  15.yy. da  boyun eğmesini sağladıkları  en zorlu eyaleti; ama Arnavutlar 1909’da hâlâ İstanbul’daki Meclis’e, mebus gönderiyorlardı.
Tebasının birçoğu Müslüman olmamakla beraber, bu İslâmî bir İmparatorluktu. Doğu ile Batı adasındaki yolları denetimi altında tutuyor; ama ticaretle pek ilgilenmiyordu. Herkesin fikir birliği ettiği gibi bir Türk İmparatorluğu idi; ama yüksek rütbeli yöneticilerinin, subaylarının ve askerlerinin çoğu  Balkan Sılavlarındandı.
Genelde dinî açıdan  bağnaz değillerdi. Sunnî Müslümanlar olarak, Kuran’ın yorumunda  ılımlı olan Hanefî Meshebini izlerlerdi. Asıl tebanın Türk olduğu Osmanlıda her ırktan insanlar başarılarına bağlı olarak görev yapıyordu. Türk tam anlamıyla  ufukların efendisiydi. 
Türk efendi ne zamandan beridir sinsice izlenmekte, zenginlikleri Batının gözünü kamaştırmaktaydı. Fransız ihtilâli ile doğan yeni fikirler. Teb’ada milliyetçilik fikirlerini biledi, keskinleştirdi. 1905 li yıllarda bir çok adla Selanik’te çıkan dergilerden özellikle Ali Canip Yötem, Ömer Seyfettin, Ziya Gökâlp tarafından çıkarılan “Genç Kalemler”  bu ayırımı belirginleştirmişti.
İmparatorluk bünyesinde 700 yılı aşkın beraber yaşamış Arap, Fars, Latin, Slav, Ermeni, Yahudi…vb soyundan insanlar ayrılık  çığlıkları atar olmuşlardı. Bu karışık dönemde memleketi kurtama adıyla Osmanlıcılık, İslâm Birliği, Türk Birliği gibi yeni düşünceler ileri sürülmüşse de ilk ikisi tutmamıştı. Bunlardan  Türk birliği, Türkçülük ve milliyetçilik olarak gelişme götererek yeni bir cevheri doğuracaktı.
     1912 Balkan savaşları 1914-1915 savaşları 1918 Çanakkale, Mudanya, Dumlupınar, Sakarya, Tınaztepe, Kocatepe, derken yeni bir görünüşle yüzyıla yakın bir zaman uykuya yatacak sonra yine ufukların efendisi olacak yeni Türkiye doğuyordu. İşte bu cevher, yüz yıla yakındır toprağın altında kabuğunda olgunlaşıp bekledi. Sabır ve bilgiyle yoğuruldu. Onu yüzyıldan fazla hiçbir güç orada tutamazdı. Bu onun yaratılışına  aykırıydı. Nihayet çekirdeği patlattı.
         1945-1950 li dönemler Türk ekonomisinin atılımlar dönemidir. 1950-1960 ve 1960-1971 yıllarda da bu hamlelerin sık sık tekrarlandığı  ve atılımların peş peşe yapıldığı  dönemler.
     1980- 1990 lı dönem, ufkun açıldığı, paranın, yatırımın, kredilerin, işçi ve memurun altın çağını yaşadığı bir dönem oldu. Bu yeni Türklük ilimde, teknolojide, sanatta, yeniden filizlenip ÇINAR olmanın özlemiyle yanıp tutuşurken  müthiş bir ivme kazandı.  Türkiye yol, su, elektrik telefon, elektronik çağını keşfetti. Derken 2000’de dünyanın hemen bütün devletleri adından söz eder oldu. Yeni ufuklar önünde hızla açıldı.
    2005’ten 2015’e gelindiğinde şimdi Türk kabuğunu yırtarak yeniden doğruluyor. Liderini arayan Türk,  yeni hakanını doğurmak üzeredir.   Ey Türk oğlu, deden koynunda yattıkça senin olan ufuklara, açılma zanıdır. Güneşin doğduğu yer, güneşin battığı yer, agartalar, kara delikler, saman yoları, göğün yıldızlarla süslü katları… Bir günde, bizim yılımızla, 50 bin yıl yol alan, uzay gemileriyle, arşı âlem senin doğum sancılarını muştulamaktadır.
    Selam sana Türk oğlu!..
    Selam sana ufukların yeni efendisi!.
KAYNAKLAR
1)Türkiye."Stop." Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
2)Türkiye."Evvel Zaman" Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
3)Tuhvet'ül Kibar..."Cihad-ı Ekber-ı Hayreddin Paşa".Katip Çelebi
4)Ömer Faik COŞKUN Yaş: 64. KAYSERİ/Kocasinan
5)Türkiye."Stop." Evvel Zaman .Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
6)Türkiye."Stop." Evvel Zaman Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
7)Türkiye."Stop." Evvel Zaman Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
8)İbni Sinâ Dr.Cemal ARABACIOĞLU.Çukurova Ünv.Yay.No: 8.s.43
9)İbni Sinâ Dr.Cemal ARABACIOĞLU.Çukurova Ünv.Yay.No: 8.s.43
10)İbni Sinâ Dr.Cemal ARABACIOĞLU.Çukurova Ünv.Yay.No: 8.s.43
11) Nutuk Söylev ve Demeçler."Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi.
12) Uluğ Beg Akadimiyası. A.A.Abdurahmanov.Özbekistan/Taşkent.s.10
13) Uluğ Beg Akadimiyası. A.A.Abdurahmanov.Özbekistan/Taşkent.s.114

TÜRK’ÜN RÜYASI; Abdullah Çağrı ELGÜN

TÜRK’ÜN RÜYASI
                          Abdullah Çağrı ELGÜN
Türk, insanlık aleminin yiğitlikte en önde bulunanıdır. hürriyetine düşkünlük, cesur ve atılganlık Türk Milletinin karakteristik özelliğidir. Türk Milleti yüzyıllar içerisinde hayatına kattığı adını, kendi varlığının bir parçası bilmiştir. Türk’ün yapısı irili ufaklı; fakat hayat mücadelesindeki yeri büyük, inanılmaz cesur ve serttir. Türk Milleti tarih boyunca kendi ruhî, sosyal ve askerî hayatı ile bütünleşmeyi bilmiştir. Hatta Orta Asya kavimleri büyük hakanları için, “Gök-Türk”, “Uluğ Türk” gibi isimler vererek kendi hükümdarlarının kudret ve kuvvetini anlatmak istemişlerdir. En keskin kılıç Türk’ündü. Islık çalarak uçan oklar Türk’ündü. Bu oklar inanılması güç denecek kadar sert hatta bugünkü modern silahları aratmayacak derecede uzun (800 m.) mesafeyi vurabilmekteydi. En sert kalkan, en güçlü yumruk, en yenilmez bilek Türk’e aitti. Hatta Fransız yazar, GEZA GADRON:
“Attilâ, Tanrı’nın kırbacı, Tanrı kendi yolundan çıkanları cezalandırmak için Türk’ü gönderirdi.” diyor.   
Türk ‘Tanrının bir habercisi’ olarak zaman zaman ufukta görünür ve insanlara zarar değil, iyilik ve refah getirir ve ayrıca yeni yurtların yolunu gösterirdi. Türk mübarek bir insandı.  Türk liderini bulduğu zaman ona, kayıtsız şartsız itaat eder ve lider onları adeta mahir bir zekayla zaferden zafere koşturur en uygun, en güvenli beslenme ve barınma imkânlarını arar bulurdu. Ordularını peşine takan bu tecrübeli komutanın uygulayacağı taktik ve Kızılelmayı önceden sezebilmek mümkün değildir. Zira bu lider, Tanrı’nın ona verdiği özel bir zeka, akıl ve ilim ile hareket eder ve ordularını şaşmaz bir taktikle, akıl almaz ve insanda hayranlık uyandıran bir şekilde sevk ve idare ederdi. Öyle ki düşmanlar Türk’ün zeka ve taktikleri karşısında adeta şaşkınlık ve acze düşerlerdi. İşte atalarımız emsallerinden farklı ve üstün özelliklere sahip olarak yaratılmış olan ve Türk’ün adına yaraşan muhteşem bir millet meydana getirmişlerdi. Bu toprakların büyüklüğü 44 milyon kilometre kare idi. Çin dahi bin yüz yirmi dört yıl Türkün egemenliğinde yaşayacaktı.
Türkün her şeyi güzeldir ve her şeyden güzeldir.(Mehmet Emin Yurdakul)
Türk’e baş olan olmak isteyen her Hakanın emeli ancak şu olabilirdi: Türk milletini, insanca usullerle, en kısa yoldan, kendi gücüyle ayakta durabilecek, kuvvetli, müreffeh, mutlu, hak ve şereflerine sahip bir millet hâline getirmek ve modern uygarlığın en ön safına geçirmekti.İnsanlar nasıl her şeyden önce kendi kendilerine hürmetkar olmak, kendi benliklerini hürmet duygusu ile hissetmek mecburiyetinde iseler, mîlletlerin de kendi kendilerine hürmetkar olmaları, kendi varlıklarına güvenmeleri ve kendi varlıklarına duyulan saygı ve güvenle çalışmaları sayesinde mutluluğa ermeleri mümkündü.
Bir insanın, kendine saygısı yoksa, kendini aşağı görürse, kabiliyetsiz hissederse, o insanın büyük iş yapması, içinde bulunduğu çevreye yararlı olması mümkün olamaz. Bir insan bir zorluk karşısında "Ben bu zorluğu başaramam, gücüm yetmez, kabiliyetim yoktur endişesiyle ümitsiz ve tereddütlü yaklaşırsa, o zorluğu aşamaz.
Bir insan kendine güvenerek "Ben kuvvetliyim, ben bu zorluğu aşabilirim, bu zoru yenebilirim diye korkusuzca yaklaşırsa başarır. Zafer, hiçbir zaman mahvolduklarını zannedenler tarafından kazanılamaz. Milletlerin hayatı da böyledir. Milletler kendi varlıklarının değerini hissederler, kendi kudretlerine inanç duyarlar, kendi izzetinefislerini her şeyin üstünde tutabilirler ve kendi varlıklarına saygı duyarlarsa, uygarlık âleminde büyük varlık gösterirler, büyük eserler meydana getirirler ve aynı zamanda kendi toplumları içinde yaşayan bütün insanları mutluluğa, refaha erdirirler.
Türk’ün dünya görüşü, yeryüzünde nerede Türk varsa onlarla ilgilidir. Onlara karşı derin bir sevgi ve ilgiyle doludur. Dünyanın neresinde Türk varsa bu Türklerin daha iyi durumda olmaları, bu Türklerin yükselmeleri, korunmaları, kendilerince mümkün olan her çeşit yardım ve desteğin sağlanması Türk’ün şaşmaz pirensibidir. Türk bu ilgi ve münasebetlerini kendi devletini tehlikeye sokmayacak, kendi devletine zarar vermeyecek şekilde yürütülmesi prensibi dayandırır.  Türk için durmak dinlenmek ve yorulmak yoktur; çünkü dinlenmemek üzere yürümeye karar vermişlerdir. Onun için en iyiye daha iyiye, güzele ve mükemmele ulaşmak… Bu Türk’ün gece gündüz rüyalarını süsler. Devletler ancak böyle ayakta kalabilir. Gençlik bu rüyalarla beslenir, bu rüyayla olgunlaşır ve bu rüya ile yaşar. Bu rüya hep diri ve canlı kalmalı ve hep görülüp durulmalıdır.
 Türklük, Türk milletine karşı beslenen derin sevginin ifadesidir. Kalbinde başka bir ırkın gururunu taşımayan ve kendisini samimî olarak Türk hisseden ve Türklüğe adayan herkes Türk'tür. Bunun dışında rengi, ırkı ve dini ne olursa olsun, bu ülkede yaşayıp, bu ülkenin insanlarına, bu ülkeye hainlik etmeden çalışmasını, kanını, canını adayan ve bunu ihtiyaç olduğunda vermekten çekinmeyen bu ülkede yaşayan herkes Türk vatandaşıdır. Böyleleri için şecere aranmaz ve hiçbir ayırıma tabi olamaz.   
Biz, Türk milletine mensup olduğumuza göre, bu milletin içinden çıkmış insanlar olduğumuza göre, elbette ki kendi milletimize karşı derin bir bağla bağlı olacağız ve bu milletin yükselmesi için, bu milletin haklarını daima her çeşit tesirlerden uzak, her şeyin üstünde tutabilmek için milletin hizmetçisi gibi çalışacağız ve çalışmayı bir ibadet olarak tanıyacağız.
Bizim Türklüğümüz, Türk milletine karşı duyulan derin, köklü bir sevgi ve Türk milletinin içinde bulunduğu müşkül durumdan bir an önce, en modern uygarlığın en ön safına geçirilmesini sağlamak duygusundan kuvvet alır. Türklüğümüz başkalarına karşı kin, garez duygularıyla beslenmez. Türklük, Türk milletine karşı duyulan derin sevgi, bağlılık ve onu güç durumdan, baskıdan uzak, şerefiyle yaşayan, müreffeh, mutlu ve modern uygarlıkta en ön safa geçmiş bir hâle getirmek isteği ve bu isteğin yarattığı duygudur.
Türkçüyüz, milliyetçiyiz; çünkü milletimiz Türk milletidir. Türkçülük ne demektir? Türkçülük, Türk milletinin hayatının her safhasında yapacağı her şeyin Türk ruhuna, Türk geleneğine ve Türk milletinin dinî inanç ve düşünüşüne uygun olması ve Türk'e yararlı olması amacının, fikrinin ön plânda tutulmasıdır. Türkçe konuşacağız, Türkçeyi daima her şeyin üstünde tutacağız. Yapılacak her işte Türklük ruhuna, Türk'ün özelliğine inanç ve yaşayışına uygun ve Türk milletine yararlı olması şartını göz önünden kaçırmayacağız.
  Ülkücülük, idealizm veya mefkürecilik insan kafasının içinde elde edilmesi, varılması en mükemmel, en güzel, kendisini mutlu edecek hedeflerin tasarlanması ve bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için arzu gösterilmesi ve çalışılması anlamını taşır.
İnsanlar düşümeleriyle, hayâlleriyle büyük ölçüde insan olurlar. İnsanlar düşünce ve hayâlleriyle diğer canlılardan bir ayrıcalık gösterirler ve gerçekten insanlık vasfını kazanmış olurlar. İşte ülkücülük de insanların ve insan toplulukların kendileri için varılması mutluluk sağlayacak, en gelişmiş, en yükselmiş bir durumun bir hayâlin düşünülmesi ve insan beyninde tasarlanarak şekillendirilmesidir.
Her toplumda ülkücüler vardır ve ülkücülerin, bulunuşu toplumlar için bir saadettir, talihtir! Türk milleti için bizim düşündüğümüz ülkü nedir? Her şeyden önce Türk milletinin ahlâkta, maneviyatta, insanlık duygularında en yüksek seviyede bulunması, yaşaması ve ilimde, teknikte dünyanın en ileri gitmiş varlığı hâline gelmesi ve ekonomik açıdan kalkınmış, tarımını modern tekniğe göre geliştirmiş ve modern sanayii kurulmuş, refahlı bir toplum hâline gelmesi, Türk toplumu için bir Türk milliyetçisinin düşüneceği ülkünün esaslarını teşkil etmektedir. Türk milliyetçiliğini, ülkücülüğünün sınırları içinde sadece bunlar mı vardır? Elbette hayır! Bunlar değil başka düşünceler, başka hedefler de vardır. Bu hedefler Türk milletinin hiç kimseden merhamet dilenmeyecek bir duruma gelmesi, kendi gücüyle ayakta duran, kendi gücüyle varlığını koruyabilen ve sözünü dünyanın her yerinde saydırabilen bir varlık hâline gelmesi düşüncesidir. Bunun yanı sıra bütün Türklerin kölelikten, yabancıların buyruğu altında yaşamaktan kurtulmaları yani kendi mukadderatına kendilerinin hâkim olması kutsal prensibine göre, hepsinin bağımsız hâle gelmeleri, bağımsız olmaları Türk ülkücülüğünün değişmez ve şaşmaz hedeflerindendir.
Ülkücülüğümüzün içerisinde her mesleğe mensup Türk milliyetçilerinin kendi mesleklerinde en ileri, en yüksek ve gerek kendi milletimiz için. gerek insanlık için en çok yararlı neticeleri elde etmek görüşü de yer alacaktır. Bir Türk Milliyetçisi kendi toplumu için, kendi milleti için idealizmi daima göz önünde bulunduracak, bu genel idealizm pirensibleri ile birlikte kendi sahası, kendi branşı ile ilgili çalışmalarında da bu temel ve genel mahiyetteki ülkücülüğün esaslarına uygun, onunla bütünleşmiş bir hâlde kendi branşı ile ilgili ülkücülüğünü de tespit edip güdecektir. Ülküler uzak hedeflidir, uzun vadelidir. Bir ülkünün hemen yarın gerçekleşmesi mümkün olmayabilir. Ülküler önümüzdeki yılları, önümüzdeki yüzyılları kapsayabilir; ama ülkü insanının kalbini aydınlatan bir ışıktır. 
Ülkü insanlara yönünü tayin eden bir kılavuzdur. Milletler için de millî ülkü, milletin kılavuzu, milletin yolunu aydınlatan güneşidir. Ülküsüz insan, çamurdan farklı olmayan bir varlıktır. Ülküsüz insan dümensiz, pusulasız bir gemi gibidir. Bunun için her Türk milliyetçisi, mutlaka ülkücü olacaktır, mutlaka ülkü sahibi olacaktır. Hem millî ülkü sahibi olacaktır, hem insanî ülkü sahibi olacaktır. Kendi mesleğiyle ilgili ülkücü bir kişiliğe sahip olmalıdır ki, kendi mesleğinde başarılı, yararlı bir kişi olarak gelişsin. Mensubu olduğu topluma, milletine yararlı hizmetler yapsın, insanlığa yararlı faaliyetler gösterebilsin.
Bir insan, insan olmak isterse, insanlığa hizmet etmek isterse, evvelâ kendi milletine hizmet etmeli, kendi milletini yükseltmeye, kendi milletini mutlu kılmaya çalışmalıdır. Bunu yaptığı takdirde aynı zamanda insanlığa da hizmet etmiş olur; çünkü bir insan kendi ailesini düşünür ve ona karşı vefalı kalırsa, insanlık duyguları en olgun seviyeye erişeceği için, kendi ailesi dışındaki insanlara karşı da yaranı ve vefalı olur. Bir insan kendi milletine faydalı olamaz, kendi milletine karşı bağlılık duymazsa, onun insanlığı düşünmekten bahsetmesi nihayet bir fantazi olur. İnsan, yetiştiği toprağın, yetiştiği milletin refahını, iyiliğini, saadetini ve şerefini temin etmelidir. Bunu yaptığı takdirde, o millet insanlığın bir parçası olduğu için, dolayısıyla insanlığa da hizmet etmiş olur.
Ülkücülüğümüz nedir? Ülkücülüğümüz; Türk milletini en kısa yoldan en kısa zamanda modern uygarlığın en üst seviyesine çıkarmak; mutlu, müreffeh hale getirmek; bağımsız, özgür, kendi haklarına sahip bir hayata kavuşturmaktır.
Kişilere hürriyet, milletlere istiklâl başta gelen pirensiblerimizdendir. İnsanlar hür ve eşit haklara sahip olarak doğarlar. Kabiliyet ve görevlerinin dışında insanlar haklarına tam olarak sahip kılınmalıdırlar.Toplum içerisinde insanlar kişisel liyakat ve kabiliyetlerine göre görevlendirilmeli;devlete memuriyet ve işçilikte hizmet yılları, liyakatı, kabiliyeti, çalışma azmi ve hızı(performansı)bıranşındaki başarısı bir dirhem ve bir gün bile olsa değerlendirme açısından bir sıraya konulmalıdır. Bütün bunlarla beraber ayrımsız olarak herkese bir imkân eşitliği sağlanmalıdır. İmkân eşitliği derken mücerret anlamda bir eşitlik anlaşılmamalıdır.
Türk adı taşıyan herkes bizim sevgi ve ilgimizin çevresi içerisindedir. Bundan vazgeçemeyiz. Bu her milletin tabii hakkı olduğu gibi Türk milletinin de tabii hakkıdır. Bu günün Birleşmiş Milletler Anayasası, yeryüzünde yaşayan her millete "kendi mukadderatına hâkim olma pirensibini kutsal bir pirensip olarak ilân etmiştir. Bugün Afrika'da yaşayan ve bugüne kadar hiçbir bağımsız devlet kuramamış olan Zencilere dahi, kendi mukadderatına hâkim olma hakkı kutsal bir hak olarak tanınır ve bunların her biri yabancı boyunduruğundan, sömürgecilerin elinden kurtulup bağımsızlığını alırken, başkalarının boyunduruğu altında tutsak bulunan Türklerin tutsaklıktan kurtulmasını istemek, dilemek, bunun için iyi niyetler taşımak, Türk olan herkes için en tabiî ve kutsal bir haktır.
Biz ülkücülüğümüzde daima gerçekçi olmayı ve girişilecek faaliyetlerde Türkiye'yi hiçbir zaman tehlikelere, risklere, maceralara sürüklemeyecek bir yol üzerinde bulunmayı esas kabul ederiz. Ülkücülüğümüz bir macera fikri değildir. Ülkücülüğümüz, Türk milletinin en kısa, yoldan, en kısa zamanda modern uygarlığın en üst kademesine yükseltilmesi, müreffeh, mutlu bir hayata erdirilmesi, kendi gücüyle ayakta durabilecek bir hâle getirilmesi ve her çeşit korkudan, baskıdan uzak olarak, hür, müstakil yaşaması ülküsüdür. Bu ülkü aynı zamanda Türk olan herkese karşı ilgi ve sevgi göstermeyi, onların mutluluğunu dilemeyi ve onların mutluluğunu, Türkiye'yi risklere, tehlikelere maruz bırakmadan, bırakmaksızın, bırakmamak şartıyla sağlamaya çalışmayı içine alan bir ülkücülüktür.
Bir toplumda insanların birbirlerini incitmeden, birbirlerine zarar vermeden, sağlıklarını koruyarak, tabiat güçlerinin tesirlerinden en iyi yararlanacak şekilde hareketlerini tanzim etmelerini sağlamaya yarayan kurallarının toplamı ahlâkı meydana getirir. Ahlâk, kişinin davranışlarını ayarlayan, sınırlayan ve bu davranışların hem kendisi için yararlı olmasını, kendisine mutluluk sağlayacak şekilde düzenlenmesini hem de çevresini rahatsız etmeden, zarara sokmadan çevresiyle uyuşmasını sağlamak üzere konulmuş olan kaidelerdir; münasebet pirensipleridir, yaşama pirensibleridir. Ahlâk insanların inancından ve dünya görüşünden doğmakta, kaynağını almaktadır. Bunun için, gerek toplumun gerekse toplumu meydana getiren kişilerin ayrı ayrı inançları, yaşama görüşleri, yaşama felsefeleri ahlâkın kaynağını, temelini teşkil etmektedir.
Türk toplumunun dünya görüşünün, yaşama felsefesinin kendi dinî inançlarından, İslâmiyet'ten ve millî tarihten kökünü aldığını görmekteyiz. Bunlara ilâve olarak, milletimizin geçirdiği tecrübeler ve yurdumuzun içinde bulunduğu şartlar da toplumumuzun düşünce ve inançlarında tesirli faktörlerdir. İşte bu kaynak ve faktörlerin tesiri altında, Türk milletinin mutluluğunu sağlayacak, Türk millî ahlâkına önem vermek zorunluluğuyla karşı karşıyayız. Ahlâksız kişi, ahlâksız toplum mutlu olamaz. Böyle bir toplum kalkınamaz, böyle bir toplum yüksek düşünceler, kutsal inançları uğruna fedakârlık ve feragat gösteremez. İnsanlık tarihine şeref veren büyük eserler, insanların uzun sabır yüklü yıllarıyla güçlüklere göğüs gererek, gayretkeş çalışmalarıyla meydana getirdikleri yüce hizmetlerdir. İnancın, köklü imanın, insanlığa kazandırdığı büyük eserler, yüce bir ülküye, ideale bağlanmak ile kazanılan yüksek ruh ve anlayışla olmuştur.
İlkemiz, her şeyden önce kişilerin ve toplumun millî ahlâk kurallarına bağlı olarak yetiştirilmesi ve millî ahlâk kurallarına bağlı olarak yaşatılması isteğidir.Bu sağlanmadıkça toplumumuzun kalkınması ve toplum içinde haksızlıkların önlenmesi, ıstırapların önlenmesi, kişilerin ve toplumun mutluluğunun sağlanması mümkün olamaz. Ahlâkçılık derken her şeyden önce milletimizin dini olan İslâmiyet esaslarını ve İslâm inançlarını bunun başlıca kaynağı olarak almaktayız Bunun yanı sıra kendi millî geleneklerimizi, millî tarihimizi ve milletimizin geçirmiş olduğu çeşitli tecrübelerin bize kazandırdığı kuralları göz önünde bulundurmaktayız.
Millî törelerimizin, İslâm inancımızın bize emrettiği ahlâk kurallarından başta geleni millet varlığının, kişi ve toplum kurallarından başta geleni, millet ve toplum varlığının üstünde yer aldığıdır. Toplumun milletin, vatanın, devletin menfaatleri daima kişilerin menfaatlerinden önde gelir ve önde tutulması gerekir.
Her ne olursa olsun dürüst hareket etmek, sabırlı hareket etmek ve büyüklere karşı saygılı, itaatli olmak, küçüklere karşı şefkatli olmak ve sevgi göstermek ilkesidir. Bunun yanı sıra disiplinli yaşamak, disiplinli bir toplum olarak hareket etmek de töremizin ve İslâm inancımızın dayandığı başlıca ilkelerdendir.
Disiplin dediğimiz zaman ahlâk kurallarına bağlı olmak, kanunlara saygılı ve itaatli olmak, büyüklere saygılı olmak, küçüklere karşı daima adaletli ve şefkatli olmak büyük küçük karşılıklı olarak herkesin birbirlerinin hakkına, hukûkuna riayetkâr olmasını kastetmekteyiz.
Yüksek vazife duygusuna sahip olmak, yüksek görev duygusu taşımak ve görevi namus saymaktır. Görev, kişinin kendisi için, yurdu için, milleti için yapmakla yükümlü olduğu iş demektir. Bunda ciddî olması ve görevini aksatmadan yapması ve milletinin bir hizmetçisi olduğu inancı mensup olduğu dini ve törelerimizin gereğidir.
Ahlâkçılığımız dinî, millî, manevî değerlerimize dayanmakla beraber tabiat kurallarına aykırı olmamak şartını da içinde bulundurmaktadır. Tabiat kurallarıyla bağdaşacak şekilde ahlâk kurallarının tanzimi ve yürütülmesi, onun işlerliği için gerekli bulunmaktadır. Ahlâk her şeyin esasıdır. Ahlâkı olmayan bir toplumun hiçbir işi başarılı olamaz ve o toplumda hiçbir şey iyi bir durumda bulunamaz.
Türk ahlâkının, Türk milletinin yükselmesi, yaşaması ve korunmasını sağlamaya yarayacak esasları içinde toplanması olacaktır.
Ahlâk olarak kabul ettiğimiz şeyler Türk milletinin ruhuna uygun olmak, Türk milletinin geleneklerine âdetlerine ve inançlarına uygun olmak, tabiat kanunlarına uygun olmak ve Türk milletine yararlı olmak esaslarına dayanacaktır.
Toplum menfaati, toplum varlığı nasıl önemli ise, kişi varlığı da o kadar önemli ve kutsîdir. Fertler tek tek birleşerek toplumu meydana getirirler. Bu ilke de bazen toplumun menfaatleri kişilerin menfaatlerinin üzerine çıkabilmektedir. Bu ilke kaynağını, Türk töresinden almaktadır. Türklerin tarih boyu yaşayışlarında daima milletin varlığı, vatanın menfaatleri, devletin menfaatleri ve varlığı kişi varlığının üzerinde, kişi varlığının önünde yer almıştır.
Türk milletinin süratle kalkınması, tarımını modern hâle getirmesi ve modern sanayi kurması gerekmektedir. Bize göre Türkiye bir tarım ülkesi olarak kalamaz. Türkiye'nin sadece bir tarım ülkesi olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Buna karşılık Türkiye'yi tarımı ihmal ederek yalnız sanayi ülkesi hâline getirmek de düşünülemez. Bir milletin güçlü olması, bir milletin refahlı ve mutlu olması hem tarımda hem de sanayide dengeli bir şekilde kalkınmış, ilerlemiş bulunmasına bağlıdır. tarıma en yüksek önemi vererek sanayileşmeye de en yüksek mesai harcayarak her iki alanda milletimizin süratle ileri gitmesini sağlayacak tedbirleri almalıyız. Tarımımızı ilme ve tekniğe dayanan modern bir tarım hâline getireceğiz. Türkiye'mizi süratle sanayileştireceğiz ve her çeşit modern makineleri, fabrikaları, araçları, gereçleri kendi ilim adamlarının, teknisyenlerinin bilgisiyle ve kendi insanlarının el emeğiyle kendi topraklarında kurulmuş fabrikalarda yapabilen bir hale getireceğiz. Ülkemizin kısa zamanda refaha kavuşabilmesi için tarımda ve sanayide modern, tesisler yaparak çağın üstüne çıkacağız.  Bu yetişmiş kitle çok üretim sağlamak için başlıca hedefimizi teşkil edecektir. Çok üretim ancak Türkiye'yi refahlı yapabilir ve sıkıntılardan kurtarabilir. Bununla beraber, bunlardan ayrılmaz kabul ettiğimiz diğer bir görüş de gerek devlet idaresinde, gerek milletimizi meydana getiren her vatandaşın yaşayışında, tasarrufu hâkim kılmak görüşüdür.
Özel teşebbüs desteklenerek, yardım görecek devlet eliyle kamu yatırımları yapılacak ve bunlardan başka milletimizin insanlarını sosyal dilimler, gruplar hâlinde, kooperatifler hâlinde, üretim ve tüketim birlikleri hâlinde, vakıflar hâlinde teşkilâtlandırarak, tasarruf sandıklan kurarak, Meyak gibi, Oyak, Pozlar, İlksan gibi kuruluşlar meydana getirerek millet eliyle yatırımların yapılması sağlanacaktır. Özel sektör, kamu sektörü, ve millet sektörü hâlinde Türkiye ekonomisinin tanzimi sağlanacaktır.
Mülkiyet hakkı insanlar için vazgeçilmez, kutsal bir haktır. İnsan tabiatına uygun bir haktır. İnsan kendisinin olan bir şeye sahip çıkar. Kendisinin olan bir şeyi korur, saklar, onun bakımını sağlar. Kendisinin olmayan bir şeyle ilgisi zayıflar veya hiç kalmaz
Onun için millî doktrin mülkiyeti bütün vatandaşlara, halka yaygınlaştırma ilkesini kabul etmiştir. Bu maksatla her sosyal dilim bir tasarruf sandığına, bir tasarruf teşkilâtına, sahip olacaktır. Hisse senetleri vasıtasıyla, kurulan fabrikalar, kurulan tesisler bu tasarrufları yapan vatandaşlarımızın malı olacaktır, mülkü olacaktır. Böylece her vatandaşa mülkiyet hakkı sağlanacak ve mülkiyet yaygınlaştırılmış hâle getirilecektir.
Her vatandaşın sahip olduğu küçük imkânların birleştirilerek büyük sermaye birikimi sağlanması yolu olacaktır. Bu sermeye katkı bir lira dahi olsa onu veren şahsa veya varislerine geri dönmelidir. İkincisi halkın kullanılmayan emeğinin kullanılması. Halk enerjisinin seferber edilmesi yoluna başvurulacaktır... Biliyoruz ki insan emeği zamana bağımlı olarak değerlendirilmedikçe, zaman aşımıyla muhafazası, depolanması ve gerektiği zaman kullanılması mümkün olmayan bir varlıktır. Bu sebepten insan emeğini zamanında, ilmî şekilde, randımanlı şekilde değerlendirmek gerekmektedir.
Türkiye'nin bir an önce kalkınması, refaha kavuşması, güçlü hâle gelmesi her şeyden önce onun modern sanayie sahip olması, modern tarıma sahip olmasıyla mümkündür. O hâlde yatırımları öncelikle bunu sağlamaya yöneltmek lâzımdır. Süratle Türkiye'nin bütün tarımını teşkilâtlandırmak, modern hâle getirmek ve Türkiye'yi süratle sanayileştirmek yönüne yatırımları yoğunlaştırmak lâzımdır.
Türkiye'yi kalkındırmak için ölü yatırımlardan kaçınmak lâzımdır. Ölü yatırım dediğimiz zaman şunu kastetmekteyiz: Yatırdığımız sermayenin hemen Türk ekonomisine fazla üretim sağlamayan, fazla gelir sağlamayan teşebbüsler demektir.
Tabiî kaynakları süratle seferber etmek, değerlendirmek gerekmektedir. Bundan başka çeşitli ekonomik faaliyetler ve dış ticaret konularında da devletçe enerjik tedbirler alınması görüşündeyiz.
iş verenle işçinin karşılıklı olarak haklarının korunması ve bu iki tarafın münasebetlerinin milletin zararına olmayacak şekilde kontrol, tanzim ve nezaret altında bulundurulması şarttır. Demek ki, özel teşebbüsü korumak, himaye etmek prensibimizdir; desteklemek, teşvik etmek amacımızdır; fakat bunu yaparken iş veren işçi ilişkilerini karşılıklı olarak iki tarafın da haklarını koruyacak ve her iki tarafın da münasebetlerinin milletin zararına olmayacak şekilde denetlenmesi, düzenlenmesi, nezaret altında bulundurulması esasını şart koşuyoruz.
Halkın elindeki küçük tasarrufların teşvik edilerek, devlet tarafından tanzim ve organize edilerek birleştirilip halkın sermayedar olacağı büyük ekonomik teşebbüslere girişilmesini gaye edinen bir görüşe sahibiz. Ayrı aynı kimselerin elinde bulunan küçük tasarruflar, meselâ, on bin kişinin yirmi bin kişinin katılıp birleşmesiyle büyük sermaye hâline gelir ve bu sermaye büyük tesislerin kurulmasını sağlar.
Halkı buna teşvik etmek, alıştırmak, cesaretlendirmek, organize etmek ve ön ayak olmak devletin görevleri arasında olacaktır. Bunun dışında yapılması icap eden birçok büyük işin ayrıca yine devlet eliyle bizzat ele alınarak başarılması gerekir. Bugün Amerika gibi en kapitalist memleketlerde dahi, bazı büyük işler vardır ki, tamamıyla devlet tarafından yapılmaktadır. Bunlar meselâ : Atom, füze araştırmaları ve ilmî araştırmalar gibi büyük organizasyon isteyen, büyük masraflar isteyen işlerdir. Bunların tamamıyla devletçe ele alınıp planlanması ve süratle başarılması esasını içine alan bir görüşü benimsiyoruz.
Türk milletini içine alacak bir sosyal yardımlaşma ve güvenlik teşkilâtı meydana getirmek görüşüdür. Türk milleti bugün sosyal bakımdan organize edilmemiş, dağınık bir durumdadır. Eskiden onun birtakım sosyal bağları, sosyal kuruluşları vardı. Bunlar dağıldı, yıkıldı. Meselâ eskiden vakıflar vardı, mahalle heyetleri vardı. O günün şartlarına göre, zamana uygun düşecek birtakım sosyal ve ekonomik organizasyonlar vardı. Vakıflar, Loncalar vardı, loncaların da aynı zamanda sosyal fonksiyonları vardı. Bunlar zamanla yok oldu, ortadan kalktı.
Bütün halkı içine alacak bir sosyal yardımlaşma ve sosyal güvenlik teşkilâtı kurulmalıdır. Yani Türkiye içerisinde hiç kimse sahipsiz, yardımsız, himayesiz, desteksiz, işsiz kalmamalı, kalmak korkusuna düşmemelidir. Bir ailenin reisi mi öldü, çocukları, ailesi mutlaka bu teşkilât tarafından derhâl himaye edilmelidir. Çocukları okuyacaksa okutulmalı, tahsillerine devam ettirilmelidir. Ailesine iş bulunmalıdır. Bütün bu problemleri üzerine alan bir organizasyon meydana getirilmelidir. Böyle bir organizasyon olmaksızın cemiyette büyük haksızlıklar, büyük facialar meydana gelir ve böyle bir durum milleti sıhhatli olmaktan çıkarır. Birçok yerlerde sizler, kendiniz de, bu gibi olaylara her hâlde tesadüf ediyorsunuz. Birçok facialar görüyorsunuz, işitiyorsunuz. Bunları önleyecek böyle bir organizasyon kurmayı esas kabul eden bir görüşün sahibiyiz. Yani toplum içerisinde herkes bilecek ki, herkesin sosyal güvenliği sağlanmıştır. İşe mi başvuracaksınız? İş verilecek. Hastalık mı? Tedavi görecek. Tahsil mi? Çocuğuna tahsil imkânı sağlayacak. Milletimizin kişileri, sağlık güvencesinden yoksun, eğitim imkanından yosun, hayat garantisinden yoksun, işsiz bile olsa aç, açıkta, çaresiz kalmamalıdır.
Ayrıca sağlık ve adalet güvenliği, sağlanmasını düşündüğümüz bir diğer iştir. Yani bir dava ve mahkeme konusu olduğu zaman, vatandaş ihtiyacı olan avukat, mahkeme masrafı ve diğer zarurî masraflar gibi yardımları kolayca elde edebilmelidir. Bugünkü gibi öyle parası olanın kendisine çifter çifter avukat tutup, şahit masraflarını ödeyip hukuk imkânlarından rahatça faydalanması ve parası olmayan vatandaşların ise, bunlardan yoksun kalarak haklarını koruyamaması durumu ortadan kaldırılmalıdır. Ayrıca ceza ve tevkif evlerinin durumu da insanlığa yakışır şekilde ıslâh edilmeli ve oraya düşen vatandaşlar tam bir imkân eşitliğine kavuşturulmalı, henüz sanık durumunda olan vatandaşın haysiyeti korunmalıdır.
Halkı uyandırabilmek için de güzel sanatları bu amaçla seferber etmeliyiz. İnsanlara, önce neş'e, yaşama sevinci ve şevk aşılamalıyız. Heyecan aşılamalıyız. Neş'e, ümit ve şevk duyan insan yorulmadan çalışabilir, enerji gösterebilir. Ümitsizliğe düşen, kötümserliğe düşen insan, yaşama iştahını kaybeder. Çalışma, kuvvetini kaybeder. Bunu kendi hayatımızda birçok kere duymuş, üzgün olduğumuz zamanlarda çalışma isteğimizin olmadığını anlamışızdır. İşte Türk milletinin kalkınması için başvuracağımız önemli çarelerden birisi budur. Sanatı, kültür faaliyetlerimizi, heyecana getirmek; ona ümit, neş'e, zevk  vermek ve böylece halk enerjisini seferber ederek hareket yaratmak istikametinde kullanmalıyız. Bunun için de biz bir ilke olarak diyoruz ki, sanat toplum için, toplum yararına kullanılacaktır! Toplum yararı için seferber edilecektir. Böyle boşa giden halk enerjisini (ki, bizim halkın büyük bir çoğunluğu senede üç buçuk ay çalışıyor, geri kalan sekiz buçuk ay bu enerji heder oluyor. Seferber edip, erozyon problemimizin çözülmesi, memleketin ağaçlandırılması, sulama işleri, yol meseleleri gibi büyük meselelerimizin halli yolunda faydalanmalıyız.
Bu arada halka yine boş vakitlerini değerlendirecek elişleri, el sanatları, öğretmek, göstermek, okuma melekesi ve kültürünü artıracak kurslar açmak ve hiçbir dakikasını heder etmeyecek şekilde organize etmek toplumu organize etmenin ve ondan büyük ölçüde yararlanmanın bir başka yoludur.
Bugün dünya üzerinde ilimdeki büyük gelişmeler insanlığa uçsuz bucaksız gelişme ve mutluluk ufukları açmıştır. Bir memleketin refahlı olması, güçlü olması her şeyden önce o memlekette yaşayan insanların ilimde, teknikte ileri bir seviyeye ulaşmış olmaları ile mümkündür. Bir milletin askerî gücü de ilim ve teknik gücüne, medenî seviyesine bağlıdır. İlimde, teknikte geri kalmış bir ülkenin insanları ne kadar kahraman yaratılışta olurlarsa olsunlar, onların millî savunma yönünden, askerlik yönünden güçlü olmaları mümkün değildir.
Türkiye her şeyden önce öğrenimde bulunan gençler içinden en kabiliyetlilerini seçerek bunlara geniş öğrenim imkânları sağlamalı ve süratle dünya çapında her konuda yüksek seviyeli ilim adamları ve teknisyenler kadrosunu kurmalıdır. İster matematikte, ister fizikte, ister kimyada, ister tarım bilgilerinde, ister sosyal bilimlerde olsun dünya çapında ve en yetenekli ilim adamları yetiştirmek ve Türkiye'yi kalkındırmaya yetecek bir ilim adamları kadrosunu teşkil etmek Türkiye için başlıca önemli meseleyi teşkil etmektedir.
 Türkiye'nin kalkınmasını sağlamada birinci öncelik yüksek seviyeli, liyakatli ve üstün kaliteli ilim adamları, teknisyenler kadrosunu kurmaya önem vermek gerekmektedir.
Türk insanını yaşı ne olursa olsun Türk milletinin tarihinden şuur almış olan, Türk geleneklerinden şuur almış olan, Türk milletinin milliyetçilik duygularıyla ve manevî değerleriyle beslenmiş insanlar olarak yetiştirmek başta gelen görevlerimizdendir. Millî eğitimin birinci gayesi bu olmalıdır. Türk insanını Türk milletinin örnek bir kişisi, Türk milletinin bütün vasıflarını üzerinde taşıyan müşterek vasıfları benimsemiş insan olarak yetiştirmek olmalıdır. Bunun için televizyon kanallarımız, gazete, dergi ve mecmualarımız sık sık denetlenecek ve Türk’ün dinine, tarihine, ahlâkına, kültür ve değerlerine aykırı ne bulunursa temizlenecektir.  
Okullardan birtakım gereksiz bilgi yüküyle yüklenmiş ve gözünü devlet kapısına dikmiş, devlet kapısında memuriyet peşine düşmüş insanlar yetiştirmek özellikle bundan sonra, memleketimiz için çok zararlı ve tehlikelidir. Türk insanını üretici olacak şekilde yetiştirmek, Türk toplumuna katkıda, bulunacak şekilde yetiştirmek, hem bu şekilde bilgili yetiştirmek, kabiliyetli yetiştirmek hem de bu ruhta, bu anlayışta; bu zihniyette yetiştirmek büyük önem taşımaktadır.
Bunun için gençliğimiz için tahsilin süresini uzatmak yerine sosyal alanda, fen alanında, teknik alanda daha uzman ve daha pıratik kısa dönemde hayata atılan insanlar yetiştirmek ve bunların gençlik enerjilerinden yararlanmak pirensiplerimiz arasında olacaktır.
Hayatımıza yön veren insanları yetiştirirken onları sade zekalarına bakarak değil mülâkata tabi tutarak gözle görülür bir elemeden, ve süzgeçten geçirerek, asker, polis, güvenlik görevlisi ve öğretmen  olarak yetiştireceğiz. Geçmişteki aile yapısı ve ailesindeki başarı ve suç unsuruna, millete hizmet etmekteki hünerine, becerisine,dinî inancına ahlâk yapısına, hayatta göstermiş olduğu başarılarına  bir bütün olarak bakarak Devlet adamı Devlet memuru olarak yetiştireceğiz. Bunların bir göreve gelmelerinde ise bir gün bir bir dirhem yapılan hizmet dahi dikkate alınıp başarısız bir kimseyi bizi yönlendiren, başımızda bizi idarede görevlendirilmiş kimseler olarak asla getirmeyeceğiz. Sistem onu aradan çıkarmış olacaktır.
Askerlikte rütbe çalışma, gayret, beceri ve başarıyla ilgili olmalıdır. Rütbeler asker, er, çavuş, onbaşı, teğmen, yüzbaşı, binbaşı, paşa, bey, şad, tiğin olarak yeniden düzenlenebilir. 
İlim ve teknikte ilerlemiş milletlerin elemanlarının sayısı ne olursa olsun, durumu ne olursa olsun diğer milletler arasında durumunu sağlamlaştırmakta ve etkin hâle getirmedikçe başarılı sayılamazlar. Bu durumda diğer milletlerden her zaman ve  her şeyde on adım en önde olmak inancı ibadetlerin en önemlisi ve farzı olamalıdır.  Bu konu Türk milleti için en hayatî bir değer taşımaktadır.
Karşılaşılan her olayı, önümüze getirilen her meseleyi gördüğümüz her işi ön yargılardan ayrılarak, art düşüncelerden sıyrılarak gerçekçi bir gözle göstermek ve ilim zihniyetiyle bunu muhakeme etmek değerlendirmek başlıca usûl olmalıdır.
İnsanları aşağılatan, en tiksindirici hâl olan, köleliğe karşıyız. Türk milletinin, Türk toplumunun her mânâda özgür olmasıyla mutlu olacağına, yükselebileceğine inanmaktayız. Bu bakımdan ne bahane olursa olsun, her ne isim altında olursa olsun insanları hürriyetsizliğe sürükleyen her çeşit davranışa karşıyız. Hürriyet derken sadece siyasî hürriyeti değil, ekonomik hürriyeti, sosyal hürriyeti, ilim hürriyetini, kısacası İnsan Hakları Beyannamesi'nde ve Birleşmiş Milletler Anayasası'nda ifadesini bulan tüm hürriyetleri bir bütün olarak kastetmekteyiz.(Bugün bazı fabrikalarda çalışan işçilerimizi görüyor ve kalbimiz parçalanıyor. Askeri ücret alıyorlar, hatta işveren bu ücreti de ödememek için işçiyi üç beş kez girdi çıktı yaparak maaşını düşürüyor. Üçretini ya ödemiyor veya üç beş ay gecikmeli olarak ödemek için de ödüyor. Bu bir insanlık ayıbıdır. Bizim sistemimizde devletin gelirleri Kişinin tahsiline, bilgi ve becerisine, kariyerine, liyakatine, hizmette geçen yılarına göre bir günü dahi hesaplanarak ödenmelidir. Hak etmeyen hak etmediği yerde asla bulunmayacak, gerekirse bu gibiler sitemden çıkarılarak emekli edilmelidir.)
Her şeyin halkla beraber, halk için olması ve halka doğru olması ve halk tarafından olması. Halkın yaşayışını paylaşarak, halkın yükseltilmesini birinci plânda düşünerek, halkın dertleriyle yoğrularak halkla el ele halkla iş birliği yapmak suretiyle halk için ve halk tarafından her hareketin düzenlenmesi ve yürütülmesi fikrini kastetmekteyiz.
Bunun için ak sakallılardan, karımış ihtiyar kadınlardan, orta yaşlılardan, gençlerden, çocuklardan ve her meslekten gruplarla meclisler kurmalıyız. Halka rağmen hareket etmeyi doğru ve uygun bulmamaktayız. Türk milletinin yükselişi, milliyetçilik ülküsünün siyasî hareket olarak gelişmesi her şeyden önce halk demokrasisinin Türkiye'de yaşatılmasına ve geliştirilmesine bağlıdır.
Hürriyeti bütün bölümleri ile beraber düşünmek ve insanî şekilde bir hürriyeti istemeyi esas kabul ediyoruz. Bunlar, Birleşmiş Milletlerin Anayasası'nda yer almış olan hürriyetlerdir. Bu, söz hürriyeti, yazı hürriyeti, bilim hürriyeti, sosyal hürriyet, ekonomik hürriyet, korkudan ve baskıdan azade olmak hürriyeti ve sefaletten kurtulma hürriyeti gibi bütün hürriyetleri içine alan bir hürriyet görüşüdür.
 Köylerimizi tarım kentleri hâlinde gruplaştırarak teşkilâtlandırmak suretiyle yapılmalıdır. Tarım kentleri teşkilâtı şöyle kurulmalıdır: Köylerimiz birçok yerlerde birbirine yakın olarak bulunmaktadır. Bunları inceleyerek durumlarına uygun biçimde bu köyleri guruplaştırmak gerekmektedir. Birbirlerine yakın bulunan on köyü veya daha ziyade on iki, on dört, on beş köyü veyahut durumlarına göre sekiz köyü, yedi köyü, dokuz köyü bir grup hâlinde teşkilâtlandırmak ve bunların durumu müsait olanı, daha ziyade merkezî yerde bulunan bir köyü, cazibe merkezi olarak ele almak ve burada bütün köyün ilkokul, ortaokul ihtiyacını karşılayacak eğitim merkezlerini açmak, ayrıca köylünün modern tarım esaslarına göre tarım yapmasını sağlayacak şekilde onları teşkilâtlandırmak ve onlara bilgi vermek üzere bu merkezde tarım uzmanları bulundurmak, yine bu merkezde modern tarım aletleri parkı kurmak, gübre depoları, ilâç depoları ve mücadele teşkilâtı, mücadele üniteleri meydana getirmek ve bu grubu içinde bulunan köylerin ihtiyacını bu merkezden temin etmek gerekmektedir. Ayrıca bu merkezde bir sağlık teşkilâtı bulundurmak, bu sağlık teşkilâtında doktor, sağlık memuru, ebe, hasta bakıcı gibi sağlık ekibi kurmak, bulundurmak ve bunlara, altlarına cip vs. gibi araçlar da vermek suretiyle köylümüzü teşkil eden insanlarımızı da sağlık bakımından taramaya almak sağlığı bozulanlar varsa onları bir yataklı tedavi merkezine getirerek yararlandırmak başlıca vazifelerimiz arasında gelmektedir. 
Köylümüzün kalkındırılmasını sağlayacak yol, köylerimizi tarım kentleri grupları hâlinde, tarım kentleri birlikleri hâlinde teşkilatlandırmaktan geçer. Merkez seçilen köylerde kurulacak olan bu kolaylıklar, o gruba dahil olan diğer köylerin de zaman içinde bu merkez köylere taşınmalarını, merkez köyde toparlanmalarını sağlar. Bunun için köylülerimizi zorlamaya gerek yoktur. Köylülerimiz kendileri için kolaylık, çocukları için okuma imkânı sağlayan merkezlere kendiliklerinden akmaktadırlar. Bugün büyük şehirlerin çevresinde bulunan gecekondular bunu göstermektedir. Köylülerimizin şehirlere akmalarından gecekondu mahalleleri meydana gelmektedir.
O hâlde bu imkânları onların ayağına götürecek ve onların köylerinin dibinde bu imkânları ona sağlayacak merkezler meydana getirdiğimiz takdirde, bu cazibe merkezlerine o gruba dahil olan köylerin zaman içinde akması ve böylece bu merkezlerde tarım kentleri diyebileceğimiz kentlerin meydana gelmesi mümkün olacaktır. Bu kentlerde, o gruba dahil olan köyleri içine alan kooperatifler kurulacak ve yine bu kentlerde köylü yardımlaşma kurumları meydana gelecek ve köylerimiz kendiliğinden teşkilâtlanacaktır. Bu sayede köylünün de memleketin kalkınmasında, yatırımlara katılmasını temin edecek bir teşkilâtlanma, meydana, gelecektir. Tarım kentlerinin bulunduğu grubun ihtiyaçlarına ve özelliklerine göre o bölgede veyahut birkaç tarım kentinin katılacağı onların bölgesi içinde, onlarla ilgili, tarımla ilgili endüstri, küçük endüstri, küçük imalâthaneler de meydana gelecektir. Böylece hem köylümüz teşkilâtlanacaktır hem de bu sayede büyük yatırımlara katılma imkânı doğacaktır. Aynı zamanda köylülerimiz, insanlarımız köy ekonomisinden, site ekonomisinden, bölge ekonomisinden, ülke ekonomisinden cihan ekonomisine süratle geçme imkânını elde edeceklerdir. Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu büyük problemlerden birisi de cihan ekonomisine geçebilmesidir. Köycülükte köylümüzü kalkındırmak için öngördüğümüz önemli meselelerden birisi köylerimizi tarım kentleri hâlinde gruplaştırmak ve teşkilâtlandırmaktır.
Bölge bölge topraklarımızın en randımanlı olarak kullanılmasını sağlayacak araştırmalar yapmak ve o toprağa uyan en elverişli tarımı uygulamak gerekir. Bunun yanı sıra toprak reformunu da ele almak gerekmektedir. Toprak reformu çok geniş toprakları verimli bir ölçü içinde tanzim etmeyi ön görmekle beraber gayri iktisadî bir işletmeciliğe sebep olan aşırı derecede ufalmış, küçülmüş toprakların da gerçekçi bir işletmeciliğe göre düzenlenmesi yapılacaktır.
Türkiye'nin problemi büyük toprakların, büyük mülk sahiplerinin var oluşundan ziyade, toprakların gayri iktisadî işletmeciliğe yol açacak şekilde parçalanmış, bölünmüş olmasıdır. Yıllardan beri yurdumuzda toprak reformu sözleri söylenmiştir.
Milletler de ulu ağaçlar gibidir. Ulu bir çınarın toprağın üzerinde gövdesi ne kadar yükselmişse. toprağın altında da o kadar derinliğe inmiş, geniş kökleri vardır. Ulu bir ağacın köklerini kesecek olursak o ağacı yaşatmak, toprağın üstünde dik olarak tutmak mümkün olmaz. Bunun için milletin kökleri de kendi millî tarihidir, kendi binlerce yıllık yaşayışı içinde meydana getirdiği kültür hazineleri, manevî değerleridir. Millî gelenekleridir.
İnsanlar yaratıldıkları günden beri daima içinde bulundukları durumla yetinmemişler daha iyi yaşamak, daha güzel bir durum elde etmek, daha olgun sonuçlara varmak için çırpınmışlardır. Bunun için biz bu duygu ve bu zihniyeti bir ilke olarak zihnimize koymuş bulunmalıyız. İnsanlar tabiat kuvvetlerinin tutsaklığından kurtulmak, tabiat kuvvetlerinin kendileri için yararlı olacak şekilde kullanılmasını sağlamak ihtiyacını, düşüncesini yeryüzünde, yaratıldıkları ilk günden beri düşünmüşler, bunu sağlamaya çalışmışlar, bunun için çare aramışlardır. İşte bu da, gelişmeciliğin bir diğer önemli faktörüdür. Yani tabiat olaylarının, tabiat güçlerinin insanlara, insan toplumlarına zarar vermesini önlemek, buna karşılık tabiat güçlerinden tabiat olaylarından insanların, toplulukların mümkün olduğu kadar büyük ölçüde yararlanmasını sağlamak gelişmecilik ruhunun, gelişmecilik düşüncesinin güç aldığı önemli bir kaynaktır.
Bunun için, bütün Türk milleti adına daima daha iyiyi arayacağız. Daha olguna varmak için tedbirler düşüneceğiz, çalışmalar yapacağız. Gece uyumadan   gündüz oturmadan ölesiye bitesiye çalışarak her şeyin en güzelini, en iyisini, en olgununu elde etmek için uğraşacağız. Bunu hem kendi yaşayışımızda, kendi mesleğimizde, işimizde sağlamak için çırpınacağız hem de milletimizin vatanımızın, devletimizin hızla, bir an önce en yüksek seviyeye çıkarılması, en ileri bir duruma gelmesi için uğraşacağız. Kendimizi bu güzide milletin, seçkin insanların hizmetçisi kabul ederek iş göreceğiz.
Eğer insanlar elde ettikleriyle yetinseler ve "Bu bize yetiyor" deselerdi medeniyetler olduğu gibi kalır, gelişemezdi. Hâlbuki görüyoruz ki bundan kırk yıl önceki durum bugün yoktur.
Bundan beş yıl önceki durum da yoktur. Bundan beş yıl sonra da daima bugünkü durumdan daha ileri gidilmiş, daha birçok yeni şeyler bulunmuş olacak; çünkü insanlar daima daha iyiyi araştırıyorlar, daha mükemmeli istiyorlar. O hâlde kalkınmamızın ve yaşamamızın dayanacağı temel ilkelerden birisi de daima elde ettiğimizle yetinmemek, daha iyiyi, daha güzeli, daha mükemmeli araştırmak duygusu olacaktır. İşte bizim dayanağımız ilke bu olacaktır. 
Bugün dünya atom, hidrojen, uranyum, bor, toryum, neptünyum, nükleer ve uzay çağına girmiş bulunmaktadır. İnsanlığın hayatında endüstri, makine ve bilgisayar kablosuz cihazlar önemli yeri almış bulunmaktadır. Türk milletinin 300 yıla varan bir dönem içinde uğramış olduğu yenilgiler ve karşılaşmış olduğu felâketler, acılar, gelişen makine, endüstri ve bilgisayar gücünün karşısında Türk milletinin kol gücüyle, hayvan gücüyle yalın bir durumda kalmış olmasıdır.
Bugün bir toplumun güçlü olması her şeyden önce modern sanayi kuruluşu olmasına, teknikte, endüstride bilişim dünyasında en yüksek seviyeye çıkmış bulunmasına bağlıdır. Modern bir toplum olmak, güçlü bir devlet, millet hâline gelmek için Türkiye'nin en kısa zamanda dünyanın en ileri endüstri ve bilişim ülkesi hâline gelmesi gerekmektedir.
Bundan 100 sene önceki Türkiye ile 100 sene önceki ileri Avrupa ülkesi Amerika, İngiltere, Almanya veya Fransa arasındaki geri kalmışlık mesafesini kapatmak mecburiyetindeyiz.  
İnsanlık yeni bir çağa girdi. Bu çağ  uzay, bilgisayar ve kablosuz bilişim çağıdır. Bu ne ile mümkün olabilir? Teknik ile mümkün olur ve bir de milletlerin endüstri sahibi,   olmalarıyla mümkün olur. Endüstri de yine neye dayanır? Tekniğe, ekonomiye dayanır. O hâlde teknik, ekonomik, elektrik ve elektronik sahada en ön safta yer almak, yükselmek ve  BÜYÜK  TÜRKİYE RÜYAMIZI gerçekleştirmek zorundayız.
 Bu uğurda DİNLENMEMEK ÜZERE YÜRÜMEYE KARAR VEREREK; GECE UYUMADAN, GÜNDÜZ OTURMADAN, ÖLESİYE BİTESİYE ÇALIŞARAK GERÇEKLEŞTİRMEK ve  TÜRK MİLLETİNE OLAN BORCUMUZU ÖDEMEK MECBURİYETİNDEYİZ.
Gayret bizden, yardım Allah’tandır.Tanrı TÜRK’ü korusun ve yüceltsin.
KAYNAKLAR
1)Türkiye."Stop." Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
2)Türkiye."Evvel Zaman" Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
3)Tuhvet'ül Kibar..."Cihad-ı Ekber-ı Hayreddin Paşa".Katip Çelebi
4)Ömer Faik COŞKUN Yaş: 64. KAYSERİ/Kocasinan
5)Türkiye."Stop." Evvel Zaman .Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
6)Türkiye."Stop." Evvel Zaman Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
7)Türkiye."Stop." Evvel Zaman Muammer ERKUL 17 Aralık 1999. Cuma.
8)İbni Sinâ Dr.Cemal ARABACIOĞLU.Çukurova Ünv.Yay.No: 8.s.43
9)İbni Sinâ Dr.Cemal ARABACIOĞLU.Çukurova Ünv.Yay.No: 8.s.43
10)İbni Sinâ Dr.Cemal ARABACIOĞLU.Çukurova Ünv.Yay.No: 8.s.43

GELECEK YÜZ YIL ve DÜNYA; Abdullah Çağrı ELGÜN

GELECEK YÜZ YIL ve DÜNYA
                                                   Abdullah Çağrı ELGÜN
Bütün insanlığın ortak prensibi, kendimizle barış, dünyada barış, evrende barıştır. Kendimiz için istediğimizi karşımızdakiler için de istemedikçe hak, adalet, eşitlik, mutluluk ve huzur, gelecek yüz yıl ve dünyada bize uğramayacaktır.
Dünyadaki bütün çatışmaların kaynağı, kişilerin paylaşımlarındaki terazi kefelerinin denk olmamasından kaynaklanmaktadır. Aynı işi yapan, aynı tahsil seviyesinde, hatta aynı okulları bitirmiş, yüzlerce insan vardır ki aldıkları ücretlerde  astronomik bir farklılık görülür. Hatta alt tahsilde ve alt grupta çalışıyor olmalarına rağmen, emekliliklerine yansıyan meblağ, kendilerinden daha tahsilli, işinde daha uzman olanların, şuanda çalışırken aldıklarının iki, üç, hatta beş katı olabiliyor.  Bugün aynı anda üç, hatta dört görevi sihirbaz gibi tek uhdede birden yürütenlerin olduğu mucizeler de yaşanmaktadır. Herhangi bir konunun uzmanı, işinde ehil, çalışkan kişiler de bulunması gereken kadroların, dördü birden uzman dahi olmayan mucizevî  kişilerin uhdesinde olduğu için hiçbir görev alamamış da olacaktır.
Kimileri de işsizlik adı altında sürünmeye sefalete ve açlığa terkedilmiş durumda olabiliyor. Bu durum memurlar için öyledir, işçiler için öyledir, iş edinememişler için de değişmemektedir.
Birisi bir alır, diğeri beş alır. Dünyamızın büyük bölümünde durum bugün de değişmiyor. Alanlar da alamayanlar da bunu itikatları, inançları ve dinlerince bir kılıfa sokarak haklı olarak görmeyi benimsiyorlar. “İnandığın gibi yaşamazsan, yaşadığın gibi inanmağa başlarsın.” Sözü bunlar için söylenmiştir. Böyle bir düzende yaşamak, kişiye huzur değil; ancak huzursuzluk, kargaşa, anarşi, terör ve giderek savaş verdirir. Halbuki mutlu ve huzurlu bir dünyada yaşamak, ortak prensip olarak kendimizle barış, dünyada barış, evrende barış istiyoruz.
Bu durumun gerçekleşmesi mümkün olabilir mi?
Cevabımız: “Evet!” Olacaktır.
Peki bu nasıl olacaktır?
Şöyle olacak:
Devletin tepesinde oturan kanun yapıcıları kanun hükmünde karar çıkartanlar bu meseleyi ele alacaklar.
“Ben ne isterim?” diye önce kendilerine soracaklar. İşte o istediklerini de kardeşleri için isteyip kanun çıkartacaklar. Kendin nasıl bir düzende, düzeyde, ortamda yaşamak istiyorsan karşındakileri de aynı ortamda yaşatmayı istemeyi ilke haline getirdiğinde iş tamamdır.
Bir dönem devletin başında bulunan yönetici: “Allah Rahmet Eylesin! Göçüp gitti… Şöyle bir prensibi kendisine ilke edinmişti. Devlette lükse yer yok!... Lüks araba olmaz! Mercedes, Jaguar, BMV…vb. gibi arabalar bürokratların ve baştakilerin nesine gerek?!. Onlar olsa olsa doğan arabalara, kartal arabalara şahinlere, serçelere,  binmeliydi…
Peki bu görüş tuttu mu?..
Elbette, Hayır!
Devlet Protokolü ve mutlak korunması gerekli her kişi özel veya kamuda en iyi arabalara, en güzellerine, en donanımlılarına hatta zırhlısına binmelidir. Hatta hiçbir silahtan lazerden ve siber güçlerin engelleyemeyeceği, manyetik ve fizyolojik enerjilere karşı korunmuş, güçlendirilmiş araçlar ve cihazlarla donatılmalıdır.  Bunun için maliyet artması, pahalılık söz konusu ve gündemde olmaz, olmamalıdır!.. Bu araçlar ve mesken edinilen mekanlar, mümkün olanın en iyisi en mükemmeli, en lüksü, içinde bulunabilecek teçhizattın en mükemmeli ile donatılacaktır.
Bugüne şöyle bir bakınız… Eskilerde devletin en üst kademesinde görev yapmış, kişiler tek tek avlanıyor!.. Bunlar niçin korunamıyor?.. Falan grubun lideri, falan ülkenin başkanı, ülkemizin çelik kanatları altında kendini güvende bilerek huzur içinde Türkiye’nin güvenirliğine sığınmışken, kuş gibi tek tek avlanıyor!..  Başkentin göbeğinde veya İstanbul veya başka şehirlerimizde kellesi alınabiliyor. İyi korunabilselerdi böyle olabilir miydi?
Durugörü, parapisikoloji, manyetik güç, psikokinezi, ekminezi, siber teknoloji konularında dünyanın hemen çoğu gelişmiş ülkelerinde var olan kürsüler üniversitelerimizde de kurulmalıdır.
Gelecek yüz yıl ve dünya, bu kürsülerde verilecek eğitimlerle yatıp icraatlarıyla kalkacaklardır.  Bit, Bayt, Kilobayt, Megabayt, Cigabayt ve Terabayt, Kota, Kota Aşımı Nedir?  Öğreninceye kadar şirketler bizi öyle kazıkladılar ki hakkımızı bile arayamadık.
Bankalar hâlâ, hesap, ek hesap, artı hesap, kart ücreti, kullanım ücreti, hizmet bedeli, tarifeli ücret, kıredi kartı katılım bedeli, havale ücreti, eft ücreti, bilgilendirme ücreti, serbest hesap ücreti, dosya ücreti artı para, …vb saymakla bitmez. Bu ücretler aşınınca vatandaşın bilemeyeceği bir adla başka bir ücret hemen yürürlüğe giriyor.
Cep telefonları, internete ve modern tefeci bankalara ödediğimiz paralarla bilmem kaç hayalimizi gerçekleştirebilecekken soyulmamıza, atılan kazıklara ses bile çıkaramadık.  Bizim için de kimse ses tonunu yükseltemedi?!.. Sonradan Tüketici Hakları diye bir şey öğrendik. Bu da tam anlamıyla sağlıklı bir şekilde bizleri koruyabiliyor mu?..  Yeterli Kanun olmadığı için, mevcut düzen içinde yapabilecğini yapmaya çalışıyor.  Bazı vatandaşlarımızın halen Tüketici Haklarından bile haberi yok… Bir takım Kanunlar vatandaşı korumakta yeterli değil…
Bankalar soyuyor, Cep telefonları soyuyor internet soymaya devam ediyor.
Bugün değişen bir şey var mı?..
Yukarıda kendilerini emniyette hissedenlerin ulvî görevleri işte burada başlıyor. Gelecek yüz yıl ve dünyayı kurtaracak ilkeler şimdiden belirlenecek. Tepedekiler bilecekler ki,  İNSAN AYAPILAN HİZMET, İBADETLERİN EN KUTSALIDIR. Kim ki bir gönlü kurtardı bütün gönülleri kurtarmıştır:
“Yunus der ki ey Hoca!
İstersen var bin Hac’ca,
Hepisinden iyice,
Bir gönüle girmektir.
                       Yunus”
İnsanın gönlü Kâbe’den yücedir; çünkü Lâ Mekan olan yaratıcı “Allah”  hiçbir mekana sığmadığı halde, İNSANIN gönlüne sığmıştır. Bu sebeple insanın gönlü Kâbe’den yücedir. Deniyor. İnsanı kurtaran dünyayı ve âlemleri de kurtaracaktır. Bütün insanlığın kurtarılmaya ihtiyacı var…
İnsanlar katlediliyor. Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da, Libya’da katlediliyor. Burma(Myanmar, Arakan)’da, Kosova’da, Afganistan’da, Irakta, Suriye’de katlediliyor…
Bütün insanlığın ortak prensibi, kendimizle barış, dünyada barış, evrende barıştır. Kendimiz için istediğimizi karşımızdakiler için de istemedikçe hak, adalet, eşitlik, mutluluk ve huzur, gelecek yüz yıl ve dünyada bize uğramayacaktır.
KAYNAKLAR
7)    (http://www.necatiaksu.net/dosya/yunus/yunus3.htm)

BÜYÜK TÜRKİYE (KURULUŞUNUN 100. YILINDA “2023” CUMHURİYET TÜRKİYESİ); Abdullah Çağrı ELGÜN

BÜYÜK TÜRKİYE
(KURULUŞUNUN 100. YILINDA “2023” CUMHURİYET TÜRKİYESİ)
                 Abdullah Çağrı ELGÜN  
Asya kıtasının doğusunda ve Pasifik Okyanusu’nun batı yakasında iç problemlerle boğuşmaya devam eden 9.6 milyon kilometrekarelik yüzölçümü ile Asya’nın en büyük ülkesi Çin Halk Cumhuriyeti; diğer tarafta, kendisinin, dünyanın tek efendisi olduğu iddiasını sürdüren, Amerika Birleşik Devletleri. Bu iki devletin de (Çin ve Amerika) ekonomisinin daralması, halklarının yoksullaşarak ayaklanmasıyla, 2023’lü yıllarda parçalanarak yeni devletlere dönüşecektir.

Yüz yıl boyunca “Yurtta sulh, cihanda sulh.” Diyerek kabuğunda güvenle büyüyerek, kabuğunu çatlatan büyük Türk, TÜRKİYE, 2023’lü yıllarda, dünyanın engellenemez tek lideri olarak, dünyaya yeniden görünecektir.

Dünyaya huzur bahşeden Türk, tarihten gelen adalet, büyük bir hoş görü, serbest düşünce hürriyeti, din ve vicdan hürriyeti, seyahat hürriyeti, milletleri birleştirme (Birleşik Devlet), yönetme ve toplumu sevk ve idare etme, İslâm’ın inanç ve düşünüşüyle dünyaya sağlık, mutluluk, refah ve huzur bahşetmeyi sürdürmeye devam edecektir.

Mete Han (Oğuz Kağan) döneminde dünyanın bilinen tarihinin 3/3’ünün % 80 toprağını, 3/3’ünün % 90 nüfusuna hükmeden Türk, Cengiz İmparatorluğu döneminde, 44 Milyon kilometre kare; ve daha 1900’lü yılların başında elli dört (54) millet ve tek devlet (Osmanlı) olarak var iken, Türkiye Cumhuriyeti olarak 779.452 kilometre karelik küçücük kabuğunda, yüz yıl, büyük bir sabırla bekledi. Yüzüncü yılın sonuna yaklaşıldığında, yattığı kuluçkadan kalkarak, yumurtaların kabuklarını çatlatan gurk gibi civcivleriyle, bir çok devletleri de ardında sürükleyerek, “birleşik tek devlet” BÜYÜK TÜRKİYE olarak yeniden hayat sahnesine çıkacaktır. 
Doğuda: Türkiye, Kıbrıs, Azerbaycan, Kırım, Türkmenistan, Tacikistan, Afganistan,  Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan; Batıda: Makedonya, Romanya, Arnavutluk, Yugoslavya, Sırbistan, Saray Bosna, Bulgaristan, Yunanistan ve adalar  en kısa sürede ve en kısa yoldan derhal birleşecektir. Bu birliğe katılmak isteyenlere de kayıtsız, şartsız imkan tanınacaktır.
Uzun yıllar yönettiğimiz Bulgaristan (545) yıl, Yunanistan (400)  yıl, Girit (267) yıl, Ege adaları (541) yıl, Arnavutluk (435) yıl, Romanya (490) yıl, Macaristan (160 yıl, Çekistan, Slovenya, Polonya, Batı Rusya, Beyaz Rusya ve Avrupa Rusya’sı (291)yıl boyunca Müslüman Türk egemenliğinde huzur içinde yaşamıştı. Bugün de birliktelikte huzur bulacaktır.  
Ukrayna (308) yıl, Gürcistan (400), Ermenistan, Azerbaycan, Kıbrıs (295), Suriye (402), Türkçe seslenip Türkçeyle ses verdi.
Lübnan, İsrail, Ürdün, Irak (402) yıl, Suidi Arabistan (399) yıl, Yemen (401) yıl, Katar, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri (400) yıl, Kuveyt üç yüz seksen bir (381) yıl, Müslüman Türk ile beraber mesut ve müreffeh bir hayat içindeydi. Bugün de böyle olacaktır.

Asya yakasında: Türkiye, Kıbrıs, Azerbaycan, Kırım, Gürcistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan...vb.; Batı yakasında: İtalya, Yunanistan, Ukrayna, Ermenistan; Macaristan, Çekistan, Slovenya, Polonya, Batı Rusya, Beyaz Rusya, Avrupa Rusyası...vb.; Ortadoğu’da: Suriye, Lübnan, İsrail, Ürdün, İran, Pakistan, Afganistan, Irak, Suidi Arabistan, Yemen, Katar, Bahreyn, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri...vb. yan yana gelerek yeni dünyada yeni bir güç olarak, Türkiye’nin önderliğinde birleşeceklerdir. 

Türkiye, sanat, edebiyat, şiir, romanda; ekonomi, sanayi, teknolojide en büyük devlerle yarışır hale gelmiştir. Dünyanın hiçbir yerinde yapılamayan birçok teknoloji aletlerini yapıp ihraç ederken, Türk Dili, Türkçe mübalâğasız dünyanın günde 100 milyon insanı tarafından öğrenilip konuşulmak için müracaat kapısı haline gelmiştir.

Türkçe Olimpiyatları; Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nın (Prof. Dr. Turan YAZGAN), Zaman Grubu (Fethullah GÜLEN), Yesevi Üniversitesi (Türk Heyetleri) gibi yeryüzüne yayılmış Üniversite, Lise ve diğer türdeki binlerce okullar, bunun en güzel delilidir.

Avrupa, bugün Yunanistan’ın nüfusundan daha fazla bir Türk nüfusunu sinesinde barındırmaktadır. Bu haliyle Avrupa’da, çoğalan Türk nüfusu ve serbest teşebbüs girişimlerinin sonucu, Türkler tarafından kurulan iş yerleri ve fabrikalar, Türk nüfusun, yönetimlerde daha etkin görevler üstlenme, muhtar, encümen azalığı, belediye başkanlığı ve milletvekilliği gibi etkin görevlere katılımılıyla Avrupa, 2023 yılında büyük bir kısmı da Müslümanlaşarak birleşik tek devlet haline dönüşecektir.

Tarihe ışık tutan bir çok bilim adamının ortak görüşü şudur ki Orta Asya’da Çin’de, Suriye’de Mısır’da ve Amerika’da (Atlantis, Maya, Aztek, İnka, Sümer, Mısır, Çin) ve Avrupa’da, Almanya (Anglo Sakson"Aşağı Sakalar"  ve İngiltere (Saka, İskit Türkleri), Norveç, İsveç, Belçika (ODEN, Uygur Hakanı Buku Teğin) yer alan dev cüsseli piramitlerin Orta Asya Türk kültürü’nün izlerini taşıdığı  bulgular ve elde edilen belgeler ışığında,  tartışılmaz bir gerçek halinde ortaya çıkmıştır.

Mısır (MÖ 3000), Sümer Piramitleri (Zigguratlar) (MÖ 4.500), Orta Amerika’da yer alan Maya (Campeche, Chiapas, Quintana Roo, Tabasco ve Yucatán (Yakutan, Ok Atan), İnka, Aztek Piramitleri MÖ. 5.000, Orta Asya Piramitleri (MÖ 17.000 veya 20.000) yıllık bir gemişe sahiptir. Lahitler, kablumbağa kaideleri üzerine oturtulmuş hakan heykelleri ve dikilen balballar Peruda ve Moğolistan, Orhun, Selenga,, Yenisey ve Elegeş vadilerindeki dikili Abidelerinde aynıdır.

Bunların dışında da dünyanın çeşitli yerlerinde irili ufaklı kimi piramitlerin (Anıt Mezarlar) bulunduğu; ancak, böyle kalabalık bir topluluk halinde, Asya’nın düzlüklerinde yer alan ve Türk kültürünün ürünü oldukları anlaşılan piramitleri yapanların bu kültürü kullanan ve yayanların da Türkler’den başkası olmadığı belgelerle ispatlanmıştır.
(Prof. Sven Lagerbring, “İsveç İmparatorluğu Tarihi IV Cilt, 1764”,  “Türklerle Akrabalık, 1769”)
(“İsveççenin Türkçe ile Benzerlikleri” İsveçlilerin Türk Ataları, Prof Seven LAGERBRİNG, Hazırlayan: Abdullah GÜRGÜN, Kaynak Yayınları, Zaman Gazetesi, Pazar Eki,13 Nisan 2008, Pazar)
 (Mosccow News Dergisi, Matematikçi, Anatoli Fomenko;  “Cenk BAŞLAMIŞ)
RUSYA'da, bir kısım bilim adamı, Mısır piramitlerinin Türkler tarafından yaptırıldığını ileri sürmektedirler. Çok daha önceleri İsaac Newton tarafından da savunulan bu görüşler Fomenko tarafından da iddia edilmiş ve ispatlanmıştır.

“Moscow, News Dergi”sinin son sayısında (02 Nisan 2010) bu Türklük Kültürü Akımının öncülüğünü, Anatoliy Timofeeviç Fomenko, (Moskova Devlet Üniversitesi) savunmuştu.
Bundan başkaca Türk bilim adamı Phil Dr. İlhan AKÇAY, (Bundan yıllar önce “Kolomp Öncesi Amerika Türk Kültürü, VIII.Türk Tarih Kongresi II.Cilt’ten Ayrıbasım Ankara-1981”  DTK Yay. Ayrı Basım, adlı eserinde ve eserin basımından on yıl öncesinde yani (1971) bu abidelerden ve bu yörelerin Türk kültürünün izlerini taşıdığını söyleyip,  yazdığında “Türkçülük Çılğınlığı” ile  itham ediliyordu.)

Rus matematikçi Fomenko’nun "İmparatorluk" (Moskova, 1996) kitabında ortaya koyduğu ilginç görüşlerden biri de, Ruslar'la Mogollar'ın aynı ırktan geldiğidir. 
Fomenko: Türkler'le Ruslar'ın uzun süre Avrupa, Asya, Amerika ve kuzey Afrika'yı birlikte yönettiğini, Mısır Piramitlerinin de bu imparatorluk döneminde (14-16 yüzyıllarda) yapıldığını ileri sürmektedir.
(Mosccow News Dergisi, Matematikçi, Anatoli Fomenko;  “Cenk BAŞLAMIŞ
“Selahaddin DÜNDAR-Haydar ÇETİNKAYA”,  “TEREKEMELER” Kara Kalpak Türkleri, Dündar Eğitim Yayınaları, 3.Baskı, Eylül 2004-ANKARA, adlı kitapta da:
Türklerin Menşei adı altında verilen listede Türkleri MÖ.2000 yılında Çungeniyorda (Doğu Türkistan) bölgesinde yaşarlarken dört (4) boydan tarih sahnesine girdiğini belirterek:  
1) ÇUW-GOEY(MÖ.(1766),
2) TA-Pİ MÖ.(1122),
3) PE-Çİ MÖ. (1116),
4) KİO-KUE MÖ.(627) olduğundan bahseder.
Secere-i Türki’de Türkler, beş oymakla yer yüzünde varlıklarını gösterirler:
1) OĞUZ (MS.VI.yy.)  
2) KIPÇAK (MS.VI.yy.)  
3) KALAÇ (MS.VI.yy.)  
4)KARLUK (MS.VI.yy.),
5) KANKLI (MS.VI.yy.)
Türk Kavimleri (İki büyük soy olarak yer yüzüne yayılmışlardır.)
1) URAL TÜRK KAVİMLERİ    
2) ALTAY TÜRK KAVİMLERİ
URAL TÜRK ( Fin)  KAVİMLERİ
A.1) Voguller, 2) Ostyaklar, 3) Macarlar
B)1) Laponlar, 2) Finler (Kovreller), 3)Samoyedler, 4)Estonlar, 5) Mordvinler, 6) Çeremişler (Moriler), 7) Vodyaklar (Udmurlar), Zuryenler (Komiler)
ALTAY TÜRK KAVİMLERİ
A.  1) Tunguzlar, 2) Murcular
B. 1) Türkler –Oğuzlar-Terekemeler (Karakalpak Türkleri) )  1) Borçalı Terekemeleri 2) Kazak Terekemeleri
Oğuzlar A. 1) Azeriler (Azerbeycan), 2)Kuzey Azerbaycan, 3)Güney Azerbaycan
B.. Karakalpaklar (Karakalpakistan)
C. Türkmenler (Türkmenistan) Bütün bu büyük dağılımından sonra büyük kavimleri başka başka topraklarda ayrı ayrı devletler halinde yaşatan bu boy, kavim şimdi tarih sahnesinde yeniden kendini göstermek üzere başını kaldırmıştır.
Kaşgarlı Mahmut, Peygamberimiz Hz Muhammed (sav) kıyamet alametlerinden bahsederken anlattığı bir hadisini naklederek:  
“Türk Dilini öğreniniz; çünkü Türkler’in uzun sürecek hakimiyetleri olacaktır.”   demektedir. Ayrıca başka bir hadisinde de Hz. Muhammed:  
“Güneş yeniden Türk burçlarından doğacaktır.”  demiştir. 
Bu bilgi, tecrübeleri ve geçmişin tecrübelerinin ışığında Türk Devlet Adamlarına ve Bürokratlarına çok asil ve ulvî bir görev düşmektedir. Bu görev bütün AVRASYAYI, giderek “dünyayı” tek çatı altında BİRLEŞTİRME görevidir.
Bakara Suresi 136. Ayet’te :       

 “… Biz Allah’a ve bize indirilen Kuran’a, İbrahim ve İsmail ve İshak ve Yakup ve torunlarına indirilenlere, Musa’ya, İsa’ya verilenlere ve bütün Peygamberlere Rableri tarafından verilen kitaplara iman ettik. Onların hiç birini, diğerinden ayırt etmeyiz. Biz, ancak Allah’a boyun eğen Müslimleriz.”   
  
Ayeti gereği: Bütün bu bilgi ve belgelerin ışığında söylüyorum ki: Tarihte böylesine ihtişamlı maziye sahip olan Türkiye, bugün de 100. yılın sonunda eski ihtişam ve parlak dönemlerine dönmek üzere BÜYÜK TÜRKİYE adıyla başını kaldırmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti “BÜYÜK TÜRKİYE”olarak 779.452 kilometre karelik kabuğunda 100. yılın sonunda, yattığı kuluçkadaki kabuğunu çatlatarak çivciv çıkaran gurk gibi bir çok devletleri de ardında sürükleyerek "Birleşik Tek Devlet" BÜYÜK TÜRKİYE olarak yeniden hayat sahnesine çıkacaktır. 

KAYNAKLAR:
Phil Dr. İlhan AKÇAY, (Bundan yıllar önce “Kolomp Öncesi Amerika Türk Kültürü, VIII.Türk Tarih Kongresi II.Cilt’ten Ayrıbasım Ankara-1981” 
(Mosccow News Dergisi, Matematikçi, Anatoli Fomenko;  “Cenk BAŞLAMIŞ
(Mosccow News Dergisi, Matematikçi, Anatoli Fomenko;  “Cenk BAŞLAMIŞ)
 (Prof. Sven Lagerbring, “İsveç İmparatorluğu Tarihi IV Cilt, 1764”,  “Türklerle Akrabalık, 1769”)
(“İsveççenin Türkçe ile Benzerlikleri” İsveçlilerin Türk Ataları, Prof Seven LAGERBRİNG, Hazırlayan: Abdullah GÜRGÜN, Kaynak Yayınları, Zaman Gazetesi, Pazar Eki,13 Nisan 2008, Pazar)

Translate