12 Eylül 2017 Salı

BAŞIMIZA NE GETİRİLDİ İSE; Abdullah Çağrı ELGÜN

BAŞIMIZA NE GETİRİLDİ İSE  
Abdullah Çağrı ELGÜN

Başımıza ne getirildi ise yavaş yavaş alıştırıla alıştıra getirildi. Bu işi tezgahlayanlar, bu olayın içinde ve arkasındaki uzantılar, dış güçler ve faiz lobisi var dediler; halbuki her şeye muktedir olan da yapan da yapanları oralara getirenler de onların arkasında olan da “ne istedilerse verenler” de kendileriydi.
17-25 Aralık’ta yakalanan MİT Tırları ve akabinde ortaya dökülen kirli çamaşırlar; ayakkabı kutularına yerleştirilmiş balya balya dolarlar, para sayma makineleri ile birlikte dışarıdan biri getirip onların evlerine yerleştirmemişti? Bunlar elbette bilerek ve isteyerek kendilerinin komisyon aldıkları adamlardan, oğulları vasıtasıyla tahsil edilen paralardı… Hatta getirilen eksik komisyona razı olmuyorlar, “Kabul etme! Tamamını getirecekler anlaşmamız öyle!” diyorlardı. Kimi komisyonun fazlalığına kızan iş adamları “Bu milletin anasına avradına” küfrediyordu. Devletin en yetkili ağzı başbakan yardımcısı Bülent Arınç ifadelerinde, Melih GÖKÇEK’ten için: “Ankara’yı parsel parsel satmıştır. Gökçek ile ilgili seçim sonrası 100 konuyu açıklayacağım.” demişti.
Her Cuma bir ayet sallayan, Kuran’daki ayetlerimizden “Bakâra-Makara” diye alay eden milletin inancı Allah’ın dini ile gırgır geçen, alay eden bakan Egemen BAĞIŞ da bunlardandı. Uç yıl boyunca valilere verilen talimatlar gereği operasyon yaptırmayanlar kimlere hizmet ettiler şu anda nerelere geldiler? Dolmabahçe’de PKK ile birlikte TV’den halka Mutabakat Metni okuyanlar da bunlardı… Çözüm Süreci üretenler, şehirlerin boşaltılmasına sebep olanlar, asfaltların altına patlayıcı yerleştirilmesine operasyon yaptırmayarak seyirci kalanlar da  yine bunlardı ey millet!
İşte başımıza ne getirildi ise yavaş yavaş, alıştırılaa alıştırıla getirildi.
15 yıl boyunca yalan dolan ve iftira dolu beyanlarla halka yalan söyleyenler de bunlardı:
Camide içki yalanı; Dolmabahçe Yalanı; Reza Zarrap Yalanı, Asfaltların altına mayınların döşenmesi; Kabataş Yalanı; Sümenye’ye Suikast Yalanı; Camide İçki İçildi Yalanı; Urla Villaları Yalanı; Yüzde On Yalanı; Kozmik odaya girmek için Arınç’ın: “Beni takip ediyorlar” yalanı, 22 Milyarlık İhale Yalanlarıı,…vb. yalanları yanlarına kâr kaldı. Bunlardan hiç birisi hatalarının bedelini ödemediler…
Kandil, BDP’den daha tutarlı diyen devletin bakanı (Abdulkadir AKSU) diyenler yine bunların kadrosu ve vekilleriydi. Devletin parası ile size hizmet ediyoruz diye iktidara yapıştılar. Sizin gibiler olmazsa, bizim halimiz nice olur diyerek, halkla dalga geçtiler. Bunları yapanların hiç biri, cezalarını çekmeden hayatlarına devam ediyorlar ey millet!  
İşte başımıza ne getirildi ise yavaş yavaş, alıştırıla alıştırıla getirildi.

Bu bir darbe değil kalkışmaydı. Emir komuta zinciri içerisinde gerçekleşmemişti. Ordu içindeki bir kısım FETO yanlısı grubun baş kaldırısı idi. Darbede Ordu komutanı ile başbakan yan yana olamazdı..
Bu kalkışmada öncelikli hedef Erdoğan’dı. Erdoğan AKP’li olmayan her kim varsa memur, bürokrat, görevlerinden alınıyordu. 15 Temmuz’da bu işten en çok kimin yararlandığına bakılırsa, bu darbeyi de onların hazırlamış olduğu görülecektir. On yılda yapılamayan temizlik, revizyon, 15 Temmuz ile birlikte bir saat, bir gün içinde yapılıverdi. Bu çok manidar bir durumdur.
15 Temmuz Türk Silahlı Kuvvetlerinin akıllı, mantıklı, vatansever milliyetçi ve Atatürkçü askerleri tarafından önlenmiştir.  Harekatı yapanlara karşı Erdoğan’ın Atatürk Hava Alanında ve Marmaris’teki konuşmasında “Öğleden sonra” sözü ile bu hareketi çok önceden bildiğini belgelemektedir.
Esenboğa’dan Erdoğan hiçbir risk olmadan uçakla havalanıyor. (PARALEL ÇETE’nin ordudaki uzantıları ile hiçbir şekilde mücadele söz konusu olmamıştır.) BALYOZ, ERGENEKON, SARIKIZ,…vb. operasyonları ile atmış dokuz (69) General Silivri Cezaevine gönderilirken darbenin lideri 2003 Şura Toplantısında alınan Cemaatler ile ilgili kararın altına imza atmış; fakat sonradan yine aynı kararı yok saymıştır. Müsebbip bunlardır, ey millet!
Başımıza ne getirildi ise yavaş yavaş alıştıra alıştıra getirildi.
Eski Kara Kuvvetleri Komutanı İsmail Hakkı KARADAYI, 2000 yılında devlet kadrolarının %34’ünün irticai faaliyet içerisinde olduğunu, devletin Cemaatlerin elinde olduğunu, böyle devam ederse Cumhuriyet Rejiminin tehlikeye gireceğini, bu kadroların 2010’lu yıllarda Atatürk Cumhuriyeti ortadan kaldırılarak, Şeriat düzenin kendiliğinden geleceğini büyük bir uzak görüşlülükle ifade ederek, o günün hükümetinden bunun için tedbir alınmasını tavsiye etmiştir…
Bunlar içerisinde, özellikle Askeriye, Emniyet ve Adliye içerisinde kadrolaşmış olduklarını, bu kadrolaşmanın çok gizlilik ve titizlik içerisinde inatla sürdürüldüğünü, Şeriat Devleti Kuracak kadroyu oluşturma planları içerisinde olduklarını belirtmiştir.
FETO, en büyük engel olarak, Türk Silahlı Kuvvetlerini görmektedir. Güneydoğu sorunu olarak tanımlanan Kürt benliği olgusu “Müslüman Kardeşliği” olarak adlandırılmaktadır. Muhataplar ve yol arkadaşları el ele, kol kola, koyun koyuna olarak “Çözüm Süreci” üreterek:, “Helsinki, Silivri ve Dolmabahçe Sarayı’nda” birlikte Mutabakata varıp el sıkışmışlar ve bu Mutabakat bildirisini karşılıklı imzalayarak halka deklare etmişlerdi ey millet!..
Başımıza ne getirildi ise yavaş yavaş alıştıra alıştıra getirildi.

Darbe gecesinde, darbe karşıtı sloganlar yazılı pankartların, nerede nasıl yazıldığı ve bunların saatlik zaman dilimlerinde, nerelerde pankart haline getirildiğini bir bilen varsa söylesin?.. Bu yazılı pankartların o gün, hemen meydanlarda olması, bu darbenin daha önceden bilindiğinin ve ona göre tedbirler alındığının, en büyük delilleri ve en büyük göstergesi olarak görülmektedir.
Acil bir durum için hazır bulundurulan ve kamyonlara yüklenerek götürülen altı yüz(600) tankın akibeti hâlâ mechüldür.
Muhalefet 15 Temmuzdaki Cinnette dik durmuştur. FETO için FETOCU olmayan hiçbir kişi askerî okullara, polis okullarına girememiş, hakimlik ve savcılık sınavlarında başarılı olamamıştır. FETO, 2003-2007’de tam olarak örgütlenmiştir…
FETO harekatı, kalkışma, ordu içinde örgütlenmiş bir çetenin girişimidir; çünkü ordu komutanı ile başbakan, aynı safta olmaz. Darbeciler siyasi parti liderlerini gözaltına alır. Burada öncelikli hedef Erdoğan’dır. Erdoğan ise elini kolunu sallaya sallaya Külliye’ye gitmiş ve hava da dolaşan jetler, Külliye’ye gidişinde de hiçbir şey yapmamıştır… Yani Erdoğan herhangi bir karşı koyma, alıkoyma, ve jetlerin taarruzuna uğramadan külliyededir.
Bu arada kalkışmaya katılan 256 kişilik, teröristlerin listesi, her ne hikmet ise herkes tarafından bilinmektedir?!. 15 Temmuz Kalkışması Milliyetçi Atatürkçü Türk askerleri tarafından engellenip, durdurulmuştur.
Başbakan çalışma ofisinden evine gidiyor. Erdoğan köprüden geçiyor. O geçtikten hemen sonra, askerler köprüyü kapatıyor. Havada F3’lerden üç tanesi dolaşıyor. Cumhurbaşkanın uçağı da havada(?!)  Sayın Erdoğan’ın uçağını vurmuyorlar.  F3’ler Korumak için eşlik, eskortluk ediyorlar ve darbe devam ediyor ey millet!..
Başımıza ne getirildi ise yavaş yavaş alıştırıla alıştırıla getirildi.
Erdoğan otelden ayrılıyor, ayrılmanın akabinde Askerler otele geliyor. Erdoğan Hava alanına gelirken birkaç dakika sonra tanklar oradan çekiliyor. Aynı anda minarelerden selâlar veriliyor. Kim emrediyor?.. Aynı açıklama içinde aynı anda da bu kalkışmayı yapanlar için: “Tutuklama kararı çıkarıldı.” denilerek millet meydanlara çağırılıyor…
Havadaki uçaklar nereyi bombalıyor? Meclisi, Emniyeti!..
Anayasa Tüzüğünü değiştirmek isteyen kim? Milletvekilleri konuşmasın diye kanunlar koyan kim?…
O zamana kadar ülke umurlarında olmamış, parsel parsel satılmış, hazine arazileri üzerlerine geçirilmiş; fakat kendi menfaatleri tehlikeye girince: “Aldatıldık; Kandırıldık; Allah bizi affetsin!..” demişlerdir ey millet!..
Başımıza ne getirildi ise yavaş yavaş alıştıra alıştıra getirildi.
 “1996’da Batı Harekatı Konsepti Balyoz, Sarıkız, Ergenekon, …vb.  harekatları ile 70’ generalin, Silivri’de vatan haini olarak cezaevine gönderilmesi ile Türk Silahlı Kuvvetleri etkisiz hale getirilmiştir.” demektedir. Böylece Anayasa’da değişiklik yaparak Cumhuriyetin temel prensiplerini ortadan kaldırmak, Meclisteki konuşan millet vekillerini konuşamaz hale getirmek, halkın sesine tercüman olanlar susturulmak için anayasada değişikliğe gidilmiştir.
“Çözüm Atatürk’ün: (Gençliğe Hitabı) adlı konuşmasındaki metnin manasının idraki ile mümkün olacaktır. Başkaca çare yoktur.” demektedir.
Türk gelenek ve göreneklerine aykırı, Türk devlet anlayışından uzak yönetimlerle, ülkemiz çok çekmiştir. Kimilerinde Gaz, benzin, Makarna, ve yağ kuyrukları oluşmuş, kimileri de yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma, haksızlık, ve adaletten yoksun idareler elinde millet fakru zaruret içinde çaresiz kalmıştır.
Atatürk’ün millet ve devlet anlayışından uzak, insana odaklı olmayan,  yönetimlerinden sonra gelen iktidarlar elinde, ilerleme olmamış, Atatürk’ten sonra gelen iktidarlar da yaklaşık: 25 yıl Demirel; 12 yıl Menderes; 15 yıl Özal; 15 yıl ‘da Erdoğan hükümetleri dönemlerinde (Otoyollar, Tüneller, Köprüler, Hava Meydanları, AVM’ler, MAKRO Marketler) sunî ilerlemeler kaydetmiştir. Bu sunî ilerlemeler olsa bile, fuhşun arttığı, ahlâkın çöktüğü, boşanma oranlarının kimi şehirlerde 5 50’leri geçtiği; örf, âdet ve geleneklerin aşındığı, adaletin rafa kaldırıldığı, hukukun çiğnendiği, haksızlık, adam kayırma ve yandaşlığın ayyuka çıktığı görülen ve inkarı mümkün olmayan bir gerçektir.
Devlet mallarının, kamu arazilerinin ve maden yataklarının ve devlete ait en verimli çalışan ve çalıştırılan işletme ve kuruluşların partililer, yakınlar ve yandaşların üzerine geçirilmiş olduğunu hangi aklı başında bir vatandaşımız inkar edebilir?..
Sözleşmeli ve taşeronluk sistemi ile insanlarımızın karın tokluğuna köleleştirildiği; kredi kartı ve borç batağında kıpırdayamayacak duruma getirilerek, orta gelir çökertilmiş, zengin ve yoksul iki kesim oluşturularak Türk halkı yok sayılmıştır… Bu dönemde de Türk halkı yolsuzluk, rüşvet, fuhuş, organ ve  insan tacirleri ve simsarları elinde harap ve bitap düşürülmüştür ey millet!..

Başımıza ne getirildi ise yavaş yavaş alıştıra alıştıra getirildi. 
Çalışanların büyük kesimi, taşeronların insafına bırakılmıştır. Kendilerine verilen askeri ücretle geçinmeğe mecbur edilmiş, genç ve yüksek okul bitirenlerde işsizlik, hat safhaya ulaşmıştır. Gençlerde okumuşlar ordusunun mesleklerine uygun işlerde değerlendirilememesi onları ümitsizliğe, güvensizliğe, gelecek kaygısına sevk etmekte, sosyal ve psikolojik bunalımlı, şizofren bir nesil oluşturulmak istediğini etrafımıza baktığımızda hangi gören göz, düşünen akıl inkar edebilecek?!..
Üniversite mezunları  iş bulamıyor, üniversiteye giren mezun olduktan sonra boş kalıyor. Kendi branşlarında çalışamayıp, başka işler yapmak ve aramak zorunda kalarak, toplumsal ve  sosyal bunalımlara sürükleniyor.
Üniversite bitiren kalifiye elemanlarının değerlendirilememesi sonucu, sosyal patlamaları bunalımlar, aile faciaları, boşanmalar, cinayet, intiharlar vakalarındaki artışlar hükümetlerin dikkatini çekmemekte ve bu duruma maç seyircisi pozisyonunda bakmaktadır…
Hükümetin, işsize iş imkanları sunamamak, aş evlerinin ve iaşe alanların sayılarını artırması, iaşe yemek kuponları dağıtması, Fak Fuk Fonları ile halkın büyük bir bölümünü, iktidar sahibi hükümete muhtaç, bağımlı ve dilenci haline getirmiştir. Sokaklarda, evlerimizin ve camilerin önündeki dilenenlerin sayısının çokluğundan rahatsız olmamak mümkün değildir… Büyük ve küçük şehirlerdeki caddeler ve sokaklar göçmen, sığınmacı ve dilencilerin istilâsındadır. Neredeyse her on on beş metrede genç kızlar, erkekler, kadınve yaşlı sizi durduruyor:  “Bir Liran var mı?”,  “Açım bir ekmek parası versene!”, “Size bir şey söyleyeceğim!...” olduğundan şehirde huzur ve güven içinde dolaşmak endişe verir,  halde olup, huzursuzluk vermekte ve ümit kırıcıdır.  Bütün bu sebeple, bu insanların düşünme, fikir yürütme  ve akıl etme kabiliyeti ellerinden alınmış “Hükümetimiz ne yaparsa en iyisini yapar” mantığı ile bir kısım vatandaşımız, iktidarı ekmek kapısı olarak görme, ille de “Devlet Kapısı” “Devlete gireyim de ne olursa olsun!..” beklentisi, yanlışlığı ve çaresizliğine düşürülmüştür… İşte ey milletim! Başımıza ne getirildi ise yavaş yavaş alıştırıla alıştırıla getirildi ve sen hiçbir şeyi sorgulamdın ey milletim!..
KAYNAKLAR:
1) https://youtu.be/_97ux26E
2)http://cahilfilozof.com/son-dakika.tum-dünya-sokta-dunya-bu-video-yu-konuşuyor-silinmeden-izle-paylaş
3)http://google.com.trq=Mübarek+özledik+seni+feto+
4) Mübarek özledik seni Feto videoları
5) Mehmet-yıldız-feto-video-yükle-video        
6) https://www.youtube.com/watch?v=FCG7PXZDwHo
7) https://www.youtube.com/watch?v=OlhevGf-jZk

22 Temmuz 2017 Cumartesi

SİZİ 15 TEMMUZLARA BEN GETİRDİM!.. ,Abdullah Çağrı ELGÜN

SİZİ 15 TEMMUZLARA BEN GETİRDİM!..
Abdullah Çağrı ELGÜN

 İktidar sahipleri, hükümet ettiği günden buyana, FETO ile birlikte el ele, kol kola, aynı park, aynı havuz, aynı otellerde birlikte yatıp, birlikte kalkıp, birlikte icraat yapmadılar mı?  Birlikte planlamalar, birlikte projeler ile devlete ait her türdeki kamu arazilerini hisselerine geçirmediler mi? Vakıflar ve dernekler kurarak ve devlete ait kamu mallarını bu vakıf ve dernekler yolu ile yok fiyatına 49 yıllığına kiralamadılar mı? Madenler ve bunların yataklarını il başkanları ve başkan yardımcıları ile partililerin üzerlerine tapulayarak sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
TC’yi silme, Türk, Türklük, Türkçülük gibi kavramlardan nefret ile onları yok sayma, milliyetçiliği ayaklar altına alma, balya balya dolarları villalara yığma, para makineleri ile sayılamayacak derecedeki komisyon rüşvetlerini ayakkabı kutuları ile nakledip, rüşveti hamuduyla götürerek sizi 15 Temmuzlara ben getirdim…
Erdoğan: “Biz geniş Ortadoğu ve kuzey Afrika Projesinin eş başkanlarından biriyiz ve bu görevi yapıyoruz.” “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Büyük Ortadoğu Projesinin Eşbaşkanıdır, biliyorsunuz. Bu proje içinde Diyarbakır bir yıldız olabilir. Burada Türkiye’ye bir görev verildi ve biz bu görevi üstlendik.” derken de bunlar ile sarmaş dolaş, “çözüm süreci” üretip, Helsinki, Dolmabahçe, Olso, Kandil’de el sıkışırlarken de   Cumhuriyet için projeler üretip, muhalefetin arkasından gülerek sizi 15 Temmuzlara ben getirdim…  
Ülkenin en gözde yerlerinde bunların dershaneleri, bunların liseleri, bunların okullarının kurulması ve işletilmesi için arsa ve kaynak aktarımını kim yaptı, bunların açılmasının izinlerini kim verdi?
İltimas, adam kayırma; polis okullarına, harp okullarına hukuk, siyasal bilgiler fakültelerine girebilmek için sınav sorularını çalma; kara para aklama, kurulan havuzlarda oluşan paraları yandaşlara peşkeş çekme, komisyonun fazlalığına itiraz eden işadamına, milletin anasına avradına küfrettirerek sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Bütün bunlardan kim ceza altı?..
Bu şahıs hangi bedeli ödedi?                                         
Anamıza avradımıza küfredilmiş olarak, ortada kaldık?!.
Kimsenin gıkı çıktı mı?                    
İhale kanunundaki yüzlerce değişikliklerle ihaleleri akraba ve hısımların cebine koyma ve bunu İslâmiyet ile bağdaştırma “Allah: anaya babaya, yakın akrabaya bakmayı ve  yardımı emrediyor”  diyerek kılıf bulma işlerinde, hep beraber değiller miydi? 
Bunlar FETO ile hep beraber yer, hep beraber içer, hep beraber yatar, hep beraber kalkmazlar mıydı? Bunlar hep beraber ağlar, hep beraber düğün yapar, hep beraber iki üç defa açılmış mekanları yine birlikte, bir ve beraber dualarla açarak sizi 15 Temmuzlara ben getirdim…  
Hele bir düşünelim. Bu bir bela ise bu belayı başımıza kimler sardı?  FETO ile sarmaş dolaş iki âşık gibi ayrılmayan kimlerdi? 
Şimdiki zeytin yağ gibi su yüzüne çıkmayı çok iyi beceriyorlar…
Bunların dövünme, sızlanma, dert yanmaya hakları var mı?
Olabilir mi? 
Şikayet ettiklerini, en iyi makam ve mevkilere, on dört yıl boyunca kim taşıdı?..
Sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Başımıza bu belayı saranlar kadar, bu belanın sarılmasına ortaklık, yandaşlık, yataklık ve taşeronluk edenler de bu musibeti işleyenler kadar suçludur. Mürürü müddet içinde yakalarını bu suçtan kurtaramazlar...  Haydi bu gün kurtardı diyelim. Yarın çocukları, torunları da bu iştirakten, üzerlerindeki mal varlıklarından, kazançlarından kesin olarak hesaba çekileceklerinden asla şüphem yoktur.
Geçmişte: Sultan II Abdülaziz’i katledenler, kırk yıl sonra da olsa hesap vermekten kendilerini kurtaramamışlardır. Bu kadar adam hayatını kaybetmiş, bu kadar insan makam ve mevkilerinden olmuş, evi barkı, hanesi dağılmışken: “Aldatıldık!”, “Kandırıldık!”, “Allah bizi Affetsin!” sözleri ile geçiştirilemeyecek kadar veballi ve büyüktür. Adalet herkes için geçerlidir. Her zanlı, er veya geç yargı önünde hesap vermelidir; verecektir. Sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
24 Haziran 2004, Millî Güvenlik Kurulunun Tavsiye Kararlarını, Hükümet başkanı: “Bu karar bizim için (YOK!) hükmündedir.!” diyerek kabul etmiyordu.  Bu karar Cemaatlerin ve ük
ümeti HHhFethullah GÜLEN Örgütünün Askerîyede, Emniyette ve Yargıda örgütlendiğini bir çok, açık delillerle ortaya koyuyordu. Bu kararı alanlara duyulan nefret ile bu kararı uygulamaya sokamayan iktidar, bunların emekliye sevk edilmesi, yaş kararları ve FETOCULAR’ın Askere kumpas kurarak: “BALYOZ, SARIKIZ; ERGENEKON” adı ile yaptıkları operasyonlarla dönemin genelkurmay başkanı başta olmak üzere, yetmişe yakın generali, FETO örgütüyle işbirliği yaparak tutuklatıp, Silivri’ye gönderttiriyor ve dürüst, onurlu ve Atatürkçü subaylarımızın arkasından birlikte güldüğümüz için sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Millî Güvenlik Kurulunun önerdiği ve bu gidişat için acil önlem alınması gerektiğini tavsiye eden kararını yok saymıştı. Vatanperver Atatürkçü subayların tasfiye edilerek Silivri Cezaevine gönderilmesiyle boşalan, makam ve mevkilere FETO’nun örgüt subayları atanıyordu. İktidar, FETOCU darbeci generalleri makam ve mevki, sahibi yapmasıyla birlikte, 15 Temmuz’a giden yolları sonuna kadar açıp,  sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
17-25 Aralık diye bir deprem oldu. Zafer Çağlayan’ın 24 bin EURO’luk saat alıyor; ve almadığını iddia ediyordu. Nihat Zeybekçi en son 11 milyon liraya bir yalı alıyordu… İçişleri bakanının vasıfsız oğlu, Barış GÜLER, 5 Ocak’ta, 40 bin dolarlık kira ödüyor ve Komisyon Başkanı şaşıp kalıyor. Üye Yıllık mı diyor, o da aylık diye cevap verince şaşırıp kalıyor.  Barış GÜLER’in kendi param dediği, üç beş milyon dolar, meğer bir trilyon çıkınca… Rıza ZARRAP’tan alınan paralarla, Şehrizar’dan alınan: 14.5 milyon EURO’luk on adet havuzlu villa, hemen damat, Berat ALBAYRAK’ın üzerine geçiriliyordu. Ahmet Çalık’ın alacağından arta kalan 25 milyon dolar gizlenemiyor. Bilâl’in son aldığı geminin fiyatı 18 milyon dolar tutuyordu.
Devletin en önemli bakanları ve çocukları yolsuzluğa karışmıştı; ve nihayet kaya parçaları ayrılarak iki adaya dönüştü. Menfaatler birden bire ön plana çıktı. Pasta bir türlü bölüşülemiyordu. Dershanelerin kapatılması kararı, mevcut gerginliğe tuz biber ekti. Öyle bir biat ve saygı vardı ki bu saygı ve karşılıklı söz birliği sebebiyle menfaatler bitinceye kadar aralarından su sızmadı!.. Birlikteliklerinde kılı kırk yarıyorlar, her şekilde sandıktan birinci olarak çıkmayı başarıyorlardı. İktidarı muhalefete kaptırmamakta el birliği ve gönül birliği ediyor, bal çanağının kaptırılmaması için büyük maharet gösteriyorlardı.
Basın, yayının en önde gelen gazetelerinde, bunların boruları çalıyor ve bütün televizyonlarda bunların adamları konuşuyor; ve bunların adamları topluma yön verirken, sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Derken, Başbakan: “Gökten ne yağdı da yer kabul etmedi?”, “Ne istediler de vermedik?”, “Mübarek özledik seni!”, “Gel artık, bitsin bu hasretler!..” “Gurbet aynı zamanda garipliktir. Biz garipliğe tahammül edemeyiz.”, Diyerek Türkçe Olimpiyatları için gümüş paralar dahi bastırılıyordu. 17 Haziran 2012’de Türkçe Olimpiyatlarında yapılan konuşmalar: “Gurbette olup şu vatan topraklarının hasreti içerisinde olanları aramızda görmek istiyoruz…” 
Mehmet Al ŞAHİN: “Fethullah GÜLEN ile telefonla görüştüm. Rahatsızdı… Karabük’ten bir çağrıda bulunmak istiyorum: Hocam artık Türkiye’ye dönün. Dönün artık Türkiye’ye!..”,
Binali YILDIRIM: “…24 Haziran 2013, Türkçe: Aç herkese açabildiğin kadar sineni, Ummanlar gibi olur, İnançla gelen insan sevgidir, kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın gönül, diyen Hoca Efendi’nin dilidir.”,
Bülent ARINÇ, 5 Haziran 2010: “Muhterem Hoca Efendi’in bir konuşması var. Hoca Efendi her zaman doğruyu söylüyor… Muhterem Hoca Efendi on iki senedir beri yurt dışında kendisine yapılmadık iftira kalmadı. Medyası, siyasî çıkar odakları siyasiler, hep bağlantılarını araştırdılar. Onlarca beraat kararı var. Gelebilir Türkiye’ye gelebilir.” sözleri ve daha nice bakan ve bürokratların övgü yağdıran serzeniş ve nutuklarını buraya alamadığımız için sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Sonra birden bire FETO terörist oluverdi. FETO mu yanıldı, Erdoğan mı yanıldı, yoksa ikisi birden mi yanıldılar, kapıştılar; veya galip oldular hâlâ meçhulümüzdür… Arada millet kaldı. İki arada bir derede ne oldu ise olan vatandaşa olarak, sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Fethullah GÜLEN, hâlâ Pensilvanya’da saltanat kayığının üzerinden sefa sürmeye devam ediyor. Bu kayıktan indirilemiyor mu, indirilmiyor mu, indirilmek mi istenmiyor?..  Yurt içindeki taraftarları ve yanılmış birkaç generaliyle, darbe teşebbüsü ve sistemi her ne pahasına olursa olsun, tam olarak değiştirmek isteyen iktidarın, amacın gerçekleşti mi?
Galip kim?
Mağlup kim?
15 Temmuz gecesi, FETO terörü diyerek suçlanan Fethullah GÜLENCİLER’in birkaç saat içinde, makamları mevkiler ve bugüne kadar elde ettikleri her neleri varsa, ellerinden alınıverdi… Gürül gürül yanan ocaklar sönüverdi. Aileleri ve hiçbir şeyin farkında olmayan masum çocukları garip ve perişan, yakınları çaresiz kalıverdiler. Sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
Aynı masada oturan proje ortaklarına ise hiçbir şey olmadı. Hatta bunlar yakaladıkları bu büyük fırsatı, kâra çevirerek, sistemde arzuladıkları revizyon ve değişimi fiiliyata geçiriverdiler. Yıllarca bu eylemleri gerçekleştirmek için proje yapan ortaklardan, aynı eylemi yapan beyaz tilkilere hiçbir şey olmadı. Siyahlar ise yaptıklarını canlarını vererek, cezaevlerine girerek ve aile etraflarıyla birlikte fakr u zaruret içinde, büyük bir mağduriyet yaşayarak ödüyorlar…
Halbuki TC Kanunlarınca gereğince bu suç, belli bir dönem ile “17-25 Aralıkla” sınırlı olmayıp genel müruru, zaman süresi içinde değerlendirilir. 2003’ten 17-24 Aralığa kadar buna ses çıkarılmayarak göz yumanlar, Balyoz, Ergenekon, Sarıkız Operasyonları ile ordunun en gözde 70’e yakın generalini saf dışı ediverdiler… Her iki müsebbip de bu zilleti kabul etmeyen onurlu insanların intiharlarının, kimilerinin de Silivri’de çürümelerinin hesabını vermek, bedelini ödemek zorundadırlar…
Bu ana kadar “Beraber yürüdük bu yollarda” şarkısını söyleyenlerin de bu suçta ortaklığı, katkısı ve payı, onlardan az değil hatta fazladır; çünkü her türdeki güç ve yasal uygulamalar iktidar sahiplerinin elinde olup müsebbip de sorumluluk da onlara aittir. Müsebbip de onlar olduğu için sizi 15 Temmuzlara ben getirdim… 
FETO’yu onca zaman koruyan, Cemaatlere toz kondurmayan, 2005’te Millî Güvenlik Kurulunun aldığı kararı “YOK! HÜKMÜNDEDİR!” diyerek “Yok!” sayan, Cemaate yapılması gereken müdahaleyi, operasyonu engelleyen de yine bu iktidardır. Ortaklık, yandaşlık ve yataklık yapanlar, hiçbir şey olmamış gibi meydanlarda; fakat masum vatandaşımızdan 256’sı dünyasını değiştirmiş, binlercesi suçlu veya suçsuz olarak Silivri’de hapislerde, ocakları söndürülmüştür…
Medyaya düşen videolarda, gazetelerdeki makalelerde, Silivri Mahkeme Tutanaklarında, bunları teyit eden, belgeleyen, delillendiren ifadeleri, belgeleri görmek, bakmak ve bir çok videolarını izlemek, mevcut duruşmaları takip etmek, duruşma tutanaklarına bakmak, duruşmaları dinlemek ve de gazetelerden öğrenmek mümkündür.
İktidar,  gücünü arkasına almış: “Ben bu davaların savcısıyım” diyenlerin hiç birisinin suçları yargıya taşınmamış, cezalarını çekmemişlerdir.
BİZİ 15 TEMMUZLARA KİMLER GETİRDİ?
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin TC’sinden ürken, Türklüğü inkâr eden, Cumhuriyet rejimine karşı olan, Atatürk İlke ve İnkılâplarından zerre kadar hoşlanmayan, Atatürk’ü  Jön Türk, Osmanlının yıkılmasından sorumlu tutan yanlış bir anlayış, bizi 15 Temmuzlara getirmiştir.
Ordumuzun en güçlü ve Atatürkçü subaylarının emekliye sevki, tasfiyesi,  yaş kararları, Balyoz, Ergenekon, Sarıkız operasyonları ile ordudaki subaylarımıza kurulan kumpas ile Fetocu subayların terfi ettirilip bütün yetkilerle onların donatılması, bizi 15 Temmuzlara getirmiştir.
Bir kısım ordu içinde, yerleşik üst düzey FETO yetiştirmeleri baş kaldırarak Hükümete ve yerleşik düzene ve bizzat Erdoğan’a kalkışarak, eylem yaptılar. Erdoğan’a mı yaptılar, Birlikte mi yaptılar? Yerleşik sisteme mi yaptılar? Meçhulümüzdür… Görünen bir şey var ki ülke kamplara ayrılmıştır…
Demek ki hali hazırdaki iktidar: “Yanılarak”, “Kandırılarak” “Aldatılarak”, “Beraber yürüdükleri bu yolda”kiler ile devletin her tür gizli bilgi ve belgelerini paylaşarak, Kozmik Odasını dahi onlara açarak, ülkenin, memleketin, devletin her türdeki nimetlerini onların ayakları altına sererek, sizi 15 Temmuzlara ben getirdim…  Başkaca arayışlara gerek yoktur. Ankara, Cumartesi, 17 Temmuz 2017, 
KAYNAKLAR:
2.      Mübarek özledik seni Feto videoları
3.       Mehmet-yıldız-feto-video-yükle-video 
4.       https://www.youtube.com/watch?v=FCG7PXZDwHo
5.       https://www.youtube.com/watch?v=OlhevGf-jZk

14 Haziran 2017 Çarşamba

“TÜRK” KİMDİR? Abdullah Çağrı ELGÜN

 “TÜRK” KİMDİR?
Abdullah Çağrı ELGÜN
Kuran’da adı geçen Peygamber Yasef’in oğludur Türk! Miraç’a çıkıp inerken Peygamberimiz Hz. Muhammed, Cebrail’e gökyüzünde beyaz atlar üzerinde koşturanlardan için, bunlar kimdir sorusunun karşılığında: “El etrak’ül Cindullah” (Allah’ın süvarileri Türkler’dir) cevabına muhatap olan kullardır Türk!
Allah’ kulluk, inancında, Müslümanlıkta Eren; Evliya, Evliyaullah; Veli, Veliulllah; Rab, Rahman, Rahim,.. ALLAH’a ulaşmakta basamak basamak mesafeleri kat edendir Türk.
Nerede bir yetim görse, onu teselli etmek için elini başının üstüne koyarak onu teselli edip Muhammed’in gönlüyle onu kucaklayandır Türk!
Bosna, Hersek, Kardadağ, Mozambik Çat, Nijer, Nijerya, Senegal, Somali, Fas, Tunus, Cezayir, Kambiya, Kamerun, Aragon, ‘da mazluma Hızır gibi yetişendir Türk!
Bir gün yine dolu dizgin atlarla dünyanın her karış toprağında insanlığı yeniden barıştırmak için, mutlu bir dünya için yeniden yeryüzünde görünecek olandır Türk!..
16 İmparatorluk,
38 Devlet,
34 Beylik,
4 Atabeylik,
16 Hanlık,
10 Cumhuriyet ile birlikte toplam 117 Devlet kurandır Türk ! 
Osmanlı Türk İmparatorluğu olarak; Beylerbeyliği, Sancakbeyliği veya şehrimiz(eyalet) olarak uzun yıllar yönettiğimiz:
Bulgaristan(545)  beş yüz kırk beş yıl,
Yunanistan (400)  dört yüz sene,
Girit(267) iki yüz atmış yedi yıl,
Ege adaları (541) beş yüz kırk bir yıl,
Arnavutluk(435) dört yüz otuz beş yıl,
Romanya(490) dört yüz doksan yıl,
Macaristan(160) yüz atmış yıl,
Çekistan, Slovenya, Polonya, Batı Rusya, Beyaz Rusya ve Avrupa Rusya’sı(291) dün Müslüman Türk egemenliğinde huzur içinde birlikte yaşatandır Türk!...
Bugün de dünyaya huzuru ve barşı ebediyen getirecek olan  bir büyük insandır Türk!.. 
Ukrayna(308) üç yüz sekiz yıl,
Gürcistan dört yüz(400),
Ermenistan, Azerbaycan, Kıbrıs iki yüz doksan beş(293),
Suriye dört yüz iki(402), Türkçe yazıp Türkçe ses verirdi.
Lübnan, İsrail, Ürdün, Irak dört yüz iki(402) yıl,
Suidi Arabistan üç yüz doksan dokuz(399) yıl,
Yemen dört yüz bir(401) yıl,
Katar, Bahreyn  ve Birleşik Arap Emirlikleri dört yüz(400) yıl,
Kuveyt üç yüz seksen bir(381) yıl, Müslümanlıkla mesut ve müreffeh bir hayat içinde yaşatan Türk!.. Bugün de öyle olacaktır.   
Bunun bir örneğini Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev Kırgız kardeşlerinin ekonomisine  çeşitli zaman dilimleri içerisinde 300 milyon dolar, 1.500 ton buğday, yardım ederek göstermiştir.
Nursultan Nazarbayev, değişik tarih, yer ve zeminlerde düzenlenen toplantılarda Orta Asya Birliğinin Kurulmasıdüşüncesini açıkça ve ısrarla dile getirmektedir. Nursultan Nazarbayev’in memnuniyet verici düşüncelerinin ışığında iki ülke arasındaki bir de anlaşma imzalanmasıdır.
İmzalanan ortak bildiride; iki ülke arasında "Devletler Arası Yüksek Konsey" ile "Dışişleri Bakanlıkları Konseyi" kurulmasının kararlaştırıldığı ve hükümetler arasında "Uluslararası Hudut İşbirliği Merkezleri" kurulması, "Sınır komşuları olan Kazakistan'ın Almatı ve Cambul Bölgeleri ile Kırgızistan'ın Issık-Göl, Talas ve Çuy Bölgeleri'ni ziyaret edecek üçüncü ülke vatandaşlarına verilecek turist vizelerinin karşılıklı olarak tanınması", "Kültür ve Enformasyon Bakanlıkları arasında kültürel işbirliği anlaşmaları" imzalandığı kaydedilmiştir.
Kırgızistan Cumhurbaşkanı Kurmanbek Bakiyev’in de, Nazarbayev'in Orta Asya Birliği düşüncesini desteklediğini, yaptığı bir basın toplantısında açık olarak belirtmiştir. Türkmenistan, Tacikistan ve Özbekistan Cumhurbaşkanlarının da bu fikre sıcak baktığını bildiğini, ancak bu projenin nasıl uygulamaya konulabileceği yönünde bazı tereddütler olduğunu belirtilmekteydi.
Gelişmeler Nazarbayev’in Orta Asya Birliği fikri doğrultusunda ısrarla ilerlediğini gösteriyor. Birlik konusunda bazı tereddütlerin bulunması doğal karşılanmalıdır zira enerji kaynaklarının yoğun olarak yer aldığı coğrafyada hesapları bulunan devletlerin “soru işaretleri” yaratacak müdahaleleri mümkündür ve olacaktır.
Ancak her şeye rağmen ortak tarihi ve kültürel değerlerin birlik konusunda büyük avantajlar sunduğu unutulmamalıdır. Yeryüzündeki gelişmelere paralel olarak siyasî ve ekonomik menfaatler bölge ülkelerini “Orta Asya Birliği”ni oluşturmaya zorlamaktadır.
Bizim böyle bir birlikteliğimizden korkuya kapılanlar, kıskananlar ve bu coğrafyada bazı hesapları bulunan kişi ve devletlerin olması kaçınılmazdır. Bu kişi ve devletler için Kuran’da geçen ve Müslüman Türk’ün inanç kaynağı olan aşağıdaki ayet, bunların bizim düşüncelerimizi açık ve net olarak anlamalarını sağlayacağına inanıyorum.  

Bakara Suresi 136. Ayet’te :  “… Biz Allah’a ve bize indirilen Kuran’a, İbrahim ve İsmail ve İshak ve Yakup ve torunlarına indirilenlere, Musa’ya, İsa’ya verilenlere ve bütün Peygamberlere Rableri tarafından verilen kitaplara iman ettik. Onların hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz. Biz, ancak Allah’a boyun eğen Müslimleriz.”  Ayeti gereği bütün peygamberleri sever ve aynı ölçüde saygı duyarız. Böyle büyük dinin ve tefekkürün sahipleri de şüphesiz bu din gibi sağlam, sağlıklı ve büyük millettir. Bunun için: “Dünya bir Türk’e dar” diyen atalarımız gibi, dünyanın efendiliğini üstlenebilecek tek devlet Türkiye, tek din Müslümanlıktır. Yer küresi üzerinde yaşayan her canlı huzur ve sükûnete Müslüman Türklüğün adalet ve hoşgörüsüyle kavuşabilir.
AVRASYA BİRLİĞİNE emin adımlarla ve cesaretle en kısa sürede en kısa yoldan gitmek gereklidir. Bugün olmasa bile birkaç yıl sonra bunu gerçekleştirecek devlet adamları mutlaka çıkacaktır.
Kaşgarlı Mahmut, Peygamberimiz Hz Muhammed(sav)kıyamet alametlerinden bahsederken anlattığı bir hadisini naklederek: “Türk Dilini öğreniniz; çünkü Türkler’in uzun sürecek hakimiyetleri olacaktır.” demektedir. Ayrıca başka bir hadisinde de Hz.Muhammed: “Güneş yeniden Türk burçlarından doğacaktır.” demiştir. Bu bilgi, tecrübeleri ve geçmişin tecrübelerinin ışığında Türk Devlet Adamlarına ve Bürokratlarına çok asil ve ulvî bir görev düşmektedir. Bu görev bütün AVRASYAYI BİRLEŞTİRME görevidir.
Doğuda: Türkiye, Kıbrıs, Azerbaycan, Türkmenistan, Tacikistan, Afganistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan; Batıda: Romanya, Arnavutluk, Yugoslavya, Sırbistan, Saray Bosna, Bulgaristan derhal ve en kısa sürede ve en kısa yoldan birleşmelidir. Bu birliğe katılmak isteyenlere de kayıtsız şartsız imkan tanınmalıdır
 KAYNAKLAR:
1)  Muammer ERKUL, Stop, Türkiye Gazetesi, Ekim l999
2) Mustafa Kemal ATATÜRK, Nutuk cilt. I,I,III
3) Avrupa Türklerinin Mukadderatı, Hamza ERAVŞAR,Yumak Yayınları,s.127-140, Ankara 1999
4) http://www.semerkanddergisi.com/637.htm
5) Avrupa Türklerinin Mukadderatı, Hamza ERAVŞAR,Yumak Yayınları,s.127-140, Ankara 1999
6)Erdoğan ILGAZ, Kazakistan’dan Orta Asya Birliği Yönünde Kararlı Adımlar,(yazarlar, asilkan.org) 

19 Nisan 2017 Çarşamba

SAFAHAT’IN İÇİNDEKİLER, Abdullah Çağrı ELGÜN

SAFAHAT’IN İÇİNDEKİLER
Abdullah Çağrı ELGÜN

Büyük şairimiz Mehmet Âkif ERSOY“SAFAHAT” adı altında yedi manzum kitap yazmış ve neşretmiştir. Bu kitapta,üç bin mısradan ibaret kırk dört parça şiir vardır. Bu yedi kitap şunlardır:
İlk Safahat
Süleymaniye Kürsüsünde
Hakkın Sesleri
Fatih Kürsüsünde
Hatıralar
Asım
Gölgeler
İLK SAFAHAT
Meşrutiyetin ilanını takip eden Ekim ayının on birinde İstanbul DarülFünûnda edebiyat dersleri vermeye başlayan Âkif,edebiyatla bilhassa şiirle meşgul  olmak için daha iyi bir imkan buluyordu.I.Safahat’a girecek olan şiirlerinin tamamına yakın bir kısmını, 1908-1910 yılları arasında Sırat-ı MüstakimMecmuası’nda neşretti. Büyüklü küçüklü kırk dört parça şiiri bir araya getirerek, bir kitapta topladı. Baş tarafına, şiiri hakkında küçük bir manzume ilave ederek 1911’de SAFAHAT adını verdiği,ilk şiir kitabını çıkarmış oluyordu. Safahat kelimesinin çoğulu olan bu kavram, “yüz” anlamındadır. Âkif’in kitabı için ise “Hayatın Yüzleri”anlamına gelmektedir. 
SÜLEYMANİYE KÜRSÜ’SÜNDE
Tek ve uzun bir manzumeden meydana gelen, Safahat’ın ikinci kitabı olup 1912’de basılmıştır. Mehmet Âkif aynı yıl içinde Sebülü’r Reşat’a Balkan Harbi Hezimeti ve Sebepleri üzerine makaleler yazıyordu. Mehmet Âkif’inİslâm Birliği düşünce bu kitabı ile başlar.
1908 Meşrutiyet sonrası, Batılı adamların “Hasta Adam” teşhisi koyduğu Osmanlı İmparatorluğu için, bir takım tedavi reçetelerinin teklif edildiği bir devredir.Âkif’in evvelâ bir millet vücuda getirmek bu milleti milletçe yaşatmak, milletçe düşünmeye alıştırmak, bu milletin maddî ve manevî düşüncelerini ve bütün kuvvetlerini seferber ederek, kendi ruhî maneviyatları çerçevesinde ileriye götürmek için yazdığı ilk eserdir.
Mehmet Âkif bu eserlerinde millet olmak ve millet olarak neler yapacağımızı öğretmeye çalıştı.
HAKKIN SESLERİ

Süleymaniye Kürsüsünde kitabının çıktığı yıl Âkif, Sebilü’r Reşat’a Balkın Harbi Savaşı ile ilgili bir takım makaleler yazmakta idi. Bu arada bazı Âyet ve Hadislere manzum olarak serbest bir yorum getirme teşebbüsüne girişti. İşte bu neşredilen çalışmaları Safahat’ın üçüncü cildi ve “Hakkın Sesleri” olarak çıkardı.
Bu malzemelerin hemen hepsi savaşın ağır kalıplarını, çok trajik tablolar halinde gözler önüne seriyor ve İslâm cemaatinin bizzat kendisinden doğan hatalarına işaret ederek, kendi iradesi ile uyanmanın vakti geldiğini haykırıyordu.
FATİH KÜRSÜSÜNDE
1913-1914 yılları arasında yine Sebülü’r Reşat’ta tefrika edilen Fatih Kürsüsü’nde adlı uzun manzume yapı bakımından İkinci Safahat’a benzer. 1914’te Safahat’ın Dördüncü Cildi olarak neşredildi.
İki arkadaş “Fatih Yolunda” başlığını taşıyan ilk kısım, yine Galata Köprüsü’ne inen, bu defa iki arkadaşın muhaveresi ile başlar.
HATIRALAR
Mehmet Âkif:Arabistan, Medine, Mısır, Berlin’e yaptığı seyahatleri 1914-1915 yılları içerisinde manzum hikâyeler haline getirdi. İsmini bu manzumelerin muhteviyatından alan“Beşinci Safahat’ı “Hatıralar”, adı ile 1917’de neşretti.
Kitabın baş tarafında bazı Hadis ve yorumlar yer almıştır. Böylece Hatıralar’da bulunan on parça manzumelerde dördü Âyet, ikisi Hadis yorumu, biri “Uyan” adlı şiirdir. “Berlin Hatıraları”ndaAlmanya ile Türkiye’yi çeşitli noktalarda mukayese eder.
ASIM
Mehmet Âkif, Burdur Mebusu olarak meclise katılmak üzere Anadolu’ya geçişi, onun için ifadesinin gücü ile yapacağı Millî Mücadele’nin kapılarını açar.
Kastamonu ve kazalarında verdiği Vaazlar, bir taraftan dergide neşredilirken, ordu kumandanlığınca çoğaltılıp askere dağıtılır. Ankara TaceddinDergahı’nda ikamet ettiği bu yıllarda  Yunanlılar’ınBursa’yı işgal etmeleri üzerine  “Bülbül”, “İstiklâl Marşı” bu yılların ürünüdür.
Asım, manzum bir uzun hikâye veya manzum bir diyalog karakterindedir. Hemen hemen tamamına yakın bir bölümü Hocazede ve Köse İmam arasında geçer. Çanakkale Muharebeleri’nden bir müddet sonra Sarıgüzel’de Hocazade’nin evinde Köse İmam ile Hocazade arasında uzun bir sohbet olur.
Hocazade’den bir önceki nesle mensup olan Köse İmam, iki hususta dertleşmek için Hocazade’nin evine gelmiştir. Önce komşusunda geçen bir vakadan bahseder ve daha sonra da oğlu Asım’dan dert yanar. Bir birlerini anlamayan iki nesil. Eski nesil- yeni nesil; halk ve idareciler; mektep, medrese ikilisi gibi yer yer dinî ve milî lirizm,Asım’ım konusunu oluşturmaktadır. 
GÖLGELER
Âkif’in, Birinci Meclisin dağılmasından sonra kendi idealinin tahakkuk ettiğini görememesinden dolayı kırgın olarak Mısır’a gittiği görülmemektedir. Zaman zaman vatanına dönüyorsa da vaktinin çoğunu rahat etmediği halde Mısır’da geçirmeyi tercih ediyordu. Onun hastalık, gurbet ve bezbinlikle geçen bu yılları şiirin lirizmi bakımından da en verimli çağı olmuştur. Gece, Hicran ve Secde bu yıllarda yazılmıştır.

1918-1933 yıları arasında yazdığı bütün şiirler büyüklü küçüklü, kırk dört(44) parçadan ibarettir ve “Gölgeler” adı ile 1933’te Mısır’da basılmıştır.

Translate